'Başarıya Görüren Aile etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Her Türk sınanmak İçin Doğar!

Önce okul hayatında, sonra hayat okulunda sınanıyoruz. Okul dersleri, üniversite sınavları, kız isteme seansları, her an bir sınav. Bir zamanlar Reina, Laila gibi eğlence yerlerinin girişi bile sınav seansı gibiydi!

Şu bahar aylarında, çoğumuzun içini sınanma sıkıntısı kaplamış durumda. Bazılarımız ÖSS, bazılarımız KPSS?ye hazırlanıyor. Sınavlardaki başarı öğrenme performansına bağlı.

Ben de bu yazımda başarılı öğrenmek ve öğrenerek başarmak üzerine bazı şeyler anlatmak istedim. En başından başlayalım?

İnsanlar öğrenme konusundaki tavırlarına göre iki gruba ayrılıyorlar: gönüllü öğrenenler ve zorunlu öğrenenler!

Siz gönüllü öğrenen misiniz, zorunlu öğrenen mi?

Tahmin edeceğiniz üzere, toplumum çoğunluğu zorunlu öğrenenlerden oluşur.

Zorunlu öğrenenler, içten gelen istekle değil, dıştan zorlamayla birşeyler öğrenirler. Aslına bakarsınız onlar öğrenmez, onlara öğretilir!

Gönüllü öğrenenler ise, kendi merakını gidermek için öğrenirler. Dıştan zorlamalı disiplin ile değil içten gelen merakla hareket ederler.

Bu gruptakiler de kendi içlerinde iki gruba ayrılır. Birincisi, yararlı şeyleri öğrenmeye odaklananlar. İkincisi, sadece ?ilginç? buldukları şeylere odaklananlar.

Sadece ilginç bulduklarını öğrenenler, çok şey bilseler de, hayatta başarı gösteremeyebilirler. Çünkü dizi izleyicileri de gönüllü öğrenenler sınıfında girerler ama öğrendikleri onları geliştirmez. Öğrenilen bilgilerin ilginç olduğu kadar yararlı olması da önemlidir.

Okul hayatı bitince hayat okulu başlar.

Hayatımız iki dönemden oluşuyor: okul hayatı ve hayat okulu!

Ömrümüzün yaklaşık dörtte biri okul hayatında, dörtte üçü hayat okulunda geçiyor. Okul hayatının amacı hayat okuluna hazırlamak. Aradaki müfredat uyuşmazlığından, hayat okulunda en çok lazım olan bilgileri okul hayatında öğrenemiyoruz.

Okul hayatında öğrenmediğimiz bir kritik şey daha var. Bizler okulda ?okumayı? öğreniyoruz, öğrenmeyi değil! Oysa sınavlarda okuma yazma biliyor olmamız değil, okuduklarımızı ne kadar iyi öğrendiğimiz test ediliyor.

Nasıl okuyacağımızı öğreniyoruz ama nasıl öğreneceğimiz üzerine fazla bir şey okumuyoruz.

Diplomaların son kullanma tarihi kısalıyor

Buna karşın dünya çok hızlı değişiyor ve ?öğrenilecekler? menüsü her geçen gün yenileniyor. Artık ?hayat boyunca öğrenme? zorunluluğu var. Diplomaların son kullanma tarihi hızla kısalıyor.

Tüm bunlar, öğrenmenin uğruna fazladan çaba harcanan bir iş olmaktan çıkarılıp, bir yaşam biçimine dönüştürülmesini gerektiriyor.

Peki bu durumda ne yapmalı? Önce öğrenmeyi öğrenmeli!

Öğrenmeyi öğrenme, ?nasıl öğrenmek gerektiğini? bilerek, aktif bir şekilde öğrenmek demek. Öğrenme metotları ve süreçleri üzerine bilgilendikçe öğrenmeyi öğreniriz.

Başarılı öğrenmek ve öğrenerek başarmak
Doğru, hızlı ve kalıcı öğrenmek için uyulması gereken onlarca kural var.

Aşağıda bu kurallardan birkaçını bulacaksınız.

? Öğrenmenin bittiği andan itibaren, ilk 10 dakika içerisinde yapılan tekrar bilginin kalıcılığını artırır.

? Öğrendiklerimizin %80?ini 24 saat içerisinde unuttuğumuz düşünülmektedir. Uyku sırasında unutma süreci durur. Bu nedenle, uyumadan önce gün içinde öğrenilenlerin tekrarlanması kalıcılığını artırır.

? Bir başkasına öğretmek veya bir başkasına öğretiyormuş gibi konuyu tekrar etmek, bilginin pekişmesini sağlar.

? Yazılı özet çıkararak yapılan tekrar, derin düzeyde kavrayışı artırır.

? Okunan metinden bazı anahtar kelimeler ve veciz sözler çıkararak beyinde tutmak, çağrışımı kolaylaştırır.

? Bir bilgi beyin için yeniyse, ilk defa öğreniliyorsa, birkaç kez tekrar ile akla yerleştirmek gerekir. Ezber ilk kayıt için önemli bir gerekliliktir.

? Öğrenmenin hemen bitiminde, öğrenilen bilgi parçalarının kendi aralarındaki ve bütünle ilişkileri üzerine düşünmek, konuyu sistematik olarak kaydedip hatırlamayı sağlar.

? Beynin öğrenme öncesi bazı ?ısınma hareketleri? ile okuma sürecine hazırlanması gerekir.

? Beyin kas sistemiyle çalışmadığı için, fiziksel anlamda yorulmaz. Beynin yorgunluğu monotonluktan kaynaklanır. Uzun süre aynı tekdüze şeye odaklanan beyin gücü yorulur ve zayıflar.

? Unutmayın ki,(B)ilgi beş harflidir, beşte dördü ilgidir!

Son olarak öğrenme konusunda Konfüçyüs?ün bilgece bir sözünü hatırlatmak
isterim: ?Düşünmeden öğrenmek gereksiz, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir?

Yazarın "Kesintisiz Öğrenme" kitabından özetlenmiştir.
Yazarı : Mümin Sekman
Kaynak : www.muminsekman.com

İyi fikirler nereden gelir?

İnnovasyonun Doğal Öyküsü
  4 Nisan 1836. Darwin Hint okyanusu açıklarındaki Keeling adalarının atollerinde kıyıda durmuş, mercan resiflerini seyrediyor. Kıyı denizin dibine doğru inen bir dağın zirvesi gibi. Darwin bu zirveyi inşa eden kuvvetler
hakkında bir fikrin eşiğinde. Bu fikir ilerde mesleğinin ilk büyük keşfini oluşturacak. O anda ve sonraki günlerde, haftalarda kafasını meşgul edecek olan bir başka mesele de şu: parçalanmış mercan kayalıklarının meydana getirdiği bembeyaz kumlarla kaplı adanın yüzeyinde sadece birkaç Hindistan cevizi ağacı, yosun ve otlar varken, havada ola ola bir kaç kuş uçarken, resifin çevresindeki deniz nasıl oluyor da sonsuz çeşit ve sayıda canlıyla kaynıyor?
Oysa okyanusun başka yerlerinde doğru dürüst varlık bile yok. Darwin’in sözcükleriyle “Okyanusun ortasında bir mercan adasının eko sistemiyle karşılaşmak, tıpkı çölün ortasında bir vahaya rastlamak gibi”. Biz bu olguyu
şimdi “ Darwin’in Paradoksu” olarak adlandırıyoruz.
  Mercan resifleri dünya yüzeyinin yalnızca binde birini kapladığı halde, bilinen deniz canlılarının kabaca dörtte biri buraları mesken tutar.
  Beagle gemisinin 5 yıllık yolculuğunu onaylayan amirallik kararnamesinde ana talimatlardan biri, atol formasyonunun araştırılması. Resifin çevresindeki deniz ölçülemeyecek kadar derin. Atollerin denize batan veya denizden yükselen volkanların tepesi olduğuna dair teoriler Darwin’e yeterince açıklayıcı gelmiyor.
  Gerçeğe ulaşması daha uzun yıllar alacak.

Acaba… ?” : Performans Kaygısı Ve Başarısızlık Korkusu

    İş yaşamında, belirli bir işi yaparken hissedilen performans kaygısının ve başarısızlık korkusunun o işle / iş ortamıyla ilgili birtakım özelliklerin yanı sıra temelde bireyin kendisine ilişkin algı ve tutumlarından kaynaklandığı bir gerçektir. Bu açıdan bakıldığında, sadece iş yaşamında değil gündelik yaşamın birçok alanında belirli bir sonuca ulaşma konusunda duyulan performans kaygısının ve başarısızlık korkusunun insanların kendileri hakkındaki düşüncelerinin (kendilik), kendilerine duydukları saygının (kendilik saygısı) ve kendilerini belirli bir işi yapmakta/başarılı olmakta ne derece yetkin/yeterli hissettiklerinin (kendilik yeterliliği) bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür.

   Kendilik ya da benlik, kısaca, insanın “ben kimim” sorusuna verdiği yanıtları kapsar. Kendilik saygısı ise, bireyin, sahip olduğu bu özellikleri nasıl gördüğünü ve değerlendirdiğini ifade eder. Kendilik saygısının iki temel boyuttaki deneyimlere dayandığı söylenebilir:
•    Bireyin, özellikle yaşamının ilk yıllarında edindiği tüm deneyimler (Özellikle ailesi ve sosyal çevresi tarafından ne oranda onaylanıp onaylanmadığı, kabul görüp görmediği, değer verilip verilmediği ya da desteklenip desteklenmediğine ilişkin yaşadığı tüm olaylar).
•    Bireyin o ana kadarki elde ettiği statü ve pozisyonunu da kapsayacak biçimde yaşadığı tüm başarı ya da başarısızlıklar.
Kendilik saygısı, bir anlamda, kendiliğin duygusal olarak değerlendirmesidir. “Olduğunuzu düşündüğünüz insanı beğeniyor musunuz ?” sorusuna verilen yanıt o bireyin kendisine duyduğu saygıyı; başka bir deyişle düşük ya da yüksek saygıya sahip olmasını ifade etmektedir. Peki kendine duyduğu saygı düşük ya da yüksek olan bireyler gerek gündelik yaşamlarında gerekse iş yaşamlarında ne tür davranışlar sergilerler ?
Kendilik saygısı düşük bireyler;
•    Olumsuz duygulanımlar (öfke, suçluluk, üzüntü, yoğun kaygı gibi) yaşamaya eğilimlidirler ve belirli bir iş konusundaki başarısızlık hayali bile bu tür olumsuz duygulanımların tetiklenmesine neden olur
•    Olumsuz geribildirimlere karşı aşırı duyarlılık ve pasif davranma (hiçbir aktif ve yapıcı çözüm arayışında bulunmama) eğilimi görülür. Bu tür geribildirimler, geçmişteki hataları ve zayıflıkları da hatırlatması açısından önemlidir
•    Sürekli olarak geçmişteki başarısızlıklarına odaklanırlar
•    İhtiyaç duyduklarında başkalarından yardım istemezler (yetersiz algılanma korkusu nedeniyle)
•    Başarısızlık beklentisi nedeniyle eyleme geçmezler (“Zaten…beceremedim. Neden bir kez daha deneyeyim ki !”)
•    Belirli bir konuda başarılı olduklarında yaşadıkları mutluluk kısa sürelidir
•    Engellenmelere gösterdikleri tolerans düşüktür
•    Depresyon, yeme bozuklukları, yakın ilişki kurma ve sürdürmede zorlanma, alkol, madde ve ilaç kötüye kullanımı, intihar eğilimi ya da girişimi gibi psikolojik sorunlar yaşamaya eğilimlidirler
•    Motivasyon ve üretkenlik genellikle düşüktür
•    Belirli bir konuda yaratıcı olmak için yeterince çaba göstermezler
•    Belirli bir işi yaparken kendileriyle ilgili beklentilerden çok etkilenirler. Başarılı olup olmadıklarına ilişkin olarak çevrelerinden gelen geribildirim ya da uyarı/ yönergelere duyarlılık gösterirler. İş tamamlandıktan sonra ortaya çıkan ürünün kalitesi ya da bekleneni verip vermediği konusunda da kötümser bir yaklaşım sergilerler
•    “Attıkları adımların” (girişimlerinin) doğruluğu hakkında belirsizlik yaşarlar; bununla başa çıkmak için de diğer insanlarla sosyal karşılaştırmalar yaparlar (“O da aynı/benzer durumda…O…bir zarara uğramadığına göre…” gibi)
•    İnsanlardan olumlu geribildirim alma konusunda bağımlılık gösterirler (özellikle sosyal onay alma ihtiyacı)
Kendilik saygısı yüksek bireyler ise;
•    Bir başarısızlık durumunda, yaşamlarının başka alanlarında başarılı olduklarını düşünerek o anki gerilim-stresle baş etmeye çalışırlar (“Kimse benim kadar iyi tenis oynayamaz / yüzemez” gibi) ya da kendilik saygısı düşük bireylerin aksine, aktif ve yapıcı bir biçimde çözüm arayışına girerler (“Nasıl olur da / Ne yaparım da …bir daha tekrarlanmaz” gibi)
•    Geçmişteki hatalar ya da başarısızlıklar yerine geleceğe odaklanırlar
•    Kayıpları birer başarısızlık olarak değil birer gelişim ve öğrenme fırsatı olarak değerlendirirler
•    Sorunlarla ve hayal kırıklıklarıyla başa çıkabilme potansiyeline sahiptirler
•    İnsanlara kendilerini / yeteneklerini geliştirebilmeleri şansı tanırlar ya da başarılı olabilmeleri için onlara destek olurlar
•    İnsanları oldukları gibi kabullenirler (“Öteki”ne saygı)
•    Kararlarını kendi doğru ya da yanlışlarına göre verirler. Kendilerini, başkalarının kendileriyle ilgili özellikle de kişisel-sosyal olarak uygun olmayan beklentilerine her durum ve koşul altında karşılık vermek / tatmin etmek zorunda hissetmezler
•    Kendilerine yönelik olumlu algıları / tutumları yaşanması muhtemel olumsuz duygulanımlara karşı bir güvenlik duvarı gibi işlev görür
•    Başarısızlıkları genellikle dışsal koşullara (şans, hava durumu ya da ekonomik kriz gibi) atfederler
•    Her zaman yüksek performans göstermeye odaklanırlar. Bununla birlikte, performans olumsuz geribildirimlere rağmen düşmemekle birlikte artma eğilimi bile gösterebilir
•    Kendilerine belirgin hedefler koyarlar ve bu hedeflere ulaşmak için de yoğun çaba sarfederler
•    Kendine duyulan saygının artması beraberinde kendini belirli bir işi başarıyla tamamlama konusunda yetkin / yeterli hissetmeyi de (kendilik yeterliliği) getirir
•    Gerçekçi bir “çaba ð performans” beklentisine sahiptirler (“Eğer…gece/ay çalışırsam…projesini tamamlayabilirim” gibi)
•    Gereksinimlerine ve yeteneklerine uygun olduğunu düşündükleri işleri seçme eğilimindedirler
•    Rol belirsizliği ya da rol çatışması gibi stres kaynaklarından kendilik saygısı düşük bireylerden daha az oranda etkilenirler
    Belirli bir görevin etkili ve başarılı bir biçimde gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğine ilişkin algıları / beklentileri / yargılarını ifade eden kendilik yeterliliği ise a) bireyin yaşamı boyunca yaptığı çeşitli tercihlerini, b) belirli bir konuda nekadar çaba göstereceğini ve c) belirli bir durum / görevle ilgili zorluklara ya da stresli durumlara ne oranda katlanacağını belirler. Bununla birlikte, bireyin kendilik yeterliliğine ilişkin algılarının, meslek seçimini, kariyer planını, belirli bir konudaki motivasyonunu, belirli bir noktada yaşadığı stres düzeyini, potansiyel tehlikelerle başa çıkıp çıkamayacağına ilişkin algılarını, yaşamına yönelik hedef seçimini ve bu hedefe(lere) olan bağlılığını belirlediği de söylenebilir.
Bireyin herhangi bir işi yapma konusunda kendisini yeterli olarak algılamasını (yüksek kendilik yeterliliği) ya da algılamamasını (düşük kendilik yeterliliği) sağlayan 4 temel etken vardır:
•    Kişisel Performans/Başarı Algısı: Bireyin kendisiyle ilgili genelleşmiş bir algısını ifade eder. Yaşam süreci içerisinde hangi konuda olursa olsun ulaşılan başarılar bu algıyı güçlendirirken başarısızlıklar ise zayıflatır. Bireyin performansıyla ilgili kişisel inançları/yanlılıkları, görevin özellikleri (güçlüğü, karmaşıklığı, riski ya da tehlikeleri), sergilenmesi gerektiği düşünülen tahmini çaba miktarı ya da gerektiğinde alınabileceği düşünülen yardım miktarı gibi faktörler bireyin performans algısını etkilemektedir.
•    Başkalarını Model Alma: Başkalarının yapabildiğini görmek bireyde kendisinin de aynı işi yapabileceği / benzer performansı yakalayabileceği izlenimini uyandırır. Bu noktada, model alınan kişiyle olan kişisel yakınlık, benzer meslekten olmak, yapılan işin / görevlerin benzerliği ya da benzer tutumlara-özelliklere sahip olmak (aynı etnik köken ya da sosyo-ekonomik düzey vb.) gibi faktörler bireyin kendisini yeterli hissedip hissetmemesinde önemli birer etken olur
•    Sosyal Onay: Birey için özellikle de önemli / saygın olan ve o konuda uzman olarak algıladığı kişilerden o işi yapma konusunda başarılı olacağına dair sosyal onay almak yeterlilik hissinin uyanmasında aktif bir rol oynar. Model alınan kişilerin birey açısından önemi, değeri, saygınlığı, alanında uzmanlığı, model alınan birden fazla insanın bireye verdiği geribildirimler arasındaki tutarlılık ya da çelişki gibi faktörler de model alma sürecinde etkili olan faktörlerdir.
•    Fiziksel / Duygusal Durum: Bir işi yaparken yaşanan stres ya da ağrı-acı birey tarafından o işin başarılamayacağının birer işareti olarak algılanır. Bireyin o anlarda yaşadığı bedensel tepkiler/şikayetler, bu tepkileri nasıl algıladığı/neye dayandırdığı ya da yaşadığı ağrının türü/şiddeti gibi faktörler kendini yeterli ya da değil olarak değerlendirmesine yol açar
    Bireylerin kendilerine duydukları saygının ve kendilik yeterliliklerinin artması ve böylelikle de hem performans kaygılarının hem de başarısızlık korkularının azalması mümkün müdür ? Bireylerin, belirli bir görevde ya da farklı görevlerde başarılı oldukça ve bu başarılarına dair sürekli olarak olumlu geribildirimler aldıkça hem kendilerine verdikleri değerin hem de kendilerinin yetkin / yeterli insanlar olduklarına dair algılarının pekişeceği söylenebilir. Bununla birlikte, bireyin yaşam deneyiminin artmasının, kendisine gerek yapılacak işin – işlerin özellikleri ya da karmaşıklığı gerekse bu özellikleri nasıl kontrol edebileceğine ilişkin eğitim verilmesinin, kendisiyle ilgili farkındalığını artıracak profesyonel psikolojik destek almasının ya da etkili bir performans için yeteneklerini nasıl kullanabileceği konusunda danışmanlık yapılmasının da gerek kendine duyduğu saygının olumlu hale gelmesine gerekse kişisel yeterlik duygusunun gelişimine katkı sağlayacağı şüphesizdir. Bununla birlikte, ister düşük ister yüksek olsun her iki kendilik boyutunun da doğuştan getirilmediği; yaşam süreci içerinde olumlu ya da travmatik olaylarla oluştuğu ve düşük ya da yüksek olmasının “doğruluğunun” ya da “yanlışlığının” olmadığı önemle vurgulanmalıdır.

Uzm. Psk. Tarık Solmuş

Fakir ve eziktim, hangi kız bana bakar diye düşünüyordum ki...

   Kitapları onlarca baskı yapan, verdiği seminerlerde binlerce kişiyi toplayan Psikolog Doğan Cüceloğlu'na gördüğü ilginin nedenini sorduk. Aslında biz onunla sınav döneminde anne ve babaların çocuklara nasıl davranması gerektiğini irdeleyen son kitabı 'Başarıya Görüren Aile'yi konuşacaktık. Ama konu kendi yarattığı 'içimizdeki çocuk' kavramına gelince söyleşi saptı. Siz onun şu anki mutluluğuna bakmayın.
    Zamanında içindeki çocuğu hep mutsuz kıldı. Hele konu kadınlar olunca! Psikolog olması, hayata ve bireye dair gerçekleri kabul etmesi ve Amerika'da yaşadığı günlerden kalan deneyim onu bugün mutlu olduğu kadar çevresine de mutluluk dağıtan biri haline getirdi. En popüler olan kitabı 'İçimizdeki Çocuk'u yazalı yıllar oldu. Ama siz hâlâ çocuğun sesine kulak veremiyorsanız Cüceloğlu'nu mutlaka dinleyin.
    Var olanı yargılamak salaklık, ahmaklıktır
    Hocam kitaplarınıza, özellikle de seminerlerinizde size olan ilgi hiçbir zaman azalmıyor. Söylediklerinizi başkaları da söylüyor ama onlar sizin gibi insanları toplayamıyor çevresinde. Siz bu durumu neye bağlıyorsunuz?
    Varoluşuma bağlıyorum. Benim anlattığım bilgi varoluşumla ilgili. Öğrendiklerimi yaşadıklarımla sentezleyip insanlara anlatabiliyorum. Bunun dışında, tahmin ediyorum ben insanları yargılamıyorum. Bunu da beni sevsinler diye yapmıyorum. Bana göre hayatta yargılanacak bir şey yok. Varolan bir şeyi yargılamak salaklık, ahmaklıktır. Yapılan şey bir gerçektir. Anlamak lazım insanları. Böyle yorumladığım için, beni dinleyen kişi yaptığı şeyin kendi kafasına göre ne kadar anlamlı olduğunu düşünüyor ve rahatlıyor. En önemlisi kendiyle olan ilişkisinde kabule doğru gidiyor. Kendini suçlama, sevmeme, kendine yabancılaşma, uzaklaşma durumu ortadan kalkıyor. Bunu hissediyorlar. İçlerindeki bastırılmış ve kendilerine dönük olan sevgi; çevreye, hayvanlara, kuşlara yöneliyor. Belki de o nedenle beni seviyorlar.
   İnsanlara mutlu olmalarını, içlerindeki sevgiyi çıkarmalarını söylüyorsunuz sürekli... İşler yolunda gitmediğinde de bu mümkün mü? Seminerinize kimse gelmese, kitaplarınız satmasa, çocuğunuzla sorunlar yaşasanız da yine böyle şekerden sarhoş olmuş arılar gibi uçabilir miydiniz? 
     Bayağı tokat yedim hayattan. Sartre'ın bir sözü var: "Yaşamın anlamı yaşamı nasıl yaşadığınızda yatar" diyor. Şimdi burada ben buna savaşçı tutumu diyorum. Bir tek şeyimiz var yaşamak. O da bize verilmiş zaman. Ben kendimle olan ilişkimde eğer kendime "ben elimden gelenin en iyisini yaptım, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım" diyebiliyorsam artık coşkuluyum. Aksi halde akıl hastanesine giderim. Bu şekilde yaşarsanız gerçeği bulursunuz. Bir de en önemlisi gerçeğe saygı. Gerçek benim için en kutsal şey. Diyelim ki bir davranışta bulunmuşum ama hata yapmışım. Hatam bir gerçek ama egomdan dolayı bunu görmüyorum. Bu noktada hatamızla, kırdığımız kişiye "Hata yaptım, özür dilerim size şöyle bir zarar verdim, onu gidermek için elimden geleni yapacağım" diyebilirsek özgürüzdür artık.
    Herkes kendi gerçeğini yaşıyor hem de aynı ortamda ve sorunlar çıkıyor. Ne yapacağız bu durumda peki?
   "Ben senin gerçeğin yanlış" dediğim andan itibaren üç seçenek çıkar. Birincisi savaş, ikincisi dövüş, üçüncüsü ise güreş. Üç ihtimal var, üçü de kötü. Karşıdakinin gerçekliğini kabul etmiş olmak seninkinin yanlış olmasını gerektirmez. Şimdi, suya cıvık diye karaktersiz demek olur mu! "Nedir bu su ya, su ne biçim şey ya, şuna bak lık lık lık dökülüyor... Karaktersiz işte, dökülen kabın şeklini alıyor, kokusu da yok. Allah belasını versin!" desem kabahat suda mı bende mi? Çocuk ayağını taşa vuruyor sonra ağlamaya başlıyor biri geliyor taşa vuruyor 'eh eh eh' diye... Ne kadar saçma bir şey.
    Günlük yaşamınızda 'içinizdeki çocuğa kulak veremediğiniz oluyor mu?
   Oluyor tabii, bazen karşımdakinin acı çekmemesine, kendi onurunu, saygısını kaybetmemesine özen gösterim. O zaman çocuğu dinlemiyorum. Akşam eve gidince "B.k gibi bir gün geçirdim, niye böyle oldu diye" düşünürüm. Sonra içimdeki sesi dinlemediğimi fark ederim.
   Peki kitap yazarken neyi ele alacağınıza kim karar veriyor? Yayıncı mı, içinizdeki çocuk mu?
   Genel olarak yaşamımdaki sorunları keşfetmeye başladığım zaman 35-40 yaşlarındaydım. "Ben yaşadığıma göre başkaları da bu sıkıntıları yaşar" dedim ve bunları paylaşmaya başladım.
   Kitaplarınızda hiç karşı cinsle olan ilişkileri, aşkı ele almıyorsunuz. Memlekette dokuz ay birbirine bakmaktan öteye gidemeyen var. Niye bu konuyu irdelemiyorsunuz? 'İçinizdeki çocuk' hiç sıkıntı çekmemiş anlaşılan.
    Şimdi, güzel bir tespit. Seni Allah gönderdi galiba. Evet bunu yazmalıyım. Ben fakir bir ailenin 11 numaralı çocuğuyum. O nedenle de bayağı zorluk çekerek okudum. Giyim, yeme, içme hep eksik kaldı ve kendimle ilişkimde aşağılık duygusu vardı. 'Kim benim yüzüme bakacak' halini yaşadım hep. Hiçbir kıza açılamadım. Ondan dolayı hep eziklik duygusu yaşadım. Sonra farkına vardım ki hepsi benim kafamda yarattığım bir öyküydü. Kızlarla alâkası yoktu. Psikoloji bölümüne girdiğimde oraya felsefe öğretmeni olacak olanlar giderdi. 100 öğrenciden 90'ı kızdı. 10 erkek öğrenciden 8'i asker kaçağıydı. Yani ben ve Erol Güngör vardı psikolog olmak isteyen. Zaten ikimiz de asistan olduk sonra. O kadar siliktim ki! Çünkü 13 yıl önce ağabeyimin giydiği ceketle, kravatla gittim okula. Kafam üç numaraya vurulmuş... Sınıfta İstanbullu kızlar çoğunluktaydı ve yüksek sosyo-ekonomik çevredendi onlar. Amerikan Koleji, Dame de Sion gibi okulları bitirmişlerdi. Dahası yabancı ülkeye gitmiş gelmişler, üçüncü dördüncü sınıfta eğleniyorlardı zaten.
    İçinizdeki çocuk ne fena anlar yaşamıştır!
    Hem de neler. Hiç şansınız yoktu. Hatta hatırlıyorum, ilk derste karşıma Sait Faik Abasıyanık'ın yeğeni oturmuştu. Ay bir gözleri var, bir çift güzel göz! Derin dekolteli bluz giymiş, göğüsleri tomurcuk tomurcuk böyle. Hangi dersti, hoca kimdi, hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece göğüs ve göz aklımda kaldı. Ve o günlerde hep şu duyguyu yaşadım 'o kız yıldızlar kadar uzak benden.' Elimi uzatsam dokunabileceğim, ama psikolojik olarak yıldızlar kadar uzak ve bir şey yapamıyordum. Müthiş bir eziklik duygusuyla Amerika'ya gittim yüksek lisans için. Ve benim kız arkadaşım hiç olmadı.
   Amerika'da da mı?
   Yok, Türkiye'de. Amerika'ya gittim, Amerika'daki kızlar beni tedavi etti.
   Kızların verdiği seminere giderek değil herhalde?
   Arsızlar! 'Hi, how are you' deyip gözüyle, başıyla işaret ediyorlar. Ben ilk başlarda arkaya bakıyordum, bana yaptıklarını düşünmüyordum. Sonra anladım. Tedavi böyle oldu..
   O yüzden Amerika'da yaşayan bir başka oluyor memlekete dönünce! 
   Bizim kültürde erkeğin kendisi değildir. Kariyeri, sahip oldukları şu, bu. ABD kültürü içinde bunlar kimsenin umurunda değil. Bakınca hoşuna gidiyor mu gitmiyor mu hadisesi.
   Bu deneyimlerinizi de kitap yapsanız, ilişkilerde aslolanın ne olduğunu ortaya koysanız. Ülkenin çehresi değişse güzel olmaz mı? Hepimiz Amerika'ya gidemeyiz ya! Gitsek bile hayat durur. Ülkede ne gazete çıkar, ne banka çalışır, ne akademik hayat sürer!
   Bu konuyu kitap yapacağım, seni bana Allah gönderdi. Türkiye'de genellikle oğlan kızın içindeki özle değil kız vasıtasıyla yakalandığı öykünün içinde. Kız da oğlanı araç olarak kullanmış bir öykünün içinde.
    Türkiye'ye dönünce tabii daha bir mutlu hayatı kucaklamışsınızdır...
   Geçen aylarda ikinci evliliğimi yaptım. Eşimin ikinci evliliğinden olan bir kızı var. Ergenlik çağında, onun ergenliğini de gözleme imkânı buluyorum. Çok tatlı bir ilişkimiz var. Numara yok.
    Çok etkileyici konuşuyorsunuz... Seminerlerinize gelip de size âşık olan bile vardır. Hem psikologsunuz, hem Amerika deneyimi...
   Şimdiki eşimle bir konferansımda tanıştık. Oluyor abi, ara sıra. Şanslıyız o bakımdan. Şakalaşıyoruz, geçiyor işte.
   ANNE BABALARIMIZIN HAYATLARI PALAVRA
   Son kitabınızda sınavlara hazırlanan gençlere anne babaların nasıl davranması gerektiğini anlatıyorsunuz. Kitapta 'yaşam başarısı' üzerinde çok duruyorsunuz?
  Peki bir insanın yaşam başarısı için sınavları kazanması şart mı?
  Tabii ki değil. Üniversiteyi kazanır, iyi bir iş bulur, hatta iyi bir evlilik yapar ama yine de yaşam başarısına sahip olamayabilir. Eğer bir insan yaptıklarının bilincindeyse, yaptıkları ona keyif veriyorsa ve mutluysa başarılıdır.
   Bir de kişi mutlu olmasına rağmen, anne babaları çocuklarının hep mutsuz olduğunu düşünüyor... Örneğin benim bir arkadaşım var hayatından çok memnun. Ama annesi her gün ağlıyor. "Oğlum askere gitmedi, oğlumun arabası evi yok, oğlumu kadınlar bitirdi"... O da ayrı bir sıkıntı.
    Milyonlarca genç bu sıkıntıyı yaşıyor. Anne ve babam mutsuz diye üzülüyor. Kendileri bile mutluluklarından emin olamıyor bu yüzden. Anne baba her şeyi iyi bilir ya! Asıl gerçek, anne babalarımızın hayatının palavra olması ama farkında değiller. İstiyorlar ki çocukları direksiyona geçmesin, hep biz kullanalım arabayı. Oysa çocuklarının keyif alacağı şeyi, mutlu olacağı yaşantıyı onlar bilemez. Çocukları mutluysa tamamdır, gerisi boş şeyler.
   Yani gençler anne babamız mutsuz diye üzülmesinler. Yaşamlarına devam etsinler. Anne babalar da kendi yapmak istediklerini çocuklarına yaptırma isteğinden vazgeçsinler.
SINAV DÖNEMİNDE ANNE BABALAR NELER YAPMALI?
   Doğan Cüceloğlu'nun Remzi Kitabevi'nden çıkan son kitabı 'Başarıya Götüren Aile'de sınav döneminde anne babaların çocuklarına nasıl davranması gerektiği konusu inceleniyor. Cüceloğlu, anne ve babaların şu dört soruyu kendilerine sormaları gerektiğinin altını çiziyor:
  • Çocuğum yapacağı işin bilincine vardı mı?
  • Çocuğum yapmak istediklerini besleyen bilgiyi araştırıyor, keşfediyor, özümsüyor mu?
  • Çocuğum, bilgisini sınamak için gerekli becerileri kazanıyor mu, bilgi ve becerisini eyleme dönüştürüyor mu?
  • Çocuğum elde ettiği sonuçlardan ders çıkararak, daha iyisini yapabileceğinin farkına varıyor mu?

   Doğan Cüceloğlu İmzası Kullanıyorum

   Deneysel psikolojiyi bırakıp popüler psikoloji yaptığınız için eleştiriyorsunuz...

   Ben akademik kimliğimi kullanarak sadece bir kitaba imza attım: İnsan ve Davranış. Sonra bir karar aldım ve kendimi Türk çocuklarına sağlıklı ortam yaratmaya adadım. Bundan sonra da kitaplarıma sadece Doğan Cüceloğlu imzası kullandım. Beni eleştirenleri saygıyla karşılıyorum ama anlamış değilim. ABD'de nörofizyoloji alanında Nobel alan bir bilim adamı bile çalışmalarını halkın anlayacağı bir dille yayınlıyor.

Yazan : Aykut Aykanat