başarılı olma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bir Başarı Hikayesi


Bir zenci.
Çocukluğu kötü geçmiş.
Babası onları terk etmiş, üvey babası çok kötü davranmış, onu ve kardeşlerini hırpalamış, annelerini dövmüş.
Daha yedi yaşındayken "çocuklarını asla bırakmayacağına" yemin etmiş.
Akıllı olduğu için arkadaşları buna "koca kafa" adını takmışlar.
Ama okumamış.
Gidip Deniz Kuvvetleri'ne yazılmış.
Sıhhiyeci olmuş.



Orada işleri çabuk öğrenmiş, doktorların ilgisini çekmiş.
Askerden sonra tıp okumayı düşünmüş.
Ordudan ayrılınca bir hastanede çalışmaya başlamış.
İşler iyi gidiyormuş.
Evlenmiş.
Sonra hastanede çalışmaktan vazgeçmiş.
Hastane malzemeleri satarak zengin olacağına karar vermiş.
Bu karar, onun felaketinin başlangıcı olmuş.
Bu arada bir de oğlu doğmuş.
Kapı kapı dolaşıp "tarayıcı" denilen bir alet satmaya uğraşıyormuş doktorlara.
Ama işler iyi gitmiyormuş.
Hayat gittikçe daha zorlaşıyormuş.
Parasızlık, çocuğun yuva masrafı, biriken faturalar, ödenemeyen kira, karısının çift vardiya çalışması, tarayıcıları kimsenin almaması.

Acaba… ?” : Performans Kaygısı Ve Başarısızlık Korkusu

    İş yaşamında, belirli bir işi yaparken hissedilen performans kaygısının ve başarısızlık korkusunun o işle / iş ortamıyla ilgili birtakım özelliklerin yanı sıra temelde bireyin kendisine ilişkin algı ve tutumlarından kaynaklandığı bir gerçektir. Bu açıdan bakıldığında, sadece iş yaşamında değil gündelik yaşamın birçok alanında belirli bir sonuca ulaşma konusunda duyulan performans kaygısının ve başarısızlık korkusunun insanların kendileri hakkındaki düşüncelerinin (kendilik), kendilerine duydukları saygının (kendilik saygısı) ve kendilerini belirli bir işi yapmakta/başarılı olmakta ne derece yetkin/yeterli hissettiklerinin (kendilik yeterliliği) bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür.

   Kendilik ya da benlik, kısaca, insanın “ben kimim” sorusuna verdiği yanıtları kapsar. Kendilik saygısı ise, bireyin, sahip olduğu bu özellikleri nasıl gördüğünü ve değerlendirdiğini ifade eder. Kendilik saygısının iki temel boyuttaki deneyimlere dayandığı söylenebilir:
•    Bireyin, özellikle yaşamının ilk yıllarında edindiği tüm deneyimler (Özellikle ailesi ve sosyal çevresi tarafından ne oranda onaylanıp onaylanmadığı, kabul görüp görmediği, değer verilip verilmediği ya da desteklenip desteklenmediğine ilişkin yaşadığı tüm olaylar).
•    Bireyin o ana kadarki elde ettiği statü ve pozisyonunu da kapsayacak biçimde yaşadığı tüm başarı ya da başarısızlıklar.
Kendilik saygısı, bir anlamda, kendiliğin duygusal olarak değerlendirmesidir. “Olduğunuzu düşündüğünüz insanı beğeniyor musunuz ?” sorusuna verilen yanıt o bireyin kendisine duyduğu saygıyı; başka bir deyişle düşük ya da yüksek saygıya sahip olmasını ifade etmektedir. Peki kendine duyduğu saygı düşük ya da yüksek olan bireyler gerek gündelik yaşamlarında gerekse iş yaşamlarında ne tür davranışlar sergilerler ?
Kendilik saygısı düşük bireyler;
•    Olumsuz duygulanımlar (öfke, suçluluk, üzüntü, yoğun kaygı gibi) yaşamaya eğilimlidirler ve belirli bir iş konusundaki başarısızlık hayali bile bu tür olumsuz duygulanımların tetiklenmesine neden olur
•    Olumsuz geribildirimlere karşı aşırı duyarlılık ve pasif davranma (hiçbir aktif ve yapıcı çözüm arayışında bulunmama) eğilimi görülür. Bu tür geribildirimler, geçmişteki hataları ve zayıflıkları da hatırlatması açısından önemlidir
•    Sürekli olarak geçmişteki başarısızlıklarına odaklanırlar
•    İhtiyaç duyduklarında başkalarından yardım istemezler (yetersiz algılanma korkusu nedeniyle)
•    Başarısızlık beklentisi nedeniyle eyleme geçmezler (“Zaten…beceremedim. Neden bir kez daha deneyeyim ki !”)
•    Belirli bir konuda başarılı olduklarında yaşadıkları mutluluk kısa sürelidir
•    Engellenmelere gösterdikleri tolerans düşüktür
•    Depresyon, yeme bozuklukları, yakın ilişki kurma ve sürdürmede zorlanma, alkol, madde ve ilaç kötüye kullanımı, intihar eğilimi ya da girişimi gibi psikolojik sorunlar yaşamaya eğilimlidirler
•    Motivasyon ve üretkenlik genellikle düşüktür
•    Belirli bir konuda yaratıcı olmak için yeterince çaba göstermezler
•    Belirli bir işi yaparken kendileriyle ilgili beklentilerden çok etkilenirler. Başarılı olup olmadıklarına ilişkin olarak çevrelerinden gelen geribildirim ya da uyarı/ yönergelere duyarlılık gösterirler. İş tamamlandıktan sonra ortaya çıkan ürünün kalitesi ya da bekleneni verip vermediği konusunda da kötümser bir yaklaşım sergilerler
•    “Attıkları adımların” (girişimlerinin) doğruluğu hakkında belirsizlik yaşarlar; bununla başa çıkmak için de diğer insanlarla sosyal karşılaştırmalar yaparlar (“O da aynı/benzer durumda…O…bir zarara uğramadığına göre…” gibi)
•    İnsanlardan olumlu geribildirim alma konusunda bağımlılık gösterirler (özellikle sosyal onay alma ihtiyacı)
Kendilik saygısı yüksek bireyler ise;
•    Bir başarısızlık durumunda, yaşamlarının başka alanlarında başarılı olduklarını düşünerek o anki gerilim-stresle baş etmeye çalışırlar (“Kimse benim kadar iyi tenis oynayamaz / yüzemez” gibi) ya da kendilik saygısı düşük bireylerin aksine, aktif ve yapıcı bir biçimde çözüm arayışına girerler (“Nasıl olur da / Ne yaparım da …bir daha tekrarlanmaz” gibi)
•    Geçmişteki hatalar ya da başarısızlıklar yerine geleceğe odaklanırlar
•    Kayıpları birer başarısızlık olarak değil birer gelişim ve öğrenme fırsatı olarak değerlendirirler
•    Sorunlarla ve hayal kırıklıklarıyla başa çıkabilme potansiyeline sahiptirler
•    İnsanlara kendilerini / yeteneklerini geliştirebilmeleri şansı tanırlar ya da başarılı olabilmeleri için onlara destek olurlar
•    İnsanları oldukları gibi kabullenirler (“Öteki”ne saygı)
•    Kararlarını kendi doğru ya da yanlışlarına göre verirler. Kendilerini, başkalarının kendileriyle ilgili özellikle de kişisel-sosyal olarak uygun olmayan beklentilerine her durum ve koşul altında karşılık vermek / tatmin etmek zorunda hissetmezler
•    Kendilerine yönelik olumlu algıları / tutumları yaşanması muhtemel olumsuz duygulanımlara karşı bir güvenlik duvarı gibi işlev görür
•    Başarısızlıkları genellikle dışsal koşullara (şans, hava durumu ya da ekonomik kriz gibi) atfederler
•    Her zaman yüksek performans göstermeye odaklanırlar. Bununla birlikte, performans olumsuz geribildirimlere rağmen düşmemekle birlikte artma eğilimi bile gösterebilir
•    Kendilerine belirgin hedefler koyarlar ve bu hedeflere ulaşmak için de yoğun çaba sarfederler
•    Kendine duyulan saygının artması beraberinde kendini belirli bir işi başarıyla tamamlama konusunda yetkin / yeterli hissetmeyi de (kendilik yeterliliği) getirir
•    Gerçekçi bir “çaba ð performans” beklentisine sahiptirler (“Eğer…gece/ay çalışırsam…projesini tamamlayabilirim” gibi)
•    Gereksinimlerine ve yeteneklerine uygun olduğunu düşündükleri işleri seçme eğilimindedirler
•    Rol belirsizliği ya da rol çatışması gibi stres kaynaklarından kendilik saygısı düşük bireylerden daha az oranda etkilenirler
    Belirli bir görevin etkili ve başarılı bir biçimde gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğine ilişkin algıları / beklentileri / yargılarını ifade eden kendilik yeterliliği ise a) bireyin yaşamı boyunca yaptığı çeşitli tercihlerini, b) belirli bir konuda nekadar çaba göstereceğini ve c) belirli bir durum / görevle ilgili zorluklara ya da stresli durumlara ne oranda katlanacağını belirler. Bununla birlikte, bireyin kendilik yeterliliğine ilişkin algılarının, meslek seçimini, kariyer planını, belirli bir konudaki motivasyonunu, belirli bir noktada yaşadığı stres düzeyini, potansiyel tehlikelerle başa çıkıp çıkamayacağına ilişkin algılarını, yaşamına yönelik hedef seçimini ve bu hedefe(lere) olan bağlılığını belirlediği de söylenebilir.
Bireyin herhangi bir işi yapma konusunda kendisini yeterli olarak algılamasını (yüksek kendilik yeterliliği) ya da algılamamasını (düşük kendilik yeterliliği) sağlayan 4 temel etken vardır:
•    Kişisel Performans/Başarı Algısı: Bireyin kendisiyle ilgili genelleşmiş bir algısını ifade eder. Yaşam süreci içerisinde hangi konuda olursa olsun ulaşılan başarılar bu algıyı güçlendirirken başarısızlıklar ise zayıflatır. Bireyin performansıyla ilgili kişisel inançları/yanlılıkları, görevin özellikleri (güçlüğü, karmaşıklığı, riski ya da tehlikeleri), sergilenmesi gerektiği düşünülen tahmini çaba miktarı ya da gerektiğinde alınabileceği düşünülen yardım miktarı gibi faktörler bireyin performans algısını etkilemektedir.
•    Başkalarını Model Alma: Başkalarının yapabildiğini görmek bireyde kendisinin de aynı işi yapabileceği / benzer performansı yakalayabileceği izlenimini uyandırır. Bu noktada, model alınan kişiyle olan kişisel yakınlık, benzer meslekten olmak, yapılan işin / görevlerin benzerliği ya da benzer tutumlara-özelliklere sahip olmak (aynı etnik köken ya da sosyo-ekonomik düzey vb.) gibi faktörler bireyin kendisini yeterli hissedip hissetmemesinde önemli birer etken olur
•    Sosyal Onay: Birey için özellikle de önemli / saygın olan ve o konuda uzman olarak algıladığı kişilerden o işi yapma konusunda başarılı olacağına dair sosyal onay almak yeterlilik hissinin uyanmasında aktif bir rol oynar. Model alınan kişilerin birey açısından önemi, değeri, saygınlığı, alanında uzmanlığı, model alınan birden fazla insanın bireye verdiği geribildirimler arasındaki tutarlılık ya da çelişki gibi faktörler de model alma sürecinde etkili olan faktörlerdir.
•    Fiziksel / Duygusal Durum: Bir işi yaparken yaşanan stres ya da ağrı-acı birey tarafından o işin başarılamayacağının birer işareti olarak algılanır. Bireyin o anlarda yaşadığı bedensel tepkiler/şikayetler, bu tepkileri nasıl algıladığı/neye dayandırdığı ya da yaşadığı ağrının türü/şiddeti gibi faktörler kendini yeterli ya da değil olarak değerlendirmesine yol açar
    Bireylerin kendilerine duydukları saygının ve kendilik yeterliliklerinin artması ve böylelikle de hem performans kaygılarının hem de başarısızlık korkularının azalması mümkün müdür ? Bireylerin, belirli bir görevde ya da farklı görevlerde başarılı oldukça ve bu başarılarına dair sürekli olarak olumlu geribildirimler aldıkça hem kendilerine verdikleri değerin hem de kendilerinin yetkin / yeterli insanlar olduklarına dair algılarının pekişeceği söylenebilir. Bununla birlikte, bireyin yaşam deneyiminin artmasının, kendisine gerek yapılacak işin – işlerin özellikleri ya da karmaşıklığı gerekse bu özellikleri nasıl kontrol edebileceğine ilişkin eğitim verilmesinin, kendisiyle ilgili farkındalığını artıracak profesyonel psikolojik destek almasının ya da etkili bir performans için yeteneklerini nasıl kullanabileceği konusunda danışmanlık yapılmasının da gerek kendine duyduğu saygının olumlu hale gelmesine gerekse kişisel yeterlik duygusunun gelişimine katkı sağlayacağı şüphesizdir. Bununla birlikte, ister düşük ister yüksek olsun her iki kendilik boyutunun da doğuştan getirilmediği; yaşam süreci içerinde olumlu ya da travmatik olaylarla oluştuğu ve düşük ya da yüksek olmasının “doğruluğunun” ya da “yanlışlığının” olmadığı önemle vurgulanmalıdır.

Uzm. Psk. Tarık Solmuş

Kişiler başarısız olmaz; olaylar başarısız olur. Kişiler öğrenirler

 
“Kişiler başarısız olmaz; olaylar başarısız olur. Kişiler öğrenirler” Donald Winkler Zorluklarla Başa Çıkabilen Lider Winkler, organizasyonel dilin bükülmesi gerektiğini söylüyor. Var olduğu ortamlarda “fakat” kelimesinin kullanılmasına izin vermiyor; daha yapıcı ve kapsamlı olan “ama”yı bağlaç olarak kabul ediyor. “Kişiler başarısız olmaz; olaylar başarısız olur. Kişiler öğrenirler” diyor.
Winkler, kullandığı dil olan, “zorluklarla başa çıkabilen lider”in dili, kendi oluşturduğu ve anlattığı organizasyonel değişim için bir strateji konumunda. Bu dili yıllar önce, mühendisken, sürekli gelişim ve farklı organizasyonlar için bir düşünce metodu olarak oluşturmuş. Winkler işe, her şeyi yazarak başlarmış. Dikkatli alınan notlar düşüncelerinin hayalinde canlandırmasına yardımcı olmuş. Amacı üzerine çok fazla düşündükten sonra amaçlarını gerçekleştirebilmek için kendi kişisel misyonunu nasıl sürdüreceğini de düşünmüş. “Eğer bir şey benim için işe yarıyorsa, iş içinde işe yaramalıdır” diyen Winkler sözlerine şu şekilde devam ediyor: “Organizasyon bir amaç üretmeli, hep beraber amaçları ve stratejilerin taslağını çıkarmalıdır. Zorluklarla başa çıkabilecek liderlik: ” Başka türlü gerçekleşmeyecek ya da başka türlü başarının gerçekleştiği bu yola sapamayacak bir şeyi yaratmaktır.” Yine, liderlik, kendileri emekleriyle bir yerlere gelmeyenleri o yerlerden almaktır.” Organizasyonda Liderlik Süreci Bu liderlik sürecinin, stratejik vizyon, amaç ve değerlerin yeniden değerlendirilmesiyle başladığını söyleyen Winkler: “İnsanları bir odada bir araya koyun. Kendilerine ve birbirlerine şu soruları sormalarını sağlayın: ” Biz neden buradayız? Amaçlarımız anlaşıldığında neye benzeyecek? Başarılı bir son hayal ettiğimizde ne göreceğiz?” Vizyonu gerçekleştirmek durumundayız ve bunu organizasyonda diğerleriyle paylaşmalıyız” diyen Winkler´in ilk uygulamasının amacı kişilerin yeni yollarla düşünmelerini sağlamak, yeni fikirlerini ortaya koymak ve bazı yenilikçi yaklaşımlar için anlara ilham vermekmiş.
Winkler´in iddiasına göre herhangi bir işte “var olan görüş” ve “daha iyi görüş” olmak üzere 2 görüş vardır. Var olan görüş statik yolu yansıtır ve sıkça seçilen bir yoldur. Daha iyi olan görüş ise sonsuz olasılıkların dünyasında en sık kullanılan yöntemdir. Hata Korkusu Çalışanların katılımcı olduğu “zorluklarla başa çıkabilen liderlik” seminerlerinde Winkler şu şekilde konuşuyor: ” Paradigma, düşünmeyi sınırlayan ve büyümeyi engelleyen bir kutudur. Bizim, bu kutunun içinde kalmamızın pek çok nedeni vardır. Fakat bir numaralı neden hata korkusudur. Bu kutudan kurtulmak için soru sormamız gereklidir. Büyümeyi engelleyen stratejik konular nelerdir? Onları belirlemeye nasıl başlarsınız? Hangi projeleri harekete geçireceksiniz?” Bu sorulardan bazıları. Kutudan kurtulduktan sonra ne geliyor? Vizyonu stratejiye dönüştürmek. “Bu yapabilecek en zor iştir” diyor Winkler. Zordur diyor çünkü uygulama, insanları, önemli olanın hangisi olduğuna karar vermeleri için, vizyonu pratikle hizaya getirmeye zorluyor.
Winkler konferanslarında işe, salondaki herkese birey olarak stratejik konulardan hangilerinin önemli olduğuna karar vermelerini isteyerek başlıyor. Bu durumun, birçok yönetici için zor olduğunu, ancak bir defa karar verildikten sonra sıranın tartışmaya ve görüşmelere geldiğini söylüyor. “İş yerinizdeki değerler değiştiğinde, zorluklarla gerçekten başa çıktığınızı bilmelisiniz” diyen Winkler sözlerine şu şekilde devam ediyor: “Bu değişiklikleri bir gecede göremeyeceğiniz kesindir. Bazı rakamların pozitif olduğunu görebilirsiniz. Fakat gerçekten bir şeyler gerçekleştirdiğinizi görmek istiyorsanız iş yerinizin kültürünü üç ya da beş yıl gözlemlemelisiniz.”
Sevgiyle kalın
Alıntı: Funda TAŞDEMİR Kaynakça : Los Angeles Times Syndicate Int. / Dünya Globus Yayın Grubu -2001 Ekonomi-

Başarının 12 Sırrı

1-Güçlü bir niyet Taşı
2-Temel Kuralları Bilmek
3-Farklılık yap
4-Prensipli olmak
5-Takip etmek
6-Kendi Kendini Motive Etmek
7-Kendini Sorgula
8-İsabetli ve Hızlı Karar vermek
9-Başkalarından Faydalan
10-Paylaşmayı Bil
11-İşini Sev
12-Yedek Plana Sahip Ol!

Bilirsinizki İş Dünyası karmaşık bir yapıya sahip. Farkı Değişik Değişik ibret veren olaylar gerçekleşiyor. Sağlam yenilikçi olan ayakta kalıyor. Çünkü İş dünyası artık her geçen gün Teknoloji ile özdeşleşiyor. Teknelojiyi yakalamaksa herkez için hatta işte bu marka teknolojinin ismi dediğiniz kişiler dahi teknolojiden uzak kalabiliyor. Bunun için sizlere 12 ayrı başlık altında toparladığımız verileri sunacağız.

1- Güçlü bir niyet

İnsan başarı için ne yapaması gerektiğini kendi zihin dünyasında çözmüş olmalı. Güçlü niyete sahipseniz başarıya ulaşmamanız geredeyse imkansız! Zira güçlü niyet tutkulu ideale döndüğünde bütün enerjinizi iş üzerinde odaklayabiliriz.

2-Temel Kuralları Bilmek

İşin temel Kurallarını öğrenme konusunda kararlılık şart. Bilgisiz girilen işler ya büyük kayıplarla ya da başarısızlıklarla sonuçlanır. Başarılı insanlar " işin inceliklerini bilme " konusu çoktan aşmışlardır.

3- Farklılık Yap ( Günde 2 saatini işi geliştirmeye , yenilik yapmaya ayır )

Herkezin yaptığını yapmak yada 55 vagonlu bir trenin 56. vagonu olmak bir süre sonra bıktırır ve dükkanı kapattırır.Sen en iyisi Lokomotif ( Lider , Önder ) olmaya bak. Bunun için ne iş yapıyorsan yap, o işe hayranlık uyandıran bir fark kat.

4-Prensipli Olmak

başarıda kişisel bütünlük olmassa olmaz. Girişimcilik başka insanlarla işbirliği demek. İster yanında çalışanlar olsun , ister tedarikçiler olsun ya da müşteriler , insanlarda güven oluşturmak en temel özellik. " Güvenilir " olmak da " prensipli " davranmaya bağlı. Prensipler herzaman açık , anlaşılır, yazılı belgele halinde olmasa da insanların zihin dünyalarında yer etmeli ki ; Güven sıkıntısı yaşanmasın. Prensipli insan, aynı zamanda " tanımlanabilir " insan demek. İnsanlar hangi durumda , ne gibi tepki vereceğinizi bilirse sizinle ilişkilerinde daha rahat olur; işlerini yaparken inisiyatif kallanmanın sınırlarını belirleyebilirler. Özetle başarılı insanlar aynı zamanda özü, sözü , davranışı birbirini bütünleyen " iç bütünlüğe " sahipler. Bu da prensiplerinizin ve onlara tavizsiz bağlılığınız sonucudur.

5-Takip Etmek

Bütün başarı hikayelerinin odağında işleri takip alışkanlığının bulunması yer alır. Yoksa olumlu gelişmeleri daha ileriye taşımak, olumsuz gelişmelere direnmek imkansızlaşır. Çünkü Kazanmak eşittir TAKİP.

6-Kendi Kendini Motive Et

Yapmaktan doğan sevinç kendi kendini motive etmek yolunu açar ve bu zamanla alışkanlığa dönüşür. Sınır tanımaz bir fedakarlıkla çalışmayı başka türlü sağlamak imkansızé İş, başarı üretmekten ; Başkalarına faydalı olmaktan duyulan gurur motivasyon için kafidir. İnsan başkaları için yaşadığı zaman insandır. Bu söz adeta başarılı insanların zihinden perçinlenmiş gibidir. Durmadan kendini yeniden üreten yatırımlar yapmaya iten duygu budur.

7-Kendini Sorgula

Kendine ayna tutmasını bilmek, kendini sorgulamak özgüven gelişmişliğini gösterir. İnsan mükemmel değildir. Kendine aşırı inanmış insanların sırrı , Kendilerini SORGULAYABİLMELERİDİR. İç dünyalarında yakaladıkları boşlukları doldurmaya dönük kendilerine yatırım yapma alışkanlıkları gelişenler böyle yapıyorlar.

8-İsabetli ve Hızlı Karar Vermek

Başarının olmazsa olmazı kararlılık. Çabuk usanıyorsanız , Maymun iştahlıysanızüzerine eğildiğiniz kanuların dibine kadar inen bir sabır gösteremiyorsanız ; kararsızsınız demektir. Karar problemi yaşamayanların herşeye hoşgörüleri vardır ama işte ciddiyetsizlik konusunda hoşgörüleri yoktur. Her başarı hikaye aynı zamanda iş üzerinde durmak , dinmek bilmeyen sabırla yoğunlaşmak anlamına geliyor.

9-Başkalarından Faydalan

Kendi Bilgi birikimi ve tecrübelerinden faydalanmak önemli, ancak ondan da önemlisi başkaların tecrübelerinden faydalanma becerisi. Bütün başarılı insanlar " Size doğruyu söyleyecek arkadaşınız olmalı! " cümlesinin altını çiziyorlar. Başarılı insanlar kendilerine muhtaç olmayan , o sebele yaptıkları hatayı değişik açıdan değerlendirenlere önem veriyorlar. İlk bakışta aykırı düşünce üreten insanlara tahammülsüz gibi gözüküyorlar ama gizli bir hayranlıkla kendilerini eleştiren dostlarını yakın çevrelerinde tutuyorlar.

10-Paylaşmayı Bil

Başardığı işlerde başkalarının payını vurgulamak her kişinin karı değil. Gerçi başarılı insanların çoğu kendilerine aşırı derecede inanıyorlar ama o inancın yanında kimi eşine, kimi ortağına, kimi yakın dostlarına başarılarındaki katkıları sebeiyle sık sık dönderme yapıyorlar. Bilginin zenginlik üretimindeli önemi atrtıkça paylaşmanın da önemi artıyor. çünkü bilgi paylaşarak büyür. Paylaşmayı bilmek başarıda temel belirleyicidir. Cama can katan Yusuf Usta diyor ki : " Bir insana usta denmesi için şu özelliğe sahip olmalı : Bütün bildiğini sabah çıraklarına , kalfalarına öğretmeli ; akşam evde yine yeni birşeyler öğrenerek ertesi gün onlara yine yeni birşeyler değerlere sahip olmalı. "

11- İşini Sev

İşi sevmeyen ona saygıyla bağlanmaz. İşi para kazanma aracı olmaktan çıkararak insan hayatını kolaylaştırıcı zenginlik üretimi şeklinde algılayan kişi daha üretken olur. Başarı hikayeleri yazılan girişimcilerin hepsi " işi sevmenin önemi " üzerinde duruyor. Sevgi olmaksızın doğru , tutarlı, başarılı ve sürekli iş yapılmaz.

12-Yedek Plana Sahip Ol

Hayatın ne gibi süprizler getireceği belli değil. İşinde başarının doruklarında olsan bile herhangi bir ihtimale karşı " yedek plan " sahibi ol. Çok zorlanırsan , kaybedersen teslim olmak yerine onunla mücadeleyi göze alanlar kafalarının bir yerinde yedek plan bulundururlar; Gerektiğinde o planı devreye sokarak işlerini yeniden toparlarlar.



Herkes zengin olmak istiyor.

   Doğru mu, değil mi? Bu zenginliği nasıl yorumladığınıza, zenginleri nasıl algıladığınıza bağlı. Çoğumuz zenginliğin yalnızca maddi varlıkla, parayla ilişkili olduğunu sanırız. Oysa zenginliğin pek çok çeşidi var: Dost zengini olmak, bilgi zengini olmak, yürek zengini olmak, fikir zengini olmak, zaman zengini olmak… Doğanın zenginliğini yaşamak, keyfini  çıkarmak... Hele sağlık, başlıbaşına bir zenginlik.
    En azından birkaç alanda çok zengin olmayı siz de istiyorsunuz değil mi? Haydi seçin şimdi; hangi zenginlik size gerçekten çekici geliyor? Hayallerinizi hangi zenginlik süslüyor?
    Zengin sözcüğünü sevenler var aranızda, ama zenginlerden rahatsız olan çok. Elindeki zenginliklerin farkında olmayan, bunları korumayan, su gibi harcayanlar da. 

“Ben asla zengin olamam, yoksul doğdum, yoksul öleceğim” ya da  “Sağlıklı olmak için ya zamanınız bol olmalı, ya da paranız” diyebilirsiniz.    “Zengin olmak dost kaybetmektir” ya da “Fikir zengini olma, ukala derler” diye düşünenler de olabilir.

    Peki, bu düşüncelere dikkatlerini vermeyenler ne yaparlar? Başka düşünceleri yeşertirler, “Nasıl zenginleşebilirim?” sorusunun cevabını ararlar. Biraz cesaret geliştirirler, planlarını eyleme dökerler: Sağlıklı ve zengin olurlar, fikir üretirler, zamanlarının tadını çıkarırlar! Yürekleri de zenginleşir, çünkü paylaşacak çok şeyleri vardır...
  Herhangi bir alanda zengin olmayı gerçekten istiyor musunuz? 
Zenginleşmek için gereken  yöntemleri öğrenmeden önce, düşüncelerinizi değiştirmeyi öğrenmelisiniz. 

Bunun için sitede yayınlanan Evrenin Yasalarını anlamak ve Refah içerisinde Yaşamak Yazı dizisinin okumunızı tavsiye ederim.


      Başarıya ulaş, ama kibirli olmadan,    
     Başarıya ulaş, ama saldırgan olmadan,
    Başarıya ulaş, ama küstah olmadan,
   Başarıya ulaş, ama kazanç peşinde olmadan,
  Başarıya ulaş, ama zorlamadan.  
                                 Lao Tzu

Kişisel Gelişiminiz için neler yapabilirsiniz?

    Kişisel gelişimin en önemli noktası kişinin kendisini en iyi şekilde tanımasından geçer. Kendinize şu soruları sorun: Kendimi hangi konuda eksik hissediyorum? Hangi durumlarda problem yaşıyorum?
   Kendinize seminer planı yapın! Kişisel gelişim seminerlerinin neler olduğunu öğrenin ve bunları bir kağıda yazın. Daha sonra ben şu konularda eksiğim ve eğitim almam gerekir dediğiniz seminerlere katılmaya çalışın. Okuyun! Her ay en az 3 adet kişisel gelişim kitabı okuyun. Çünkü bu kitaplar kendinizle ilgili en yeni araştırmaları ve bilgileri size verecektir.
   Amacınız ne? Kendinize hayat amacı belirleyin. Şu anda yaşadığınız hayatı gerçekten yaşamak istiyor musunuz? Eğer yaşamak yaşamak istemiyorsanız neler yapmanız gerektiğini kendinize sorun ve öğrenin. Asıl hedefe kilitlenin! Yaşadığınız küçük başarılara yoğunlaşarak ulaşmak istediğiniz büyük başarıların engellenmesine izin vermeyin. Kolay olanla başlayın! Yapamayacağınız şeyler üzerinde fazla yoğunlaşmayın.
    Motivasyon... motivasyon! Kendinizi ve başkalarını motive etmenin yollarını öğrenin ve mutlaka hayatınızın her kademesinde ihtiyaç duydukça bunları uygulayın. İpler elinizde olsun! Her gününüzün ve hatta saatinizin kontrolü sizde olsun. Hatalarınızdan ders alın! Onları, sizi başarıya ulaştıracak hatırlatmalar olarak görün.  Kendinize inanın! Elinizi kolunuzu bağlayan inançlar değil, güçlendiren inançlar seçin.
    İletişime dikkat! İnsan ilişkileri, hitabet ve beden dili konusunda mutlaka eğitimler alın. Düşleyin! Hayal kurmaktan korkmayın. Çünkü hayal gücü insanın en önemli silahıdır.

Kaynak : www.yenibiris.com

Başarı Üzerine Söylenmiş Güzel Sözler

Nerede olursanız olun, elinizdekilerle yapabileceğinizi yapın. Theodore Roosevelt
İnsan sahip olduklarının toplamı değil, fakat henüz gerçekleştiremediklerinin toplamıdır. Jean Paul Sartre
İnsanın yaşam düzeyini bilinçli bir çabayla yükseltme konusundaki tartışma götürmez yeteneğinden daha cesaret verici bir gerçek bilmiyorum. Henry Davıd Thureau
Başarı bir yolculuktur, bir varış noktası değil. Ben Sweetland
Ahlak konusunda en önemli dersler kitaplardan değil, yaşanan deneyimlerden alınır. Mark Twaın
Deneyim düşüncenin, düşünce ise eylemin çocuğudur. B. Dısraelı
İnsanlar öğrenme dürtüsüyle doğarlar. Öğrenmeye karşı merak ve bundan duyulan zevk insanın doğasında vardır. Bunlar bebeklikten başlayarak zamanla yok edilir. W.E.Demıng
Coşku, zekadan daha önemlidir. Albert Eınsteın
Düşünmek ve söylemek kolay, fakat yaşamak, hele başarı ile sonuçlandırmak çok zordur. Ziya Gökalp
Başarının sırlarından biri, geçici başarısızlıkların bizi yenmesine izin vermemektir. Mark Kay
Yapabildiğimiz herşeyi yapsaydık, buna kendimiz bile şaşardık. Thomas Edison
Başkaları için duyduğun kaygı, kendin için duyduğun kaygıların önüne geçtiği zaman olgunlaşmışsın demektir. John Mac Noughton
Zenginlik ve güzellikle birlikte bulunan ihtişam geçicidir ve kolay zedelenebilir. Erdemse muhteşem ve ölümsüz bir servettir. Sallust
Başkaları yararına iyi bir şey yapmak görev değil, zevktir. Çünkü sizin sağlık ve mutluluğunuzu artırır. Zoroaster
Bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir. Sokrates
Engeller beni durduramaz, her bir engel kararlılığımı daha da güçlendirir. Leonardo da Vinci
Üstelemek başarının temel unsurudur. Kapıyı yeterince uzun süre ve yüksek sesle çalarsanız, birilerini uyandıracagınızdan emin olabilirsiniz. Henry Wadsworth Longfellow
Bir kitap bir aynadır. Ona bir eşek bakacak olursa karşısında elbette bir evliya görmez. Goergo C.Lıchtenberg
Öykü sözcüğünün kökeni depo kelimesidir. Bu nedenle öykülerin birer depo oldukları söylenebilir. Şeyler öykünün içinde saklanırlar ve bu şeyler anlamdır. Mıchael Meade
Çömez yakınıyormuş: "Bize öyküler anlatıyorsun ama anlamlarını açmıyorsun." Usta yanıt vermiş: "Biri sana meyveyi çiğneyerek ikram etse hoşuna gider miydi?" Paul Brunton
Oğlum, bütün hayatımı kolların ve ayakların belirlemeyecek. Hayatına asıl yön verecek olan beynin ve kalbindir. Bir şeyi gerçekten istiyorsan, bütün engelleri yenip ona ulaşabilirsin. Shelton Skelton
Dünyanın acı ile dolu olduğu doğrudur ama bir çok insan da bunun üstesinden gelmektedir. Helen Keller
Büyük düşler kuranlar düşlerini gerçekleştirmez, aşarlar. Alfred Lord Whıtehead
Arzu varsa çözümde vardır. Anonim
Olumsuz düşünceleri zihinsel canavarlar halini almadan önce yok edin. Anonim
Sizi korkutan her deyim size güç, cesaret ve güven kazandırır. Kendinize "Ben bu dehşeti yaşadım. Bundan sonra gelecek şeylere hazırım" dersiniz. Eleanor Roosevelt
Kimi insanlar yaşamımıza girer ve çıkarlar. Kimileride bir süre yaşamamızda kalır ve kalbimizde ayak izlerini bırakırlar, o zaman bir daha asla aynı insan olamayız. Anonim
İnsanın ruhu felç olmaz. Soluk alabiliyorsanız, düş de kurabilirsiniz. Tavuk suyuna çorba

Sorunlarınızı Sorularınızla Çözün

ÇÖZÜM DENKLEMİ
SORU(N)=SORU 
 Yukarıdaki deklemle birçok sorununuzu çöze bileceğinizi söylesem ne dersiniz? Çaresiz değilsiniz.çare SİZsiniz. Sorunlar içerisinde çözümleri de barındırır.Doğru sorularla sağlıklı ,cözümsel bir bakış açısına sahip olabiliriz. Bir sorun karşısında ,her şeyden önce kişisel sorumluluğumuzu farketmeliyiz. "Benim suçum değil" ,"Benim sorunum değil" ,“Benim sorumluluğumda değil.” ,“ Bu hatayı kim yaptı?" "kim suçlu''?... Genellikle hayal kırıklığına uğradığımızda veya bir mücadele içinde olduğumuzda ilk olarak olumsuz ve savunmacı bir tepki veririz.Bu cümleler masum gibi gözükse de, kişisel sorumluluk eksikliğini göstermektedirler. kişisel sorumluluğumuzu reddetmek suçlu aramak şu ana kadar gördüğümüz fikirlerin en verimsizi ve yaygın olanıdır. Ayrıca, yaşamda karşılaştığımız birçok problemin de kaynağıdırlar.suçlu aramaktan vazgeçip kişisel sorumluluklarımızı uygulamaya başlarsak potansiyelimize ulaşma şansımızı arttırırız.Sizinle başarı arasında sizin kontrolünüzde olmadan duran kişi veya durum nedir? Düşüncelerimizi tersine çevirip kendimize sorumlu sorular sormak, kendimizi ve kurumlarımızı geliştirmek için en güçlü ve etkili yollardan biridir. “Fark yaratmak için ne yapabilirim?"  ,“Ne yapmalıyım?” ,“Nasıl yapmalıyım?”... daha iyilerini yapabilme özgürlüğü iyi bir başlangıçtır. Bazen  hiçbir seçeneğimiz olmadığını düşünürüz,  Fakat her zaman bir seçeneğimiz vardır.  “seçmeme kararı” bile bir seçenektir. Bunun farkında olmak ve seçimlerimizin sorumluluğunu almak, hayatımızda olmasını istediğimiz büyük olayların gerçekleşmesi için önemli bir adımdır.""Biz sadece kendimizi değiştirebiliriz." Karşımızdakini değiştirmek güçtür ve gerçekçi değildir. Bu nedenle kendimize "Diğerleri benim dediğimi ne zaman yapacaklar?" yerine "Ben kendi isteklerimi ne zaman gerçekleştireceğim?" sorusunu soralım.Düşüncelerini disiplin altına al. Daha iyi sorular sorarak ne yapacağına karar ver harekete geç. Bu kişisel sorumluluğun gerçek uygulanışıdır.Sorularımızın kalitesi cevaplarımızın kalitesini belirler.Soruya "Ne" ve "Nasıl" ile başlayalım.
"Neden", "Ne zaman" veya "Kim" bizi çoğu zaman çıkmaza sürükler.Sorumuz "Ben" sözcüğünü içersin.  "Onlar", "biz" veya "sen"i değil. Eyleme odaklanalım."Ne yapabilirim?" işte bu önerge  "Ne" ile başlıyor, içinde "ben" var ve bir harekete odaklanmakta."Neden diğerleri daha çok çalışmıyor?"
"Bu neden benim başıma geliyor?"
"Neden işimi yapmamı bu kadar zorlaştırıyorlar?"
Yüksek sesle söyleyin. Bu sorular sizi nasıl hissettiriyor?
"Neden ben?" tipinde sorular "Ben çevrenin ve etrafımdaki insanların bir kurbanıyım" demektedir. Verimli bir düşünce olmamasına karşılık sürekli bu soruyu sorarız.
Bu sorular yerine şunları sorsaydık neler olabileceği hakkında düşünün:
"Bugün işimi daha iyi nasıl yapabilirim?"
"Durumun daha iyiye gitmesi için ben ne yapabilirim?"
"Diğerlerine nasıl destek olabilirim?"Sürekli yeni kaynaklar edinmekten öte, elinizdeki kaynakları değerlendirmek için çözüm yolları arayın. Kendinize yönelttiğiniz soru “Ne zaman yeni bir şeyler duyacağız?” değil “Daha önce duyduklarımı nasıl uygularım?" olmalıdır.Neye sahip olmadığımızı düşünmek zaman ve enerji kaybıdır. Fark yaratmak istiyorsak, enerjimizi çerçevenin içindekilere odaklayalım: "Elimdeki kaynaklarla nasıl başarabilirim?"
Ne yapabileceğini, başarabileceğini ya da yaratabileceğini sorarsan, yeni şeyler üretebilirsin. Bu kadar basit. Ancak harekete geçerek bir şeyi başarabilirsin.
Yanlış ve Doğru Sorular
 Hepimiz hayatta birçok rol oynarız ve bu rollerin her birinin kendine özgü zorlukları ve sinir bozucu özellikleri vardır.Rolümüz ne olursa olsun, birileri bizi izleyip davranışlarımızı taklit etmeye çalışır. Model olmak en güçlü öğretmenliktir. Bu nedenle davranışlarında sahip olduğun rollerin sorumluluğunu da hesaba katmalısın.
Aşağıda belli rollere göre, doğru ve yanlış soru örnekleri karşılaştırılmıştır.
Y:
"Ne zaman çocuğum beni dinlemeye başlayacak?"
"Neden kızım o çocuklarla takılıyor?"
"Ne zaman oğlum bana açılacak?"
D:
"Onu daha iyi nasıl tanıyabilirim?"
"Ebeveynlik becerilerimi nasıl geliştirebilirim?"
"Bu zor yıllan aşmasında ona nasıl yardımcı olabilirim?"
Y:
"Neden arkadaşlarımı sevmiyorlar?"
"Ne zaman anne babam beni anlayacak?"
D:
"Daha iyi iletişim kurmak için ne yapabilirini?''
''Anne baba olarak nasıl düşünüyorlardır?''
Y:
"Neden o eski hikâyeyi tekrarlamaktan vazgeçmiyor?"
"Beni ne zaman takdir edecek?"
"Neden her şeyi ben yapmak zorundayım?"
D:
"Bugün kendimi nasıl geliştirebilirim?"
"Ona yardımcı olmak için ne yapabilirim?"
"Nasıl sınırlarımı daha iyi tespit edip "hayır" diyebilirim?"

                                                                             II
SORULARLA DÜŞÜNME
Sorulara hayatımızdaki düşündürücü öğretici kısıtlayıcı,yargılayıcı taraflarındanda bakıp ele almalıyız.....Sorular bizim problemimizi çözmekle birlikte düşüncemizde de farklı, öğretici açılımlar yaratır.Çoğu zaman sorduğumuz soruların güç bela bilincindeyiz. Oysa sorular yaşamamızın hemen her anında düşünce sürecimizin parçasıdır.Sorular sonuçlara götürür. Sorular davranışlarımızı ve olası sonuçları programlar.Soruların bir kısmı öğretici bir kısmı yargılayıcıdır. Çoğu zaman öğretici ve yargılayıcı yollar arasında ileri geri gidip geliyoruz. Yaptığımız seçimin bizim kontrolümüzde olduğunun güç bela farkına varsak da her an bir seçeneğimiz var. Gerçek seçim kendi düşüncemizi gözlemleyebildiğimizde başlar. Kendi düşüncemizi yönetemezsek başka bir şeyi yönetemeyiz.Başımıza gelecekleri her zaman seçemesek de, başımıza gelenlerle ne yapacağımızı seçebiliriz.Olumsuz içsel sorular, farkında olmadan bizi olumsuz etkilemekte.
İyi ya da kötü, yanlış ya da doğru yoktur. Yanlıca olanlar vardır. Ve olanlarla ne yaptığın. Seçeneğin devreye girdiği nokta burası. Sorularla düşünmenin özü budur. Soruları değiştir, düşüncen değişsin.Gergin, üzgün, engellenmiş hissediyorsan ve kendine yargılayıcı konumda mıyım diye sorduğunda cevap evetse, “Olmak istediğim yer burası mı?”diye sor. “Başka ne şekilde düşünebilirim?”, “Neye ihtiyacım var?” gibi öğretici sorular size daha yararlı olabilir.
Bir tartışma sırasında iki kişi de yargılayıcı olduğunda, ilk uyanan avantajlıdır. Bu kişinin öğreticiye geçmesiyle, kişi sürücü koltuğuna oturup durumu her ikisi için de tersine çevirebilir.
Kendi kendimize sorduğumuz bilinçli ya da bilinçsiz sorular, en kötü düşmanımız veya en büyük yardımcımız olabilir. İki farklı soru grubunun bizi nasıl etkilediğine bakalım. Kasların duruşuna ve nefesin ve bedenin değişik bölgelerinde neler tecrübe ettiğimize dikkat edelim.
Yargılayıcı
*Yanlış nerede?
*Kimi suçlayabilirim?
*Haklı olduğumu nasıl kanıtlayabilirim?
*Kendi sahamı nasıl koruyabilirim?
*Kontrolü nasıl elimde tutabilirim?
*Nasıl olur da kaybedebilirim?
*Nasıl olur da zarar görürüm?
*Bu insan neden bu kadar aptal ve sinir bozucu? 
*Neden canımı sıkıyor?
<="">
Öğrenici sorular
*Ben ne istiyorum?
*Seçeneklerim neler?
*Ne tür varsayımlarda bulunuyorum?
*Sorumluluklarım neler?
*Bu konuda başka nasıl düşünebilirim?
*Diğer insan ne düşünüyor?
*Neyi kaçırıyorum ya da sakınıyorum?
*Bu kişiden ya da durumdan…Bu hatadan ya da başarısızlıktan…Bu başarıdan… ne öğrenebilirim?
*Hangi soruları sormalıyım? (kendime ya da başkalarına)
*En çok anlam ifade eden eylem basamakları hangileri?
*Bunu nasıl bir kazan-kazan ilişkisine dönüştürebilirim?
*Mümkün olan ne?
Hepimiz her iki türlü sorular sorarız. Hangi soruları soracağımızı seçme gücüne sahibiz. Kendi tepkilerini karşındakinin davranışlarından ayırabilirsin. Karşımızdakinin davranışlarına göre tepki verdiğimizde, özgür düşünce ve davranışlarımız olmayabilir. Güç kaybedip, ipleri başkalarının elinde bir kukla gibi olma ihtimalimiz var.
Karşımızdakinin yaptığıyla, onun yaptığına karşılık, yapmayı seçtiğimiz şey arasındaki farkı fark etmeliyiz.
Bir tartışmayı kazanmak mı yoksa güzel bir gece geçirmek mi istiyorum?Sorunları yargılayıcı sorularla  çözmek zordur. Kişiyi felç edebilir. çaresiz ,çözümzüz hissetmesine neden olur.Öğretici sorular zihni açar seçenekler yaratmakta ve durumu iyileştirmekte özgürkılar.
Öğrenici/Yargılayıcı Kafa Yapıları
 Yargılayıcı
 *Yargısaldır(kendine ve başkalarına karşı)
 *Tepkisel ve otomatiktir
 * Her şeyi bilir
* İnatçı ve katıdır
* Ya bu/ya da şu diye düşünür
* Kendi haklılığından emindir
* Meraklıdır 
*Değişiklikten korkar
* Yalnızca kişisel bakış açısına sahiptir
* Varsayımları savunur  
* Olasılıklar sınırlı görülür   
* Temel ruh hali koruyucudur
 Öğrenici
*Kabullenicidir(kendine ve başkalarına karşı)
* Uyumlu ve düşüncelidir
* Bilmemeye değer verir
*Esnek ve intibak eder
 * Her ikisi de/ve diye düşünür
* Değişikliğe değer verir
* Başkalarının bakış açısını değerlendirir 
* Varsayımları sorgular
* Olasılıklar sınırsız görülür
* Temel ruh hali meraklıdır

Hepimiz her iki kafa yapısına ve herhangi bir anda hangisini kullanacağımızı seçme gücüne sahibiz.
Öğrenici/Yargılayıcı İlişki Yapıları
Yargılayıcı        
*Kazan-kaybet ilişkisi
* Başkalarından ayrı hisseder
* Farklılıklardan korkar
* Tartışır  
* Kusur bulur
* Geri besleme ret olarak algılanır  
*Saldırır ya da savunur 
Öğrenici
* Kazan-kazan ilişkisi
* Başkalarıyla arasında bağ hisseder 
* Farklılıklara değer verir
* Konuşur
* Eleştirir
* Geri besleme değerli olarak algılanır 
* Çözer ve yaratır

Hepimiz ilişkilerimizi her iki kafa yapısını da kullanarak kuruyoruz ve herhangi bir anda nasıl ilişki kuracığımızı seçme gücüne sahibiz.Dünya sonsuz olanaklarla dolu olsa da yargılayıcı gözlerle baktığında ya da yargılayıcı kulaklarla duyduğunda kullanımın sınırlı kalır.
Yargılayıcıda olabileceğini sezdiğin anda, dur, derin bir nefes al ve kendine sor: “Yargılayıcı yolunda mıyım?” Cevabın evetse, şunun gibi basit sorular sorarak Değişim Hattına geçebilirsin: “Bu konuda daha başka nasıl düşünebilirim ve nerde olmak isterdim?”
Bu şekilde Öğrenici yolda ilerleyebilirsin.(Farkındalık-Nefes-Merak-Seçim Yöntemi)Öğrenici ve yargılayıcı yolları arasında ikilem yaşadığında F-N-M-S Yöntemi sana yol gösterebilir.
Farkındalık
 Yargılayıcı yolda mıyım?
Nefes
 Geri çekilip, durarak bu duruma daha tarafsız bakmaya ihtiyacım var mı?
Merak
 Bütün gerçekleri biliyor muyum? Burada neler oluyor?
Seçim
 Seçimim ne?
SONUÇ...
Yargılayıcıyı fark et, öğreniciyi uygula. Bu sloganı beynine kazı. Şu şekilde düşün:
Hiçbir zaman saf öğrenici olmayacaksın, ama dikkatini nereye çevireceğin konusunda seçim yapmayı öğrenebilirsin.
Ne zaman dikkatini yargılayıcıya verecek olsan, başka şeylere enerjin kalmaz. Bu durumun, etrafındaki insanları nasıl etkileyeceğini gözünde canlandırabilirsin.
 ***İyi sonuçlar, iyi sorularla başlar.***

DEĞİŞİM İÇİN 12 TEMEL SORU:
1.  Ben ne istiyorum?
2.  Seçeneklerim neler?
3.  Ne tür varsayımlarda bulunuyorum?
4.  Sorumluluklarım neler?
5.  Bu konuda başka nasıl düşünebilirim?
6.  Diğer insan ne düşünüyor?
7.  Neyi kaçırıyorum ya da sakınıyorum.
8.  Bu kişiden ya da durumdan…
     Bu hatadan ya da başarısızlıktan…
     Bu başarıdan…
     ne öğrenebilirim?
9.  Hangi soruları sormalıyım? (kendime ya da başkalarına)
10. En çok anlam ifade eden eylem basamakları hangileri?
11. Bunu nasıl bir kazan-kazan ilişkisine dönüştürebilirim?
12. Mümkün olan ne?
 Sorularla düşünme sistemini nasıl kullanılacağı bir kere anlaşıldığında bütün parçalar yerine oturur. Bu yeni araçlar ve yöntemler kişiyi daha etkili, üretken ve başarılı kılar. Sonunda, tereddütlerin ötesinde büyük bir sıçrama yapabilirsinHer şeyi sorgulayın. Haklı olduğunu kanıtlamaya çalışman karşındakiler tarafından nasıl karşılanıyor?Kendi düşüncelerinin,duygularının,ve onların neden olduğu davranışlarının  sorumluluğunu üstlenmeye istekli misiniz?
Ne kadar gönülsüz olursa olsun, kendini affetmek hatta kendine kahkahalarla gülmek istiyor musun?
Deneyimlerinin, özellikle en zor olanların taşıdığı değeri araştıracak mısın?
Yaşadıklarından ders çıkartmaya ve buna bağlı değişiklikler yapmaya istekli misin?
Nur Meriç


Kitabımı edinerek kendinize ve bana katkıda 

bulunmak ister misiniz?












KONTROL SENDE

Çekim Yasası Ve Bilinçaltı Dönüşüm Teknikleri Kitabı




      

Her başarının altında disiplin vardır.

“Okuldan benim ‘yazıhane’m aşağı yukarı 15 dakika… İstanbul’un en güzel bölgesinden, Beyoğlu’nun arka sokaklarından, Ceneviz havasının Levanten rüzgarlara karıştığı eski Rum apartmanlarının arasından, Ermeni kalfaların yaptığı binaların önünden geçerek, o gün yapacaklarımı planlayarak ve erken kalktığım için kendimden memnun olarak, sabahın sessizliğini, şehrin ilk kokularını, daha ısıtmayan güneşi hissederek, sokağı ezbere bilen ayaklarım, beni yoluna alışmış bir ada eşeği gibi yazıhaneme getirir. (Ada eşeği gibiyim)
Romanıma sabahlar hakim oldu
“Eskiden geceleri çalıştığım için şehrin karanlığını, gecesini bilirdim. Kimi zaman gece yazının başından kalkardım, Nişantaşı’nda, gece de açık olan sandviççilerden bir şeyler alırdım. Gece yarıları şehrin sokaklarına çıkan orospuları, arabaları, ne olduğu belirsiz, bağıra çağıra geçen çöp ve polis araçlarını, gece yarısı piyasaya çıkan köpek çetelerini tanırdım.
İstanbul’un gece sessizlikleri, neon lambalarının ancak gece fark edilen çıtırtısı, bir yerde bir kedinin devirdiği bir kutu, tek tük çöpleri karıştıran ve gündüzleri asla göremeyeceğiniz garibanlar… Bunlar romanlarımda çok yer almıştır. Sebebi benim de geceleri 4′lere kadar oturmam ve kimi zaman o saatte, yazıhanemden çıkıp eve dönmemdi. Fakat kızım doğunca İstanbul’un bu gece hayatı kapandı. Romanlarıma daha çok sabahlar hakim olmaya başladı; ‘tek tük geçen arabalar ve eski otobüsler, poğaçacıya eşlik eden salepçinin kaldırıma konup kalkan güğümleri ve dolmuş durağının değnekçisinin düdüğü’ vs.”
Yazıhaneme girer girmez…
“Yaptığım ilk iş kahvenin başına koşmaktır. Sabahları fazla gazete okumam. Şöyle bir bakarım o kadar… Öyle gerinip yatakta vakit geçirmekten hiç hoşlanmam. Baskına uğramış asker gibi, kedi gibi kalkarım ve 8 dakikada kahvaltı sofrasında olmayı tercih ederim. 16 dakikada da evden çıkarım. Gazete okumam. Çünkü bu tempomu böler. Ülkesinin dertleriyle ilgilenen roman yazarının maneviyatını, moralini bozar gazete… Güne kötü başlamasına neden olur.”
Yüzlerce kuralın olmalı
“Terbiye edilmiş bir makine gibi yazının başına geçerim. Bazı törencikler, bazı kurallar, ezberlenmiş alışkanlıklar beni disipline eder. Okurlarım hep ‘Nasıl iyi yazılır?’ diye sorarlar. Benim buna cevabım şudur:
Yazarlık çok disiplinli bir iştir. Yüzlerce kuralınız olacak. Bunlar sizi çalışmaya itecek. Geleceksin. Kahveni yapacaksın. Ve küçük törencikler başlayacak.
Neler onlar? Masa üzerinde kahven, küçük kağıtların, yapılması gereken işlerin olur. Telefonu kaparsın, kendi kendine volta atarsın. Masanda oturursun. Seni çalışmaya zorlayacak şeyleri yaptıkça mutlu olursun. Onların mutluluk olduğuna inanırsın. Bu bağlamda disiplin ya da kurallar dışardan bakıldığında saçma gibi görünür ama aslında o törenlerden çok, o törenlere boyun eğmek önemlidir. Yazarlıkta da benim dışarıdan saçma gözükebilecek törenlerim, alışkanlıklarım aslında beni bütün gün, sayfaya boyun eğmeye, yazıya hürmete sevk eder.”
Kendimi döve döve yazar yaptım
“Bir anlamda kendimi kurallarla döve döve, kendimi ite ite, terbiye ede ede yazar yapmışımdır. Böyle yazar olunur.Yazarlığı gösterişli jestler, büyük dramatik hayatlar sanıyorsanız, bundan bir an önce caymanız lazım. Küçük bir odada, kendi kendinize, küçük alışkanlıklarınızla iğne ile kuyu kazarak ve aslında bütün gün bir sayfaya bakarak ve bunu yapmayı severek, hayal gücünüzü işleterek yaşamayı göze alabiliyorsanız, yazarlık serüvenine girişebilirsiniz.”
Takılınca volta atmaya başlarım
“Yaptığım ilk iş, Hemingway’in öğüdüyle, önceki gün yazdıklarımı okumaktır. Bu beni hem romanımın havasına sokar hem de yazdıklarımı yeniden değerlendirme şansı verir. İyi mi, kötü mü olduğuna hemen karar veririm: Gaddar bir günümdeysem hemen cart curt yırtar atarım. Bu yüzden de telli dosyalara yazarım.
Elimi korkak alıştırmamışımdır. Yırtmak en büyük eleştiridir. Eleştirmenler bizim kitaplarımız çıktığı vakit, kenarından, köşesinden en fazla ‘kemirebilirler’ ama biz yazarlar, onlar bizi öldürmesin diye daha başta cart diye yırtarız. Yazarlığın temel sırlarından biri yırtıp atmak, biraz daha iyi bir sayfaysa silip değiştirmektir.”
Güzel cümleyi yarına sakla
“Bütün mesele odur işte… İlk cümleye başlayabilmek… O güne iyi başlamak, o günün ilk cümlesini bir an evvel yazabilmek… Yine üstadımız Hemingway’in çok güzel bir öğüdü vardır bu konuda:’Akşam gün biterken yazılacak iyi bir cümleniz varsa onu yazmayın. Onu ertesi sabaha bırakın ki, sabah hemen yazmaya başlayabilesiniz’ der. Buna uymuşumdur. Yani ‘Ahmet kapıyı açtı, elinde tabancası vardı. Korkuyordu’ cümlesi hazırsa onu yazmam, ertesi sabaha bırakırım. Sabah da, önceki gün yazdıklarımı okuyup hemen o cümleyi oraya oturturum.
Çok yazdım, kesin kötü oldu
Bu cümleyi yazdıktan sonra genellikle ikincisi, üçüncüsü gelir. Sanki cümleler size kendilerini sunarlar. Olaylar ‘Ben de olmak istiyorum, ben de olmak istiyorum’ diye bağırırlar; cümleler ‘Ben de gözükeyim’ diye yalvarırlar. O sahneleri, o karakterleri aslında aylarca, yıllarca düşünmüşsünüzdür ama onların cümleye geçmesi sanki var olmaları anlamı taşır.
Genellikle beş-altı cümle yazdıktan sonra takılırım. Çünkü o bana çok gelir. Çok yazdığıma göre mutlaka bir yerde gevşeklik yapmışımdır. Kötü bir şey yazmışımdır. ‘Dur şunu yeniden okuyayım’ derim. Okurum. Mutluluktan ve bu gerginlikten ayağa kalkar, yürümeye başlarım. Bütün gün yaptığım asıl iş budur işte.
Volta atarım. Ben hapiste yatmadım ama Türk edebiyatından ve filmlerden volta atmayı bilirim. Birçok Türk yazar hapislerden yetiştiği için volta atarak çalışmıştır. Benim günümün çoğu da sayfa üzerine bir şeyler yazmakla değil, volta atmakla, yani evin içinde disiplinli bir şekilde bir yerden bir yere hızlı hızlı gidip gelmekle geçer. Bir koridor voltam vardır, uzun. Bir de salon voltam vardır, daha kısa… Karıştıra karıştıra günü doldururum.
Volta atarken romanıma bundan sonra girecek isimleri düşünürüm, onların etrafında yürüdüğümü düşünürüm. Cümleyi içimde hissetmişimdir. Onu yazmak için büyük bir istek duyarım.”
Birden dökülüverirler
“Ruhum harekete geçemiyorsa, kendini çok engellenmiş ve kötü hisseder. Ezilir sanki. O zaman hiç olmazsa vücudum hareket etmek ister ve yürümeye başlarız. Yürürüm… Yürürüm… Cümlenin etrafında da döndüğümü, sağını solunu kurduğumu düşünürüm. En sonunda o cümle bana gelir ve onu yazarım. Yalnız o cümleyi değil; ağacı sallayınca bir armut yerine beş-altı armut dökülmesi gibi, beş-altı cümle birden dökülür. Onları toplarım. Memnunumdur, yorgunumdur. Tekrar volta…
Matematik problemi çözen bir lise öğrencisi gibi bir buzdolabını karıştırırım, bir yazı okurum. Kafam dinlenir. Sonra kafamın orduları tekrar toparlanmaya başlar. Tekrar bir ağaç sallanır. Tekrar volta… Zaman böyle geçer. Yazma sürem kısıtlıdır. Vaktimin çoğu onun etrafında orduları toplamak ve düşünmekle geçer.”
Baba, kitabın çıkmış, gördüm
“Artık ne yazık ki eskisi kadar heyecanlanmıyorum. Eskiden mesela ‘Cevdet Bey ve Oğulları’nı ilk defa vitrinde gördüğümde ne kapağını biliyordum ne de nasıl dizildiğini…
Şimdi ise itiraf edeyim, her şeye karışıyorum. Ukalalığımla kapağa da içeriğine de karışıyorum. O yüzden de kitabı elime aldığımda hiç şaşırmıyorum.
Bu sefer hayret eden kızım oldu. ‘Benim Adım Kırmızı’yı kızıma ithaf etmiş, kahramanına da onun adını vermiştim. Bir gün bir kitapçıda el yazısı ile ‘Orhan Pamuk’un yeni romanı çıktı’ yazısını görmüş. Telaşla bana telefon etti. ‘Baba kitabın çıkmış, gördüm’ dedi. Sevinerek zıplamaya başlamış. Artık yeni kitap heyecanımı kızıma devrettim.”
Mutlaka kahvem ve mide ilacım
“Benim Adım Kırmızı’yı bitirirken bir ara çok yoruldum. Öyle dönemlerde hatalarımız, küçük kusurlarımız bize dünyanın en büyük felaketleri olarak görünür. Bunlara tahammül edemeyeceğimi, rezil olacağımı ve herkesin ‘Gördün mü, neler saçmalamış’ diye bana bakacağını düşündüğüm bir dönemimdeydim. Romanın son düzeltmeleri üzerinde çok çalışmıştım. Kendime bir eğlence aradım. Onun ne olduğunu biliyordum.
Bir arkadaşla Steven Spielberg’in ‘Er Ryan’ı Kurtarmak’ filmine gittim. Sinema ağzına kadar doluydu, ön sıraya oturdum. Neredeyse perde beni kuşattı. Dolby sinema sarsıldı, müzik bütün vücuduma sızıp dolaştı. Ben filmin içindeydim sanki, o savaşın, o korkunç dehşetin içindeydim. Ve dehşet de çok güzeldi. Kendimi unutmuştum. Filmi seyrederken o kadar mutlu oldum ki sonunda bu, bir mutsuzluğa dönüştü. Çünkü o anda sinemanın romandan daha üstün bir sanat olduğunu düşündüm. Çünkü sinema en yorgun, en yıkık anımızda bile bizi içine alabiliyor. Bizi teselli edebiliyor. Bize dünyayı unutturabiliyor.”
İlaç, sigara ve kahve
“Masamdaki mide ilaçları yazarlığımın küçük törenlerinden biridir. Yazarken ara sıra ağzıma bir tane mide ilacı atarım. Cümle istediğim gibi olmamışsa midemde asit salgılaması artar çünkü… Bir hap belki midemin işine yaramaz ama kafama yarar.
Yıllarca sigara içtim, gittikçe de çok içiyordum. Bir elimde sigara, bir elimde dolmakalem vardı. Ve bundan korkmaya başladım. Ölüme dört nala gittiğimi fark edip sigarayı irade ile bıraktım. Ama kahve içmeye devam ediyorum. O da bir küçük törenciktir. Masamdan kalkarım, kahveyi bastırırım. ‘Kara Kitap’ta da yazdığım gibi, sabırsız adamın anlamsızca buzdolabını karıştırması, sanki birisi yeni bir şey koymuş gibi, boş boş içine bakması, tekrar yürümesi, tekrar kahve makinesi, bütün bunlar yazarın vazgeçilmez alışkanlıkları, günlük törenleridir.”
Bütün dünya ‘Yaz artık’ diye bağırır
“Geçen yaz ıssız bir adadaydım ve günde 12 saat çalışıyordum. Çok da memnundum. Adaya çekildiğim zaman romanımdan başka bir şey düşünmem. Kimse beni aramaz. Beni görmez. Telefonları başkası açar. Dünyadan kopmuşumdur. Ama o zaman insan kafası, ruhu bir lokomotif şeklini alır; hızla yeni fikirler üreterek, fikirleri birbirine katlayarak, zincirleri birbirine birleştirerek durmaksızın düşünür. Yazacağım şeyler, ben olurum; kitap sanki bana dönüşür. Düşüncelerle birleşirim.
Sabah kalkar duşa girerim, her yerime su değil, romanın düşünceleri akar, denize girerim, sırt üstü yatar düşünürüm. Sanki deniz, romanımın bir parçası olmuştur. O zaman verimliliğim olağanüstü artar.
Gece 9.30′da yatıp, sabah 3.30′da kalkıyordum bir dönem… Sabah 10′a kadar yalnızca kahve içerek ve olağanüstü yazıyordum. Böyle sessiz bir ortamda sanki bütün dünya sana ‘Yaz artık. Yaz’ diye bağırır, ‘Görüyorsun. Bir zamanlar zor zannettiğin şey ne kadar kolay’ der. Doğa da hayat da basittir. Her şey yalandır, her şey senin yazmam içindir ve siz yazmaya devam edersiniz.”
Telefonun fişini çekerim
“Genellikle cevap vermem. Fişini çekerim. İsteyen bana faksla ulaşır. Bir zamanlar telesekreter kullanıyordum. Ama o da bana Gabriel Garcia Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ta bahsettiği oturağı hatırlatıyor. Orada çok kalabalık bir ailenin tek bir helası vardır. Herkes sabah helaya gitmek için kuyruk olur. Bunu da herkese oturak vermekle çözerler. ‘Ama oturak da sorunu çözmedi, sadece erteledi’ der Marquez; ‘Çünkü akşam bu kez de oturağı boşaltma kuyruğu oluyordu.’
Telesekreter de öyledir. Cevap makinesine not bırakanları geri ararsınız, çoğunlukla bir seferde bulamazsınız. ‘Kusura bakma seni arayamıyorum, benimle konuşmak istemişsin ama aslında konuşacak bir şey yok’ demek için peşinden koşarsınız. Bu, sorunu çözmez. Yalnızca erteler ve büyütür. Onun için telesekreter de kullanmıyorum.”
Kalemin boş kartuşlarını saklarım
“Kartuşlu dolma kalem kullanıyorum. Boş kartuşları da saklıyorum, tıpkı bir avcının boş kovanları saklaması gibi… Çünkü kartuşu boşaltmak, bana çok yazdığımı, yol aldığımı gösterir. Yazım, düzeltile düzeltile biraz arapsaçına döner. O haliyle yayınevine yollarım. Şimdi daha ‘ünlü’ bir yazar olduğum için yayınevindeki arkadaşlar sağolsunlar nazımı çekiyorlar. O el yazısı sayfaları İletişim Yayınları’nın Avrupa şampiyonu dizgicisi Hüsnü Abbas dizer. En okunmaz yazımı okur ve çok büyük süratle yazar. Bazen ben yazmasam bile onun romanı iyi yazdığını hayal ederim.”
Bir roman nasıl başlar?
“Bir roman bir düşünceyle başlar. Derim ki kendi kendime, ‘Resimle ilgili, nakkaşlarla ilgili bir roman yazayım’. Bu, genel düşüncedir. Ama bir de bunun tomurcuğu mu desem, bir sahnesi, bir anı, bir durumu, bir kahramanı, hayata bağlı bir yanı vardır. Bu ikisi birbirine denk düşmeyebilir. Ama ne zaman ki bu fikirle gelen bir kahramanı merdivenlerden inerken görürsünüz ya da bugün söylediğiniz bir cümle o zamana cuk oturur, ne zaman bir ayrıntıyı içinizde hissedersiniz, roman işte asıl orada başlar ve onu yazmaya koyulursunuz.
Romanın bir de bilgi edinme süreci vardır. Mesela ‘Benim Adım Kırmızı’ için ben ta 1990′da kütüphaneye girmişim. Defterimin ilk sayfasında şu not var:
’1 Haziran 1990… İran ve Türk minyatür sanatı üzerine bazı kitaplar istedim. Kitapları kütüphane memuru raflardan bulup getirmeye gitti.’
Masada beklerken kendi kendime bu notu almışım. O gün kitapları okumaya başladım ve roman tam dokuz yılda çıktı.”
Çalışırken eve müzik girmez
“Müzikle, aşk ve nefret ilişkim var. Müzik benim için bir teselli aracı… Diyelim ki hayatta yenilmişimdir, kederliyimdir, işler istediğim gibi gitmemiştir; o zaman müziği açarım. Müzik beni defterlerimden uzaklaştırır. Teselli eder. Son derece tutucu ve yararcı bir müzik anlayışım vardır. Bana ilham verip coşturmaz. Verse bile verdiği ilham, asla yazıya dönüşmez. Onun için müziği olduğunca hayatımdan uzak tutuyorum. Çünkü yazım için gereksindiğim şey, teselli değildir; biraz saldırgan, muzır, girişken bir ruh halidir; kimsenin girmeye cesaret edemediği bir toprağa girip orayı ele geçirme durumudur. Böylesine muzır, girişken, saldırgan, yırtıcı, haksızlık etmeyi göze alabilen, adil olmaktan çok, atak olan, başkalarının canını yakabilen bir ruhun, müziğe ihtiyacı yoktur. Bilakis benim yazdıklarımı okuyacak olanların müziğe ihtiyacı olabilir diye düşünürüm. Ben müzik dinlersem başkalarında bu isteği uyandıramam.”
Günde bir sayfa
“20 senedir yazıyorum. Yazdığım sayfa sayısını topladım, böldüm, çarptım. Hesabıma göre senede 300 güne yakın çalışıyorum ve 170-180 sayfa yazıyorum. Demek ki ben aslında günde 0,75 sayfa yazıyorum. Bir sayfa yazamıyorum ama bütün günüm burada geçiyor. Tabii bazen şöyle oluyor: 15 gün uğraşıp 10 sayfa yazıyorsunuz, sonra hepsini çöpe atıyorsunuz.”
Romanı bitirmek, liseyi bitirmek gibi
“O gün, lise bittiği gün ne olursa o olur. Birdenbire önünüzde dünyanın sınırsızlığı açılır; hem mekan hem zaman olarak… Yapılacak şeyler birikmiştir. ‘Bitirince yapacağım’ diye ertelediklerinizle bir baş dönmesi yaşarsınız. Hayat olağanüstü güzeldir. Herkes niçin gülümsemiyor diye şaşarsınız. Ama bu, üç gün sonra geçer ve bakarsınız ki o üç gün doğru düzgün bir şey yapmamışsınızdır. Çünkü kendinizi sıkmamışsınızdır. Hepsinden, bir ucundan yarım yamalak tatmışsınızdır.”

Kaynak: Milliyet / Can Dündar

Başarmak sizin elinizde!

Hep bir şeylerin peşindeyiz hayatta. Şunda daha iyi olmam lazım, bunda daha başarılı. Önce ilkokulda "5 pekiyi aferin"ler, sonra lise ve üniversite giriş sınavlarında daha çok net daha az yanlışlar, hep başarıyı kovaladık. Biraz araştırma biraz da sınav sisteminin bize uygun gördüğü bölümde okuyup bir meslek sahibi olduk. Çoğumuz iş yerinde ilişkilerimizde, kariyerimizde ve de para kazanma konusunda arıyoruz başarıyı. Yani vazgeçemiyoruz başarıdan, yaşımız yedi de olsa yirmi yedide de... Bir alanda başarılı olmak yetmiyor diğer bir alanda arıyoruz başarıyı. Mutluluk da başarıyla geliyor çünkü.
 
Peki ya başarısız olunca, işler istediğimiz gibi gitmeyince? İster üniversite giriş sınavında ister üniversitede okurken ya da iş ararken zorluklar hep yanı başımızda. Zorluklar öyle ya da böyle hepimiz için ortak olsa da, aslında bizleri birbirimizden başarısızlığa nasıl yaklaştığımız, nasıl algıladığımız ayırıyor. Çoğu zaman karşılaştığımız zorlukları, yaşadığımız olayları değiştirme şansımız olmasa da bakış açımızı değiştirerek ilerlemek mecburiyetindeyiz. Ne kadar olumlu ve gerçekçi olursak o derece önümüze çıkan fırsatları daha iyi görürüz. İlla Polliana’cılık oynamamıza da gerek yok; bardak yarı dolu deyip. Gerçekçi olalım, bardağın yarı dolu-yarı boş olduğunu bilelim yeter.
 
Zorluklardan, sorunlardan kaçarak ömür geçirilemeyeceğine göre, bir yerlerden başlamamız, önce kendi kabuğumuzu kırıp dışarıdaki zorluklardan önce içimizdeki engelleri aşmamız lazım. Başarısızlıklarımızın ardındaki bahanelere bakmak da lazım tabi.
"Ben yapamam ki?"   
"Bu yaştan sonra da öğrenilmez ki?"   
"Ah vaktim olsa gideceğim ama?"   
"Beni almazlar ki oraya."
 
Mademki başarıyı bu kadar çok istiyoruz, o zaman hayata teslim olmak yerine mücadeleyi de göze almak gerek? Ve en önemlisi, bizim dışımızdaki koşullar kötü de olsa, motivasyonumuz sayesinde en az seviyede etkilenerek yolumuza devam edebilmek. Bunun en güzel örneklerinden birini geçtiğimiz günlerde gündemi fazlasıyla işgal eden milli koşucumuz Süreyya Ayhan’da yaşadık. Onca eleştiriye, medyanın üzerine sürekli gitmesine rağmen o yılmadı, geriye çekilmek yerine daha da ileriye gitti. O kendi hayatında yaşadığı zorluklarda bunu yaptı. Peki ya bizler ve bizim zorluklara karşı tutumumuz nasıl?
 
Yaşanan başarısızlıklar için şanssızlık demeyelim lütfen! Şans, doğru zamanda doğru yerde olmaktır. Şu anda bulunduğumuz yerden, sahip olduklarımızdan ya da olamadıklarımızdan memnun değilsek "şanssızlık" deyip kaçmamak lazım sorumluluktan. Hayat tercihlerimizde, yaptığımız seçimlerde şekillenmiyor mu? Şu anda okuduğunuz okulu/bölümü ÖSS tercihlerinize yazmasaydınız sınavda daha az/fazla soru yanıtlasaydınız ya da belki de yurtta değil de bir ev arkadaşı bulup ev tutmayı seçseydiniz hayatınız kim bilir nasıl olurdu?
 
Öyleyse doğru zamanda doğru yerde olmak -tüm zorluklara rağmen çoğu zaman- bizim elimizde; karşılaştığımız olaylardaki tutum ve davranışlarımızla belirleniyor. Aslında şansla, tesadüfle açıkladığımız yaşadığımız nice olayı da bizim tercihlerimiz belirliyor. İşte bu nedenle, başarılı olmak istediğimiz her konuda, ister iş veya okul ister ev yaşamımız, ister eşimizle ya da sevgilimizle olan ilişkimizde tutum, davranış ve tercihlerimizle yaptıklarımızdan bizim sorumlu olduğumuzun farkında olmamız gerekiyor.
 
Yani ister inanın ister inanmayın söylenilenler doğru:
Başarmak sizin elinizde!

Kaybetmek için doğanların 10 ortak özelliği

Bir şeyi yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Onu niçin yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. İsterseniz nasıl yapabileceğinizi de biliyorsunuz. Yapmamakla neler kaybettiğinizi de biliyorsunuz. Yaparsanız neler kazanacağınızı da biliyorsunuz. Elinizi kolunuzu bağlayıp, yapmanızı engelleyen birileri de yok.


başarısızlık nedenleri

Bir filozof, “Hayat doğduğumuzda hepimize bir mermer bloğu verir. Bazılarımız ondan güzel bir heykel yaparız, bazılarımız ise hoyratça peşimizden sürükleyip paramparça ederiz” demişti. Kaybedenler de kazananlar gibi benzer ve farklı özelliklere sahiptir. Bazıları Leonard Cohen’in deyişiyle ‘görkemli kaybeden’dir. Bazıları ‘yokluğu anlaşılmaz’dır. Bazıları kaybederken başkalarına da zarar verir. Bazıları ise ‘sadece kendine zararlı’ kaybedendir. Kazananlar gibi kaybedenler de, ‘felsefeli kaybedenler’ ve ‘felsefesiz kaybedenler’ diye ikiye ayrılabilir.
Kazanmak gibi, kaybetmek de bağımlılık yapabilir. Kaybetmişliğiyle barışmanın ötesine geçip, kaybetmeyi kimlikleştirmek de mümkündür. Bu bağlamda ‘param yok’ demekle, ‘ben fakirim’ demek arasında dağlar kadar fark vardır. Kaybetmeyi kimlik haline getirmek, -ki bunun Türk usulü versiyonu arabeskleşmedir- kaybetmeyi kalıcı ve ‘sürdürülebilir’ hale getirir.
Hiç kimse durduk yerde kaybeden olamaz. Kaybeden olmak için de bazı şekillerde düşünmek, bazı şekillerde davranmak, bazı şeylere inanmak gerekir. Kaybeden olmanın da yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesi vardır. Kaybetmek için doğanlar pek fark etmeseler de, kaybetmek için de çaba harcamak gerekir!

Peki hayat oyununda kaybetmeye yatkın insanların, düşünce ve davranışlarında sıklıkla karşılaşılan ortak özellikler nelerdir?

1- İç disiplin yetersizliği

Başarısız insanların birinci ortak özelliği, irade gücü zayıflığıdır. Kendini içinden disipline ederek, bir amaca doğru harekete geçirememek bu insanların en büyük eksiğidir.
İrade gücü, insanın kendi iç güçlerini bir mercek gibi toplayıp, bu gücü bir amaca yöneltmektir. İradesi zayıf olduğu için kendini kontrol edemeyenlerin, olayları ve diğer insanları yönetmesini beklememek gerekir.

2- Zaman kullanım bilincinde zayıflık

Başarılı ya da başarısız herkesin 24 saati vardır, farkı yapan bu zamanı nasıl kullandıklarıdır. Başarmak istediği işleri, bir zaman çerçevesine oturtup, yani ‘işleri takvime bağlayıp’ sonra da kendini o programına göre denetleyenler, iyi bir kişisel organizasyon sistemi kurmuştur.
Belli bir amaç ve yön duygusuyla hareket etmeyenler, zamanının değerini de bilemez. Yapılacak işleri olanlar için zaman geçer, bir amacı olmayanlar içinse zaman döner! Sabah olur, öğlen olur, akşam olur, tekrar sabah olur!

3- Başarıyı dış faktörlere bağlama eğilimi

Bernard Show ünlü esprisinde, “Başarı tamamen şansa bağlıdır, inanmıyorsanız başarısızlara sorun!” der. Başarısızların, hayatlarındaki sonuç-ları kendi karar ve seçimlerine bağlamak yerine, kader, kısmet, şans ve şartlar gibi dışsal faktörlere bağlama eğilimi yüksektir.
Egolarını savunmak ve öz saygılarını korumak için, başarısızlığı “Rüzgar karşıdan esiyordu, hakem karşı tarafı tutuyordu” gibi dış faktörlere bağlarlar. Bu tutumun tehlikesi nedir? İnsanlar başkalarını ve şartları çok fazla suçlarsa, öğrenmeye zaman bulamaz.

4- ‘Saydı’ tipi düşünmeye yatkınlık

Başaranlar, önlerindeki şartlardan nasıl başarılı bir sonuç çıkarabileceklerini düşünür. Başarısızlık merkezli düşünenler ise, ‘başka şartlarda olsa-lardı’ neler yapabileceklerini anlatıp durur. Bu ‘saydı’ tipi düşünmedir. Bu tür kadınlar, ‘erkek doğsalardı’ neler yapabileceğini anlatırken, bu tür erkekler ‘kadın doğsalardı’ neler yapabileceklerini sayıklar.
Daha ilkokula bile gitmemiş olan İbrahim Tatlıses, “Urfa’da Oxford olsaydı, biz de giderdik” der! Kısacası, başarı sonuç alır, sevinir ve susar. Başarısızlık konuştukça konuşur. Çünkü elinden iş gelme-yenlerin, dilinden çok söz gelir! Cenap Şahabettin’in deyişiyle “Yerinde sayanlar yürüyenlerden daha çok gürültü çıkarır.”

5- Arabeskleşmeye yatkınlık

Başarısızlığa götüren tavırlardan biri de arabesk düşünmeye yatkınlıktır. Arabesk hayat görüşü sürekli bir ‘başarısızlık beklentisi’ içindedir. Kendini ‘bela paratoneri’ gibi görür.
Arabesk söyleyerek başarılı olunabilir ama arabesk bir dünya görüşüyle başarıdan başarıya koşmak pek mümkün değildir. Arabesk tavırlılar, söylemek yerine söylenmeye yatkın; anlatmaktan çok alınmaya eğilimlidir. Sürekli bir ‘kurban psikolojisi’ içinde kıvranır. Eziklik ile ezme içgüdüsü arasında savrulur, ‘doğru dozda tavır’ sorunu yaşarlar.

6- Atalet ve tembelliğe yatkınlık

O halde sizin içinizde olup, sizi durduran nedir? Atalet!
Atalet, miskinlik, tembellik, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmek, yılgınlık demektir. Kaybedenlerin ana ruh hali, tembellik ve atalet psikolojisidir.

7- Kaybetme korkusundan kazanmaya kalkışmama

Bİr araştırma insanların “Ya başaramazsam” diye korkanlar ve “Ya başarırsam” diye korkanlar diye ikiye ayrıldığını göstermiştir. Pek çok insanda, başarısızlık korkusundan çok ‘başarı korkusu’ olduğu ortaya çıkmıştır.
Başarı korkusu, bazı kişiler-in başarılı olunca samimiyetlerini kaybedeceklerini, arkadaşları tarafından eskisi gibi sevilmeyeceklerini, ‘insanların onlara çıkarları için yaklaşacağını’ düşünüp, başarıdan uzak durması demektir.
Önemli bir diğer grup ise, ‘ya başarılı olduktan sonra zirvede kalamaz, gördüğümden eksik yaşarsam’ kaygısıyla başarıdan uzak durmaktadır. Kısacası, başarısızlar hem ‘ya başarırsam’dan, hem de ‘ya başaramazsam’dan korkarlar!

8- Psikolojik iç sabotajlara yatkınlık

Başarısız insanların beyninde, psikolojik iç sabotaj mekanizmaları bolca bulunur. Beyinleri adeta şizofrenik bir ikiye bölünmüşlük halindedir. Bir tarafları inşa ederken, diğer tarafları imha eder. Bir tarafları ileri iterken, diğer tarafları geri çeker.
Neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin ileriye götürdüğü, neyin geride bıraktığı konusunda net değillerdir. Başarı konusunda derin bir kafa karışıklığına sahiptirler. Kafası net olmayan insanların, eylemleri de net olmayacaktır. Nazımın bir deyişini biraz değiştirirsek, “Bana kafanızın içinde başarının net bir resmini yapabilir misiniz?”

9- Kendini geliştirmeye kapalılık, kurnazlığa yatmak

Azgelişmiş insanların, katakulli kapasitesi çok gelişmiş olur! İşini en doğru ve verimli şekilde nasıl yapacağına kafa yormak yerine, önce o işin kurnazlığına kafa yormak, tipik bir ‘azgelişmiş başarısız insan’ tavrıdır. Bu tür insanlar, ülkemizde çoğunluk olduğu için, yaygınlıktan gelen rahatlığa sahiptirler. Kurnazlık, otoriter ve azgelişmiş toplumlarda yaygındır.
Ege Cansen’in deyişiyle ‘bilgi açığını kurnazlıkla, beceri yetmezliğini ise kabadayılıkla kapatma’ eğilimi başarısızların karakteristiğidir. Başarısızların çoğu yeni şeyler öğrenmeye kapalı bir zihin yapısına sahiptir. Hayat ve başarı üzerine yeni şeyler öğrenmektense, kendi arabesk ezberlerini tekrarlamayı tercih ederler. Yaşadıkları olaylardan çıkardıkları dersler bile, daha önce çevreden duydukları kulaktan dolma fikirlerdir.

10- Başarı hakkında yanlış yargılara sahip olmak

Başarılı insanlar ‘başarının sırrı’nı bilir. Başarısız insanlar da bilir! Arada bir fark vardır, başarısızlar yanlış bilir! Daha da kötüsü, bazıları doğrusunu bilmek de istemezler! Çünkü başarının kendi ellerinde olabildiğine inanmak, insanı sorumluluk altına iter. Nasıl başaracağını öğrenip hayatının sorumluluğunu taşımak yerine, kişisel gelişim kitaplarını ve yazarlarını suçlamak çoğu insana daha kolay gelir.
Başarı da, futbol ve siyaset gibi, hemen herkesin fikir sahibi olduğu ama çok az insanın birinci sınıf bilgi sahibi olduğu bir alandır. Beynimiz başarı hakkında hurafeler ve ‘leylek hikayeleri’yle dolu. Başarısızların, yapması gereken ilk şey, başarı üzerine yeni şeyler öğrenmek değil, başarı hakkında bildiklerinin bazılarını unutmaktır!
Yazarı : Mümin Sekman

Hayatta Muvaffak Olma Yolunun Tehlikeleri ve Düşmanları

Yetişme ve muvaffak olma yolunun genç yolcusu ! Bil ki tuttuğun yolda bir çok tehlikeli geçitlerin ve yol kesen düşmanların vardır.
Gerçi bunlara yalnız sen değil, hayat yolunun her yolcusu rastlayabilir.Fakat bu düşmanlar, senin gibi hayatın henüz eşiğindeki tecrübesiz masumlara musallat olmayı çok sever…..
Müsaade et de sana evvela, yolunu bekleyen düşmanları ve rastlayacağın tehlikeleri göstereyim.

1. MUVAFFAKİYETİN İLK DÜŞMANI TEMBELLİKTİR.
Muvaffak olma yolunda senin ilk büyük düşmanın tenbelliktir. Burada sana tenbelliği tarif edecek değilim…Onu sen, ben, hepimiz az çok tanırız. Yalnız ben sana şunu söyleyeceğim ki, tenbellik insanın karşısına çıkıp ta mertçe savaşan bir düşman değildir. Bilakis eski peri hikayelerindeki gibi, şekilden şekile girecek ve bin bir hile kullanarak alt etmeğe çalışan bir NAMERTTİR. Tehlikesinin büyüklüğü de buradan gelmektedir. HAYATTA MUVAFFAK OLMA YOLUNUN TEHLİKELERİ VE DÜŞMANLARI
Yetişme ve muvaffak olma yolunun genç yolcusu ! Bil ki tuttuğun yolda bir çok tehlikeli geçitlerin ve yol kesen düşmanların vardır.
Gerçi bunlara yalnız sen değil, hayat yolunun her yolcusu rastlayabilir.Fakat bu düşmanlar, senin gibi hayatın henüz eşiğindeki tecrübesiz masumlara musallat olmayı çok sever…..
Müsaade et de sana evvela, yolunu bekleyen düşmanları ve rastlayacağın tehlikeleri göstereyim.