evren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nefes – Evrene Bir Köprü – 4 / OSHO


4.Teknik
Nefes tamamen çıktığında (yukarı) ve kendiliğinden durduğunda ya da hepsi içeri çekildiğinde (aşağı) ve durduğunda… Böylesine evrensel bir duraklamada, insanın küçük benliği kaybolur. Bu yalnızca, saf olmayanlar için güçtür.
Ama o zaman herkes için güçtür, çünkü der ki: Bu yalnızca saf olmayanlar için güçtür.
Ama saf olan kim? Senin için güç; onu uygulayamazsın. Ama bazen aniden hissedebilirsin. Araba sürmektesindir ve aniden kaza olacağını hissedersin. Nefes durur. Çıkmışsa, dışarıda kalır. İçerideyse, içeride kalır. Böyle acil bir durumda nefes alamazsın; bunu göze alamazsın. Her şey durur, ayrılır.
Böylesine evrensel bir duraklamada, insanın küçük benliği kaybolur.
Küçük benliğin yalnızca günlük bir hizmettir. Acil durumlarda onu hatırlayamazsın. Kim olduğun (isim, banka hesabı, prestij, her şey) uçar gider. Araban bir başka arabaya doğru gitmektedir; bir an sonra ölüm gelecektir. Bu anda, bir duraklama olur. Saf olmayanlar için bile bir duraklama olur. Aniden nefes durur. O anın farkına varabilirsen, hedefe ulaşırsın.
Japonya’da Zen keşişleri bunu çok denemiştir. İşte bu yüzden yöntemleri çok garip, saçma, tuhaf görünür. Pek çok anlaşılmaz şey yapmışlardır. Bir usta birini evcen dışarı atar. Aniden usta sebepsizce, anlamsızca vurmaya başlar.
Ustanla oturmaktasın ve her şey yolunda. Gevezelik etmektesin ve duraklamayı yaratmak için seni dövmeye başlar. Sebep varsa duraklama yaratılamaz. Ustana hakaret ettiysen ve o seni dövmeye başladıysa bir sebeb var der, zihnin bu olayı şöyle yorumlar: “Ona hakaret ettim ve o beni dövüyor.”
Gerçekte, zihnin onu zaten bekliyor, bu yüzden bir boşluk yok. Ama hatırla, bir Zen ustası ona hakaret ettiğinde seni dövmez, güler, çünkü o zaman kahkaha duraklamayı yaratır. Sen ona hakaret edersin, ona saçma şeyler söylersin ve öfkelenmesini beklersin. Ama o gülmeye ve dans etmeye başlar. Bu, beklenmedik bir davranıştır ve bir duraklama yaratır.
Sen anlayamazsın. Anlayamadığın zaman zihin durur ve zihin durduğu zaman nefes durur. Her iki durum için de geçerlidir: Eğer nefes durursa zihin durur; eğer zihin durursa nefes durur.
Sen ustanı taktir etmektesindir ve iyi hissetmektesin, “Şimdi usta memnun olmalı,” diye düşünmektesi. Ve aniden o, asasını alır ve seni dövmeye başlar… Hem de merhametsizce, çünkü Zen ustaları merhametsizdir. Seni dövmeye başlar; neler olduğunu anlayamazsın. Zihin durur, bir duraklama olur. Tekniği biliyorsan, benliğine erişebilirsin.
Birinin, öğretmeni aniden onu dövmeye başladığı için Budalığa ulaşmasını anlatan pek çok hikaye vardır. Sen anlayamazsın… Ne saçmalık! İnsan biri tarafından dövüldüğü için ya da biri pencereden dışarı atıldığı için Budalığa nasıl erişebilir ki? Biri seni öldürse bile Budalığa erişmezsin. Ama bu tekniği anlarsan, o zaman ulaşmak kolay olur.
Özellikle batıda, son otuz kırk yıl içinde, Zen çok öne çıkmıştır; moda olmuştur. Ama bu tekniği bilmedikleri sürece Zen’i anlayamazlar. Taklit edebilirler, ama taklit etmenin faydası yoktur. Tam tersine, tehlikelidir. Bunlar taklit edilecek şeyler değildir.
Tüm Zen tekniği Şiva’nın dördüncü tekniğine dayalıdır. Ama bu talihsizliktir. Şimdi Japonya’dan Zen ithal etmek zorunda kalacağız, çünkü biz tüm geleneği kaybettik; onu bilmiyoruz. Şiva bu yöntemin; onu mükemmel uzmanıydı. Barat’ı  (alay) eşliğinde Devi ile evlenmeye geldiği zaman, tüm şehir duraklamayı hissetmiş olmalı… Tüm şehir!
Devi’nin babası kızını bu “hippi” ile evlendirmeye razı değildi… Şiva orijinal hippiydi. Devi’nin babası ona tamamen karşıydı. Hiçbir baba bu evliliğe izin vermezdi; bu yüzden Devi’nin babası aleyhine bir şey söyleyemeyiz. Hiçbir baba kızının Şiva ile evlenmesine izin vermezdi. Ama Devi ısrar etti, bu yüzden babası kabul etmek zorunda kaldı…  Gönülsüzce, mutsuzluk içinde, ama kabul etti.
Sonra düğün alayı geldi. Şiva’yı ve alayını görünce insanların koşmaya başladığı söylenir. Tüm barat LSD, marihuana çekmiş olmalıydı. Hepsi “uçuyordu”. Ve gerçekten, LSD ve marihuana yalnızca başlangıçtır. Şiva nihai uyuşturucuyu (psychedelic) biliyordu, arkadaşları ve müritleri biliyordu: Soma rasa. Aldous Huxley nihai uyuşturucuyu, sırf Şiva yüzünden “soma” diye adlandırdı. Uçuyorlardı, dans ediyor, çığlık atıyor, gülüyorlardı. Tüm şehir kaçtı. Duraklama hissedilmiş olmalı.
Ani, beklenmedik, inanılmaz her şey saf olmayanlar için duraklamayı yaratabilir. Ama saf olanlar için bu tür şeylere ihtiyaç yoktur. Saf olanlar için duraklama hep oradadır. Saf zihinler için, nefes defalarca durur. Zihnin safsa (saf, hiçbir şeyi arzulamadığın, özlemediğin, aramadığın anlamına gelir), sessizce safsa, masumca safsa, oturuyor olursun ve aniden nefesin durur.
Şunu unutma: Zihnin hareketi nefes hareketine ihtiyaç duyar. Hızlı hareket eden zihin hızlı hareket eden nefese ihtiyaç duyar. İşte bu yüzden öfke içindeyken nefesin daha hızlı hareket eder. Cinsel eylemde nefes çok hızlı hareket eder. İşte bu yüzden ayurvedada (Hindistan’daki bitkisel tedavi sistemi) çok fazla cinselliğe izin verilirse ömrünün kısalacağı söylenir. Ayurvedaya göre ömrün kısalır, çünkü ayurveda ömrünü nefeslerinle ölçer. Çok hızlı nefes alıp veriyorsan ömrün kısalacaktır.
Çağdaş tıp cinselliğin kan dolaşımına yardım ettiğini, cinselliğin gevşemeye yardım ettiğini söyler. Ve cinselliklerini baskılayanlar sorun yaşarlar… Özellikle de kalp rahatsızlıkları. Haklıdırlar ve ayurveda da haklıdır, ama karşıt görünürler. Ama ayurveda beş bin sene önce keşfedilmiştir. Her insan çok fazla çalışıyordu: Yaşam çalışmaktı, bu yüzden gevşemeye ihtiyaç yoktu, kan dolaşımı için yapay araçlar yaratmaya gerek yoktu.
Ama şimdi, fazla fiziksel iş yapmayanlar için, tek iş cinsellik. İşte bu yüzden çağdaş tıp da çağdaş insan için doğru. İnsan fazla fiziksel çaba göstermiyor, bu yüzden cinsellik çaba sağlıyor: Yürek daha fazla atıyor, kan daha hızlı dolaşıyor, nefes derinleşiyor ve merkeze gidiyor. Bu yüzden cinsellikten sonra gevşemiş hissedersin ve rahatça uykuya dalabilirsin. Freud, en iyi sakinleştiricinin cinsellik olduğunu söyler ve öyledir de… En azından çağdaş insan için.
Cinsellikte nefes hızlanır, öfkede nefes hızlanır. Cinsellikte zihin arzuyla, şehvetle, saf olmamakla doludur. Zihin safken; zihinde arzu yokken, arayış yokken, güdü yokken hiçbir yere gitmezsin, masum bir havuz gibi burada ve şu anda kalırsın… Tek bir dalga bile olmaz… O zaman nefes kendiliğinden durur. Ona ihtiyaç yoktur.
Bu yolda, küçük benlik yok olur ve daha yüksek, daha üstün benliğe ulaşırsın.
Sanırım bugünlük bu kadarı yeter.

Nefes – Evrene Bir Köprü – 3 / OSHO

3.Teknik
Ne zaman içeri alınan nefes ile dışarı verilen nefes karışsa, o anda enerjisiz, enerji dolu merkeze dokun.
Bir merkez ve çeper olarak bölünmüşüz. Beden çeperdir; bedeni tanıyoruz, çeperi tanıyoruz. Çevreyi tanıyoruz, ama merkezin nerede olduğunu bilmiyoruz. Dışarı çıkan nefes içeri giren nefesle karıştığı zaman, bir oldukları zaman, onun dışarı çıkan nefes mi, içeri giren nefes mi olduğunu bilemediğin zaman… Nefesin dışarı mı çıktığını, içeri mi girdiğini ayırt edemediğin, tanımlayamadığın zaman, nefes içeri girmiş ve dışarı çıkmaya başlamışken, bir birleşim anı olur. O ne dışarı çıkmakta, ne içeri girmektedir. Nefes durağandır. Dışarı çıkarken dinamiktir; içeri girerken dinamiktir. İkisi de olmadığında, sessizken, kıpırtısızken, merkezin yakınındasındır. İçeri giren ve dışarı çıkan nefesin birleşim noktası senin merkezindir.
Şu şekilde bak: Nefes içeri girdiğinde nereye gider? Merkezine gider, merkezine dokunur. Dışarı çıkarken nereden gider? Merkezinden gider.Merkezine dokunulması gerekir. İşte bu yüzden taoist gizemcileri ve Zen gizemcileri insanın merkezinin başı değil göbeği olduğunu söylerler. Nefes göbeğe gider, sonra dışarı çıkar. Merkeze gider.
Dediğim gibi, o seninle bedenin arasında bir köprüdür. Bedeni tanırsın ama merkezinin nerede olduğunu bilemezsin. Nefes daima merkeze gitmekte ve dışarı çıkmaktadır ama yeterince nefes almamaktayızdır. Böylece, normalde gerçekte merkeze gitmez… En azından şimdi merkeze gitmemektedir. İşte bu yüzden herkes “merkezden uzak” hisseder. Çağdaş dünyanın tamamında, düşünmeyi başarabilenler merkezlerini ıskaladıklarını hissederler.
Uyuyan bir çocuğa bak, nefesini gözle. Nefes içeri girer; karın yükselir, göğüs etkilenmemiş kalır. İşte bu yüzden çocukların göğüsleri yoktur,yalnızca karınları vardır… Çok dinamik karınlar. Nefes içeri girer ve karın yükselir; nefes dışarı çıkar ve karın alçalır… Karın hareket eder. Çocuklar merkezlerinin içindedirler, merkezlerindedirler. İşte bu yüzden o kadar mutlu, o kadar sevinç doludurlar, öylesine enerji doludurlar ki, hiç yorulmazlar… Hep taşarlar ve hep geçmişsiz, geleceksiz bir şimdiki zamandadırlar.
Bir çocuk öfkelenebilir. Öfkelendiği zaman tamamen öfke içindedir; öfke kesilir. O zaman öfkesi de güzel bir şeydir. Biri tamamen öfkelendiği zaman, öfkenin kendine has bir güzelliği olur, çünkü bütünlüğün hep bir güzelliği vardır.
Sen hem öfkeli hem güzel olamazsın, sen çirkinleşirsin, çünkü kısmenlik çirkindir. Ve yalnızca öfke konusunda da değil. Aşık olduğunda çirkinleşirsin, çünkü yine kısmen, parça parça aşıksındır; bütününle değil. Birisine aşık olduğunda, aşk yaparken kendi yüzüne bak. Bir aynanın önünde seviş ve yüzüne bak… Çirkin, hayvansı olacaktır. Aşkta da yüzün çirkinleşir. Neden? Aşk da bir çelişkidir, bir şeyi kendine saklamaktasındır. Cimrice vermektesindir. Aşkın içinde bile bütün değilsindir; tamamen, bütünüyle vermezsin.
Öfkeli, şiddet dolu olsa bile çocuk bütündür. Yüzü parlar, güzelleşir; burada ve şu andadır. Öfkesi geçmişle ya da gelecekle ilgili bir şey değildir, hesap yapmaz, yalnızca öfkelidir. Çocuk, kendi merkezindedir. Merkezindeyken, daima bütün olursun. Her ne yaparsan, bütün bir eylem olur; iyi ya da kötü, bütün olur. Parçalı iken, merkezinden uzaktayken, her eylemin kendinin bir parçası olacaktır. Bütünlüğün yanıt vermez, yalnızca bir parçadır ve parça bütüne karşı çıkmaktadır… Bu, çirkinlik yaratır.
Hepimiz çocuk olduk. Neden büyüdükçe nefesimiz sığlaşır? Asla karna gitmez; asla göbeğe dokunmaz. Daha aşağı gidebilse, daha az sığ olacak, ama nefes yalnızca göğse dokunur ve çıkar. Asla merkeze gitmez. Sen merkezden korkuyorsun, çünkü merkeze gidersen bütün olacaksın. Parçalı olmak istiyorsan, parçalı olmanın mekanizması budur.
Aşık olursun… Merkezden nefes alıp verirsen, aşk içinde bütün olarak akarsın. Sen korkuyorsun. Çok incinebilir olmaktan korkuyorsun; birine, herhangi birine karşı çok olmaktan korkuyorsun. Ona aşığım diyebilirsin, o sana sevgilim diyebilir ama korkuyorsun. Diğeri oradadır.
Tamamen incinebilir, açık olursan, neler olacağını bilemezsin. O zaman tamamen, başka bir anlamda sen olursun. Birine tamamen adanmaktan korkuyorsun. Nefes alamıyorsun; derin bir nefes alamıyorsun. Nefesini, merkezine gitmesine izin verecek kadar gevşetemiyorsun… Çünkü nefes merkeze gittiği an eylemin eksiksiz olur.
Bütün olmaktan korktuğun için sığ nefes alıyorsun. Maksimumda değil minimumda nefes alıyorsun. İşte bu yüzden yaşam çok cansız. Minimumda nefes alıyorsan, yaşam cansız olur; maksimumda değil minimumda yaşıyorsun. Maksimumda yaşayabilirsin… O zaman yaşam taşkın olur. Ama o zaman güçlük çıkar. Yaşam taşkınsa bir eş olamazsın. Her şey güçleşir.
Yaşam taşkın olduğunda, aşk da taşkın olur. O zaman birine bağlı kalamazsın. O zaman her yöne taşarsın; tüm boyutlar senin tarafından doldurulur. Ve sonra zihin tehlike hisseder, bu yüzden canlı olmamak daha iyidir. Ne kadar ölüysen, o kadar güvendesindir. Ne kadar ölüysen herşey o kadar kontrol altındadır. Kontrol edebilirsin; o zaman sen efendi olarak kalırsın. Kontrol edebildiğin için efendi olduğunu hissedersin. Öfkeni kontrol edebilirsin, aşkını kontrol edebilirsin, herşey kontrol edebilirsin. Ama bu kontrol ancak enerjinin minimum düzeyinde mümkündür.
Herkes o ya da bu zamanda, aniden minimum düzeyden maksimum düzeye değiştiği anlar olduğunu hissetmiştir. Tepedeki istasyona tırmanırsın. Aniden şehirden ve şehrin hapishanesinden çıkarsın. Özgür hissedersin. Gökyüzü engindir, orman yeşildir ve yükseklik bulutlara dokunur. Aniden derin bir nefes alırsın. Bunu gözlememiş olabilirsin. Artık tepedeki bir istasyona gidersen, gözle. Değişimi yapan aslında tepedeki istasyon değildir. Nefesindir. Derin bir nefes alırsın. “Ah! Ah!” dersin. Merkeze dokunursun, bir anlığına bütün olursun ve herşey sevinç dolar. O sevinç tepedeki istasyondan gelmemektedir, o sevinç merkezinden gelmektedir… Aniden ona dokunmuşsundur.
Sen şehirden korkuyordun. Her yerde başkaları vardı ve sen kendini kontrol altında tutuyordun. Çığlık atamıyordun, kahkaha atamıyordun. Ne talihsizlik! Sokakta dans edip şarkı söyleyemiyordun. Korkuyordun… Bir köşeden bir polis çıkabilirdi ya da bir rahip, bir yargıç, bir politikacı, bir ahlakçı. Civarda birisi olabilirdi, bu yüzden sokakta dans edemiyordun.
Bertrand Russell bir yerlerde şöyle demiş: “Medeniyeti çok seviyorum ama medeniyete çok büyük bedellerle ulaştık.” Sokaklarda dans edemezsin ama tepedeki bir istasyona gidersin ve aniden dans edersin. Gökyüzü ile yalnızsın ve gökyüzü bir hapishane değil. Yalnızca bir açıklık, açılır, açılır… Engindir, sonsuzdur. Aniden derin bir nefes alırsın, merkezine ve sevince dokunur. Ama uzun sürmez. Bir iki saat içinde tepedeki istasyon yok olacaktır. Sen orada olacaksın ama tepedeki istasyon yok olacak.
Endişelerin geri gelir. Şehre bir telefon açmayı, karına bir mektup yazmayı düşünmeye başlarsın ya da üç gün sonra geri döneceğinden, bazı ayarlamalar yapman gerektiğini düşünmeye başlarsın. Daha yeni gelmişsindir ve geri dönüş için planlar yapmaya başlarsın. Dönmüşsündür.
O nefes aslında senden değildi; aniden oldu. Durumdaki değişim yüzünden vites değişti. Yeni bir durumdaydın, eski şekilde nefes alamıyordun, bu yüzden bir anlığına yeni bir nefes geldi. Merkeze dokundu ve sen sevinç hissettin.
Şiva der ki, her an merkeze dokunmaktasın ya da eğer dokunmuyorsan, dokunabilirsin. Derin, ağır nefesler al. Merkeze dokun; göğüsten nefes alma… Bu hiledir. Medeniyet, eğitim, ahlak; bunlar sığ nefes almayı yaratmıştır. Derine, merkeze gitmek iyidir, çünkü aksi halde derin nefesler alamazsın.
İnsanlık cinselliğe karşı baskılayıcı olmadığı sürece insan gerçekten nefes alamaz. Nefes karına, derinlere giderse, cinsellik merkezine enerji verir. Cinsel merkeze dokunur; cinsel merkeze içerden masaj yapar. Cinsel merkez daha aktif, daha canlı olur. Medeniyet cinsellikten korkmaktadır. Çocukların cinsel merkezlerine, cinsel organlarına dokunmalarına izin vermeyiz. “Dur!” deriz. “Dokunma!”
Cinsel merkezine ilk kez dokunurken bir çocuğa bak ve sonra, “Dur!” de ve sonra nefesini gözle. “Dur! Cinsel merkezine dokunma!” dediğin zaman nefes hemen sığlaşır… Çünkü cinsel merkezine dokunan yalnızca eli değildir, derinliklerinde, nefesi de dokunmaktadır. Ve eğer nefes ona dokunmaya devam ederse, eli durdurmak güçtür. El durursa, temel olarak nefesin de dokunmaması, derine gitmemesi gereklidir, şarttır. Sığ kalmalıdır.
Biz cinsellikten korkuyoruz. Bedenimizin aşağıdaki kısmı yalnızca fiziksel olarak aşağı değildir, bir değer olarak da aşağılık olmuştur. “Aşağılık” olarak kınanır. Bu yüzden derine gitme, sığ kal. Yalnızca aşağı doğru nefes alabilmemiz talihsizliktir. Bazı vaizlere izin verilse, tüm mekanizmayı değiştirirlerdi. Sana yalnızca başına doğru nefes alma izni verirlerdi. O zaman cinselliği kesinlikle hissetmezdin.
Cinsel yönü olmayan bir insanlık yaratacaksak, o zaman nefes sistemini değiştirmemiz gerekir. Nefesin başına gitmesi gerekir, sahasrar‘ya… Kafadaki yedinci merkeze ve sonra ağza geri dönmelidir. Geçiş bu olmalıdır: Ağızdan sahasrar’ya. Aşağıya, derinlere gitmemelidir, çünkü aşağısı tehlikelidir. Ne kadar derine gidersen, biyolojinin derin tabakalarına o kadar yaklaşırsın. Merkeze uzanırsın ve o merkez, cinsel merkezin yakınındadır… Yalnızca yakınında. Öyle olmak zorundadır, çünkü cinsellik yaşamdır.
Şu şekilde bak: Nefes yukarıdan aşağıya giden yaşamdır; cinsellik diğer köşedeki yaşamdır… Aşağıdan yukarıya. Cinsel enerji akar ve nefes enerjisi akar. Nefes geçişi üst bedendedir ve cinsel geçiş alt bedendedir. Birleştikleri zaman yaşam yaratırlar; birleştikleri zaman biyoloji, biyoenerji yaratırlar. Bu yüzden, cinsellikten korkuyorsan, ikisi arasında bir mesafe yarat, birleşmelerine izin verme. Bu yüzden gerçekte, medeni bir adam hadım edilmiş bir adamdır; işte bu yüzden nefes hakkında bilgimiz yok ve bu sutrayı anlamak güç olacaktır.
Şiva şöyle der:
Ne zaman içeri alınan nefes ile dışarı verilen nefes karışsa, o anda enerjisiz, enerji dolu merkeze dokun.
Birbirine zıt terimler kullanır: “Enerjisiz, enerji dolu.” Enerjisizdir, çünkü bedenlerin, zihinlerin ona enerji veremez. Beden enerjin orada değildir, zihin enerjin orada değildir, bu yüzden, kimliğini bildiğin kadarıyla enerjisizdir. Ama enerji doludur, çünkü kozmik enerji kaynağına sahiptir, beden enerjin sayesinde değil.
Senin beden enerjin yalnızca yakıt enerjisidir. Petrolden başka bir şey değildir. Bir şey yersin, bir şey içersin… Bunlar enerji yaratır. Yalnızca bedene enerji vermektedir. Yemeyi, içmeyi bırak, bedenin ölür gider. Hemen şimdi değil, en az üç ay alır, çünkü petrol rezervlerin vardır. Çok enerji biriktirmişsindir; bir petrol istasyonuna gitmeden en az üç ay dayanır bu. Dayanabilir, çünkü bir rezervi vardır. Bir acil durum için, herhangi bir acil durum için ona ihtiyacın olabilir.
Bu, “yakıt” enerjisidir. Merkez yakıt enerjisi almaz. İşte bu yüzden Şiva enerjisiz der. Senin yiyip içmene bağlı değildir. Kozmik kaynak ile bağlantılıdır; o , kozmik enerjidir. İşte bu yüzden enerjisiz, enerji dolu merkez, der. Nefesin dışarı çıktığı ve içeri girdiği merkezi, nefeslerin karıştığı noktayı, o merkezi hissettiğin an, onu fark edersen aydınlanırsın.

Nefes – Evrene Bir Köprü – 2 / OSHO

1. Teknik
Şiva yanıt verir:
Ey ışık saçan, bu deneyim iki nefes arasında aydınlanabilir. Nefes içeri girdikten sonra ve dışarı çıkmadan hemen önce; iyilik.

Ey ışık saçan, bu deneyim nefes arasında doğabilir.
Nefes içeri girdikten sonra (yani, aşağı) ve dışarı çıkmadan hemen önce (yani, yukarı) iyilik. Bu iki noktanın arasına ve oluşa dikkat et. Nefes içeri girdiği zaman gözle. Tek bir an için, anın binde biri kadar süre için, nefes alıp vermek yoktur; yukarı dönmeden önce, dışa dönmeden önce… Bir nefes içeri girer; sonra belirli bir nokta vardır ve nefes durur. Sonra nefes dışarı çıkar. Nefes dışarı çıktığı zaman, sonra yine tek bir an için, bir anın bir parçası kadar süre için, nefes durur. Sonra nefes içeri girer.
Nefes içeri ya da dışarı dönmeden önce, nefes alıp vermediğin bir an vardır. O anda, oluş mümkündür, çünkü nefes alıp vermediğin zaman dünyada değilsindir. Şunu anla: Nefes alıp vermediğin zaman ölüsün; hâlâ varsın, ama ölüsün. O an, asla gözleyemeyeceğin kadar kısadır.
Tantra için, dışarı çıkan her nefes ölümdür ve her yeni nefes yeniden doğumdur. İçeri alınan nefes yeniden doğumdur; dışarı verilen nefes ölümdür. Dışarı çıkan nefes ölümle eş anlamlıdır. Bu yüzden her nefesle ölür, yeniden doğarsın. İkisi arasındaki boşluk çok kısa sürer, ama keskin, içten gözlem ve dikkat o boşluğu hissetmeni sağlar. Boşluğu hissedebilirsen, der Şiva; işte iyilik. O zaman başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Mutlusundur, bilmişsindir; olmuştur.
Nefesi eğitmemelisin. Olduğu gibi bırak. Bu kadar basit bir teknik neden? Basit görünür. Gerçeği bilmek için böylesine basit bir teknik! Gerçeği bilmek ne doğan, ne öleni bilmektir, hep var olan o ezeli ve ebedi şeyi bilmektir. Dışarı çıkan nefesi bilebilirsin, içeri giren nefesi bilebilirsin; ama ikisi arasındaki boşluğu hiçbir zaman bilmezsin.
Dene. Birden anlayıverirsin. Sana ya da yapına hiçbir şey eklenmesi gerekmez, herşey yerli yerindedir. Belirli bir farkındalık dışında her şey oradadır. O zaman bunu nasıl yapmalı? İlk önce, içeri giren nefesin farkına var. Onu izle. Her şeyi unut, yalnızca içeri giren nefesi izle; onun geçişini… Nefes burun deliklerine dokunduğu zaman, orada hisset. Sonra nefes al. Nefesle, tamamen bilinçli olarak hareket et. Nefesle aşağı, aşağı, aşağı giderken, nefesi kaçırma. Önüne geçme ya da arkadan takip etme, onunla git. Bunu unutma: önüne geçme, onu bir gölge gibi takip etme, onunla aynı anda git.
Nefes ve bilinç bir olmalıdır. Nefes içeri girer; sen içeri girersin. Ancak o zaman iki nefes arasındaki noktaya ulaşmak mümkün olur. Kolay olmayacaktır. Nefesle içeri gir sonra dışarı çık: İçeri-dışarı, içeri-dışarı.
Buda özellikle bu yöntemi kullanmaya çalıştı, bu yüzden bu yöntem Budist yöntemi haline geldi. Terminolojide bu, Anapanasati Yoga olarak bilinir. Ve Buda’nın aydınlanması bu tekniğe dayalıdır; sırf buna.
Dünyanın bütün din uluları, dünyanın bütün görücüleri şu ya da bu teknik aracılığı ile ermiştir ve o teknikler bu yüz on iki tekniğin içindedir. İlki bir Budist tekniğidir. Dünyada Budist tekniği olarak tanınmıştır, çünkü Buda, aydınlanmasına bu teknik aracılığı ile ulaşmıştır.
Buda dedi ki: “İçeri girerken, dışarı çıkarken nefesinin farkında ol; içeri girerken, dışarı çıkarken.” Boşluktan hiç bahsetmez, çünkü gerek yoktur. Buda, boşluk hakkında endişelenirsen, o endişenin iki nefes arasındaki boşluğa dair farkındalığını bozacağını düşündü ve hissetti. Bu yüzden yalnızca, “Farkında ol. Nefes içeri girerken onunla hareket et ve nefes dışarı çıkarken onunla hareket et.” Yalnızca şunu yap: Nefesle birlikte içeri gir, dışarı çık.” dedi. Tekniğin sonraki kısmı hakkında asla, hiçbir şey şöylemedi.
Sebebi şudur: Buda çok sıradan insanlarla konuşuyordu ve bu bile boşluğa ulaşma arzusu yaratabilir. O boşluğa ulaşma arzusu farkındalığa engel olur, çünkü boşluğa ulaşmayı arzuladığında ileri geri hareket edersin. Nefes içeri girerken sen önden gidiyor olursun, çünkü gelecek boşlukla ilgileniyorsundur. Buda ondan hiç bahsetmez, bu yüzden Buda’nın tekniği aslında bu tekniğin yalnızca yarısıdır.
Ama tekniğin diğer yarısı kendiliğinden gelir. Nefes bilinçliliğini, nefes farkındalığını çalışmaya devam edersen, aniden, bir gün, bilmeden, boşluğa gelirsin. Çünkü farkındalığın keskinleştikçe, derinleştikçe, yoğunlaştıkça, farkındalığın paranteze alındığı zaman; tüm dünya parantezin dışında kalır; içeri giren ya da dışarı çıkan nefes dünyan ve bilincin için tek arena olur, aniden içinde nefes olmayan aralığı hissedersin.
İnceden inceye nefesin hareket ederken, nefes olmadığında, bunun farkına niye varamayasın? Aniden nefes olmadığını fark edersin ve nefesin ne dışarı çıktığını, ne içeri girdiğini hissettiğin an gelir. Nefes tamamen durmuştur. O duruşta, iyilik’i bulursun.
Bu teknik milyonlar için yeterlidir. Asya’nın tamamı, yüzyıllardır bu tekniği denemiş, bu teknikle yaşamıştır: Tibet, Çin, Burma, Tayland, Seylan… Hindistan dışında Asya’nın tamamı bu tekniği denemiştir. Tek bir teknikle binlerce, binlerce kişi aydınlanmaya erişmiştir. Ve bu yalnızca ilk tekniktir.
Ama ne yazık ki bu teknik Buda’nın ismi ile özdeşleştiği için, Hindular ondan kaçınmaya çalışmaktadır. Giderek bir Budist yöntemi olarak tanındığı için, Hindular onu tamamen unutmuştur. Ve bu kadar da değil, ondan bir sebebten daha kaçınmaya çalışmaktadırlar. Bu teknik Şiva’nın bahsettiği ilk teknik olduğundan, pek çok Budist bu kitabın, yani Vigyan Bhairav Tantra’nın Hindu değil, Budist kitabı olduğunu iddia etmiştir.
Ama bu teknik ne Hindu, ne de Budistlere aittir… Teknik tekniktir. Buda bunu kullanmıştır, ama teknik zaten kullanılmak üzere oradaydı. Buda, bu teknik sayesinde Buda, yani “aydınlanmış olan” oldu. Teknik Buda’dan önce vardı; teknik hep oradaydı. Dene onu. En basit tekniklerden biridir… Diğer tekniklere göre basit; senin için basit demiyorum. Diğer teknikler daha güç olacak. İşte bu yüzden bundan ilk teknik olarak bahsedilir.

EVRENDE KORKULACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR

Hayat şaşılacak surette harikalarla dolu bir yaratılış surecidir ve siz onun parçasısınız. Ve her düşündüğünüz, söylediğiniz ve yaptığınız şey de onun bir parçasıdır. Yanlışlar yoktur, hata yoktur. Hepsi Hayattır.

Değersizlik, korku, kasvet düşünceleri; yıpratıcı, negatif düşünceler, tekrar ve tekrar. Simdi önemli bir nokta. Bir düşünce size geldiğinde, o düşünce fiziksel bedeninize duygu olarak aktarılır. Ve bu duygu, sizin deyiminizle, ruhunuza kaydolur. O anda, gelecek zamana ait bir eylem sekil alır. Hepimiz dünya katına bütün duygular, bu heyecanlar dizisini deneyimlemek ve onlar üzerinde hâkimiyet kazanmak üzere geldik.


Tepkilerimizi, kendimize çekeceğimiz düşünceleri, hayatımızda gerçekleştireceğimiz eylemleri seçebildiğimizi idrak ettiğimiz zaman hâkimiyeti kazanmış oluruz. Kendimize çektiğiniz düşüncelerden çoğunun temelinde; bizde bir kusur olduğu ve bizim sevilmeye layık olmadığınız ve sevilmek için bir şeyler yapmak zorunda olduğumuz inancı yatmaktadır


Siz secim yapmak zorunda değilsiniz. Tüm ıstıraba, tüm hastalıklara, tüm acılara, tüm pişmanlıklara, tüm suçlara sahip olabilirsiniz, yine de üzülmenize gerek yok; çünkü gönlünüzdeki sevgi öylesine uçsuz bucaksızdır ki o hepsini taşıyabilir. Bu duygular sizin çocuklarınızdır. Onlar sizin çocuklarınızdır. Bütün istedikleri sizin sevginizdir. Onları siz yarattınız Siz bu duyguları onlara olan sevginizle, onları kabulünüzle işittiğiniz zaman, başkalaşım (trans mutasyon) ve dönüşüm (transformasyon) sözcükleri o zaman gerçeklik kazanacak. EVRENDE KORKULACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR


Hayatınızı dengenizi yitirmiş bir halde geçirmek zorunda değilsiniz. Sizin için neyin iyi oldugunu keşfetmek ve hayatınıza huzur ve uyum getirmek sizin sorumlulugunuzdur.