kendine güvenmek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Günlük Mucize Üstadlığı Programı (Quantum Olumlama)-3


21. Gün
Yapma Hali

Bize insan varlıkları olduğumuz, insanın yaptıkları şeyler olmadığımız hatırlatılır ve günlük yaşamımızın çoğunu bir şeyler yaparak geçiririz. Ama gerçekte ne yapıyoruz? Sadece meşgul müyüz, yoksa yaptığımız şeylerin bir amacı var mı? Yaşamımızdaki herhangi bir gereksinimi ya da arzuyu gerçekleştiriyor mu, yoksa sadece zamanımızı yoğun işlerle mi dolduruyoruz? Bir an durup zamanımızı nasıl geçirdiğimizi, neler yaptığımızı gözden geçirirsek, zamanın çoğunu odaklanılmamış yoğun işle harcadığımızı görürüz. Yaratmayı istediğimiz mucizeler ile ilgili yapma halimize odaklanabilir miyiz? 


Bugün, zamanınızı harcadığınız şeylerin listesini yapın. Şimdi mucizeler listenize bakın. Yaptığınız şeylerin ne kadarı mucizelerinizi destekliyor? Eğer desteklemiyorsa, mucizelerinizi yaratmak için daha fazlasını yapmayı taahhüt edin. Yeni bir ev istiyorsanız, yakın çevrenizdeki evlere bakıyor musunuz? Yeni bir iş istiyorsanız, şirketleri inceleyip onlara CV nizi gönderiyor musunuz? Hatırlayın, siz birlikte – yaratıcısınız ve yaptığınız şeyler enerjinizin mucizelerinizin akmaya devam etmesi için önemlidir ve bu aldığınız rehberliği izlemeyi kapsar.

30 Günlük Mucize Üstadlığı Programı (Quantum Olumlama)-2


11. Gün
Fikirler
 
 Fikirlerimiz, kendimiz ile ilgili sahip olduğumuz inançları ve başkalarının adapte olduğumuz inançlarını kapsar. Diğerleri başkalarının pozitif fikirlerine sahip olabilirken, bizim hatırlayabildiklerimiz negatif fikirler olabilir; yeteneksizliğimizi, değersizliğimizi ve hatalarımızı onaylayan o negatif inançlar. Yaşamımızın herhangi bir anında birilerinin bizim için kullandığı, başarılı olamayacağımız, istediğimiz şeyi yaratamayacağımız veya hatta yaratmaya çalışamayacağımız anlamında yorumladığımız basit bir ifade, yaşamımızın her alanını etkileyen bir inanç yaratır.

Bugün, mucizeler listenizi gözden geçirirken, başka birilerinin fikrinden dolayı başaramayabileceğinizi düşündüğünüz bazı mucizeler olup olmadığına bakın. Bir zamanlar birinin size mucizeler yaratamayacağınız inancını yaratan bir şeyler söylediğini hatırlıyor musunuz? Kendinizle ilgili, değerliliğinizi ve yaşamınızda mucizeler yaratma yeteneğinizi onaylayan yeni bir fikir yaratabilirsiniz. Bunu bugün yapın ki, böylece negatif fikirleri, pozitif fikirlere dönüştürebilirsiniz.

30 Günlük Mucize Üstadlığı Programı (Quantum Olumlama)-1


Bugün İnternette gezinirken bulduğum güzel bir yazıyı paylaşmak istedim 30 günlük Mucize üstadlığı çalışması. 

1.  Gün
Mucize Listeniz
Mucizenin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Lotoyu kazanmak mı? Zor bir durumdan kurtarılmak mı? Çaresizce paraya gereksiniminiz olduğunda sokakta yirmi dolar bulmak mı? Bu şeylerin her biri, bir arzunun tezahürüdür ve mucizenin sadece bir parçasıdırlar. Bir mucize lotoyu kazanmadan, kurtarılmadan veya para bulmadan önce gerçekleşen şeydir. Çünkü inandığımızın tersine mucizenin sonuç ile herhangi bir ilişkisi yoktur.
Bunun yerine, mucize tam ona gereksinimimiz olduğunda, sonucu yaratma yeteneğimiz ile ilgilidir. Kendi yaratıcı gücümüze iman, güven ve inanç eksikliğimizi teslim etme, istediğimiz şey için niyet oluşturma ve onu birlikte – yaratmak için Evren ile birlikte çalışma istekliliğimiz ile ilgilidir. Evren’i yardıma çağırdığımız ve onun bize yardım edeceğine tamamen güvendiğimiz an, mucizelerin gerçekleştiği andır.
Mucize gerçekte, kim olduğumuzun ve kendi realitemizde neleri yaratmaya muktedir olduğumuzun algısını değiştirdiğimiz anda gerçekleşir. Birçok şeye mucize gözüyle bakarız, ama onlar sadece yaratıcı gücümüzün tezahürleridir.
Bir mucize istediğimize karar verdiğimizde ve onu yaratma gücümüzü kabul etmeye istekli olduğumuzda, bu mucizedir. Daha sonra gerçekleşen şey sadece ayrıntıdır.
Çoğu zaman mucizeler yaratmayız, çünkü mucizelerin bizim başımıza gelebileceğine inanmayız. Veya isteriz ve tam bir şeyler gerçekleşecekken, Evren’in bizi işitmediğini veya işittiğini ama yanıtlamaya istekli olmadığını düşünürüz. Sabırlı olmak bazen mucize dersimizin bir parçasıdır.
Ev ödevi: Yaşamınızda yaratmak istediğiniz en azından 1 adet mucize listesi yaratın, 5 ten fazla olmasın. Listenizi yaratmak için takip edeceğiniz bazı bilgiler:

YAPINIZ:
 
Ne kadar görkemli olduğunu düşünmenize bakmaksızın, arzu ettiğiniz şeyi isteyin. Mucizeler kalbinizden gelir ve eğer kalbiniz bir şeyi arzu ediyorsa, o sizin için doğru olmalıdır. Sınırlamalar ve beklentiler olmadan isteyin, Evren’in istediğiniz her neyse yerine getireceğini bilin, ama istediğiniz şeye beklentiler eklerseniz veya sizin için mümkün olabilen şeyi sınırlarsanız, bunları yerine getirmez. Şükranla ve teşekkür ederek isteyin. Evren, isteklerimizi söyler söylemez, isteklerimiz üzerinde çalışmaya başlar, öyleyse sadece isteyin ve aldığınız şey için minnettar olun. Zamanla tezahür edecektir. 

Fakir ve eziktim, hangi kız bana bakar diye düşünüyordum ki...

   Kitapları onlarca baskı yapan, verdiği seminerlerde binlerce kişiyi toplayan Psikolog Doğan Cüceloğlu'na gördüğü ilginin nedenini sorduk. Aslında biz onunla sınav döneminde anne ve babaların çocuklara nasıl davranması gerektiğini irdeleyen son kitabı 'Başarıya Görüren Aile'yi konuşacaktık. Ama konu kendi yarattığı 'içimizdeki çocuk' kavramına gelince söyleşi saptı. Siz onun şu anki mutluluğuna bakmayın.
    Zamanında içindeki çocuğu hep mutsuz kıldı. Hele konu kadınlar olunca! Psikolog olması, hayata ve bireye dair gerçekleri kabul etmesi ve Amerika'da yaşadığı günlerden kalan deneyim onu bugün mutlu olduğu kadar çevresine de mutluluk dağıtan biri haline getirdi. En popüler olan kitabı 'İçimizdeki Çocuk'u yazalı yıllar oldu. Ama siz hâlâ çocuğun sesine kulak veremiyorsanız Cüceloğlu'nu mutlaka dinleyin.
    Var olanı yargılamak salaklık, ahmaklıktır
    Hocam kitaplarınıza, özellikle de seminerlerinizde size olan ilgi hiçbir zaman azalmıyor. Söylediklerinizi başkaları da söylüyor ama onlar sizin gibi insanları toplayamıyor çevresinde. Siz bu durumu neye bağlıyorsunuz?
    Varoluşuma bağlıyorum. Benim anlattığım bilgi varoluşumla ilgili. Öğrendiklerimi yaşadıklarımla sentezleyip insanlara anlatabiliyorum. Bunun dışında, tahmin ediyorum ben insanları yargılamıyorum. Bunu da beni sevsinler diye yapmıyorum. Bana göre hayatta yargılanacak bir şey yok. Varolan bir şeyi yargılamak salaklık, ahmaklıktır. Yapılan şey bir gerçektir. Anlamak lazım insanları. Böyle yorumladığım için, beni dinleyen kişi yaptığı şeyin kendi kafasına göre ne kadar anlamlı olduğunu düşünüyor ve rahatlıyor. En önemlisi kendiyle olan ilişkisinde kabule doğru gidiyor. Kendini suçlama, sevmeme, kendine yabancılaşma, uzaklaşma durumu ortadan kalkıyor. Bunu hissediyorlar. İçlerindeki bastırılmış ve kendilerine dönük olan sevgi; çevreye, hayvanlara, kuşlara yöneliyor. Belki de o nedenle beni seviyorlar.
   İnsanlara mutlu olmalarını, içlerindeki sevgiyi çıkarmalarını söylüyorsunuz sürekli... İşler yolunda gitmediğinde de bu mümkün mü? Seminerinize kimse gelmese, kitaplarınız satmasa, çocuğunuzla sorunlar yaşasanız da yine böyle şekerden sarhoş olmuş arılar gibi uçabilir miydiniz? 
     Bayağı tokat yedim hayattan. Sartre'ın bir sözü var: "Yaşamın anlamı yaşamı nasıl yaşadığınızda yatar" diyor. Şimdi burada ben buna savaşçı tutumu diyorum. Bir tek şeyimiz var yaşamak. O da bize verilmiş zaman. Ben kendimle olan ilişkimde eğer kendime "ben elimden gelenin en iyisini yaptım, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım" diyebiliyorsam artık coşkuluyum. Aksi halde akıl hastanesine giderim. Bu şekilde yaşarsanız gerçeği bulursunuz. Bir de en önemlisi gerçeğe saygı. Gerçek benim için en kutsal şey. Diyelim ki bir davranışta bulunmuşum ama hata yapmışım. Hatam bir gerçek ama egomdan dolayı bunu görmüyorum. Bu noktada hatamızla, kırdığımız kişiye "Hata yaptım, özür dilerim size şöyle bir zarar verdim, onu gidermek için elimden geleni yapacağım" diyebilirsek özgürüzdür artık.
    Herkes kendi gerçeğini yaşıyor hem de aynı ortamda ve sorunlar çıkıyor. Ne yapacağız bu durumda peki?
   "Ben senin gerçeğin yanlış" dediğim andan itibaren üç seçenek çıkar. Birincisi savaş, ikincisi dövüş, üçüncüsü ise güreş. Üç ihtimal var, üçü de kötü. Karşıdakinin gerçekliğini kabul etmiş olmak seninkinin yanlış olmasını gerektirmez. Şimdi, suya cıvık diye karaktersiz demek olur mu! "Nedir bu su ya, su ne biçim şey ya, şuna bak lık lık lık dökülüyor... Karaktersiz işte, dökülen kabın şeklini alıyor, kokusu da yok. Allah belasını versin!" desem kabahat suda mı bende mi? Çocuk ayağını taşa vuruyor sonra ağlamaya başlıyor biri geliyor taşa vuruyor 'eh eh eh' diye... Ne kadar saçma bir şey.
    Günlük yaşamınızda 'içinizdeki çocuğa kulak veremediğiniz oluyor mu?
   Oluyor tabii, bazen karşımdakinin acı çekmemesine, kendi onurunu, saygısını kaybetmemesine özen gösterim. O zaman çocuğu dinlemiyorum. Akşam eve gidince "B.k gibi bir gün geçirdim, niye böyle oldu diye" düşünürüm. Sonra içimdeki sesi dinlemediğimi fark ederim.
   Peki kitap yazarken neyi ele alacağınıza kim karar veriyor? Yayıncı mı, içinizdeki çocuk mu?
   Genel olarak yaşamımdaki sorunları keşfetmeye başladığım zaman 35-40 yaşlarındaydım. "Ben yaşadığıma göre başkaları da bu sıkıntıları yaşar" dedim ve bunları paylaşmaya başladım.
   Kitaplarınızda hiç karşı cinsle olan ilişkileri, aşkı ele almıyorsunuz. Memlekette dokuz ay birbirine bakmaktan öteye gidemeyen var. Niye bu konuyu irdelemiyorsunuz? 'İçinizdeki çocuk' hiç sıkıntı çekmemiş anlaşılan.
    Şimdi, güzel bir tespit. Seni Allah gönderdi galiba. Evet bunu yazmalıyım. Ben fakir bir ailenin 11 numaralı çocuğuyum. O nedenle de bayağı zorluk çekerek okudum. Giyim, yeme, içme hep eksik kaldı ve kendimle ilişkimde aşağılık duygusu vardı. 'Kim benim yüzüme bakacak' halini yaşadım hep. Hiçbir kıza açılamadım. Ondan dolayı hep eziklik duygusu yaşadım. Sonra farkına vardım ki hepsi benim kafamda yarattığım bir öyküydü. Kızlarla alâkası yoktu. Psikoloji bölümüne girdiğimde oraya felsefe öğretmeni olacak olanlar giderdi. 100 öğrenciden 90'ı kızdı. 10 erkek öğrenciden 8'i asker kaçağıydı. Yani ben ve Erol Güngör vardı psikolog olmak isteyen. Zaten ikimiz de asistan olduk sonra. O kadar siliktim ki! Çünkü 13 yıl önce ağabeyimin giydiği ceketle, kravatla gittim okula. Kafam üç numaraya vurulmuş... Sınıfta İstanbullu kızlar çoğunluktaydı ve yüksek sosyo-ekonomik çevredendi onlar. Amerikan Koleji, Dame de Sion gibi okulları bitirmişlerdi. Dahası yabancı ülkeye gitmiş gelmişler, üçüncü dördüncü sınıfta eğleniyorlardı zaten.
    İçinizdeki çocuk ne fena anlar yaşamıştır!
    Hem de neler. Hiç şansınız yoktu. Hatta hatırlıyorum, ilk derste karşıma Sait Faik Abasıyanık'ın yeğeni oturmuştu. Ay bir gözleri var, bir çift güzel göz! Derin dekolteli bluz giymiş, göğüsleri tomurcuk tomurcuk böyle. Hangi dersti, hoca kimdi, hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece göğüs ve göz aklımda kaldı. Ve o günlerde hep şu duyguyu yaşadım 'o kız yıldızlar kadar uzak benden.' Elimi uzatsam dokunabileceğim, ama psikolojik olarak yıldızlar kadar uzak ve bir şey yapamıyordum. Müthiş bir eziklik duygusuyla Amerika'ya gittim yüksek lisans için. Ve benim kız arkadaşım hiç olmadı.
   Amerika'da da mı?
   Yok, Türkiye'de. Amerika'ya gittim, Amerika'daki kızlar beni tedavi etti.
   Kızların verdiği seminere giderek değil herhalde?
   Arsızlar! 'Hi, how are you' deyip gözüyle, başıyla işaret ediyorlar. Ben ilk başlarda arkaya bakıyordum, bana yaptıklarını düşünmüyordum. Sonra anladım. Tedavi böyle oldu..
   O yüzden Amerika'da yaşayan bir başka oluyor memlekete dönünce! 
   Bizim kültürde erkeğin kendisi değildir. Kariyeri, sahip oldukları şu, bu. ABD kültürü içinde bunlar kimsenin umurunda değil. Bakınca hoşuna gidiyor mu gitmiyor mu hadisesi.
   Bu deneyimlerinizi de kitap yapsanız, ilişkilerde aslolanın ne olduğunu ortaya koysanız. Ülkenin çehresi değişse güzel olmaz mı? Hepimiz Amerika'ya gidemeyiz ya! Gitsek bile hayat durur. Ülkede ne gazete çıkar, ne banka çalışır, ne akademik hayat sürer!
   Bu konuyu kitap yapacağım, seni bana Allah gönderdi. Türkiye'de genellikle oğlan kızın içindeki özle değil kız vasıtasıyla yakalandığı öykünün içinde. Kız da oğlanı araç olarak kullanmış bir öykünün içinde.
    Türkiye'ye dönünce tabii daha bir mutlu hayatı kucaklamışsınızdır...
   Geçen aylarda ikinci evliliğimi yaptım. Eşimin ikinci evliliğinden olan bir kızı var. Ergenlik çağında, onun ergenliğini de gözleme imkânı buluyorum. Çok tatlı bir ilişkimiz var. Numara yok.
    Çok etkileyici konuşuyorsunuz... Seminerlerinize gelip de size âşık olan bile vardır. Hem psikologsunuz, hem Amerika deneyimi...
   Şimdiki eşimle bir konferansımda tanıştık. Oluyor abi, ara sıra. Şanslıyız o bakımdan. Şakalaşıyoruz, geçiyor işte.
   ANNE BABALARIMIZIN HAYATLARI PALAVRA
   Son kitabınızda sınavlara hazırlanan gençlere anne babaların nasıl davranması gerektiğini anlatıyorsunuz. Kitapta 'yaşam başarısı' üzerinde çok duruyorsunuz?
  Peki bir insanın yaşam başarısı için sınavları kazanması şart mı?
  Tabii ki değil. Üniversiteyi kazanır, iyi bir iş bulur, hatta iyi bir evlilik yapar ama yine de yaşam başarısına sahip olamayabilir. Eğer bir insan yaptıklarının bilincindeyse, yaptıkları ona keyif veriyorsa ve mutluysa başarılıdır.
   Bir de kişi mutlu olmasına rağmen, anne babaları çocuklarının hep mutsuz olduğunu düşünüyor... Örneğin benim bir arkadaşım var hayatından çok memnun. Ama annesi her gün ağlıyor. "Oğlum askere gitmedi, oğlumun arabası evi yok, oğlumu kadınlar bitirdi"... O da ayrı bir sıkıntı.
    Milyonlarca genç bu sıkıntıyı yaşıyor. Anne ve babam mutsuz diye üzülüyor. Kendileri bile mutluluklarından emin olamıyor bu yüzden. Anne baba her şeyi iyi bilir ya! Asıl gerçek, anne babalarımızın hayatının palavra olması ama farkında değiller. İstiyorlar ki çocukları direksiyona geçmesin, hep biz kullanalım arabayı. Oysa çocuklarının keyif alacağı şeyi, mutlu olacağı yaşantıyı onlar bilemez. Çocukları mutluysa tamamdır, gerisi boş şeyler.
   Yani gençler anne babamız mutsuz diye üzülmesinler. Yaşamlarına devam etsinler. Anne babalar da kendi yapmak istediklerini çocuklarına yaptırma isteğinden vazgeçsinler.
SINAV DÖNEMİNDE ANNE BABALAR NELER YAPMALI?
   Doğan Cüceloğlu'nun Remzi Kitabevi'nden çıkan son kitabı 'Başarıya Götüren Aile'de sınav döneminde anne babaların çocuklarına nasıl davranması gerektiği konusu inceleniyor. Cüceloğlu, anne ve babaların şu dört soruyu kendilerine sormaları gerektiğinin altını çiziyor:
  • Çocuğum yapacağı işin bilincine vardı mı?
  • Çocuğum yapmak istediklerini besleyen bilgiyi araştırıyor, keşfediyor, özümsüyor mu?
  • Çocuğum, bilgisini sınamak için gerekli becerileri kazanıyor mu, bilgi ve becerisini eyleme dönüştürüyor mu?
  • Çocuğum elde ettiği sonuçlardan ders çıkararak, daha iyisini yapabileceğinin farkına varıyor mu?

   Doğan Cüceloğlu İmzası Kullanıyorum

   Deneysel psikolojiyi bırakıp popüler psikoloji yaptığınız için eleştiriyorsunuz...

   Ben akademik kimliğimi kullanarak sadece bir kitaba imza attım: İnsan ve Davranış. Sonra bir karar aldım ve kendimi Türk çocuklarına sağlıklı ortam yaratmaya adadım. Bundan sonra da kitaplarıma sadece Doğan Cüceloğlu imzası kullandım. Beni eleştirenleri saygıyla karşılıyorum ama anlamış değilim. ABD'de nörofizyoloji alanında Nobel alan bir bilim adamı bile çalışmalarını halkın anlayacağı bir dille yayınlıyor.

Yazan : Aykut Aykanat

Kendinize güvenmenin 14 yolu

Eğer özgüveninizi yitirdiğinizi düşünüyor ve nedenini sorguluyorsanız, ya da kendinize güveninizi nasıl pekiştireceğinizi merak ediyorsanız bu tavsiyeleri uygulayın.
1. Önce bütün olumsuz tecrübeleri unutun. Durup dururken güveniniz yitirmeniz, basarisizlik duygusunu yasamaniz bundan olabilir. O yüzden ilk adim olarak gecmisteki bütün kötü deneyimleri yok edin. Beyninizden silin gitsin!
2. Kendinizle iletisiminiz cok önemli. ”Sen bunu yeneceksin” gibi cümleler kurmayin. Yani kendinize ic sesinizle “sen” diyorsaniz bu sorundur. İlk olarak kendinizle “iletisim”e gecip, “ben bunu yaparim” seklinde cümlelerle ise baslayin.
3. Erteleme olayina bir son verin. Bir seyi sonlandirmayip, yarim birakma, basarili olamama korkusuna dayanabilir. “Su an” yapacaginiz ne varsa “hemen simdi” yapin. Bir not edin bakalim, “yarim” biraktiginiz isler cok fazla mi? Onlari tamamlamak güven duygunuzu rehabilite edecektir. Cok basit seylerde bile bunu uygulayin. Sacinizi kestirmeyi ne zamandir erteliyor musunuz. Hemen gidin kestirin mesela..
4. Kesin olarak istediginiz seyin ne oldugunu düsünün. Tam olarak neyi, ne kadar, nerede ve nasil elde etmek istiyorsunuz? Bunu dakikalarca düsünüp, o cok istediginiz seye odaklanin. Adrenalinizin arttigini, istediginiz seye kavusmayi “düsünmenin” sizi pozitif bir ruh haline soktugunu göreceksiniz.
5. Kötü tecrübeleri beyninizin bilgisayarini cöp kutusuna atip, silmistiniz ya. Eh simdi, arkadaslarinizla beraberken biraz sikiliyorsunuz degil mi? Onlara hep ”dertlerinizden” söz ederdiniz hani! Canim, biraz düsünün, sizin hic basariniz olmadi mi gecmiste. Dost sohbetlerinde arada sirada bu basarilarinizdan da söz edin.. Anlatirken bunu nasil yaptiginizi yeniden hatirlayacaksiniz. Belki de bu yöntem, baska ulasmak istediginiz idealleriniz icin de ise yarar!
6. Çevrenizi iyi gözlemlediniz mi? Basarili ve mutlu insanlar genellikle “Çözüm”e odaklidir. Bu insanlar yüzde 20 problemlere, yüzde 80 cözümlere odaklanir. Bazi sorunlar aslinda sizin “büyüttügünüz” kadar degil. Siz ona “odaklandikca” o büyüyor, büyüyor ve cözülmez bir hale geliyor. Bu sorunlarda cikmaza girdiginizde bir “örnek” bulun. Yari sorunu cözmüs bir insan örnegi. O, nasil cözdü? Tamamen bu yönteme odaklayin kendinizi.
7. Enerjinizi cogaltin. Cünkü enerji bize sadece fiziksel güc olarak gerekli degildir. Duyu organlarimiz da enerji ile calisir. Bu enerji sesinize, bakisiniza, görünüsünüze etki eder. Spor yaptiginizda seretonin ve endorfin hormanlari artacak. Bu iletisimde cok önemli; Bakislariniz da bu hormonlarin etkisiyle karsi tarafa daha kolay “olumlu” mesajlar göndermenizi saglayacak. Kendinizi “iyi” hissetmek, güne gülümseyebilmek icin spor cok önemli. Unutmayin, egzersizden uzak kaldiginizda, adeta benzinsiz bir araba gibisiniz!
8. Telkin cok önemli. Her ne istiyorsaniz onu olmus gibi hayal edin: Alt bilinciniz sadece simdiki zamani bilir. O yüzden gelecek zamanli cümleler kurmayin. Örnegin, ”zayiflayacagim” derseniz asla zayiflayamazsiniz. Belirsiz bir gelecek yerine, “su anda yapiyorum” deyin.. Bu mesaji yolladiginizda, alt bilinciniz sizi o amac icin bazi tutumlara davet edecektir. Siz farkinda bile olmadan… Enerjiniz cogalacak, yavas yavas zayiflama istegi artacaktir.
9. Aman, renkler cok önemli. Giysilerde renk tonajlarina dikkat edin. Sectiginiz her renk sizi anlatiyor cünkü. Canli renkler mutluluk ve neseyi koyu renkler ise ciddiyeti temsil ediyor. Bu tarz olarak size en yakisani secin. Bu giysileriniz canli renklere sahipse güveninizin kendiliginden gelistigini göreceksiniz. (Tabii yerine göre.. Bir is toplantisina da piril piril renklerle gidilmez elbette.) Su acik ki, asil olarak “ten giysiniz”, yani solgun olmayan bir cilt, pariltili bakislar giysilerden daha da önemlidir. Olumlu düsündükce farkli bir ten renginin ve bakislarin sizde oturdugunu farkedeceksiniz.
10. “Evet” ve “hayir” lara dikkat. Hickimse size istemediginiz bir seyi yaptiramaz. Bazi insanlara da hayir demeyi ögrenin. Hoslanmadigıniz bir mekana sizi götürmek isteyen arkadasiniza karsi rahatlikla ” hayir” kelimesini kullanin. Birlikte keyif alacaginiz mekanlari sececek arkadasiniz mutlaka vardir. Sizi rahatsiz eden, olumsuz ruh halinizi cogaltan insanlarla iliskinizi de gözden gecirin. Sizi üzen bir insanla yola devam etmek sizden sürekli götürecektir.
11. Gelecegi “belirsiz” birakmayin. Planlayin. O gerceklestiginde neler hissedersiniz, sürekli bunu düsünün. Artik o ideale, o “plan”a nasil ulasacaginizi düsünün ve kendinizi orada hayal edin sik sik. Örnegin isyerinizde “sef” mi olmak istiyorsunuz? Sürekli bunu nasil gerceklestireceginizi düsünmenin ve bu anlamda somut olarak neler yapabileceginizin ötesinde, o görevi “hayal” edin. Kendiniz orada, bir toplantida iken hayal kurun örnegin. Hayaliniz güclendikce, tutumlariniz da degisecektir. Örnegin, o iste sef olmak icin önce dil mi bilmeniz gerekiyor. Farkinda olmadan ayaklariniz sizi bir bir hafta sonu kursuna dogru götürecektir.
12. Gelecegi planlamak kendinize güveni, kendinize güvenmek de size bazi “formüller” de getirecektir. Örnegin zayiflamak istiyorsunuz ama neden sismanladiginizin “formülü”nü dikkate almiyorsunuz. İste olumlu bir sekilde basariya odakladiginizda beyniniz, size “neden sismanladiginiz”i da animsatacak. Ve sizi kilo almaya götüren nedenleri de hayatinizdan kaldirmak üzere planlar yapiyor olarak bulacaksiniz kendinizi..
13. Bir de, “olumlu” anlam iceren kelimelere dikkat edin. Olumsuz olarak beyninize yerlestirdiginiz cümleler size baski yapar. Orada “beslenir” ve daha güclü olarak geri dönebilir”. Bir örnek vermek gerekirse, “asla televizyon seyretmiyorum” demeyin. Beyniniz sizi daha istekli olarak TV seyretmeye zorlar. İnsanlarin “kötülükleriyle” ugrastiginizda da ters tepki verir. Kötü bir kelimeyi kullandiginizda ona yüklediginiz anlami bilincinize cagirirsiniz! Bu kelimeyi cok sik hatirlamaya baslarsiniz. Hatta yillar sonra o eylemin icinde bile görebilirsiniz kendinizi. O nedenle “olumsuz” herhangi bir kelimeyi (Her ne olursa olsun) beyinize yerlestirmemeye özen gösterin.
14. Hayatinizi yönlendirin. Ne eksikse yasaminizda ona kanalize olun. Sevgi mi yok, sevgi birlikteligine kanalize olun. O boslugu bir sevgili dolduracaksa, yani ona gereksinimiz varsa bunu planlayin. Bir takim duygusal bosluklarin yerini baska seylerle kapatmayin. Zaten olumluya ve basariya kanalize olmus bir ruh hali, baska arayislariniza cözüm bulmak üzere de konumlanacaktir. Basari ve sevgiyle birlikte donanmis benliginiz, size enerjiyi ve mutlulugu da cagiracaktir.


   Kendinize güveninizi kaybederseniz hayatı ıskalamaya başlamış demeksiniz. ne olursa olsun kendinizi sevin ve kendinize güvenin. Eğer siz kendiniz sevmezseniz yada kendinizie güvenmezseniz başkası niçin sizi sevsin yada size güvensin.

    Şartlar ne olursa olsun gülümsemeyi bırakmayın. 
 Lütfen Gülümseyin. Hayatın amacı deneyimlemek ve keyif almaktır.

Evrenin yasalarını Anlamak ve Refah İçerisinde Yaşamak-7

Çalışma-3 : İçinizdeki Sabatojcu ile yüzleşme
Sabotajcı Arketipi: Kabul etmenin zor olduğu arketiplerden biridir ama bu arketip herkeste vardır ve onun olumlu özelliklerini kullanmak için önce anlamak ve içimizdeki sabotajcı ile yüzleşmek lazımdır. Sabotajcının en net özelliği kendi kendimizi sabote etmek konusunda ortaya çıkar. Ne zaman bir karar verip, korkularımızdan dolayı vazgeçersek, ne zaman bir işi başarmak isterken kendimize engel olacak mazeretler üreterek işi bırakırsak yada yarı yoldan dönersek sabotajcı yönümüz bizi kontrol ediyor demektir. Sabotajcının silahı korkulardır ve bunları kullanarak sabote eder.  
  • Hangi korkulara sahibim?
  • Hangi korkum beni amaçlarıma ulaşmaktan alıkoyuyor?
  • İsteklerimin peşinden koşuyor muyum, yoksa bahaneler bulup erteliyor muyum?
  • Kendimi sabote ettiğimi fark ediyor muyum?
  • Övgüleri ve iltifatları kolaylıkla kabul ediyor muyum, yoksa bunları duymak ilk anda beni rahatsız ediyor mu?
 Sabotajcı olumlu yönlerinde ise kendimizi sabote ettiğimiz durumları görmemizi ve ayı hataları yapmamamızı sağlar. Artık hayatınızda bahaneler biter, isteklerinizin peşinden koşarsınız. Olumsuz anlamda sabotajcı korkuları kullanırken, olumlu anlamda ise sizi koruma görevi yapar. Örneğin diyet yapmaya karar verdiniz ve artık fazla kilolardan kurtulmaya kararlısınız. Diyetin ilk gününde komşunuz elinde böreklerle kapıyı çalıyor. Eğer sabotajcınızın farkında değilseniz muhtemelen diyeti bir sonraki hafta yaparım diyecek ve kendi kendinizi sabote edeceksiniz. Ama eğer sabotajcınızın farkında olsaydınız, muhtemelen komşunuz size hiç gelmeyecekti. Çünkü artık sizin kendi kendinizi sabote etmek için bir nedene ihtiyacınız yoktur.

İnadı bırakın!


“İnat aynı hatalı yöntem de ısrar etmektir. Kararlılık, amaca ulaşmak için farklı yöntemleri denemektir.  Bir şeyin türlü denemelere rağmen olmadığını görünce vazgeçmek erdemdir.”


Kararlılık ile inatçılık çoğu zaman birbirine karıştırılan iki kavramdır. İnatçılığın olumsuz bir anlamı da olsa, her şeye rağmen içindeki kararlılık unsuru dolayısıyla hoşuma giden bir yanı vardır. Ancak ne kadar hoşuma gitse de, inatçılığın içinde akılcılığın bulunmaması, bu tutuma beslediğim hoşgörünün çabuk bitmesine yol açar. Öncelikle inatçılığı bir tanımlamaya çalışayım. İnatçılık amaca ve yönteme aşırı bağlılığın sonuca yarar sağlamadığı halde gösterilen ısrardır. Bu konuda halk arasında verilen en güzel örnek keçi inadı sözüdür. 
     Meşhur öyküdür; iki keçi ağaçtan bir köprüde karşılaşmışlar ve her ikisi de diğerine yol vermediği için köprünün orta yerinde kilitlenmişlerdir. Bu tür bir inat, her iki keçinin de hiçbir zaman esas amaçlarına –köprünün diğer ucuna geçme amaçlarına- ulaşmalarına engeldir.  
   Çocuklar kendilerini sıklıkla çıkmaza sokacak şekilde inatlaşırlar. Bunu giymeyeceğim, bunu yemeyeceğim gibi aslında inat etmenin belirli bir işlevi gerçekleştirmeyeceği konularda ısrarlı olabilirler. Özellikle sadece erişilebilir tek bir kıyafet varsa, bunu giymeyeceğim demek anlamsızdır. Aynı şekilde inatçı biriyle başa çıkmanın yolu da basittir; ona yol vermek. Eğer tek şeritli bir köprüde ben bir keçiyle karşılaşırsam, geriye gitme pahasına hemen yol veririm. Çünkü aksi takdirde çok zaman kaybedeceğimi ve bu inadın bir işe yaramayacağını bilirim. Buradan anlaşılacağı üzere karşılıklı inatlaşma bir tür tuzaktır.
      Kararlılık inatçılıkla ne kadar karıştırılsa da, oldukça farklıdır. Kararlılık, amaca ulaşmak için önümüze çıkan engellere rağmen farklı yöntemler kullanma konusunda ısrarlı olmaktır. Diyelim ki biz bir satıcıyız; bir fabrikaya bir makine satmaya karar verdik. Teklifi yazılı olarak gönderdik; ama bize bu makineyle ilgilenmediklerini bildiren bir mektup gönderdiler. Şimdi bu yazıyı okuduk, anladık ki bu fabrikadan iş çıkmayacak. İşte kararlılık burada devreye giriyor. Eğer biz yazıya rağmen fabrikadaki satın alma müdüründen randevu alarak bir kez de derdimizi sözlü anlatıyorsak, bu bizim kararlı olduğumuzu gösterir. Eğer bu görüşmede sonuç vermezse fabrikanın üretim müdürüyle iletişime geçmek ve onu bizim makinelerimizin kullanıldığı bir fabrikaya götürmek yine kararlılıktır. Bu da işe yaramazsa bizim fabrikanın genel müdürünü, diğer fabrikanın genel müdürüyle görüştürmek yine kararlılıktır. Dikkat ederseniz verdiğim örnekte amaç aynı ama yöntem farklıdır. Bazen de kararlılık aynı yöntemi farklı zamanda uygulamak anlamına gelir. Aynı yazılı teklifi her üç ayda bir tekrar yaparsınız, hiç beklenmedik şekilde 24 ay sonra malı satarsınız. Değişen nedir? Koşullar değişmiştir; belki satın alma müdürü değişmiştir; belki mevcut kullanılan makinelerden şikayet etmeye başlamışlardır.
     Kararlılık her zaman da çok da yararlı değildir; bazen pes etmeyi de bilmek gerekir. Örneğin, iki yıl boyunca iş bulamayan çok sevdiğim değerli ve yeterli bir arkadaşıma, bu iş arama sürecine son vermek için kendisine bir tarih koymasını tavsiye etmiştim. İşsiz kaldığı ilk andan itibaren 30 ay içinde iş bulamayacak olursa kendi işini kurmak için çaba harcamasını önerdim. Şimdi kendi gelirini kazandığı ve çok mutlu olduğu bir işi var. Genç bir işadamı dostum da belirli bir işi tutundurabilmek için çok uğraşmıştı. Yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi defalarca farklı yöntemleri denemişti. Kararlılığın sizden en çok alıp götürdüğü şeyler zaman, umut ve enerjidir. Onun için üç kaynağında sonuna gelmeden amacı değiştirmek gerekir. Ona da aynı öneride bulunmuştum. Kendine bir tarih koy ve bu tarihe kadar hiçbir netice alamazsan bu uğraştan çık.
Kararlılık gösterilmesi gereken süre bazen üç yıldır; bazen de on üç yıldır. Bu sürenin ne olması gerektiği amacın, projenin doğruluğuna, sizin için önemine ve koşullarınıza bağlıdır.

Sağlık Olsun..

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama, yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım, diye sevin.
Pencereni aç, yağmur da olsa fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart

Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..

Ayakkabıların boyalı olsun kokun mis
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle karşına ilk çıkana gülümse aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine dünden önceki günden
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla
Ohhh şöyle bir hafifle...

Bir güzel kahve ısmarla kendine seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan güneş varsa ısın hatta üşü hava soğuksa
Yürü yürürken sağa sola bak öylesine değil görerek bak
Çiçek görürsen kokla köpek görürsen okşa çocuk görürsen yanağından makas al..
Sonra şöyle bir düşün kimler sana yol açtı
Sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı
Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?

Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra arayabilirsen ara
Hatırlarını sor öyle laf olsun diye değil kucaklar gibi sor..

Bu sadece onların değil senin de yüreğini ısıtacak yüzünde güller açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada...
Ailecek kurulun sofraya öyle acele acele değil vazife yapar gibi hiç değil
Şöyle keyife keyif katar gibi lezzete lezzet katar gibi
Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..

Gece evinde dostların olsun
Sohbet mezen kahkahan içkin olsun
Arkadaşım hayat bu daha ne olsun?

Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

[ Can YÜCEL ]

Kendini Sevmek Ve Onaylamak

Kişiler terapiste başvurduklarında, sorunları ne olursa olsun (hastalık, parasızlık, doyumsuz ilişkiler ya da tıkanmış yaratıcılık duyguları vb.) terapistin üzerinde durması gereken temel yapılardan biri şudur: 
Kendini sevmek ve onaylamak.
Kişi kendini olduğu gibi kabul ettiğinde, onayladığın da ve sevdiğinde, her şey zamanla yoluna girecektir. Küçük mucizeler (sağlığın düzelmesi, daha çok kazanma, ilişkilerin daha doyumlu hale gelmesi, kendini daha yaratıcı ve doyurucu biçimlerde ifade etmeye başlama, vb.) her yerde görülür. Ancak küçük mucizeler çabalamandan kendiliğinden olmaz, emek gerektirir.
Kendini sevmek ve onaylamak, güven ortamı yaratmak, kendine güvenmek, layık olduğunu düşünmek ve kendini olduğun gibi kabul etmek, kişinin kafasının içinde yeni bir düzen ve daha sevecen ilişkiler kurması demektir.
Kendini ve bedenini seven bir kişi, ne kendini ne de başkalarını kötüye kullanır.
Kendini onaylama ve kabul etme, kişinin hayatının her boyutunda olumlu değişimlerin olması için temel bir anahtardır.
      Kendini sevmek, kişinin hiçbir şey için kendisini eleştirmemesiyle başlar. Olumsuz bir eleştiri kişiyi tam da değiştirmek istediği davranış kalıbının içine hapsedebilir. Kişinin kendisine gösterdiği anlayış ve şefkat bu kısır döngüden çıkmasını sağlar. Bu nedenle kişi kendini eleştirmek yerine kendini onaylamayı denemelidir. Çünkü ruhsal ve bedensel sorunları çözen sihirli değnek kendini sevmek ve onaylamaktır. Kişi kendini iyi hissettiğiniz zaman, hayatı da düzgün gidecektir. Kişi aşık olduğu dönemlerde sorunları yokmuş gibi hissedebilir, Kendi­ni sevmek de aşık olmak gibi güzel duyguları ve güzel olayları kişiye getirecek ve kendini havada dans ediyormuşçasına hafif hissettirecek bir süreçtir. Yani kendini sevmek kişinin kendini iyi hissetmesini sağlar.
    Kişi kendini onaylamadıkça ve olduğu gibi kabul etmedikçe, gerçekten kendini sevmek imkansızdır. Bu da, ne olursa olsun kişinin kendini eleş­tirmemesi demektir. 
“Ama ben hep kendimi eleştiririm”, 
“Kendimin şu yönünü beğenmem nasıl mümkün ki?”,
“Ailem, öğretmenlerim, arkadaşlarım ve sevgililerim daima beni eleştirdi”, 
“Kendimi nasıl motive edebileceğim ki?”, 
“Ama böyle şeyler yapmak benim için yanlış olur” gibi düşünmeyi bırakmak, kendini sevme sürecine başlamak demektir. 
Goethe "Neyi yapabiliyorsan ya da yapabileceğini hayal ediyorsan başla, cesarette; aklı, güç ve büyü vardır" derken, başlamanın “ilk adımı atmak” anlamına geldiğine dikkat çekmiştir. 
Herkes her şeye baştan başlayabilir.

Uzm.Psk.Dan. Cem KEÇE