osho etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nefes – Evrene Bir Köprü – 4 / OSHO


4.Teknik
Nefes tamamen çıktığında (yukarı) ve kendiliğinden durduğunda ya da hepsi içeri çekildiğinde (aşağı) ve durduğunda… Böylesine evrensel bir duraklamada, insanın küçük benliği kaybolur. Bu yalnızca, saf olmayanlar için güçtür.
Ama o zaman herkes için güçtür, çünkü der ki: Bu yalnızca saf olmayanlar için güçtür.
Ama saf olan kim? Senin için güç; onu uygulayamazsın. Ama bazen aniden hissedebilirsin. Araba sürmektesindir ve aniden kaza olacağını hissedersin. Nefes durur. Çıkmışsa, dışarıda kalır. İçerideyse, içeride kalır. Böyle acil bir durumda nefes alamazsın; bunu göze alamazsın. Her şey durur, ayrılır.
Böylesine evrensel bir duraklamada, insanın küçük benliği kaybolur.
Küçük benliğin yalnızca günlük bir hizmettir. Acil durumlarda onu hatırlayamazsın. Kim olduğun (isim, banka hesabı, prestij, her şey) uçar gider. Araban bir başka arabaya doğru gitmektedir; bir an sonra ölüm gelecektir. Bu anda, bir duraklama olur. Saf olmayanlar için bile bir duraklama olur. Aniden nefes durur. O anın farkına varabilirsen, hedefe ulaşırsın.
Japonya’da Zen keşişleri bunu çok denemiştir. İşte bu yüzden yöntemleri çok garip, saçma, tuhaf görünür. Pek çok anlaşılmaz şey yapmışlardır. Bir usta birini evcen dışarı atar. Aniden usta sebepsizce, anlamsızca vurmaya başlar.
Ustanla oturmaktasın ve her şey yolunda. Gevezelik etmektesin ve duraklamayı yaratmak için seni dövmeye başlar. Sebep varsa duraklama yaratılamaz. Ustana hakaret ettiysen ve o seni dövmeye başladıysa bir sebeb var der, zihnin bu olayı şöyle yorumlar: “Ona hakaret ettim ve o beni dövüyor.”
Gerçekte, zihnin onu zaten bekliyor, bu yüzden bir boşluk yok. Ama hatırla, bir Zen ustası ona hakaret ettiğinde seni dövmez, güler, çünkü o zaman kahkaha duraklamayı yaratır. Sen ona hakaret edersin, ona saçma şeyler söylersin ve öfkelenmesini beklersin. Ama o gülmeye ve dans etmeye başlar. Bu, beklenmedik bir davranıştır ve bir duraklama yaratır.
Sen anlayamazsın. Anlayamadığın zaman zihin durur ve zihin durduğu zaman nefes durur. Her iki durum için de geçerlidir: Eğer nefes durursa zihin durur; eğer zihin durursa nefes durur.
Sen ustanı taktir etmektesindir ve iyi hissetmektesin, “Şimdi usta memnun olmalı,” diye düşünmektesi. Ve aniden o, asasını alır ve seni dövmeye başlar… Hem de merhametsizce, çünkü Zen ustaları merhametsizdir. Seni dövmeye başlar; neler olduğunu anlayamazsın. Zihin durur, bir duraklama olur. Tekniği biliyorsan, benliğine erişebilirsin.
Birinin, öğretmeni aniden onu dövmeye başladığı için Budalığa ulaşmasını anlatan pek çok hikaye vardır. Sen anlayamazsın… Ne saçmalık! İnsan biri tarafından dövüldüğü için ya da biri pencereden dışarı atıldığı için Budalığa nasıl erişebilir ki? Biri seni öldürse bile Budalığa erişmezsin. Ama bu tekniği anlarsan, o zaman ulaşmak kolay olur.
Özellikle batıda, son otuz kırk yıl içinde, Zen çok öne çıkmıştır; moda olmuştur. Ama bu tekniği bilmedikleri sürece Zen’i anlayamazlar. Taklit edebilirler, ama taklit etmenin faydası yoktur. Tam tersine, tehlikelidir. Bunlar taklit edilecek şeyler değildir.
Tüm Zen tekniği Şiva’nın dördüncü tekniğine dayalıdır. Ama bu talihsizliktir. Şimdi Japonya’dan Zen ithal etmek zorunda kalacağız, çünkü biz tüm geleneği kaybettik; onu bilmiyoruz. Şiva bu yöntemin; onu mükemmel uzmanıydı. Barat’ı  (alay) eşliğinde Devi ile evlenmeye geldiği zaman, tüm şehir duraklamayı hissetmiş olmalı… Tüm şehir!
Devi’nin babası kızını bu “hippi” ile evlendirmeye razı değildi… Şiva orijinal hippiydi. Devi’nin babası ona tamamen karşıydı. Hiçbir baba bu evliliğe izin vermezdi; bu yüzden Devi’nin babası aleyhine bir şey söyleyemeyiz. Hiçbir baba kızının Şiva ile evlenmesine izin vermezdi. Ama Devi ısrar etti, bu yüzden babası kabul etmek zorunda kaldı…  Gönülsüzce, mutsuzluk içinde, ama kabul etti.
Sonra düğün alayı geldi. Şiva’yı ve alayını görünce insanların koşmaya başladığı söylenir. Tüm barat LSD, marihuana çekmiş olmalıydı. Hepsi “uçuyordu”. Ve gerçekten, LSD ve marihuana yalnızca başlangıçtır. Şiva nihai uyuşturucuyu (psychedelic) biliyordu, arkadaşları ve müritleri biliyordu: Soma rasa. Aldous Huxley nihai uyuşturucuyu, sırf Şiva yüzünden “soma” diye adlandırdı. Uçuyorlardı, dans ediyor, çığlık atıyor, gülüyorlardı. Tüm şehir kaçtı. Duraklama hissedilmiş olmalı.
Ani, beklenmedik, inanılmaz her şey saf olmayanlar için duraklamayı yaratabilir. Ama saf olanlar için bu tür şeylere ihtiyaç yoktur. Saf olanlar için duraklama hep oradadır. Saf zihinler için, nefes defalarca durur. Zihnin safsa (saf, hiçbir şeyi arzulamadığın, özlemediğin, aramadığın anlamına gelir), sessizce safsa, masumca safsa, oturuyor olursun ve aniden nefesin durur.
Şunu unutma: Zihnin hareketi nefes hareketine ihtiyaç duyar. Hızlı hareket eden zihin hızlı hareket eden nefese ihtiyaç duyar. İşte bu yüzden öfke içindeyken nefesin daha hızlı hareket eder. Cinsel eylemde nefes çok hızlı hareket eder. İşte bu yüzden ayurvedada (Hindistan’daki bitkisel tedavi sistemi) çok fazla cinselliğe izin verilirse ömrünün kısalacağı söylenir. Ayurvedaya göre ömrün kısalır, çünkü ayurveda ömrünü nefeslerinle ölçer. Çok hızlı nefes alıp veriyorsan ömrün kısalacaktır.
Çağdaş tıp cinselliğin kan dolaşımına yardım ettiğini, cinselliğin gevşemeye yardım ettiğini söyler. Ve cinselliklerini baskılayanlar sorun yaşarlar… Özellikle de kalp rahatsızlıkları. Haklıdırlar ve ayurveda da haklıdır, ama karşıt görünürler. Ama ayurveda beş bin sene önce keşfedilmiştir. Her insan çok fazla çalışıyordu: Yaşam çalışmaktı, bu yüzden gevşemeye ihtiyaç yoktu, kan dolaşımı için yapay araçlar yaratmaya gerek yoktu.
Ama şimdi, fazla fiziksel iş yapmayanlar için, tek iş cinsellik. İşte bu yüzden çağdaş tıp da çağdaş insan için doğru. İnsan fazla fiziksel çaba göstermiyor, bu yüzden cinsellik çaba sağlıyor: Yürek daha fazla atıyor, kan daha hızlı dolaşıyor, nefes derinleşiyor ve merkeze gidiyor. Bu yüzden cinsellikten sonra gevşemiş hissedersin ve rahatça uykuya dalabilirsin. Freud, en iyi sakinleştiricinin cinsellik olduğunu söyler ve öyledir de… En azından çağdaş insan için.
Cinsellikte nefes hızlanır, öfkede nefes hızlanır. Cinsellikte zihin arzuyla, şehvetle, saf olmamakla doludur. Zihin safken; zihinde arzu yokken, arayış yokken, güdü yokken hiçbir yere gitmezsin, masum bir havuz gibi burada ve şu anda kalırsın… Tek bir dalga bile olmaz… O zaman nefes kendiliğinden durur. Ona ihtiyaç yoktur.
Bu yolda, küçük benlik yok olur ve daha yüksek, daha üstün benliğe ulaşırsın.
Sanırım bugünlük bu kadarı yeter.

Nefes – Evrene Bir Köprü – 3 / OSHO

3.Teknik
Ne zaman içeri alınan nefes ile dışarı verilen nefes karışsa, o anda enerjisiz, enerji dolu merkeze dokun.
Bir merkez ve çeper olarak bölünmüşüz. Beden çeperdir; bedeni tanıyoruz, çeperi tanıyoruz. Çevreyi tanıyoruz, ama merkezin nerede olduğunu bilmiyoruz. Dışarı çıkan nefes içeri giren nefesle karıştığı zaman, bir oldukları zaman, onun dışarı çıkan nefes mi, içeri giren nefes mi olduğunu bilemediğin zaman… Nefesin dışarı mı çıktığını, içeri mi girdiğini ayırt edemediğin, tanımlayamadığın zaman, nefes içeri girmiş ve dışarı çıkmaya başlamışken, bir birleşim anı olur. O ne dışarı çıkmakta, ne içeri girmektedir. Nefes durağandır. Dışarı çıkarken dinamiktir; içeri girerken dinamiktir. İkisi de olmadığında, sessizken, kıpırtısızken, merkezin yakınındasındır. İçeri giren ve dışarı çıkan nefesin birleşim noktası senin merkezindir.
Şu şekilde bak: Nefes içeri girdiğinde nereye gider? Merkezine gider, merkezine dokunur. Dışarı çıkarken nereden gider? Merkezinden gider.Merkezine dokunulması gerekir. İşte bu yüzden taoist gizemcileri ve Zen gizemcileri insanın merkezinin başı değil göbeği olduğunu söylerler. Nefes göbeğe gider, sonra dışarı çıkar. Merkeze gider.
Dediğim gibi, o seninle bedenin arasında bir köprüdür. Bedeni tanırsın ama merkezinin nerede olduğunu bilemezsin. Nefes daima merkeze gitmekte ve dışarı çıkmaktadır ama yeterince nefes almamaktayızdır. Böylece, normalde gerçekte merkeze gitmez… En azından şimdi merkeze gitmemektedir. İşte bu yüzden herkes “merkezden uzak” hisseder. Çağdaş dünyanın tamamında, düşünmeyi başarabilenler merkezlerini ıskaladıklarını hissederler.
Uyuyan bir çocuğa bak, nefesini gözle. Nefes içeri girer; karın yükselir, göğüs etkilenmemiş kalır. İşte bu yüzden çocukların göğüsleri yoktur,yalnızca karınları vardır… Çok dinamik karınlar. Nefes içeri girer ve karın yükselir; nefes dışarı çıkar ve karın alçalır… Karın hareket eder. Çocuklar merkezlerinin içindedirler, merkezlerindedirler. İşte bu yüzden o kadar mutlu, o kadar sevinç doludurlar, öylesine enerji doludurlar ki, hiç yorulmazlar… Hep taşarlar ve hep geçmişsiz, geleceksiz bir şimdiki zamandadırlar.
Bir çocuk öfkelenebilir. Öfkelendiği zaman tamamen öfke içindedir; öfke kesilir. O zaman öfkesi de güzel bir şeydir. Biri tamamen öfkelendiği zaman, öfkenin kendine has bir güzelliği olur, çünkü bütünlüğün hep bir güzelliği vardır.
Sen hem öfkeli hem güzel olamazsın, sen çirkinleşirsin, çünkü kısmenlik çirkindir. Ve yalnızca öfke konusunda da değil. Aşık olduğunda çirkinleşirsin, çünkü yine kısmen, parça parça aşıksındır; bütününle değil. Birisine aşık olduğunda, aşk yaparken kendi yüzüne bak. Bir aynanın önünde seviş ve yüzüne bak… Çirkin, hayvansı olacaktır. Aşkta da yüzün çirkinleşir. Neden? Aşk da bir çelişkidir, bir şeyi kendine saklamaktasındır. Cimrice vermektesindir. Aşkın içinde bile bütün değilsindir; tamamen, bütünüyle vermezsin.
Öfkeli, şiddet dolu olsa bile çocuk bütündür. Yüzü parlar, güzelleşir; burada ve şu andadır. Öfkesi geçmişle ya da gelecekle ilgili bir şey değildir, hesap yapmaz, yalnızca öfkelidir. Çocuk, kendi merkezindedir. Merkezindeyken, daima bütün olursun. Her ne yaparsan, bütün bir eylem olur; iyi ya da kötü, bütün olur. Parçalı iken, merkezinden uzaktayken, her eylemin kendinin bir parçası olacaktır. Bütünlüğün yanıt vermez, yalnızca bir parçadır ve parça bütüne karşı çıkmaktadır… Bu, çirkinlik yaratır.
Hepimiz çocuk olduk. Neden büyüdükçe nefesimiz sığlaşır? Asla karna gitmez; asla göbeğe dokunmaz. Daha aşağı gidebilse, daha az sığ olacak, ama nefes yalnızca göğse dokunur ve çıkar. Asla merkeze gitmez. Sen merkezden korkuyorsun, çünkü merkeze gidersen bütün olacaksın. Parçalı olmak istiyorsan, parçalı olmanın mekanizması budur.
Aşık olursun… Merkezden nefes alıp verirsen, aşk içinde bütün olarak akarsın. Sen korkuyorsun. Çok incinebilir olmaktan korkuyorsun; birine, herhangi birine karşı çok olmaktan korkuyorsun. Ona aşığım diyebilirsin, o sana sevgilim diyebilir ama korkuyorsun. Diğeri oradadır.
Tamamen incinebilir, açık olursan, neler olacağını bilemezsin. O zaman tamamen, başka bir anlamda sen olursun. Birine tamamen adanmaktan korkuyorsun. Nefes alamıyorsun; derin bir nefes alamıyorsun. Nefesini, merkezine gitmesine izin verecek kadar gevşetemiyorsun… Çünkü nefes merkeze gittiği an eylemin eksiksiz olur.
Bütün olmaktan korktuğun için sığ nefes alıyorsun. Maksimumda değil minimumda nefes alıyorsun. İşte bu yüzden yaşam çok cansız. Minimumda nefes alıyorsan, yaşam cansız olur; maksimumda değil minimumda yaşıyorsun. Maksimumda yaşayabilirsin… O zaman yaşam taşkın olur. Ama o zaman güçlük çıkar. Yaşam taşkınsa bir eş olamazsın. Her şey güçleşir.
Yaşam taşkın olduğunda, aşk da taşkın olur. O zaman birine bağlı kalamazsın. O zaman her yöne taşarsın; tüm boyutlar senin tarafından doldurulur. Ve sonra zihin tehlike hisseder, bu yüzden canlı olmamak daha iyidir. Ne kadar ölüysen, o kadar güvendesindir. Ne kadar ölüysen herşey o kadar kontrol altındadır. Kontrol edebilirsin; o zaman sen efendi olarak kalırsın. Kontrol edebildiğin için efendi olduğunu hissedersin. Öfkeni kontrol edebilirsin, aşkını kontrol edebilirsin, herşey kontrol edebilirsin. Ama bu kontrol ancak enerjinin minimum düzeyinde mümkündür.
Herkes o ya da bu zamanda, aniden minimum düzeyden maksimum düzeye değiştiği anlar olduğunu hissetmiştir. Tepedeki istasyona tırmanırsın. Aniden şehirden ve şehrin hapishanesinden çıkarsın. Özgür hissedersin. Gökyüzü engindir, orman yeşildir ve yükseklik bulutlara dokunur. Aniden derin bir nefes alırsın. Bunu gözlememiş olabilirsin. Artık tepedeki bir istasyona gidersen, gözle. Değişimi yapan aslında tepedeki istasyon değildir. Nefesindir. Derin bir nefes alırsın. “Ah! Ah!” dersin. Merkeze dokunursun, bir anlığına bütün olursun ve herşey sevinç dolar. O sevinç tepedeki istasyondan gelmemektedir, o sevinç merkezinden gelmektedir… Aniden ona dokunmuşsundur.
Sen şehirden korkuyordun. Her yerde başkaları vardı ve sen kendini kontrol altında tutuyordun. Çığlık atamıyordun, kahkaha atamıyordun. Ne talihsizlik! Sokakta dans edip şarkı söyleyemiyordun. Korkuyordun… Bir köşeden bir polis çıkabilirdi ya da bir rahip, bir yargıç, bir politikacı, bir ahlakçı. Civarda birisi olabilirdi, bu yüzden sokakta dans edemiyordun.
Bertrand Russell bir yerlerde şöyle demiş: “Medeniyeti çok seviyorum ama medeniyete çok büyük bedellerle ulaştık.” Sokaklarda dans edemezsin ama tepedeki bir istasyona gidersin ve aniden dans edersin. Gökyüzü ile yalnızsın ve gökyüzü bir hapishane değil. Yalnızca bir açıklık, açılır, açılır… Engindir, sonsuzdur. Aniden derin bir nefes alırsın, merkezine ve sevince dokunur. Ama uzun sürmez. Bir iki saat içinde tepedeki istasyon yok olacaktır. Sen orada olacaksın ama tepedeki istasyon yok olacak.
Endişelerin geri gelir. Şehre bir telefon açmayı, karına bir mektup yazmayı düşünmeye başlarsın ya da üç gün sonra geri döneceğinden, bazı ayarlamalar yapman gerektiğini düşünmeye başlarsın. Daha yeni gelmişsindir ve geri dönüş için planlar yapmaya başlarsın. Dönmüşsündür.
O nefes aslında senden değildi; aniden oldu. Durumdaki değişim yüzünden vites değişti. Yeni bir durumdaydın, eski şekilde nefes alamıyordun, bu yüzden bir anlığına yeni bir nefes geldi. Merkeze dokundu ve sen sevinç hissettin.
Şiva der ki, her an merkeze dokunmaktasın ya da eğer dokunmuyorsan, dokunabilirsin. Derin, ağır nefesler al. Merkeze dokun; göğüsten nefes alma… Bu hiledir. Medeniyet, eğitim, ahlak; bunlar sığ nefes almayı yaratmıştır. Derine, merkeze gitmek iyidir, çünkü aksi halde derin nefesler alamazsın.
İnsanlık cinselliğe karşı baskılayıcı olmadığı sürece insan gerçekten nefes alamaz. Nefes karına, derinlere giderse, cinsellik merkezine enerji verir. Cinsel merkeze dokunur; cinsel merkeze içerden masaj yapar. Cinsel merkez daha aktif, daha canlı olur. Medeniyet cinsellikten korkmaktadır. Çocukların cinsel merkezlerine, cinsel organlarına dokunmalarına izin vermeyiz. “Dur!” deriz. “Dokunma!”
Cinsel merkezine ilk kez dokunurken bir çocuğa bak ve sonra, “Dur!” de ve sonra nefesini gözle. “Dur! Cinsel merkezine dokunma!” dediğin zaman nefes hemen sığlaşır… Çünkü cinsel merkezine dokunan yalnızca eli değildir, derinliklerinde, nefesi de dokunmaktadır. Ve eğer nefes ona dokunmaya devam ederse, eli durdurmak güçtür. El durursa, temel olarak nefesin de dokunmaması, derine gitmemesi gereklidir, şarttır. Sığ kalmalıdır.
Biz cinsellikten korkuyoruz. Bedenimizin aşağıdaki kısmı yalnızca fiziksel olarak aşağı değildir, bir değer olarak da aşağılık olmuştur. “Aşağılık” olarak kınanır. Bu yüzden derine gitme, sığ kal. Yalnızca aşağı doğru nefes alabilmemiz talihsizliktir. Bazı vaizlere izin verilse, tüm mekanizmayı değiştirirlerdi. Sana yalnızca başına doğru nefes alma izni verirlerdi. O zaman cinselliği kesinlikle hissetmezdin.
Cinsel yönü olmayan bir insanlık yaratacaksak, o zaman nefes sistemini değiştirmemiz gerekir. Nefesin başına gitmesi gerekir, sahasrar‘ya… Kafadaki yedinci merkeze ve sonra ağza geri dönmelidir. Geçiş bu olmalıdır: Ağızdan sahasrar’ya. Aşağıya, derinlere gitmemelidir, çünkü aşağısı tehlikelidir. Ne kadar derine gidersen, biyolojinin derin tabakalarına o kadar yaklaşırsın. Merkeze uzanırsın ve o merkez, cinsel merkezin yakınındadır… Yalnızca yakınında. Öyle olmak zorundadır, çünkü cinsellik yaşamdır.
Şu şekilde bak: Nefes yukarıdan aşağıya giden yaşamdır; cinsellik diğer köşedeki yaşamdır… Aşağıdan yukarıya. Cinsel enerji akar ve nefes enerjisi akar. Nefes geçişi üst bedendedir ve cinsel geçiş alt bedendedir. Birleştikleri zaman yaşam yaratırlar; birleştikleri zaman biyoloji, biyoenerji yaratırlar. Bu yüzden, cinsellikten korkuyorsan, ikisi arasında bir mesafe yarat, birleşmelerine izin verme. Bu yüzden gerçekte, medeni bir adam hadım edilmiş bir adamdır; işte bu yüzden nefes hakkında bilgimiz yok ve bu sutrayı anlamak güç olacaktır.
Şiva şöyle der:
Ne zaman içeri alınan nefes ile dışarı verilen nefes karışsa, o anda enerjisiz, enerji dolu merkeze dokun.
Birbirine zıt terimler kullanır: “Enerjisiz, enerji dolu.” Enerjisizdir, çünkü bedenlerin, zihinlerin ona enerji veremez. Beden enerjin orada değildir, zihin enerjin orada değildir, bu yüzden, kimliğini bildiğin kadarıyla enerjisizdir. Ama enerji doludur, çünkü kozmik enerji kaynağına sahiptir, beden enerjin sayesinde değil.
Senin beden enerjin yalnızca yakıt enerjisidir. Petrolden başka bir şey değildir. Bir şey yersin, bir şey içersin… Bunlar enerji yaratır. Yalnızca bedene enerji vermektedir. Yemeyi, içmeyi bırak, bedenin ölür gider. Hemen şimdi değil, en az üç ay alır, çünkü petrol rezervlerin vardır. Çok enerji biriktirmişsindir; bir petrol istasyonuna gitmeden en az üç ay dayanır bu. Dayanabilir, çünkü bir rezervi vardır. Bir acil durum için, herhangi bir acil durum için ona ihtiyacın olabilir.
Bu, “yakıt” enerjisidir. Merkez yakıt enerjisi almaz. İşte bu yüzden Şiva enerjisiz der. Senin yiyip içmene bağlı değildir. Kozmik kaynak ile bağlantılıdır; o , kozmik enerjidir. İşte bu yüzden enerjisiz, enerji dolu merkez, der. Nefesin dışarı çıktığı ve içeri girdiği merkezi, nefeslerin karıştığı noktayı, o merkezi hissettiğin an, onu fark edersen aydınlanırsın.

Nefes – Evrene Bir Köprü – 2 / OSHO

1. Teknik
Şiva yanıt verir:
Ey ışık saçan, bu deneyim iki nefes arasında aydınlanabilir. Nefes içeri girdikten sonra ve dışarı çıkmadan hemen önce; iyilik.

Ey ışık saçan, bu deneyim nefes arasında doğabilir.
Nefes içeri girdikten sonra (yani, aşağı) ve dışarı çıkmadan hemen önce (yani, yukarı) iyilik. Bu iki noktanın arasına ve oluşa dikkat et. Nefes içeri girdiği zaman gözle. Tek bir an için, anın binde biri kadar süre için, nefes alıp vermek yoktur; yukarı dönmeden önce, dışa dönmeden önce… Bir nefes içeri girer; sonra belirli bir nokta vardır ve nefes durur. Sonra nefes dışarı çıkar. Nefes dışarı çıktığı zaman, sonra yine tek bir an için, bir anın bir parçası kadar süre için, nefes durur. Sonra nefes içeri girer.
Nefes içeri ya da dışarı dönmeden önce, nefes alıp vermediğin bir an vardır. O anda, oluş mümkündür, çünkü nefes alıp vermediğin zaman dünyada değilsindir. Şunu anla: Nefes alıp vermediğin zaman ölüsün; hâlâ varsın, ama ölüsün. O an, asla gözleyemeyeceğin kadar kısadır.
Tantra için, dışarı çıkan her nefes ölümdür ve her yeni nefes yeniden doğumdur. İçeri alınan nefes yeniden doğumdur; dışarı verilen nefes ölümdür. Dışarı çıkan nefes ölümle eş anlamlıdır. Bu yüzden her nefesle ölür, yeniden doğarsın. İkisi arasındaki boşluk çok kısa sürer, ama keskin, içten gözlem ve dikkat o boşluğu hissetmeni sağlar. Boşluğu hissedebilirsen, der Şiva; işte iyilik. O zaman başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Mutlusundur, bilmişsindir; olmuştur.
Nefesi eğitmemelisin. Olduğu gibi bırak. Bu kadar basit bir teknik neden? Basit görünür. Gerçeği bilmek için böylesine basit bir teknik! Gerçeği bilmek ne doğan, ne öleni bilmektir, hep var olan o ezeli ve ebedi şeyi bilmektir. Dışarı çıkan nefesi bilebilirsin, içeri giren nefesi bilebilirsin; ama ikisi arasındaki boşluğu hiçbir zaman bilmezsin.
Dene. Birden anlayıverirsin. Sana ya da yapına hiçbir şey eklenmesi gerekmez, herşey yerli yerindedir. Belirli bir farkındalık dışında her şey oradadır. O zaman bunu nasıl yapmalı? İlk önce, içeri giren nefesin farkına var. Onu izle. Her şeyi unut, yalnızca içeri giren nefesi izle; onun geçişini… Nefes burun deliklerine dokunduğu zaman, orada hisset. Sonra nefes al. Nefesle, tamamen bilinçli olarak hareket et. Nefesle aşağı, aşağı, aşağı giderken, nefesi kaçırma. Önüne geçme ya da arkadan takip etme, onunla git. Bunu unutma: önüne geçme, onu bir gölge gibi takip etme, onunla aynı anda git.
Nefes ve bilinç bir olmalıdır. Nefes içeri girer; sen içeri girersin. Ancak o zaman iki nefes arasındaki noktaya ulaşmak mümkün olur. Kolay olmayacaktır. Nefesle içeri gir sonra dışarı çık: İçeri-dışarı, içeri-dışarı.
Buda özellikle bu yöntemi kullanmaya çalıştı, bu yüzden bu yöntem Budist yöntemi haline geldi. Terminolojide bu, Anapanasati Yoga olarak bilinir. Ve Buda’nın aydınlanması bu tekniğe dayalıdır; sırf buna.
Dünyanın bütün din uluları, dünyanın bütün görücüleri şu ya da bu teknik aracılığı ile ermiştir ve o teknikler bu yüz on iki tekniğin içindedir. İlki bir Budist tekniğidir. Dünyada Budist tekniği olarak tanınmıştır, çünkü Buda, aydınlanmasına bu teknik aracılığı ile ulaşmıştır.
Buda dedi ki: “İçeri girerken, dışarı çıkarken nefesinin farkında ol; içeri girerken, dışarı çıkarken.” Boşluktan hiç bahsetmez, çünkü gerek yoktur. Buda, boşluk hakkında endişelenirsen, o endişenin iki nefes arasındaki boşluğa dair farkındalığını bozacağını düşündü ve hissetti. Bu yüzden yalnızca, “Farkında ol. Nefes içeri girerken onunla hareket et ve nefes dışarı çıkarken onunla hareket et.” Yalnızca şunu yap: Nefesle birlikte içeri gir, dışarı çık.” dedi. Tekniğin sonraki kısmı hakkında asla, hiçbir şey şöylemedi.
Sebebi şudur: Buda çok sıradan insanlarla konuşuyordu ve bu bile boşluğa ulaşma arzusu yaratabilir. O boşluğa ulaşma arzusu farkındalığa engel olur, çünkü boşluğa ulaşmayı arzuladığında ileri geri hareket edersin. Nefes içeri girerken sen önden gidiyor olursun, çünkü gelecek boşlukla ilgileniyorsundur. Buda ondan hiç bahsetmez, bu yüzden Buda’nın tekniği aslında bu tekniğin yalnızca yarısıdır.
Ama tekniğin diğer yarısı kendiliğinden gelir. Nefes bilinçliliğini, nefes farkındalığını çalışmaya devam edersen, aniden, bir gün, bilmeden, boşluğa gelirsin. Çünkü farkındalığın keskinleştikçe, derinleştikçe, yoğunlaştıkça, farkındalığın paranteze alındığı zaman; tüm dünya parantezin dışında kalır; içeri giren ya da dışarı çıkan nefes dünyan ve bilincin için tek arena olur, aniden içinde nefes olmayan aralığı hissedersin.
İnceden inceye nefesin hareket ederken, nefes olmadığında, bunun farkına niye varamayasın? Aniden nefes olmadığını fark edersin ve nefesin ne dışarı çıktığını, ne içeri girdiğini hissettiğin an gelir. Nefes tamamen durmuştur. O duruşta, iyilik’i bulursun.
Bu teknik milyonlar için yeterlidir. Asya’nın tamamı, yüzyıllardır bu tekniği denemiş, bu teknikle yaşamıştır: Tibet, Çin, Burma, Tayland, Seylan… Hindistan dışında Asya’nın tamamı bu tekniği denemiştir. Tek bir teknikle binlerce, binlerce kişi aydınlanmaya erişmiştir. Ve bu yalnızca ilk tekniktir.
Ama ne yazık ki bu teknik Buda’nın ismi ile özdeşleştiği için, Hindular ondan kaçınmaya çalışmaktadır. Giderek bir Budist yöntemi olarak tanındığı için, Hindular onu tamamen unutmuştur. Ve bu kadar da değil, ondan bir sebebten daha kaçınmaya çalışmaktadırlar. Bu teknik Şiva’nın bahsettiği ilk teknik olduğundan, pek çok Budist bu kitabın, yani Vigyan Bhairav Tantra’nın Hindu değil, Budist kitabı olduğunu iddia etmiştir.
Ama bu teknik ne Hindu, ne de Budistlere aittir… Teknik tekniktir. Buda bunu kullanmıştır, ama teknik zaten kullanılmak üzere oradaydı. Buda, bu teknik sayesinde Buda, yani “aydınlanmış olan” oldu. Teknik Buda’dan önce vardı; teknik hep oradaydı. Dene onu. En basit tekniklerden biridir… Diğer tekniklere göre basit; senin için basit demiyorum. Diğer teknikler daha güç olacak. İşte bu yüzden bundan ilk teknik olarak bahsedilir.

Nefes – Evrene Bir Köprü – 1 / OSHO

Gerçek her zaman buradadır. Bu zaten böyle. Gelecekte ulaşılacak bir şey değildir. Burada ve şimdi gerçek sensin, bu yüzden gerçek, yaratılacak bir şey değildir, tertiplenecek ya da aranacak bir şey değildir. Bunu iyice anla; o zaman bu teknikleri anlamak ve yapmak kolay olur.
Zihin bir arzulama mekanizmasıdır. Zihin daima arzu içindedir, daima bir şey aramakta, bir şey sormaktadır. Her zaman hedef gelecektedir; zihin şu anla hiç ilgilenmez. Zihin şu anda hareket edemez, yeri yoktur. Zihnin hareket etmek için geleceğe ihtiyacı vardır. Geçmişte ya da gelecekte hareket edebilir. Şu anda hareket edemez, yeri yoktur. Gerçek şu andadır ve zihin hep gelecekte ya da geçmiştedir, bu yüzden zihin ile gerçek bir araya gelemez.
Zihin dünyevi hedefler aradığı zaman zor olmaz, sorun saçma değildir; çözülebilir. Ama zihin gerçeği aramaya başladığında çabanın kendisi saçma olur, çünkü gerçek burada ve şu andadır ve zihin her zaman orada ve o zamandadır. Bir araya gelemezler. Bu yüzden önce şunu anla; gerçeği arayamazsın. Onu bulabilirsin, ama arayamazsın. Aramanın kendisi engeldir.
Aramaya başladığın anda, kendinden uzaklaşmışsındır, çünkü sen her zaman şu andasın. Arayıcı hep şu andadır ve arayış gelecektedir, her ne arıyorsan, bir araya gelemeyeceksin. Lao Tzu şöyle der: “Arama; aksi halde kaçırırsın. Aramayı bırak ve bul. Arama ve bul.”
Şiva’nın bütün bu tekniklerinin amacı basitçe zihni gelecekten ya da geçmişten şu ana çevirmektir. Aradığın şey zaten oradadır, zaten öyledir. Zihnin arayıştan aramayışa döndürülmesi gereklidir. Bu güçtür. Düşünsel olarak düşünürsen çok güçtür. Zihni arayıştan aramayışa nasıl döndürmeli? Çünkü o zaman zihin, aramayışın kendisini hedef yapar! O zaman zihin der ki: “Arama.” O zaman zihin der ki: “Aramamalıyım.” O zaman zihin der ki: “Şimdi hedefim; aramamak. Artık arzusuzluk durumunu arzuluyorum.” Arayış yine başlamıştır, arzu arka kapıdan yine girmiştir. İşte bu  yüzden dünyevi hedefler arayan insanlar vardır ve dünyevi hedefler aramadıklarını düşünen insanlar vardır. Tüm hedefler dünyevidir, çünkü “arayış” dünyadır.
Bu yüzden dünyevi olmayan hiçbir şey arayamazsın. Aradığın anda, aradığın şey dünyevi olur. Tanrı’yı arıyorsan, Tanrın dünyanın bir parçasıdır. Mokşa’yı arıyorsan, özgürleşmeyi, nirvana’yı; özgürleşmen dünyanın bir parçasıdır, çünkü arayış dünyadır, arzulama dünyadır. Bu yüzden nirvana’yı arzulayamazsın, arzusuzluğu arzulayamazsın. Düşünsel olarak anlamaya çalışırsan, bir bulmacaya  dönüşür.
Şiva, bu konuda hiçbir şey söylemez, hemen teknikler vermeye başlar. Onlar düşünsel değildir. Devi’ye şöyle demez: “Gerçek buradadır. Onu arama, o zaman bulursun.” Hemen teknikler verir. O teknikler düşünsel değildir. Onları yap, o zaman zihin döner. Dönüş yalnızca bir sonuçtur, yalnızca bir yan ürün; bir hedef değil. Dönüş yalnızca bir yan üründür.
Bir tekniği yaparsan, zihnin geleceğe ya da geçmişe yaptığı yolculuktan döner. Aniden kendini ‘şu an’da bulursun. İşte bu yüzden Buda teknikler vermiştir, Lao Tzu teknikler vermiştir, Krishna teknikler vermiştir. Ama onlar tekniklerini hep düşünsel kavramlarla sunarlar. Yalnızca Şiva farklıdır. O hemen teknikler verir, ama düşünsel anlayış vermez, düşünsel giriş vermez, çünkü zihnin hileci olduğunu bilir, olası en sinsi şey olduğunu bilir. Zihin her şeyi bir soruna dönüştürebilir. Aramayış sorun olur.
Bana gelip nasıl arzu edilmeyeceğini soran insanlar var. Onlar arzusuzluğu arzuluyorlar. Biri onlara söylemiş ya da bir yerlerde okumuşlar ya da ruhani dedikodular duymuşlar, arzulamazsan mutluluğa erişeceğini, arzulamazsan özgür olacağını, arzulamazsan acı çekmeyeceğini duymuşlar, bu yüzden nasıl arzulanmayacağını sorarlar. Zihinleri onlara oyunlar oynamaktadır. Hala arzulamaktadırlar, yalnızca artık hedef değişmiştir. Eskiden para arzuluyorlardı, şöhret arzuluyorlardı, prestij arzuluyorlardı, güç arzuluyorlardı. Artık arzusuzluğu arzuluyorlar. Yalnızca hedef değişmiş ve onlar aynı kalmışlar ve arzuları aynı kalmış. Ama şimdi arzu daha aldatıcı olmuş.
Bu yüzden, Şiva hiçbir giriş yapmadan hemen ilerler. Hemen tekniklerden bahsetmeye başlar. Bu teknikler, eğer izlenirse, aniden zihnini döndürürler: Zihin ‘şu an’a gelir. Ve zihin şu ana geldiğinde durur, artık yoktur. Şu anda bir zihin olamazsın, bu imkansızdır. Şu anda, burada ve şu andaysan, nasıl bir zihin olabilirsin? Düşünceler durur, çünkü hareket edemezler. Şu anda hareket edilecek yer yoktur. Şu andaysan, nasıl hareket edebilirsin? Zihin durur, zihinsizliğe ulaşırsın.
Bu yüzden, asıl önemli olan nasıl burada ve şu anda olacağındır. Deneyebilirsin, ama çaba boşuna olabilir… Çünkü şu anda olmayı bir hedef haline getirirsen, o zaman hedef geleceğe kaymıştır. Nasıl şu anda olunacağını sorarsan, yine gelecek hakkında soru sormaktasındır. “Nasıl şimdide olunur? Nasıl burada ve şu anda olunur?” diye sorarken şu an geçmektedir. Sen soru sorarken şu an geçmektedir ve zihnin gelecekte düşler görmeye, yaratmaya başlar: Bir gün hiç hareket olmadığı, hiç güdü olmadığı, hiç arayış olmadığı bir zihin durumuna erişeceksin ve o zaman mutluluk olacak… Bu durumda nasıl şu anda olunur?
Şiva bu konuda hiçbir şey söylemez, yalnızca bir teknik verir. Sen bu tekniği uygularsın ve aniden burada ve şu anda olduğunu görürsün. Ve senin burada ve şu anda olman gerçektir, özgürlüktür, nirvanadır.
İlk dokuz teknik nefesle ilgilidir. Bu yüzden nefese dair bir şeyi anlayalım ve sonra tekniklere geçelim. Doğum anından ölüm anına kadar devamlı nefes alıp veririz. Bu iki nokta arasında her şey değişir. Her şey değişir, hiçbir şey aynı kalmaz; doğum ile ölüm arasındaki tek daimi şey nefestir.
Çocuk genç olur; genç yaşlanır. Hastalık kapar, bedeni çirkinleşir, hasta olur; her şey değişir. Mutlu olur, mutsuz olur, acı çeken; her şey değişmeye devam eder. Ama bu iki nokta arasında ne olursa olsun, insanın nefes alıp vermesi gerekir. Mutlu ya da mutsuz, genç ya da yaşlı, başarılı ya da başarısız… Ne olduğun önemsizdir… Bir şey kesindir: Doğum ve ölüm arasında nefes alıp vermelisin.
Nefes alıp vermek daimi bir akımdır; bir aralık mümkün değildir. Tek bir an bile nefes almayı unutsan, artık var olamazsın. İşte bu yüzden senin nefes alman gerekmez, çünkü o zaman zor olur. İnsan bir an için nefes almayı unutabilir, o zaman hiçbir şey yapılamaz. Bu yüzden, aslında nefes alan sen değilsin, çünkü sana ihtiyaç yoktur. Derin uykuda olursun ve nefes alıp vermen devam eder; baygın olursun ve nefes alıp vermen devam eder; derin komada olursun nefes alıp vermen devam eder. Sana ihtiyaç yoktur; nefes sana rağmen devam eden bir şeydir.
Bu kişiliğindeki daimi faktörlerden biridir: Yaşam için çok gerekli ve temel bir şeydir nefes. Nefessiz yaşayamazsın. Bu yüzden nefes ve yaşam eşanlamlı anlamlı olmuştur. Nefes yaşamın mekanizmasıdır ve yaşam nefesle derinden ilişkilidir. İşte bu yüzden Hindistan’da ona prana deriz. İkisi için tek bir sözcük vermişizdir. Prana canlılık demektir. Yaşamın nefesindir.
Nefesin seninle bedenin arasında bir köprüdür. Bu köprü seni bağlamakta bedeninle ilişkilendirmektedir. Nefes yalnızca bedeninle aranda bir köprü değil aynı zamanda seninle evren arasında da bir köprüdür. Beden yalnızca sana gelen sana daha yakın olan evrendir.
Bedenin evrenin bir parçasıdır. Bedendeki her şey evrenin parçasıdır: Her zerresi, her hücresi… Evrene en yakın yaklaşımdır. Nefes köprüdür. Köprü yıkılırsa artık bedeninde olmazsın. Köprü yakılırsa artık evrende olmazsın. Bilinmeyen bir boyuta geçersin; o durumda, zaman ve uzamda bulunamazsın. Bu yüzden, nefes aynı zamanda seninle zaman ve uzam arasında köprüdür.
Bu yüzden nefes çok önemli olmuştur; en önemli şey… Bu yüzden ilk dokuz teknik nefesle ilgilidir… Nefesle bir şeyler yapabilirsen, aniden şu ana dönersin. Nefesle bir şey yapabilirsen, yaşamın kaynağına erişirsin. Nefesle bir şey yapabilirsen zamanı ve uzamı aşabilirsin. Nefesle bir şey yapabilirsen, dünyada ve aynı zamanda dünyanın ötesinde olursun.
Nefesin iki noktası vardır. Biri bedene ve evrene dokunduğu yer, diğeri sana ve evreni aşana dokunduğu yer. Biz nefesin yalnızca bir kısmını biliyoruz. Evrene, bedene girdiği zaman onu biliriz. Ama o aynı zamanda bedenden “bedensiz”e, “bedensiz”den bedene hareket etmektedir. Biz diğer noktayı bilmeyiz. Diğer noktanın, köprünün diğer parçasının, köprünün diğer kutbunun farkına varırsan, aniden dönüşürsün, farklı bir boyuta nakledilirsin.
Ama unutma, Şiva’nın söyleyeceği Yoga değildir, Tantra’dır. Yoga da nefes üzerinde çalışır, ama Yoga’nın ve Tantra’nın çalışmaları temelde farklıdır. Yoga nefes alıp vermeyi sistemleştirmeye çalışır. Nefesini sistemleştirirsen iyileşirsin. Nefesini sistemleştirir, sırlarını bilirsen ömrün uzar; daha sağlıklı olur ve daha uzun yaşarsın. Daha güçlü, daha enerji dolu, daha canlı, daha genç ve daha taze olursun.
Ama Tantra bununla ilgilenmez. Tantra nefesin sistemleştirilmesi ile ilgilenmez, nefesi yalnızca içe dönüş için bir teknik olarak kullanmakla ilgilenir. İnsanın özel bir nefes alıp verme tarzı denemesi gerekmez, özel bir nefes alıp verme sistemi ya da özel bir nefes alıp verme ritmi… Hayır! İnsanın olduğu gibi nefes alıp vermesi gerekir. İnsanın yalnızca nefesteki belirli noktaların farkına varması gerekir.
Belirli noktalar vardır, ama biz onların farkında değilizdir. Biz hep nefes alıp veriyorduk ve nefes alıp vermeye devam edeceğiz… Nefes alıp vererek doğduk ve nefes alıp vererek öleceğiz, ama belirli noktaların farkında değiliz… Ve bu tuhaf. İnsan arıyor, uzayın derinliklerini araştırıyor. İnsan aya gidiyor; insan daha uzağa ulaşmaya çalışıyor, yeryüzünden uzaya… Ve insan daha yaşamının en yakın parçasını öğrenmedi. Nefeste, hiç gözlemlemediğin belirli noktalar var; o noktalar kapılardır; farklı bir dünyaya, farklı bir benliğe, farklı bir bilince girmek için kullanabileceğin, sana en yakın kapılar… Ama onlar çok incelikli.
Ayı gözlemlemek çok güç değildir. Aya ulaşmak bile çok güç değildir; büyük bir yolculuktur. Mekanize olmak gerekir, teknolojiye ihtiyacın olur, toplanmış bilgilere ihtiyacın olur ve sonra ona ulaşabilirsin. Nefes alıp vermek sana en yakın şeydir ve bir şey sana ne kadar yakınsa, onu algılamak o kadar güç olur. Ne kadar yakınsa o kadar güç olur; ne kadar açıksa o kadar güç olur. Sana o kadar yakındır ki, seninle nefesin arasında boşluk yoktur. Ya da öylesine küçük bir boşluk var ki, çok titiz bir incelemeye ihtiyaç var, ancak o zaman belirli noktaların farkına varırsın. Bu noktalar bu tekniklerin temelidir. Bu yüzden her tekniği ele alacağım.

Osho- Farkındalık / Geçmişi Yakan Ateş

OSHO
OSHO
Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur

Kesinlikle özgür olmayan bir dünyada, tamamen özgür yaşayabilirsin

Sadece tek bir şeyi hatırlaman gerekiyor; Gören Görülen Değildir.

İnsanoğlu sanki şimdiki zamanda yaşıyormuş gibi görünür, ama bu sadece bir görüntüdür. İnsanoğlu geçmişte yaşar. Şimdiki zamandan geçer, ama kökleri geçmişte kalır.  Şimdiki zaman sıradan bilinç için gerçek zaman değildir. Sıradan bilinç için, geçmiş gerçek zaman olup, şimdiki zaman sadece geçmişten geleceğe bir geçiştir, sadece anlık bir geçiş. Geçmiş gerçektir ve gelecek de gerçektir, ama şimdiki zaman sıradan bilinç için gerçek değildir. Gelecek, eski geçmişten başka bir şey değildir. Gelecek sürekli olarak planlanan geçmişten başka bir şey değildir.

Şimdiki zaman sanki yokmuş gibi görünür. Şimdiki zamanı düşündüğünde, onu bulamazsın, çünkü bulduğun an geçmiş olacaktır. Bulamadığın andan bir an önce gelecekteydi. Bir Buda bilinci, uyanmış varlık için sadece şimdiki zaman vardır. Farkında olmayan, bir uyurgezer gibi uyuyan sıradan bilinçler için geçmiş ve gelecek gerçektir, şimdiki zaman gerçek değildir. Sadece uyandığın zaman şimdiki zaman gerçek olacaktır. Geçmiş de gelecek de gerçek olmayacaktır.

Bu neden böyledir? Neden geçişte yaşarsın? -Çünkü zihin, geçmişin birikiminden başka bir şey değildir. Zihin hafızadır: Geçmişte yaptığın herşey, düşlerinde gördüğün her şey, istediğin ve yapamadığın her şey, hayal ettiğin her şey senin zihnindir. Zihin, ölü bir kurumdur. Zihin aracılığıyla baktığında, şimdiki zamanı asla bulamayacaksın, çünkü şimdiki zaman hayattır ve hayata ölü bir aracı üzerinden yaklaşamazsın. Hayata ölü araçlarla asla yaklaşamazsın. Hayata, ölüm aracılığıyla dokunamazsın.

Zihin ölüdür. Zihin sadece aynada toplanan toz gibidir. Ne kadar çok toz toplanırsa, ayna o denli az aynaya benzer. Ve toz tabakası çok kalınsa, tıpkı sende olduğu gibi, ayna artık hiçbir şeyi yansıtmaz.

Herkes toz toplar. Hatta sadece toplamakla kalmaz, ona sıkıca tutunursun ve bir hazine olduğunu düşünürsün. Geçmiş geçmiştir; neden hala tutunuyorsun? Onun hakkında artık hiçbir şey yapamazsın. Geri gidemezsin, yaptıklarını geri alamazsın. Neden hala tutunuyorsun? Geçmiş bir hazine değildir. Ama geçmişe tutunup, onun bir hazine olduğunu düşünürsen, zihnin onu gelecekte tabii ki tekrar tekrar yaşamak ister. Geleceğin, değiştirilmiş geçmişinden başka bir şey olamaz- biraz rafine edilmiş, biraz daha süslenmiş. Ama tıpkı geçmiş gibi olacaktır, çünkü zihnin bilinmeyen hakkında düşünemez. Zihnin sadece bilineni yansıtabilir, senin bildiklerini.

Geçmiş nedir? Geçmişte neler yaptın? Her ne yaptıysan iyi, kötü, şunu, bunu – her ne yapıyorsan, kendi tekrarını yaratır. Karma kuramı budur. İki gün önce öfkelendiysen, öfkelenmek için belirli bir potansiyel yaratmış oldun: Dün tekrar öfkelenmek için. Sonra onu tekrarladın ve öfkene, öfkeli ruh haline, daha büyük bir enerji verdin, onu daha da köklendirdin, suladın. Şimdi bugün onu daha da büyük bir güçle, daha çok enerjiyle tekrarlayacaksın. Ve yarın yine bugünün bir kurbanı olacaksın.

Yaşam Çiçeği
Yaptığın, hatta düşündüğün her hareketin, sürekli olarak sürüp gitmek için kendi yolları vardır, çünkü varlığına bir kanal açmaktadır. Böylece enerjini emmeye başlar. Öfkelenirsin, sonra o ruh halin geçer ve sen artık öfkeli olmadığını düşünürsün; o zaman sorunu kavrayamamışsın. Ruh halin geçtikten sonra, hiçbir şey olmadı. Sadece tekerlek hareket etmiştir ve yukarıda olan tekerlek parmağı aşağı inmiştir. Öfke birkaç dakika önce yüzeydeydi, ama artık bilinçaltına, varlığının en derilerine inmiştir. Zamanın gelmesini bekleyecektir. Bu şekilde hareket ettiysen, onu güçlendirdin ve yeniden hayata başlamasını sağladın. Ona gene güç, gene enerji verdin. Bir tohum gibi toprağın altında sürekli olarak çalışarak, uygun bir fırsat ve uygun bir mevsimi bekleyecektir ki, filizlenebilsin.
  
Her hareket kendi kendini devam ettirir; her düşünce kendi kendini devam ettiririr. Onlarla işbirliği yaptığın takdirde, onlara enerji vermiş oluyorsun. Er veya geç bu bir alışkanlık haline gelecektir. Yapacaksın ama yapan sen olmayacaksın. Sadece alışkanlıktan dolayı yapacaksın. İnsanlar alışkanlığın ikincil bir mizaca sahip olduğunu olduğunu söylerler. Bu abartı değildir. Aksine az bile. Gerçekte alışkanlıklar sonunda birinci mizaç haline gelirler ve asıl mizaç ikincil hale düşer. Mizaç, tıpkı bir kitabın eki veya dipnotu haline gelir ve alışkanlık ana parça, kitabın ana gövdesi haline gelir.  
Alışkanlıkların aracılığıyla yaşıyorsun, yani alışkanlıklar temelde senin aracılığınla yaşıyorlar. Alışkanlığın kendisi sürer; kendi enerjisi vardır. Tabii ki enerjiyi senden alır, ama geçmişte işbirliği yaptığın gibi, şimdiki zamanda da işbirliği yaparsın. Zamanla alışkanlık efendi haline gelir ve sen de sadece bir hizmetçi, bir gölge. Emirleri alışkanlık verir ve sen sadece bunlara itaat eden bir hizmetçi olursun. Bu emirlere uymak zorunda kalırsın.  
Alışkanlıklar, seni bir dizi iş yapmaya zorlar, sen kurbansın. Tekrarladığın her hareket veya her düşünce -çünkü düşünce de zihinde fark edilmeyen bir harekettir- gittikçe daha güçlü hale gelir ve onların kontrolü altına girersin. Alışkanlıklarda hapsedilirsin. Daha sonra da hapsedilen bir insanın, bir kölenin hayatını yaşarsın. Ve bu hapis çok zor fark edilir: Alışkanlıklarının ve koşullanmalarının ve yaptığın hareketlerin hapsidir. Bedenin her yerini sarmıştır ve sen içinde dolaşırsın, ama yapanın sen olduğunu düşünmeye ve kendini kandırmaya devam edersin. Öfkelendiğinde sen yaptın sanırsın. Mantıklı hale getirerek, durumun bunu gerektirdiğini söylersin: “Kızmak zorundaydım, aksi takdirde çocuk kötü yola sapardı; kızmasaydım, işler sarpa sarardı, ofis kaos içinde olurdu, hizmetçiler dinlemezdi; işleri idare etmek, çocuğu disipline sokmak için kızmak zorundaydım. Eşimi yola getirmek için kızmak zorundaydım.” Bunlar mantıklı bahaneler. Egon bu şekilde hala senin patron olduğunu düşünmeye devam eder, ama değilsin. Öfke eski kalıplardan, geçmişten gelir. Geldiğinde ise ona bir mazaret bulmaya çalışırsın.  
Bazı zamanlar, hiçbir neden yokken üzüntü ortaya çıkar ve bazen kendini mutlu hissedersin, bazen de coşkulu, kendinden geçmiş olursun. Bütün toplumsal ilişkilerden yoksun, tam bir konfor içinde izole edilmiş, her ihtiyacı karşılanan insan da senin ilişkilerinde yaşadığın tüm bu ruh hallerinden geçer. Bu demektir ki, bazı şeyler senin içinden geliyor ve sen bunları bir başkasına mal ediyorsun. Bu mantıklı bir açıklamadır. Kendini iyi hissedersin, kendini kötü hissedersin ve tüm bu duygular kendi bilinçsizliğinden, kendi geçmişinden gelir. Senin dışında hiç kimse bunlardan sorumlu değildir. Hiç kimse seni öfkeli yapmaz ve hiç kimse seni mutlu yapamaz. Kendin mutlu olursun, kendin kızarsın ve kendin üzülürsün. Bunu anlamadığın sürece hep bir köle olarak kalacaksın.  
   
“Bana ne olursa, kayıtsız şartsız ne olursa, bundan ben kendim sorumluyum. Ben sorumluyum, kesinlikle” diyebildiğin anda, kendi özünün hakimiyetini eline geçirirsin. Başlangıçta bu seni çok, ama çok üzecek ve canını sıkacaktır, çünkü sorumluluğu başkalarına atabildiğin sürece, yanlış yapmadığın için kendini daha iyi hissedersin.  Sorumlu olduğun için ise çok sıkıntılı bir ruh haline gireceksin, çünkü daima mutlu olmak istediğini düşünmüşsündür -öyleyse mutsuzluğundan nasıl sorumlu olabilirsin ki? Daima büyük bir mutluluk istedin, öyleyse kendi kendine nasıl kızabilirsin? Bu nedenle de sorumluluğu başkalarına atıyordun. Sorumluluğu başkalarına atmaya devam edersen, daima bir köle olarak kalacağını unutma, çünkü hiç kimse karşısındakini değiştiremez. Karşındakini nasıl değiştirebilirsin ki? Hiç kimse karşısındakini değiştirmiş mi? Dünya da yerine gelmeyen en büyük dileklerden biri, karşındakini değiştirmektir. Bunu bugüne kadar hiç kimse başaramamıştır. Bu imkansızdır, çünkü diğeri de kendi doğrularıyla yaşar onu değiştiremezsin. Sorumluluğu karşındakinin üstüne atmaya devam ediyorsun, ama onu değiştiremezsin. Sorumluluğu başkalarına attığın için de asla asıl sorumluluğun sende olduğunu göremeyeceksin. Temel değişiklik senin içinde başlamalıdır.  
İşte şöyle tuzağa düşersin: Bütün hareketlerinden, bütün ruh hallerinden sorumlu olduğunu düşünmeye başladığın anda, başlangıçta depresyon geçirirsin. Ama bu depresyonu aşabilirsen, kısa bir süre sonra güneşi görürsün, çünkü diğerlerinden kurtuldun; artık tek başına çalışabilirsin. Özgür olabilirsin, mutlu olabilirsin. Tüm dünya mutsuz ve bağımlı olsa da fark etmez. Aksi takdirde bir Buda nasıl mümkün olabilir? Ve bir Patanjali nasıl mümkün olabilir? Ben nasıl mümkün olabilirim? Tüm dünya aynıdır. Krişna’nın dünyası da tıpkı senin dünyan gibidir, ama bir Krişna dans etmeye ve şarkı söylemeye devam eder, çünkü özgür kalmıştır. Ve ilk özgürlüğü, sorumluluğu başkalarına atmaktan vazgeçmektir; ilk özgürlük, sorumlu olanın sen olduğunu bilmektir. O zaman birçok şey mümkün olabiliyor.  
Karma felsefesi, sorumlu olanın sen olduğu üzerine kuruludur. Geçmişte ne ektiysen, onu biçersin. Neden ve sonuç arasındaki bağlantıyı takip edemeyebilirsin, ama sonuç buradaysa, nedeni de senin içinde bir yerlerde olmalıdır.  
Sana ne olursa olsun -diyelim ki üzüntülüsün- sadece gözlerini kapat ve üzüntünü seyret. Seni götürdüğü yere git, daha derinlere in. Kısa bir süre sonra nedenine ulaşacaksın. Belki uzun bir yolculuk yapmak zorunda kalacaksın, çünkü bütün hayatın söz konusudur; ve sadece senin hayatın değil, birçok başka hayat söz konusudur. Kendi içinde canını acıtan birçok yara bulacaksın ve bu yaralar yüzünden kendini üzüntülü hissedersin. Onlar üzüntülüdür. Bu yaralar henüz kurumamıştır. Canlıdırlar. Kaynağına geri gitme, etkiden nedenine gitme yöntemi, onları iyileştirecektir. Nasıl mı iyileştirecektir? Neden mi iyileştirecektir?  
Ne zaman geriye gitsen, vazgeçtiğin ilk şey sorumluluğu başkalarına atmaktır, çünkü sorumluluğu başkalarına attığında dışarı çıkarsın. O zaman işlemin tamamı yanlıştır. Nedeni bir başkasında bulmaya çalışırsın: “Eşim neden bu kadar edepsi” diye örneğin. O zaman “neden” eşinin davranışlarına nüfuz etmeye devam eder. İlk adımı atlamışsındır ve işlemin tamamı yanlış olur.  
Neden mutsuzum? Neden öfkeliyim? -Gözlerini kapat ve derin bir meditasyona dal.   
Yere yat, gözlerini kapat, bedenini gevşet ve neden öfkeli olduğunu hisset.   
Eşini unut gitsin; bu sadece bir bahanedir- A, B, C, D ne olursa olsun, unut gitsin.   
Sadece kendi içinde daha derinlere in; öfkeye nüfuz et.   
Öfkeyi bir nehir gibi kullan; öfkenin içinde akacaksın ve öfken seni içeriye doğru götürecek.   
İçinde çok zor fark edilir yaralar bulacaksın.  
Eşin edepsiz görünüyordu, çünkü içinde zor fark edilen bir yaraya, canını acıtan bir şeye dokundun. Hep güzel olmadığını, yüzünün çirkin olduğunu düşünüyordun ve bu içinde bir yaraya neden oldu. Eşin edepsizse, sana hep yüzünü fark ettirecektir. “Git aynaya bak” diyecektir. İşte o zaman birşeyler acımaya başlar. Eşini aldatmışsındır, o da sana sürekli hesap soracaktır, “Neden o kadınla o kadar çok güldün? Neden şu kadınla o kadar mutlu oturuyordun?” diye. Yine bir yaraya dokunulmuştur. Aldattın, suçlu hissediyorsun. Yara canlı.  Gözlerini kapat, öfkeni hisset, bütünüyle meydana gelmesine izin ver ki, ne olduğunu tamamen görebilesin. Sonra enerjinin yardımıyla geçmişe doğru git, çünkü öfken geçmişten gelir. Tabii ki gelecekten gelemez. Gelecek henüz gelmemiştir. Ayrıca şimdiki zamandan da gelmez.  
Karma’nın olaylara bakış açısı budur:  Gelecekten gelemez, çünkü gelecek henüz gerçekleşmemiştir. Şimdiki zamandan gelemez, çünkü henüz ne olduğunu bilemiyorsun. Şimdiki zamanı sadece uyanmış olanlar bilir. Sen sadece geçmişte yaşıyorsun, öyleyse geçmişinden bir yerlerden gelmek zorundadır. Yara hafızanda bir yerlerde olmalıdır. Geri git. Orada sadece bir tek yara değil, birkaç yara olabilir. Küçük, büyük yaralar. Daha derine git ve ilk yarayı bul; öfkenin asıl kaynağını. Denersen, bulabilirsin, çünkü oradadır. Bütün geçmişin oradadır. Tıpkı bir film rulosu gibidir, yuvarlanmış içeride bekliyordur. Ruloyu aç ve filmi seyretmeye başla. Prati-prasay işlemi budur. Kökteki nedene geri gitmek anlamına gelir. Ve bu işlemin güzelliği şudur: Bilinçli olarak geri gidebilirsen, bilinçli olarak bir yarayı hissedebilirsen, yara anında iyileşir.  
Neden mi iyileşir? Çünkü yara bilinçsizlik, bilinmezlik tarafından yaratılmıştır. Yara, inkarın, uykunun bir parçasıdır. Bilinçli olarak geri gider ve yaraya bakarsan, bilinç iyileştirici bir güç haline gelir. Geri gitmek, bilinçsiz olarak yaptığın şeylerin üzerine bilinçli olarak gitmek anlamına gelir -Sadece bilincin ışığı iyileştirir. O iyileştirici bir güçtür. Bilinçli yapabildiğin herşey iyileştirilebilir ve artık acımayacaktır. Geriye giden insan, geçmişi serbest bırakır. O zaman geçmiş artık çalışmıyordur; geçmiş artık onu sıkıca tutamıyordur ve geçmiş bitmiştir. Geçmişin artık varlığında bir yeri yoktur. Ve geçmişin varlığında bir yeri kalmadıktan sonra, şimdiki zamanda yaşabilirsin, daha önce hiç olmadığı gibi. Yere ihtiyacın vardır; geçmiş içini o kadar çok doldurmuştur ki -tıpkı ölü şeylerden oluşan bir hurdalık gibi. Şimdiki zaman gidecek yer bulamamaktadır. Hurdalık, gelecek hakkında hayal kurmaya devam eder. Böylece hurdalığın yarısı artık olmayan şeylerle, yarısı da daha henüz olmamış şeylerle doludur. Ya şimdiki zaman? -Sadece kapının önünde bekler. Bu nedenle şimdiki zaman geçmişten geleceğe bir geçişten başka bir şey değildir, sadece anlık bir geçiştir.  
Geçmişi bir kenara bırakmadığın sürece bir hayalet gibi yaşarsın. Yaşamın gerçek değildir, var değildir. Geçmiş senin aracılığınla yaşar, ölüler seni avlamaya devam eder.  
Geri git -Ne zaman bir fırsatını bulursan, sana ne zaman bir şeyler olursa: Mutluluk, mutsuzluk, üzüntü, öfke, kıskançlık,   
gözlerini kapat ve geri git. Kısa bir süre içinde geriye yolculuk etme konusunda etkin olacaksın.   
Kısa bir süre sonra zamanda geriye yolculuk yapabileceksin ve birçok yara açılacaktır.   
Bu yaralar içinde açıldığında, bir şey yapmaya kalkma. Bunu yapmana gerek yoktur.   
Sadece seyret, bak izle. Yara oradadır.   
Sadece seyret, seyredici enerjini yaraya ver, ona bak.   
Yargılamadan ona bak, çünkü yargılarsan “bu kötü, bu böyle olmamalı” dersen,   
yara tekrar kapanacaktır. O zaman tekrar gizlenmek zorunda kalacaktır.  
Kınama, takdir etme. Sadece bir tanıksın, ilgisi olmayan bir seyirci. Reddetme. “Bu iyi değil” deme, çünkü bu da bir reddetmektir ve bastırmaya çalışırsın. İlgisiz kal. Sadece seyret ve bak. Merhametle bak ki, iyileştirme gerçekleşsin. İlgisiz, merhametli bir bilinç, yaranın üzerine geldiğinde, yara yok olur, buharlaşır. Neden diye sormaz. Sadece doğaldır, nasılsa öyledir, nasıl oluyorsa öyledir. Bunu söylüyorsam deneyimlerime dayanarak söylüyorum. Dene ve bu deneyimi sen de kazan. Yolu budur.  
Geçmişe geri git. Geçmişe geri git dediğimde, geçmişi hatırla demek istemiyorum.   
Hatırlamak işe yaramayacaktır; hatırlamak güçsüz bir işlemdir.   
Unutulmaması gereken ayrım şudur: Hatırlamak hiçbir işe yaramaz -hatta zararlı bile olabilir.   
O yüzden tekrar yaşa. Bunlar birbirinden tamamen farklı şeylerdir.   
Farkı çok bari değildir ve anlaşılması gerekir.   
Bir şeyi hatırla: Çocukluğunu hatırla.   
Çocukluğunu hatırlarken burada ve şimdide kalırsın.   
O çocuğa dönüşmezsin.   
Hatırlayabilirsin, gözlerini kapatıp, hatırlayabilirsin ve yedi yaşındaki bir çocukken bahçede   
koştuğunu hatırlayabilirsin, görebilirsin.   
Sen buradasın ve geçmiş bir film şeridi gibi gözlerinin   
önünden geçer: Koşuyorsun, o çocuk koşuyor ve kelebeği yakalamaya çalışıyor.   
Sen görensin ve çocuk nesnedir.   
Hayır, bu doğru değil; bu hatırlamadır.   
Güçsüzdür, yardım edemez.  
Yaralar daha derindir. Hatırlamakla iyileşmezler ve hatırlamak, bilinçli zihnin bir parçası olarak kalır. Çok ama çok önemli olan her şey bilinçsizlikte saklıdır.Bu yüzden sadece yararsız şeyleri hatırlarsın ya da sadece zihninin kabul ettiği şeyleri hatırlarsın. Kötü olan, çirkin olan ne varsa, hepsi bilinçsizliğe itilmiştir, çünkü egon onlara bakmak istemez. Bütün kötülükler unutulmuştur ve bütün mutluluklar hatırlanır. Mutluluğu bağrına basmaya ve kötülükleri unutmaya devam edersin. Bu bir seçimdir. Bu nedenden dolayıdır ki, herkes daha sonra çocukluğun bir cennet olduğunu söyler, çünkü yanlış olan her şeyi unutmaya çalışmışsındır. Çocukluğun, senin onu hatırladığın şekilde gerçek değildir, kurgudur. Egon tarafından yaratılmış bir kurgudur. Böylece hatırladığın zaman mutlu olayları hatırlayacaksın, mutsuz olanları değil. Tekrar yaşadığında ise tamamını tekrar yaşıyorsun: Mutlusunu, mutsuzunu hepsini.  
Tekrar yaşamak nedir? Tekrar yaşamak, tekrar o çocuk haline gelmektir. Çocuğun bahçede nasıl koştuğuna bakmak değil, o bahçede koşan çocuk haline gelmektir. Seyirci olma, kendin ol. Bu mümkündür, çünkü o çocuk hala senin içinde var, hala senin bir parçandır. Tabaka tabaka yaşadığın her şey senin içinde vardır. Çocuktun, o orada; sonra genç oldun, o da orada; ve yaşlandın, o da orada. Herşey burada, katman katman.  
Gözlerini kapat, yere yat ve geriye git.  
Bunu kolayca deneyebilirsin. Bu hüneri geliştirebilirsin.   
Her gece yatağına yatıp, sabaha doğru geri gidebilirsin. Yatağa yatmak en son şeydir   
-Onu ilk haline getir ve şimdi geriye doğru git. Yatmadan önce ne yaptın?-   
Bir bardak süt içtin; tekrar al, tekrar yaşa. Eşinle kavga ettin; tekrar yaşa.   
Yargılama, çünkü şu anda yargılaman gerekmez. Olmuştur.   
İyi veya kötü deme, değerlendirme yapma. Sadece tekrar yaşa, o olmuştur.   
Geriye gidiyorsun: Sabahın erken saatinde seni uyandıran   
saatin alarm sesi; onu tekrar dinle.   
Sadece git ve saati geri çevirerek , günün her anını tekrar yaşamaya çalış.   
Kendini çok ama çok canlanmış hissedeceksin ve çok güzel bir uykuya dalacaksın,   
çünkü günle işin bitmiştir. Artık o gün sana asılmıyor.  
Onu bilinçli bir şekilde tekrar yaşadın.   
Gün boyunca bilinçli olmak zordu; o kadar çok şeyle boğuşmak zorunda kaldı ki. Ve artık pazara götürebileceğin bilincin kalmadı. Ama bilinçsizliğin markete, dükkana, olaylar dünyasına götürecek kadar bilincin yok. Tekrar eski uyurgezer alışkanlığına geri dönersin. İnsan farkındaysa, anı yaşar, geçmişi değil. Aradaki fark budur: Geçmişte yaşarsan, gelecek yaratılır ve Karma’nın çarkı döner. Şimdiki zamanda yaşıyorsan, Karma’nın çarkı yoktur. Üstesinden gelmişsindir, içinden çıkmışsındır. Hiçbir gelecek yaratılmaz. Şimdi ki zaman, asla gelecek yaratmaz, sadece geçmiş geleceği yaratır. O zaman yaşam, geçmişin  devamı olmadan anlık bir fenomen haline gelir. Bu anı yaşarsın. Bu an geçti mi, başka bir an gelir. Bir diğer anı yaşarsın, ama geçen o an sayesinde değil, farkındalığın, tetikte oluşun, duyguların, varlığın sayesinde. O zaman endişe yoktur, rüyalar yoktur, gelecekle ilgili hayaller, geçmişten gelen içki sersemliği yoktur. İnsan sadece ağırlıksızdır; uçabilir. Yerçekimi anlamını kaybeder. Geri dönmeye ihtiyaç duymaz. Geri gelinecek yer yoktur. Geri dönüşü olmayan noktaya ulaşılmıştır.  
İnsan, tam farkındalıkla şimdiki zamanda yaşıyorsa -ki tam farkındalıkla başka bir yerde yaşayamazsın, çünkü farkında olduğunda sadece şimdiki zaman kalır; artık geçmiş, gelecek yoktur; tüm hayatın şimdi olan bir fenomene dönüşür -İşte o zaman hiçbir Karma, Karma’nın tohumu bile birikmez. Bağlarından, kendi yarattığın bağlarından kopmuşsundur. Gerçekten de özgür olabilirsin. Bu içsel bir fenomendir: Bağlarından kurtulmak. Kesinlikle özgür olmayan bir dünyada, tamamen özgür yaşayabilirsin. Bir hapishanede olsan bile fark etmez, çünkü bu tamamen içsel bir tutumdur. İçsel tohumların kırılmışsa, özgürsündür. Buda’yı bir mahkum haline getiremezsin. Onu hapse atsan bile bir mahkum haline getiremezsin. Orada yaşayacaktır, ama tamamen farkında olarak yaşayacaktır. Tamamen farkındaysan, daima özgürsündür. Farkındalık özgürlüktür; farkında olmayış bir bağdır.  
OSHO  
Yoga-Bireyin Doğuşu

Özgür Olmak

Daima bak; ilk şey varlığındır ve başkalarının senin etkilemesine ve kontrol etmesine izin verme. Bunu yapmak isteyecek çok kişi vardır; Herkes seni kontrol etmeye hazırdır, herkes seni değiştirmeye hazırdır, herkes sana istemediğin bir yön vermeye hazırdır. Herkes sana bir hayat rehberi verir. Ama bu rehber senin içinde vardır; sen onun mavi kopyasını taşıyorsun.


Asla Başkalarının senin ne olduğun hakkında söylediklerine kulak asma, daima nasıl olmak istediğin hakkında kendi iç sesini dinle. Aksi takdirde bütün hayatını boşa harcarsın. Unutma iç sesine karşı doğru ol. Seni tehlikeye atabilir, git tehlikeye atıl, ama iç sesine karşı doğru kal. İşte o zaman içsel doyumla dans edebileceğin gün gelebilir.
Özgür olmak, kendine karşı doğru olmaktır. Özgür olmak çok çok tehlikeli bir fenomendir. Çok az insan bunu yapabilir. Ama insanlar bunu ne zaman yapsalar, başarırlar. Öyle büyük bir güzelliğe, öyle bir lutüf, öyle bir tatmine ulaşırlar ki, hayal bile edemezler.
Daima iç sesini dinle; başka hiç kimseyi dinleme. Etrafında seni baştan çıkartacak binlerce şey vardır, çünkü elindekileri satmak için kapı kapı dolaşan insanlar vardır. Dünya bir süpermarkettir ve herkes sana elindekileri satmak ister. Herkes bir satıcıdır. Çok fazla satıcı dinlersen, çıldırırsın. Hiç kimseye kulak asma, sadece gözlerini kapat ve iç sesini dinle. Meditasyonun özü budur; iç sesini dinlemek. Özgür olmak için ilk yapılması gereken budur.
Sonra ikincisi gelir- ama ikincisi ancak birincisini yaptıysan mümkün olabilir. Asla maske taşımamak. Kızgınsan kızgın ol. Çok risklidir, ama gülümseme, çünkü bu doğru değildir. Sana kızgınken gülümsemeyi öğrettiler; ama o zaman gülümsemen sahte olur, bir maske olur. Hımmm…? sadece bir dudak alıştırması, hepsi bu. Kalbin öfkeyle, zehirle doluyken gülümsemek- sahte bir fenomendir.
İşte o zaman tam tersi de olur; Gülümsemek istediğinde, gülümseyemezsin. Bütün mekanizman alt üst olmuştur, çünkü öfkelenmek istediğinde, öfkelenmedin, nefret etmek istediğinde, nefret etmedin. Şimdi sevmek istiyorsun, ama aniden mekanizmanın çalışmadığını fark ediyorsun. Şimdi gülümsemek istiyorsun ve bunu zorlayarak yapmak zorunda kalıyorsun. Kalbinin içi gerçekten de gülümseme ile dolu ve kahkaha atmak istiyorsun, ama gülemiyorsun; kalbine birşeyler tıkanıyor; boğazına birşeyler tıkanıyor. Gülümsemen ortaya çıkmıyor ya da çıkıyorsa bile, çok sönük ve ölü bir gülümseme olarak geliyor. Seni mutlu etmiyor. Onunla için kaynamaya başlamıyor. Etrafında bir parlaklık yaratmıyor.
Özgürlük hakkında hatırlanması gereken üçüncü şey; Daima şimdiki zamanda kal- Çünkü bütün sahtelikler ya geçmişten ya da gelecekten gelir. Geçmiş geçmiştir- buna kafanı yorma. Ve onu bir yük gibi sırtında taşıma, aksi takdirde şimdiki zamanda özgür olamana izin vermeyecektir. Ve henüz gelmemiş olan gelecek gelmemiştir- gelecek hakkında da gereksiz yere kafanı yorma, aksi takdirde gelecek şimdiki zamana akacak ve şimdiki zamanı yok edecektir. Şimdi zamana karşı doğru ol ki, özgün olasın. Şimdi ve burada olmaktır özgünlük. Geçmiş yok, gelecek yok. Sadece şimdiki an, sonsuzluğundur.
Bu üç şeye dikkat edersen, Patanjali Usta’nın “doğruluk” dediği şeye ulaşırsın. O zaman ne dersen de doğru olacaktır. Genelde doğruyu söylemek için tetikte olman gerektiğini düşünürsün. Ben bunu söylemiyorum. Ben diyorum ki; Özgünlük yaratıyorsun- ne dersen de doğru olacaktır. Özgün bir insan yalan söylemez. Söylediği ne olursa olsun, doğru olacaktır. Doğruluk, özgünlük, doğru olmak, yanlış olmamak- maske kullanmamak anlamına gelir. Gerçek yüzün neyse onu göster…Ne pahasına olursa olsun.

OSHO

Yoga-Bireyin Doğuşu

Sadece Evet de, Hayır'a Dikkat et.!

Hayır Ego tatmini, evet ise kendini keşfetme yöntemidir. Hayır Egoyu güçlendirirken evet ise onu yok eder. -OSHO-

SADECE EVET DE! HAYIR’A DİKKAT ET
close-to-the-nature-66“Hayır” bizim ana tavrımız. Peki niye? Çünkü “hayır” dediğinde kendini birşey zannedersin. Annen hayır diyebildiği için kendini birşey zanneder. Çocuk olumsuz bir yanıt almış, egosu incinmiş, anneninkisi ise tatmin olmuştur. “Hayır” egoyu tatmin eder, egonun gıdasıdır. Kendimizi hayır demeye eğitme nedenimiz de budur.
Hayatta nereye gidersen git karşına hep hayır diyenler çıkacaktır çünkü hayır dediğinde, kendi otoriteni, birisi olduğunu hissedersin, çünkü hayır diyebilmektesindir. “Evet efendim” demek sana kendini değersiz, başkasının emrinde olan bir hiç gibi hissettirir. Ancak o zaman “evet efendim” dersin. Evet olumlu, hayır ise olumsuzdur. Şunu unutma; hayır ego tatmini, evet ise kendini keşfetme yöntemidir. Hayır egoyu güçlendirirken, evet ise onu yok eder. Öncelikle bak bakalım evet diyebiliyor musun? Ancak evet demek imkansızsa o zaman hayır de. Oysa bizim yöntemimiz önce hayır demek; ancak hayır demek imkansız olduğunda, yenik düşmüş bir tavırla evet diyoruz.
Bir gün bunu dene. Kendi kendine o gün her türlü durumda önce evetle başlayacağına dair söz ver. Bunun sana nasıl derin bir rahatlama sağlayacağına gör. Sadece sıradan şeylerde! çocuk sinemaya gitmek istiyor. O zaten gidecek, senin hayırın hiçbir şey ifade etmiyor. Tam tersine senin hayırın bir davetiyeye, bir cazibeye dönüşüyor çünkü sen egonu güçlendirirken, çocuk da kendi egosunu sağlamlaştırmaya çalışıyor. Senin hayırına karşı gelmeye çalışacak, ki bu hayırı evete dönüştürmenin yollarını zaten biliyor. Bunun için birazcık çaba, birazcık ısrar gerektiğini ve hayırın evet olacağını biliyor.
24 saat boyunca her duruma önce evetle başlamayı dene. Bunda çok zorlanacaksın çünkü ancak o zaman hayırın hep önce geldiğinin, aniden ağzından çıkıverdiğinin farkına varacaksın. Hayır herşeyden önce geliyor, bu bir alışkanlık olmuş. Ona başvurma, evete başvur ve evetin seni nasıl rahatlattığını gör.
Doğru düşünmek demek, önce evetle başlamak demektir. Hayırı kullanamayacağın anlamına gelmez bu; sadece yola öncelikle evetle çıkmak anlamına gelir. Evet diyen bir zihinle dünyaya bak ve ancak evet demenin mümkün olmadığı durumlarda hayıra başvur. Evetle başladığında hayır diyecek pek birşey bulamayacaksın. Hayırla başladığında ise evet diyecek pek birşey bulamayacaksın. Başlangıçtaki tavrın, herşeyin yüzde doksanını belirliyor. Her şeyi, hatta sonucu bile belirleyen şey bir şeye nasıl başladığındır. Doğru düşünmek demek, düşün ama anlayış duyarak düşün demektir. Evet diyen bir zihinle düşün. Zihin daima olumsuz olarak çalışır. Zihnin tüm faaliyeti olumsuzlamak, hayır demek üzere kurulmuştur.
Sadece kendini izle ve gün içinde kaç kere hayır dediğini görüp, kotayı düşür. Kendini izleyip kaç kere evet dediğini gör ve o kotayı yükselt. Gitgide  evet ve hayırın derecelerinde küçük bir değişiklik göreceksin ve temelde senin kişiliğin değişiyor olacak. Kaç kere evet daha kolay olacakken, hayır demeye aslında hiç gerek yokken hayır dediğini izle. Kaç kere evet diyebilecekken, ya hayır dediğini, ya da sessiz kaldığını takip et. Her evet deyişin egoya karşı geliştir. Ego eveti yutamaz, o hayırla beslenir. “Hayır! hayır! hayır!” dediğinde içinde büyük bir ego belirir.
Tren istasyonuna gitmen yeterlidir; sen gişede tek başına olsan bile memur başka bir şeyle ilgilenmeye başlar ve sana bakmaz. Hayır demeye çalışmaktadır. En azından seni bekletecektir. Çok meşgulmüş gibi davranacak, şu ve bu kayıtlara göz atacaktır. Seni beklemeye zorlayacaktır. Bu ona bir güç hissi, sıradan bir memur olmadığı, herkesi bekletebildiği duygusunu verir. Aklına gelen ilk şey “hayır”dır, “evet” demek neredeyse zordur. Ancak kendini tamamen çaresiz hissettiğinde, evet demek zorunda kaldığında evet dersin. İzle bunu! kendini evet diyen birine dönüştür; hayır demeyi bırak çünkü egoyu besleyen zehir budur.
-Yaşamın tamamen anlamsız olduğunu hissetmek bir yol ayırımına ulaşmak demektir; ya intiharı seçersin ya da bir arayışçı olmayı; ya deliliği seçersin ya da meditasyonu. Bu büyük bir dönüm noktasıdır.-OSHO

Nefesi İzlemek

   Sadece nefesi izlemek, nefes almak son derece basit ve doğal bir olay ve günde yirmi dört saat hep var.

     Hiçbir gayret göstermene gerek yok. Bir mantrayı tekrar edecek olsan o zaman bir çaba sarf etmen gerekecek, kendini zorlaman gerekecek. “Ram, ram, ram,” diyecek olursan kendini sürekli germek zorunda kalacaksın. Ve pek çok kereler unutman kaçınılmaz. Üstüne üstlük Ram sözcüğü yine zihne ait bir şeydir ve seni asla zihin ötesine götüremez.
    Sadece nefesini izle, nefes içeri giriyor, nefes dışarı çıkıyor. İzlenecek dört nokta var. 
     Nefesi görerek, nefesi hissederek sessizce otur. İçeri giren nefes ilk nokta. 

Kendi Merkezini Tanı

Kendi merkezini tanıyor musun? 
   Eğer tanımıyorsan, o zaman sürekli korkacaksın. O yüzden sahte benlik sürekli korkar. Sürekli titrer. Her zaman başkalarından destek alma ihtiyacı hissedersin. Seni takdir edecek, seni alkışlayacak; ne kadar güzel ya da ne kadar zeki olduğunu söyleyecek birileri. 
   Sürekli bu tip şeyleri sana hipnotik telkin gibi söyleyen insanlara ihtiyacın var. Böylece zeki, güzel ve güçlü olduğuna inanabilirsin. Ama bir noktaya dikkat et. Her zaman başkalarına bağımlısın. Ne zaman benliğini sergilersen, aslında sadece benliğinin bilincinde olmadığını gösteriyorsun. 
    Kim olduğunu bilmiyorsun. Eğer bilseydin, o zaman herhangi bir sorun olmazdı. O zaman görüş aramazdın. Başkalarının hakkınızda söyledikleri seni endişelendirmezdi. Çünkü ilgisi yok. Sonuçta kimse senin hakkında bir şey söylemez. İnsanlar senin hakkında bir şey söylediği zaman, aslında kendilerini anlatıyor.Kimse senin hakkında bir şey söyleyemez. 
    İnsanlar ne derse desin kendileri hakkında konuşur. Ancak sen hemen korkarsın, çünkü hâlâ o sahte merkezinize yapışıyorsun. O sahte merkez başkalarına bağımlıdır ve o yüzden de sen sürekli başkalarının hakkında neler söylediğine bakarsın. Sürekli başka insanların izinden gidersin, sürekli onları tatmin etmeye çalışırsın. Sürekli saygın bir insan olmaya çalışırsın ve sürekli egonu süslemeye çalışırsın. Bu intihar etmek gibi bir şeydir.
OSHO
***

Sevgi Özgürlüktür

Asla yanlış bir şeyi sevme çünkü o, seni dönüştürecektir. Hiçbir şey sevgi kadar dönüştürücü değildir. Seni yükseltecek, yüksek seviyelere çıkaracak şeyi sev. Kendinin ötesindeki bir şeyi sev. Dinin tüm gayreti budur: Sana Tanrı gibi bir sevgi objesi verir, böylece düşmene olanak kalmaz. Kişi yükselmelidir. Bir tür 'ben,' 'ben-o' olarak var olur.
   Diğer tür 'ben,' 'ben-sen' olarak var olur. Bir kişiyi sevdiğinde diğer tür bir 'ben' sende ortaya çıkar: 'ben-sen.' Birisini seversin, o kişi olursun. İyi ama ya öz sevgi? 'O' yoktur ve 'sen' yoktur. 'Ben' kaybolur. Çünkü 'ben' sadece iki bağlamda var olabilir: 'o' ve 'sen.' 'Ben' figürdür, 'o' ve 'sen' alan olarak iş görür. Alan kaybolduğunda 'ben' kaybolur. 'Sen' tek başına kaldığında, sen varsın ama bir 'ben'in yoktur, herhangi bir 'ben' hissetmezsin. Sen basitçe derin bir /oluşsun./ Normalde biz "ben varım" deriz. Bu haldeyken, kendini derinlemesine seviyorken 'ben' kaybolur. Sadece 'varım' kalır. Saf varoluş, saf varlık kalır. O seni muazzam bir saadetle dolduracaktır. O seni bir kutlamaya, bir sevince dönüştürecektir. Onlar arasında ayrım yapmak sorun olmayacaktır. Eğer sen giderek daha çok mutsuz oluyorsan, o zaman sen bir kendini beğenmişlik yoluna kapılmışsındır. Eğer sen giderek daha çok sakin, sessiz, mutlu, bir arada olursan, o zaman sen başka bir yolculuğa çıkmışsındır: öz sevgi yolculuğuna.
   Eğer sen ego yolculuğundaysan başkalarına karşı tahripkâr hale geleceksin çünkü ego 'sen'i yok etmeye çalışır. Eğer öz sevgiye doğru yol alırsan ego kaybolacaktır. Ve ego kaybolduğunda diğerine kendisi olması için izin verirsin; bütünüyle özgürlük tanırsın. Eğer herhangi bir egon yoksa, sevdiğin diğer kişiye bir hapishane yaratamazsın, bir kafes yaratamazsın. Diğerine yüksek cennetlerde bir kartal olması için izin verirsin. Diğerine kendisi olması için izin veriyorsun; bütünüyle özgürlük tanırsın. Sevgi tam özgürlük verir, sevgi özgürlüktür. Senin için özgürlük, sevginin nesnesi için özgürlük. Ego esarettir. Senin için esaret ve kurbanın için esaret.

OSHO

Hayat bir arayıştır

Hayat bir arayıştır, sürekli bir arayış, ümitsiz bir arayış; arayanın ne aradığını bilmediği bir arayış. Aramak için çok derin bir içgüdü var, ama insan ne aradığını bilmiyor. Ve öyle bir zihin durumu var ki, eline geçen şey ne olursa olsun, seni tatmin etmiyor. Hayal kırıklığı insanın kaderiymiş gibi görünüyor; çünkü ulaştığın şey, ona ulaştığın anda anlamsızlaşıyor. Yeniden aramaya başlıyorsun.

Bir şey elde etsen de etmesen de, arayış devam ediyor. Neyin var neyin yok, hiç önemli değil, çünkü arayış her durumda sürüyor. Fakirler arayışta, zenginler arayışta, hastalar arayışta, iyiler arayışta, güçlüler arayışta, güçsüzler arayışta, aptallar arayışta, bilgeler arayışta; ve kimse tam olarak ne aradığını bilmiyor.

Bu arayışın ne olduğu ve neden orda olduğu anlaşılmalı. Öyle görünüyor ki, insanın varlı- ğında, insanın zihninde bir boşluk var. İnsan bilincinin yapısında bir delik, bir kara delik var sanki. İçine sürekli bir şeyler atıyorsun ve hepsi kayboluyor. Sanki hiçbir şey onu doldura- mıyor, hiçbir şey doyumu yaklaştırmıyor. Çok ateşli bir arayış bu. Bu dünyada arıyorsun, öbür dünyada arıyorsun. Bazen parada arıyorsun, bazen güçte, prestijde, bazen Tanrı’da, coşkuda, sevgide, meditasyonda, duada; ama arayış devam ediyor. İnsan adeta aramaktan hasta olmuş durumda.

Ama arayış şimdi ve burada olmana izin vermiyor, çünkü arayış seni sürekli başka bir yere yönlendiriyor. Arayış bir yansıma, arayış bir arzu; ihtiyaç duyduğun şeyin başka bir yerde olduğu fikri, onun var olduğu ama başka bir yerde olduğu, şimdi burada olmadığı fikri. Kesinlikle var, ama şimdi değil, burada değil. Orada, başka bir zamanda; asla şimdi, burada değil. Seni didiklemeye devam ediyor, itip kakmaya devam ediyor. Seni daha da delirtiyor, çılgına çeviriyor. Ve asla tatmin olmuyor.

Çok yüce bir Sufi kadın, Rabia al-Adawia hakkında şöyle bir hikâye anlatıldığını duydum:

Bir akşam, güneş batarken, ortalıkta henüz biraz ışık varken, insanlar onu sokakta bir şey ararken bulur. Yaşlı bir kadındır; gözleri zayıftır ve zor görmektedir. O yüzden de komşular yardıma gelir ve sorar: “Ne arıyorsun?”

Rabia cevap verir: “O sorunun hiç lüzumu yok. Arıyorum işte, yardım edebiliyorsanız edin.”

İnsanlar güler: “Rabia, delirdin mi? Sorunun lüzumu yok diyorsun ama ne aradığını bilmeden nasıl yardım ederiz?”

Rabia der ki: “Peki, öyle mutlu olacaksanız, iğnemi arıyorum. İğnemi kaybettim.” Yardım etmeye başlarlar ama sokak çok büyüktür, iğne de çok küçük.

O yüzden derler ki: “Nerde kaybettiğini söyle, tam neresi olduğunu, yoksa çok zor, ilelebet arasak da bulamayız iğneni. Nerde kaybettin?”

Rabia der ki: “O sorunun da lüzumu yok. Aramakla bunun ne alakası var?”

Komşular durur: “Sen iyice delirmişsin!”

Rabia cevap verir: “Peki, ille de öyle mutlu olacaksanız, evde kaybettim iğnemi.”

Derler ki, “O zaman niye burada arıyorsun ki?”

Söylendiğine göre, Rabia şöyle cevap verir: “Çünkü ışık burada var, içerde hiç ışık yok.”

Bu hikâye çok önemli. Hiç kendine ne aradığını sordun mu? Hiç ne aradığını derin bir medi- tasyon konusu haline getirdin mi? Hayır. Bazı belirsiz anlarda, rüya anlarında ne aradığına dair küçük bir hisse kapıldıysan bile, hiçbir zaman kesin değil, tam değil. Henüz tanımla- madın onu.

Tanımlamaya çalıştığında, ne kadar tanımlanırsa, o kadar aramaya gerek olmadığını hissedeceksin. Arayış ancak belirsizlik durumunda sürebilir, bir rüya halinde. Netlik olmadığında aramaya devam edersin, içten gelen bir güdüye kapılarak, içten gelen bir aceleyle itilerek. Şunu biliyorsun: Aramaya ihtiyacın var. İçinden gelen bir ihtiyaç var. Ama ne aradığını bilmiyorsun. Ve ne aradığını bilmiyorsan, nasıl bulabilirsin?

Çok belirsiz; sanıyorsun ki anahtar parada, prestijde, saygınlıkta. Ama sonra saygın, güçlü insanlara bakıyorsun, onlar da arıyor. Çok zengin insanlar görüyorsun, hayatlarının sonuna kadar aramaya devam ediyorlar. O zaman zenginlik de işe yaramıyor, güç de. Arayış, elinde ne olursa olsun, devam ediyor.

Arayış başka bir şey için olmalı. Bu isimler, bu etiketler ? para, güç, prestij ? sadece zihnini tatmin etmek için. Sadece bir şey aradığını hissetmen için ordalar. Ama o şey hâlâ tarif edilemiyor; tuhaf bir duygu.

Gerçek arayan için ? Biraz uyanmış ve farkında olan için ? ilk gerekli şey, arayışı tanımlamak, ne olduğunun keskin bir tanımını yapmak, hayal dünyasından çıkarmak, derin bir uyanıklıkta onunla karşılaşmak, içine bakmak, onunla yüzleşmektir. Hemen bir dönüşüm başlayacak. Arayışını tanımlamaya başlarsan, arayışa olan ilgini kaybetmeye başlayacaksın. Ne kadar tanımlarsan, o kadar azalacak. Ne olduğunu net olarak bildiğin anda, birden yok olacak. O sadece sen dikkatli olmadığında var.

Tekrarlanmasına izin ver: Arayış, sadece uykuda olduğun zaman var. Arayış, sadece uyanık olmadığında var; arayış sadece farkında olmaman halinde var. Arayışa farkında olmamak yol açıyor.

Evet, Rabia haklı. İçerde ışık yok; içerde ışık olmadığı, bilinç olmadığı için, elbette dışarıda aramaya devam ediyorsun çünkü dışarısı daha net görünüyor.

Duyularımızın hepsi dışa dönük. Gözler dışa açılıyor, eller, bacaklar dışa doğru hareket ediyor, kulaklar dışarıdaki sesleri dinliyor. Sahip olduğun her şey dışa doğru açılıyor; beş duyu dışa dönük. Aramaya oradan başlıyorsun; gördüğün, hissettiğin, dokunduğun şeylerden. Duyuların ışığı dışa çevrili ve arayan ise içerde.

Bu ikiliğin anlaşılması gerekiyor. Arayan içerde ama ışık dışarıda olduğundan, arayan hırslı bir şekilde dışarıda tatmin edecek bir şey bulmak amacıyla harekete geçiyor. Hiçbir zaman bulunmayacak. Hiçbir zaman bulunmadı. Şeylerin doğası gereği bulunması mümkün değil çünkü eğer arayanı aramıyorsan, bütün arayışın anlamsız. Eğer kim olduğunu anlamazsan, arayışın boşuna; çünkü arayanı tanımıyorsun. Arayanı tanımıyorsan, doğru boyutta, doğru yönde aramayı nasıl başarabilirsin? Mümkün değil. Her şeyden önce, ilk adımlar atılmalı.

OSHO

Sen Sevgisin


Sen Sevgisin Sevgi, nesneye bağımlı değildir. Senin Özneliğinin ışımasıdır; ruhunun ışımasıdır.Ve ışıma ne kadar enginse ruhun da o kadar büyüktür. Sevginin kanatları ne kadar geniş açılırsa , varlığının göğü de o kadar büyüktür. 


Şimdi soruyorsun " Sizi sevmeye muktedirmiyim?" yine aynı yanılsama. Sadece" SEVGİ OLMAYA MUKTEDİRMİYİM " diye sor.

Benim mevcudiyetim karşısındayken beni sevmeyi düşünmene gerek yok. Aksi takdirde her zaman ki yanılsamalarının dışına çıkmamış olursun.Burada sadece sevgi olmayı öğrenmelisin. Elbette senin sevgin bana da ulaşacaktır; başkalarına da ulaşacaktır. O seni çevreleyen , her tarafa yayılan titreşim olacaktır. Ve şayet pek çok insan basit bir şekilde sevgilerini , şarkılarını, mutluluklarını yayarlarsa burası bir tapınağa dönüşür.Bir tapınak yapmanın başka bir yolu yoktur. O zaman tüm alan yeni bir enerji ile dolar. Ve kimse yolunu şaşırmaz,çünkü bu kadar çok insanın sevgisi üzerine yağıyor.Her bir kimsenin üzerine pek çok insanın sevgisi yağıyor. Hayat Sevginin çiçek açması için bir fırsattan başka bir şey değildir. Eğer canlıysan son nefesinde bile fırsat oradadır. Tüm hayatın boyunca kaçırmış olabilirsin: Sadece son nefes, yeryüzündeki son nefes: EğerSevgi olabilirsen hiç bir şeyi kaçırmamışsındır.Çünkü tek bir sevgi anı sevginin bütün sonsuzluğuna eşittir.OSHO

Sonsuz Enerjinin Parçasısın

    Sen Sonsuz bir enerjinin parçasısın, sonsuz bir okyanusta bir dalgasın. Bunu hatırlayabilirsen asla enerji kaybına uğramazsın,  çünkü sonsuz bir kaynak daima elinin altındadır. Sen sadece  bir dalgasın  ve derinlerde  bir yerdede okyanus gizli.
     Doğuyorsun; kim seni doğuran?  Kim sana bedeninin  içine girecek enerjiyi veriyor?      Bedene otomatik, hassas bir mekanizma, bir organizmaya dönüşme enerjisini kim sağlıyor?
     Beden  yetmiş seksen, hatta yüz yıl boyunca hayatta kalmaya devam ediyor.
    Demek ki hatırlanılması gereken ilk şey sonsuz bir enerjinin bir parçası olduğundur. Bunu sürekli hatırla ve hisset. Yürürken, yerken, uyurken- sonsuz olduğunu hisset.
   Upanishadlar’ın  söylediğide budur:  Daima kendini  brahman gibi ebedi hisset. Bunu gitgide daha fazla hissedebilirsen hiç enerji kaybetmediğinin farkına varacaksın. Kaynak senin için ulaşılabilir olacak. Bir araç olacaksın. O  zaman ne istersen yap.
    İnsan  aklının yanılsamalarından biri de bu bir şey yapmakla enerji kaybedeceğin fikridir. Hayır sana enerji kaybettiren şey yaptığın eylem değil, bir şey yaparak enerji kaybedeceğin fikrinin ta kendisidir. Yoksa  bir şey yaparak da enerji kazanabilirsinde,  tabi ki bu fikre sahipsen. Hiçbir fikrin yoksa da yine enerji kaybetmemiş olursun.
    Bedenin  bir dinamo gibidir.  Onu ne kadar kullanırsan, sonsuz enerji kaynağından da o kadar enerji sağlanmış olur sana. Onu kullanmazsan yeni enerji stoğuna da gerek kalmaz.  Sonra gitgide stok tükenir. Ne kadar aktif olursan o kadar enerjin olur. Hareketsizleştiğinde  fazlasıyla enerji kaybedersin. Enerji aktiviteyle kaybedilmez , tam tersine tazelenir. Sen enerjiyi kullandıkça , kaynaktanda sana daha çok enerji gelir. Aktiviteden  dolayı enerji kaybettiğimize dair yanlış  bir kanı var insan zihninde.  Hayır, ne kadar aktif olursak, o kadar enerjimiz olur,  ne  kadar az aktivite  o kadar az enerji. Ve bu hayatın  tüm boyutlarındaki aktiviteler için geçerlidir.  Ne kadar çok seversen, verecek o kadar çok sevgin olur.  Cimrilik edip   ‘’ Çok seversem   sevgimi dağıtmış olacağım ve er ya da geç sevgim tükenecek, en iyisi onu kendime saklıyım’’ dersen sevgin ölür  ve artık sevemez olursun.
    Ne kadar çok seversen o kadar çok sevgi elinin  altında olur;  ne kadar çok kullanırsan o kadar çok sahip olursun. Hayatın kanunu  budur.  Merhamet, sevgi, aktivite,boyut ne söz konusu olursa olsun aynı kanun geçerlidir. Neyin daha çok olmasını istiyorsan, sevgini elinden geldiği kadar çok paylaşmaya devam et. Cimri olma, ancak cimriler enerji kaybeder.  Ve hepimiz cimriyiz, bu yüzden  kendimizi hep bitip tükenmiş gibi hissediyoruz.
Osho

İçe bakmak


İnsanlar meşgul kalmak istiyorlar. Yapacak hiçbir işleri yoksa, yapacak bir şeyler bulurlar. Aynı gazeteyi yeniden okumaya başlayabilirler. İlk okuduklarında saçma bulurlar, o halde ikinci kez okumak neden?

Sadece oturduğunda huzursuz hissedersin. Bir kulübe gitmek ya da tiyatroya gitmek istersin. Ya da sadece meşgul kalmak için markete gidersin. Herkes dışarıya çıkmakla ilgilenir. Kimse içe bakmakla ilgilenmez. Çünkü içe bakmaya başladığın anda, orada saklanmış bir çok şeyi düşünmeye başlarsın. Onları sen baskı altında tuttun, senden başkası değil. Yani öfkenin orada olduğunu çok iyi biliyorsun; nefret orada, cinsellik orada, açgözlülük orada, kıskançlık orada… İçinde fokur fokur kaynayan binlerce şey var, ve patlamaya hazır durumda. O yüzden dışarıya çıkmak en iyisi, içe bakmak değil. Bir yerlere kaçmak en iyisi.

İnsanlar işleri olmadan meşguldürler. Dinlenmek istediklerini söyleyebilirler, ama kimsenin dinlenmek istediği yoktur. Çünkü gerçekten dinlenirsen, bu otomatik olarak meditasyon olur; ve bu durumda da içe bakmaya başlarsın. İçindeki merkeze doğru hareket etmeye başlarsın, ve çevreni korku sarar. O yüzden markete git, bir kulübe git… Zamanını binlerce yolla boşa harca !.. İnsanlar meşgul kalmak istiyorlar. Yapacak hiçbir işleri yoksa, yapacak bir şeyler bulurlar. Aynı gazeteyi yeniden okumaya başlayabilirler. İlk okuduklarında saçma bulurlar, o halde ikinci kez okumak neden? Sadece oturduğunda huzursuz hissedersin. Bir kulübe gitmek ya da tiyatroya gitmek istersin. Ya da sadece meşgul kalmak için markete gidersin. Herkes dışarıya çıkmakla ilgilenir. Kimse içe bakmakla ilgilenmez. Çünkü içe bakmaya başladığın anda, orada saklanmış bir çok şeyi düşünmeye başlarsın. Onları sen baskı altında tuttun, senden başkası değil. Yani öfkenin orada olduğunu çok iyi biliyorsun; nefret orada, cinsellik orada, açgözlülük orada, kıskançlık orada… İçinde fokur fokur kaynayan binlerce şey var, ve patlamaya hazır durumda. O yüzden dışarıya çıkmak en iyisi, içe bakmak değil. Bir yerlere kaçmak en iyisi. İnsanlar işleri olmadan meşguldürler. Dinlenmek istediklerini söyleyebilirler, ama kimsenin dinlenmek istediği yoktur. Çünkü gerçekten dinlenirsen, bu otomatik olarak meditasyon olur; ve bu durumda da içe bakmaya başlarsın. İçindeki merkeze doğru hareket etmeye başlarsın, ve çevreni korku sarar. O yüzden markete git, bir kulübe git… Zamanını binlerce yolla boşa harca !.. Osho

Bana gelip aşktan korktuğunu söyleyen insanların sayısının çokluğu beni her zaman şaşırtmıştır.

Bana gelip aşktan korktuğunu söyleyen insanların sayısının çokluğu beni her zaman şaşırtmıştır. Aşk korkusu nedir? Bunun nedeni birisini gerçekten sevdiğinde egonun eriyip kaybolmaya başlamasıdır. Ego ile birlikte sevemezsin, ego bir engele dönüşür. Ve sen kendinle diğer kişi arasındaki engeli kaldırmak istediğinde ego, "Bunun sonu ölüm olacak, dikkat et!" der.

Egonun ölümü senin ölümün değildir, egonun ölümü gerçekte senin yaşam olasılığındır. Ego sadece senin etrafındaki ölü bir kabuktur, o kırılıp atılmalıdır. O varlığa doğal bir şekilde erişir; tıpkı bir seyyahın elbiselerinin, bedeninin üzerine tozları toplaması gibidir. Ve o bu tozdan kurtulmak için yıkanmak zorundadır. Biz zaman içerisinde ilerlerken tecrübelerimizin, sahip olduğumuz bilginin,yaşamış olduğumuz hayatın, geçmişin tozunu toplarız. Bu toz egoya dönüşür. O birikir ve kırılıp atılması gereken etrafındaki bir kabuğa dönüşür. Kişi her gün, aslında her an yıkanmak zorundadır. Böylelikle bu kabuk asla bir hapishaneye dönüşmez.

Egonun nereden geldiğini, köklerini anlamak faydalı olacaktır.

Bir çocuk, özellikle insan evladı doğar ve mutlak surette çaresizdir. O başkalarının yardımı olmadan hayatta kalamaz. Hayvanların, ağaçların, kuşların yavrularının pek çoğu anne babası olmaksızın,toplum olmaksızın, aile olmaksızın hayatta kalabilir. Arada bir yardıma ihtiyaç duyulsa da bu çok küçük bir şeydir; birkaç gün en fazla birkaç ay. Ancak insan evladı öylesine çaresizdir ki başkalarınayıllar boyunca bağımlı kalmak zorundadır. Köklerin aranması gereken yer burasıdır.

Niçin çaresizlik insan egosunu yaratır? Çocuk çaresizdir, başkalarına bağımlıdır ama ancak çocuğun cahil zihni bu bağımlılığı sanki kendisi dünyanın merkeziymiş gibi yorumlar. Çocuk, "Ne zaman ağlarsam annem hemen koşar, ne zaman acıksam sadece bir işaret vermeliyim ve meme bana verilir. Ne zaman altım ıslansa sadece azıcık bağırmak ve birisi gelir ve elbiselerimi değiştirir" diye düşünür. Çocuk bir imparator gibi yaşar. Aslında o kesinlikle çaresizdir ve bağımlıdır ve anne baba, aile ve onun bakıcıları onun hayatta kalmasına hep birlikte yardım ediyorlar. Onlar çocuğa bağımlı değildir, çocuk onlara bağımlıdır. Ancak çocuğun zihni bunu, sanki o dünyanın merkeziymiş gibi algılar. Sanki tüm dünya onun için varmış gibi yorumlar.

Ve çocuğun dünyası elbette başlangıçta çok küçüktür. O anne, bakıcı ve kenarda duran babadan oluşur; çocuğun tüm dünyası budur. Bu insanlar çocuğu sever ve çocuk giderek daha çok ve daha çok egoist hale gelir. O kendisini varoluşun tam merkezinde hisseder ve bu şekilde ego yaratılır. Bağımlılık ve çaresizlik aracılığıyla ego yaratılır. Aslında çocuğun gerçek durumu düşündüğünün tam tersidir, böylesi bir egoyu yaratmak için gerçek bir neden yoktur. Ancak çocuk tamamıyla cahildir, o bu şeyin karmaşıklığını anlayabilecek kapasitede değildir. O çaresiz olduğunu bilemez, o diktatör olduğunu düşünür. Ve sonra tüm hayatı boyunca diktatör olarak kalmaya çalışacaktır. O bir Napolyon, bir İskender, bir Adolf Hitler haline gelecektir; senin başkanlarının, başbakanlarının, diktatörlerinin hepsi çocukturlar. Onlar çocukken tecrübe ettikleri şeyin aynısını elde etmeye çalışıyorlar; onlar tümvaroluşun merkezi olmak istiyorlar. Onlarla birlikte dünya yaşamalı ve ölmelidir; tüm dünya onların çeperidir ve kendileri de onun merkezidir; yaşamın anlamının ta kendisi onların içinde gizlidir.Çocuk elbette doğal olarak bu yorumun doğru olduğunu görür çünkü annesi ona baktığında annenin gözlerinde onun hayatının anlamı olduğunu görür. Baba eve geldiğinde çocuk babanın hayatının anlamının kendisi olduğunu hisseder. Bu üç ya da dört yıl sürer. Ve hayatın başlangıcındaki yıllar en önemli yıllardır; bir kimsenin hayatında asla aynı potansiyele sahip bir zaman olmayacaktır.

Psikologlar ilk dört yıldan sonra çocuğun neredeyse tamamlandığını söylüyorlar. Tüm kalıp sabitlenir; hayatın geri kalanının tümünde farklı durumlarda aynı kalıbı tekrarlayacaksın. Ve yedi yaşına doğruçocuk, tüm tavırlarını doğrulamıştır, onun egosu yerleşmiştir. Artık o dünyanın içine girer. Ve o zaman her yerde sorunlarla karşılaşır, milyonlarca problem. Bir kez sen aile çemberinin dışına çıktığındasorunlar ortaya çıkacaktır; çünkü hiç kimse seni annenin babanın umursadığı gibi umursamaz, hiç kimse seni babanın seni düşündüğü kadar düşünmez. Aslında her yerde sen kayıtsızlıkla karşılaşırsın ve ego incinir.

Ancak artık kalıp yerleşmiştir. Bu incitici olsun ya da olmasın çocuk kalıbı değiştiremez; o artık varlığına damga vurmuştur. O diğer çocuklarla oynayacaktır ve onlara hükmetmeye çalışacaktır. O okula gidecektir ve tahakküm etmeye, sınıfında birinci olmaya, en önemli öğrenci olmaya çalışacaktır. O üstün olduğuna inanabilir ama diğer çocukların da aynı şekilde inanca sahip olduğunu görür. Çatışma vardır, egolar vardır, kavga vardır, mücadele vardır.

O zaman bu hayatın tüm hikâyesi halini alır: Etrafında tıpkı senin gibi milyonlarca ego vardır ve herkes zenginlik, iktidar, politika, bilgi, kudret, yalanlar, ikiyüzlülükler, gösteriş aracılığıyla kontrol etmeye, tahakküm etmeye, avantajlı hale gelmeye çalışıyor. Dinde ve ahlakta bile herkes hükmetmeye, tüm dünyanın geri kalanına, "Dünyanın merkezi benim" diye göstermeye çalışıyor.

İnsanlar arasındaki sorunların kökeni budur. Bu kavram yüzünden sen her zaman için biri ya da diğeri ile mücadele ve çatışma halindesin. Başkaları senin düşmanın olduğu için değil; diğer herkes de tıpkı senin gibidir, aynı teknededir. Diğer herkes için durum aynıdır; onlar da aynı şekilde yetiştirilmişlerdir.

Batı'da, çocuklar anneleri ve babaları olmadan yetiştirilmediği sürece dünyanın asla huzur bulamayacağını iddia eden belirli bir psikanaliz okulu vardır. Onlara desteklemiyorum çünkü o zaman çocuklar herhangi bir şekilde asla yetişmeyecektir. Bu psikologların iddialarında doğru olan bir şey vardır ama bu çok tehlikeli bir fikirdir. Çünkü çocuklar bakım evlerinde anne ve babalar olmaksızın, hiç sevgi olmaksızın, mutlak bir kayıtsızlıkla yetiştirilirlerse onların ego ile ilgili problemleri olmayabilir ama onların belki de daha çok zarar verecek, daha tehlikeli olan problemleri olacaktır.

Eğer çocuk tam bir kayıtsızlıkla yetişirse onun bir merkezi olmayacaktır. O kim olduğunu bilmeyen bir karmaşa, şekilsiz bir karmaşa olacaktır. Onun herhangi bir kimliği olmayacaktır. Korkak, ürkek… o korku olmaksızın tek bir adım bile atamayacaktır çünkü onu hiç kimse sevmemiştir. Elbette ego olmayacaktır ama o olmadan onun hiçbir merkezi olmayacaktır. O bir buda haline gelmeyecektir, o sadece sakatlanmış ve donuklaşmış olacak, her zaman korku hissedecektir. Sevgi seni korkusuz hissettirebilmek, kabullenildiğini, faydasız olmadığını, çöplüğe bırakılamayacağını hissettirmek için gereklidir. Eğer çocuklar sevginin eksik olduğu bir durumda yetiştirilirse onların egoları olmayacaktır bu doğru. Onların yaşamında çok fazla mücadele ve kavga olmayacaktır. Ancak onlar kendileri için kendi haklarını savunamayacaklardır. Onlar her zaman uçuş halinde olacak, herkesten kaçacak, kendi varlıklarının içinde gizleneceklerdir. Onlar budalar haline gelmeyecektir, onlar yaşam enerjisi ile ışıldamayacaklardır, onlar merkezlenmiş, huzurlu, yuvalarında olmayacaklardı r. Onlar basitçe egzantrik, merkezin dışında olacaktır. Bu da iyi bir durum olmayacaktır.

Dolayısıyla bu psikologları desteklemiyorum. Onların yaklaşımı insanlar değil, robotlar yaratacaktır. Ve elbette robotların problemleri olmayacaktır. Ya da onlar daha çok hayvanlara benzeyen insanlar yaratabilir. Daha az kaygı, daha az ülser, daha az kanser olacaktır. Ancak bu bilinçte daha yüksek zirvelere doğru gelişememen anlamına geldiği zaman elde etmeye değmez. Tersine sen aşağı doğrudüşeceksin, o bir gerileme olacaktır. Elbette sen bir hayvana dönüşürsen daha az ıstırap olacaktır çünkü daha az bilinç olacaktır. Ve şayet sen bir taş, bir kaya haline gelirsen hiçbir kaygı olmayacaktır çünkü içerde kaygı hissedecek, ıstırap duyacak bir kimse olmayacaktır. Ancak bunu elde etmeye değmez. Kişi bir taş gibi değil bir tanrı gibi olmalıdır. Ve ben bunu derken mutlak bilince sahipolmayı ve yine de hiçbir kaygı, hiçbir endişe, hiçbir problem olmamasını; hayattan kuşlar gibi keyif almayı, hayatı kuşlar gibi kutlamayı, kuşlar gibi şarkı söylemeyi ifade ediyorum: Gerileme ile değil, bilincin en ideal şekilde gelişmesi aracılığıyla.

Çocuk bir ego edinir; bu doğaldır, bununla ilgili hiçbir şey yapılamaz. Kişi bunu kabul etmek zorundadır. Ancak sonrasında, onu taşımaya devam etmenin bir gereği yoktur. Ego başlangıçta çocuğun kabul edildiğini, sevildiğini, buyur edildiğini —davet edilmiş bir misafir olduğunu, bir kaza olmadığını— hissetmesi için gereklidir.

Baba, anne, aile ve çocuğun etrafındaki sıcaklık onun güçlenmesine, köklenmesine, topraklanmasına yardım eder. Buna ihtiyaç vardır, ego ona korunma sağlar; o iyidir, o tıpkı bir tohumun kabuğu gibidir.Ancak kabuk nihai şey haline gelmemelidir aksi takdirde tohum ölecektir. Korunma çok uzun sürebilir, o zaman o bir hapishaneye dönüşür. Korunma, korunmaya ihtiyaç duyulduğu sürece kalmalıdır vetohumun sert kabuğunun toprağın içinde ölme zamanı geldiğinde o doğal bir şekilde ölmelidir. Böylece tohum çiçeklenir ve yaşam doğabilir. Ego sadece koruyucu bir kabuktur; çocuk ona ihtiyaç duyar çünkü o çaresizdir. Çocuk ona ihtiyaç duyar o zayıftır. Çocuk ona ihtiyaç duyar çünkü o korunmasızdır ve etrafında milyonlarca etki vardır. Onun bir korunmaya, bir yuvaya, bir temele ihtiyacı vardır. Tüm dünya kayıtsız olabilir ama o her zaman için yuvasına doğru bakabilir ve oradan önem kazanabilir.

Ancak önemlilikle birlikte ego gelir. Çocuk egoist hale dönüşür ve bu ego ile birlikte yüzleştiğin tüm problemler ortaya çıkar. Bu ego senin âşık olmanı engelleyecektir. Bu ego herkesin sana boyun eğmesini ister; o senin hiç kimseye teslim olmana izin vermeyecektir. Ve aşk sadece sen teslim olduğunda gerçekleşir. Başka birisini teslim olmaya zorladığında bu mahvedici, nefret uyandırıcı bir şeydir. O aşk değildir. Ve şayet aşk yoksa yaşamında sıcaklık olmayacak, onun içinde hiç şiir olmayacaktır. O düzyazı olabilir, matematik, mantık, rasyonellik olabilir. Ancak kişi şiir olmadan nasıl yaşayabilir. Düzyazı iyidir, rasyonalite iyidir, kullanışlıdır, gereklidir. Fakat yalnızca mantık ve sebep-sonuç şeklinde yaşamak asla bir kutlama olamaz, asla bir bayram olamaz. Ve yaşam bir bayram olmadığında sıkıcıdır. Şiire ihtiyaç vardır. Ancak şiir için senin teslim olmana ihtiyaç vardır. Bu egoyu fırlatmana ihtiyaç vardır. Eğer bunu yapabilirsen, eğer onu bir anlığına dahi bir kenara koyabilirsenyaşamın güzel olanı, ilahi olanı tatmış olacaktır.

Şiir olmadan sen gerçekten yaşayamazsın, sen sadece var olursun. Aşk şiirdir. Ve aşk mümkün değilse sen nasıl dua ile dolup taşacak, meditasyon halinde, farkında olacaksın? Bu neredeyse imkânsız hale gelir. Ve dingin bir farkındalık olmadığında sen yalnızca bir beden olarak kalacaksın; sen asla en derindeki ruhun farkına varamayacaksın. Yalnızca dua ile dolup taşma halinde, derin bir meditasyon halinde ve sessizlikte sen zirvelere ulaşırsın. Bu ibadet halindeki sessizlik, bu meditasyon halindeki farkındalık tecrübelerin en yüksek zirvesidir ancak kapıyı aşk açar. Yaşam boyu süren, binlerce insan —hasta, psikolojik olarak sakatlanmış, ruhsal olarak karmaşa içinde—üzerindeki incelemelerinden sonra Carl Gustav Jung, gerçek problemi manevi olmayan, kırk yaşını aşmış tek bir psikolojik hastaya rastlamadığını söylemiştir.

Yaşamda bir ritim vardır. Ve kırklarına geldiğinde yeni bir boyut, manevi bir boyut ortaya çıkar. Eğer bunu doğru bir şekilde ele alamazsan, eğer ne yapacağını bilmiyorsan hasta olacaksın, huzursuzolacaksın. İnsanlığın tüm gelişimi bir süreklilik arz eder. Şayet bir adımı kaçırırsan o süreklilik ortadan kalkar. Çocuk egoyu edinir. Ve şayet o hiçbir zaman egoyu kenara bırakmayı öğrenmezse sevemez, hiç kimse ile rahat hissedemez. Ego sürekli olarak savaş içerisinde olacaktır. Sen sessizce oturuyor olabilirsin ama ego sürekli çatışma halindedir. Sadece tahakküm etmenin, diktatör gibi olmanın, dünyanın hâkimi olmanın yollarını araştırıyordur.

Bu her yerde sorunlar yaratır. Arkadaşlıkta, sekste, aşkta, toplumda; sen her yerde çatışma halindesindir. Hatta sana bu egoyu veren ebeveynlerle bile kavga vardır. Bir oğlun babasını affettiği çok nadirdir, bir kadının annesini affettiği çok nadirdir. Bu çok ender gerçekleşir. George Gurdjieff'in insanlarla toplandığı odada duvara asılı bir cümle vardı. Bu cümle şöyleydi: "Şayet sen annen ve babanla henüz rahat hissetmiyorsan o zaman çek git. Sana yardım edemem." Niçin? Çünkü sorun orada ortaya çıkmıştır ve orada çözümlenmelidir. Bu yüzden tüm gelenekler anne babanı sevmeni, anne babana mümkün olduğunca derin bir şekilde saygı duymanı söyler. Çünkü ego orada ortaya çıkar, toprağı odur. Onu orada çöz aksi takdirde o hiçbir yerde peşini bırakmayacaktır.

Psikanalizciler de yaptıkları tek şeyin, seni anne babanla aranda var olan problemlere geri götürüp onu bir şekilde onlarla çözmeye sevk etmek olduğu sonucuna varmışlardır. Şayet anne babanla çatışmanı çözebilirsen pek çok çatışma basitçe ortadan kalkacaktır. Çünkü onlar aynı temeldeki çatışmalara dayanmaktadır.

Örneğin babası ile rahat hissetmeyen bir erkek ofiste patronuyla da rahat hissedemez; asla, çünkü patron bir baba figürüdür. Anne babanla olan küçük çatışma senin tüm ilişkilerine yansımaya devam eder. Eğer annenle rahat değilsen karınla rahat olamazsın çünkü o kadını temsil edecektir; kadınlığın kendisi ile rahat hissedemezsin. Çünkü senin annen ilk kadındır, o ilk kadın modelidir. Nerede bir kadın varsa annen oradadır ve bu zor fark edilen ilişki devam eder.

Ego anne ve baba ile olan ilişkide doğar ve orada ele alınmalıdır. Aksi takdirde sen ağacın dallarını ve yapraklarını kesmeye devam edeceksin ve kök dokunulmadan kalacaktır. Eğer sen anne ve babanlailişkini dengelemişsen olgunlaşmışsındır. Artık ego yoktur. Artık sen o zamanlar çaresiz olduğunu anlarsın, artık sen o zamanlar başkalarına bağımlı olduğunu, dünyanın merkezi olmadığını anlarsın. Aslında sen bütünüyle bağımlıydın; başka bir şekilde hayatta kalamazdın. Bunu anlayarak ego yavaş yavaş söner ve sen bir kez yaşamla çatışma halinde olmadığında rahat ve doğal ve gevşek hale gelirsin. O zaman yüzersin. O zaman dünya düşmanlarla dolu değildir, o bir ailedir, organik birbütündür. Dünya sana karşı değildir, sen onunla birlikte akabilirsin. Egonun saçmalık olduğunu bularak, egonun var olmak için bir temeli olmadığını bularak, egonun cehalet içerisindeki bir yanlış anlama olduğunu, çocukça bir hayal olduğunu bularak kişi basitçe egosuz hale gelir.

Bana gelip, "Nasıl âşık olmalı, bir yolu var mı?" diye soran insanlar var. Nasıl âşık olmalı? Onlar bir yol, bir yöntem, belirli bir teknik isterler.

Onlar ne istediklerini anlamıyorlar. Âşık olmak demek artık bir yol, bir teknik, bir yöntem yok demektir. Bu yüzden ona "aşka düşmek" denir; sen artık kontrol eden değilsin, sen basitçe içine düşensin. Bu yüzden kafa merkezli insanlar aşkın gözünün kör olduğunu söyleyecektir. Aşk yegâne gözdür, yegâne görüştür ama onlar aşkın kör olduğunu söyleyecektir ve eğer sen âşıksan senin çıldırmış olduğunu düşüneceklerdir. Kafa merkezli insana bu delice gelir çünkü zihin büyük bir hükümrandır. Kontrolün yitirildiği herhangi bir durum zihin için tehlikeli görülür.

Fakat insan kalbinin bir dünyası vardır, insan varlığının ve bilincinin hiçbir tekniğin mümkün olmadığı bir dünyası vardır. Tüm teknikler madde ile mümkündür; bilinç ile hiçbir teknoloji mümkün değildir ve aslında hiçbir kontrol mümkün değildir. Bir şeyin olmasını sağlamak yahut kontrol etmeye çabalamanın ta kendisi egoistliktir.OSHO