sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sevgi mi? Korku mu?

Dünyadaki yaşanılan her şey düşüncelerinizin eseri sonucu oluşmuştur. Başınıza gelen olayları farkında olarak ya da olmayarak siz yaratıyorsunuz. Düşüncelerinizi kontrol ettiğinizde istediğiniz biçimde yaratım gücüne sahipken, düşüncelerinizi etrafınızda olan bitene kaydırdığınızda ise olan bitenden etkilenerek istenmeyen bir yaratım oluşturuyorsunuz. İki türlüde başımıza gelen her şeyin sorumlusu ne yazık ki bizleriz.
O zaman neden istediğimiz gibi bir yaratım yapmayı seçmiyoruz?
Neden sahip olduğumuz gücün farkına vararak hayatımızın sorumluluğunu elimize alıp yaşamımızı istediğimiz gibi yeniden dizayn etmiyoruz?
Yüce Allah insanları yaratırken en değerli şeyi insanlara vermiş akıl ve sevgi. Biz bu iki öğeyi kullanarak yapmak istediğimizi yapabilecek olmak istediğimi olabilme imkânına sahibiz. Ancak sorun şu ki bir kısmımız bu gücün farkında değil diğer bir kısmımız ise kullanmak istemiyor.
Kullanmak istemeyenlerin en büyük sorunu yaşamlarının sorumluluğunu almak istememek. Burada en büyük sorun kişilerin kendilerine olan özgüven eksikliğinden kaynaklanmaktadır.  Özgüven eksikliği insanların tek başına ayakta durmalarının ve birine dayanmadan yaşamalarının önündeki en büyük engeldir.

Saf Sevgi Özdedir



Son zamanlarda kendimce içine çekilmiş, hayat yolculuğun da doğruları nasıl seçebilirim ? Doğru karar verdiğimi nasıl anlayabilirim? Ve doğrular gerçek mi yoksa bizim yarattığımız şeyler mi doğru?   Nedir doğru?  Sorgulayarak, araştırarak köşeme çekildim.  Birazda münzeviyim ;
Şehrin gürültüsünden uzaklaşarak, yaşadığımız ilişkileri iş-aile-eş-çocuk bir bütün olarak görerek odaklanmaya, gözlemlemeye koyuldum. Pek iç  açıcı değildi bu güne kadar gördüklerim en azından beni tatmin etmiyordu özel bir şey olmalıydı , değerli ve hiç bitmeyecek bir şey olmalıydı.
Okuduklarımı aktarmak istiyorum;
Yaşam nasıl sorunlu olabilir? o bir boşluktur, onun içi kalabalık değildir, kalabalık olan senin zihnindir ve yaşam daima boşluğun dansına eşlik eder. Onun içinde sevginin evi vardır ve insanlar bu boşlukta kurulmuş olan sevgi evini ona kattığı anlamlar ile şekillendirir. ‘ Ben üzgünüm ‘  dendiğinde ona enerjini katmış olursun, ona can verirsin, onu farkında olmadan beslemişsindir. Ve beslediğin her ne ise büyümeye başlar. Aşk beslersen Aşk büyür, Korku beslersen Korku büyüyecektir.  Hiçbir sorun ciddiyet taşımaz , o saf haldedir, o sadece mevcut enerjisi ile gelir, o tarafsız durumdadır;  yoğunluğu ne fazladır ne de azdır. Ve onu yoğunlaştıran senin bakış açındır. Onu ne kadar büyütürsen o kadar sorunlu hal alır. Ona kattığın yoğunluğu azaltırsan , o önce bir portakal büyüklüğünde olabilir, sonra onu bir fındık kadar küçültebilirsin ve onu sonunda toz parçaları haline getirerek üflersen kaybolacaktır.
Ve her şeyin içinde mutlak sevgi vardır. Sevginin içinde var olmadığı hiçbir şey yoktur , o her duygunun , her olayın ve her anın içinde mutlaka vardır. Ve o derinlerdedir. 
İyi yahut kötü, olumlu yada olumsuz durum, duygu nasıl olursa olsun, geçecektir, bu yaşamanın gerçeğidir, senin bir şey yapmana gerek yoktur; yaşam böyle işler. Sahte olan zamanın içinde tezahür eder ve zamanın içinde kaybolur. Zihnin içinde tutunduğun her gerçek dışıdır, önce bunu idrak et. Yaşamın akışında her şey mevcuttur bunu kabullendiğinde içindeki Sevgi tomurcuğu filizlenmeye başlar. Sen, bugün sahip olduğun inançların ve kendi doğruların ile yaşamı kendine zindan ettiysen bir yerlerde yanlışlık vardı. Doğrular ve inançlar hakikati gösteren işaretler olabilir; fakat hakikatin kendisi değildir, onlar sana toplum tarafından empoze edilmiştir ve artık değiştirme zamanın gelmiştir.

Sevgi Emek İster

Arkadaşlık Dostluk Emek İster,Bir varmış bir yokmuş...
İnsanoğlu bir gün arkadaşlık ve dostluk kavramıyla tanışmış, insanoğlu arkadaş ve dost kavramının ne işe yaradığını, insan hayatında gerek olup olmadığını henüz bunun ne anlama geldiğini bilmediklerini fark etmişler.
İnsanoğlu kendini geliştirmek için, daima bazı olguları hayatlarına, yaşamlarına dâhil edip gelişme isteklerini uygulamaya başlamışlar, önce arkadaş nedir?
Düşünmeye başlamışlar.
Kendi aralarında yaşadıklarını incelemeye başlamışlar kimi insanlar bir başka insanla çok zaman geçiyor, onunla konuştuklarını başka insanoğluna anlatmıyor, ne zaman birinin sıkıntısı olsa diğeri onun yardımına koşuyorlarmış...
Bu görüntüyü diğer insanoğlu pek anlayamamış neden böyle yapıyor bunu kavramakta çok zorluk çekiyorlarmış.
Kavramakta zorluk çeken insanoğlu paylaşımı yardımlaşmayı bilmeden sadece gün geçirmek menfaatlerini karşılamak için bir araya gelen insanoğulları hiçbir zaman uzun süren birliktelik yaşılamadıkları için sık sık yalnızlıktan şikâyet eder olmuşlar.
Düşünmeye tekrar başlamışlar nerde yanlış yaptık diye...
O çok iyi anlaşan arkadaşlar, arkadaşlıklarını ilerletme çabasıyla birçok şey paylaşırken, gün gelmiş arkadaş anlamından farklı başka bir kavramı hissetmişler ve merak etmişler bu kadar paylaştıklarından sonra bu yeni kavrama ihtiyaç varmıydı acaba? Düşünmeye başladılar.
Arkadaş olarak paylaşıma, yeni duygular eklenmeye başlanmış, öyle yoğun duygu oluşmuş artık hayatlarının içinde yer almaya başlamışlar...
Daima birbirlerini arar sorar bir halde ve tüm ailenin fertleriyle bile ilgilenmeye başlamışlar karşılıklı, görmedikleri zaman endişe ve korkuya kapılıp bir an evvel arkadaşına nasıl ulaşacağının telaşını tanımaya başlamışlar...
İnsanların hayatlarının içine yeni bir kavram daha girmiş bunun adına da DOST demişler...
İnsanoğlu zamanla çok geliştirmiş kendini arkadaşlık, dostluk kavramlarına ne kadar katkı yaptıklarını, ne kadar geliştirdiklerini bu güne bakıp bir daha üzerinde düşünülmelimi?
Evet,hepimizin aradığı huzur!
Etrafına huzur saçan, gözlerinin içi gülen insanlar, olsun istiyoruz yanı başımızda, hani şu eskilerin tabiriyle, öyle arkadaşlar dostlar arıyoruz ki, ömrümüze ömür katsın!
Onları yalnız bu dünyada değil, öbür dünyada da isteyelim, yani ahretliğimiz olsun…
Bir gün bunalırsan, sıkıntını paylaşmak istersen
BENİ ARA,İki elim kanda olsa gelirim, sıkıntılarını yok ederim
Bir gün ağlayacak gibi olursan da ,BENİ ARA,Seni belki güldüremem ama Söz veriyorum,Seninle birlikte ağlayabilirim, Bir gün uzaklara kaçmak istersen
Beni aramakta çekinme, seni belki durduramam ama
Senle birlikte koşabilirim…Bir gün yüksek bir köprüden, atlamaya kalkarsan da
ARA BENİ,Seninle birlikte atlayamam AMA,Aşağıda bekler, seni tutabilirim bir gün her hangi bir konuda,Kararsız kalırsan,ARA BENİ
Seni Senden fazla düşünür, sana fikirler verebilirim…
Bir gün kimseyi dinlememeye, karar verirsen de,ARA BENİ,Ağzımı açmayacağımı, söyleyemediklerini bile Dinleyeceğim bil…Bir gün Beni üzdüğünü düşünürsen de çekinme yine,ARA BENİ,Göreceksin…
Sana kıyamam kızamam üzmem seni
Bir gün beni ararsan ve benden, karşılık alamazsan
SÖZ VER,O zaman sen ulaşmalısın bana, Çünkü
O zaman bir MELEĞE gereksinim duyduğumu bilmelisin
Seni Seviyorum DOSTUM…
Dostlukları bu güzel dizelerdeki gibi yaşamayı kaç kişi başarabiliyor acaba?
İnsanlar dostluktan ne anlıyor acaba? Bunu bir anlamak lazım ben insanların çoğunun bu dostluk kavramını çok iyi anladıklarını sanmıyorum. Her kes arkadaş olabilir ama DOST olmayı başarmak çok EMEK ister. Sevgi emek ister. Dostluk emek ister...Kalite sadece kıyafet alımında kullanılan bir kelime değildir. Dostluk da kaliteli yaşanırsa uzun ömürlü olur, ama günümüzde her şeyi çabuk tükettiğimiz gibi insan ilişkilerini de hem kalitesiz ve çabuk tüketen bir toplum olarak bunun sıkıntısını çok yaşar olduk, insanlar bir birine güvenemez oldu. Ben arkadaşlık ve dostluk adına çok şanslı buluyorum kendimi ve çok zenginim DOSTLUK adına.
Çok dostum yok ama var olanlarla çok zenginim ben dostlarını yüreğindeki en güzel çiçek bahçesinde taşıyan biriyim. Bu çiçek bahçesinde yanlışlık yapan dost olursa onlar bile kırılmaz, onlar bir zamanlar dost gibi göründükleri için değil insan oldukları için özen gösterilir ben de. Diyorum ya ben dostlarım sayesinde dünyanın en zengin insanıyım. her kes benim dostum olmaz dostum olanda bensiz yaşayamaz çünkü ben her derdi ve zor Gürünlerinde yanlarındayım. İyi günlerinde yanlarında olmak tabii ki mutluluk verici ama zor günlerinde onların acılarıyla yaşamak işte DOST luğun anlamı bu...

Sağlığı yaratmak.

Günümüzde sağlığı yaratmada olumlu düşüncenin önemi üzerinde sıkça durulmaya başlanmıştır. Her geçen gün bu konuda ya yeni bir kitap yada makale yayınlanmaktadır. Düşünce dediğimiz bu güç nasıl oluyor da sağlığımızı bozuyor veya yaratıyor?

Yazdığı kitaplarla ve verdiği konferanslarla dünyada alternatif tıp alanında çığır açan Dr. Deepak Chopra, “Sağlığı Yaratma” adlı kitabında bu konuda şöyle diyor. “Araştırmalara göre mutlu insanlar daha sağlıklıdırlar. Öyle görünüyor ki, olumlu düşünceler taşımak demek olan mutluluk, beyinde biyokimyasal değişiklikler yapmakta ve bu değişiklikler de vücut fizyolojisi üzerinde son derece yararlı etkiler göstermektedir. Öte yandan, üzücü ya da bunaltıcı düşünceler de beyin kimyasında değişiklikler yapmakta ama bu değişikliklerin fizyoloji üzerinde zararlı etkileri olmaktadır."

Düşünceler, mesaj-göndericiler denilen beyin kimyasalları aracılığıyla çalışırlar. Beyin dokusunda bunların en azından otuz türü olduğu saptanmıştır. İnsanın içinde bulunduğu ruh durumuna göre bu mesaj-göndericilerin birbirlerine göre oranları değişir. Düşünceler bilincimizin denetimi altında olduğuna göre, istediğimiz düşünceyi bilinçli olarak seçebiliriz, düşüncelerimizi kontrol edebiliriz. Aynı zamanda düşünmek, beyin kimyasını çalıştırmak demektir. Kimya, beynin farklı yerlerindeki hormonların salgılanmasını etkiler. Örneğin, hipotalamus ve hipofiz. Sonra da bu hormonlar vücuttaki organlara mesaj taşırlar.

Daha belirgin birkaç örnek verelim. Önce olumsuz düşünceleri ele alalım. Kızgınlık, düşmanca düşünceler insanda hemen kalp atışlarını hızlandırır, kan basıncını arttırır ve yüzü kızartır. Kaygılı düşünceler de aynı şeyleri yapar ve bunların yanısıra el titremesi, soğuk ter ve mide düğümlenmeside görülür. Görülüyor ki, değişik düşünceler kendilerini fiziksel olarak ortaya koyabilmek için gerekli olan kimyasal değişiklikleri beyinde yaratırlar. Düşünce bozuklukları ve beyin kimyası bozuklukları arasında bir ilişki vardır.

Aynı şekilde, mutluluk, sevgi, barış, huzur, şefkat, dostluk, iyilik, cömertlik, yakınlık, içtenlik düşünceleri de merkezi sinir sisteminde mesaj taşıyıcılar ve hormonların akması yoluyla fizyolojide kendilerine karşılık olacak bir durum yaratırlar. Olumlu düşüncelerin fizyolojide yarattığı derin değişimler insanı sağlığa götürür, çünkü mesaj-taşıyıcıların aracılık ettiği bu düşüncelerin bedende uyarıcı bir etkisi vardır.

Kızgınlık, sevgisizlik, düşmanlık, gücenme, çelişki ve hüzün gibi duygular vücudun bağışıklık sistemini zayıf düşürür. Bunun tersi olan olumlu duygular ise vücudun direncini arttırır. Kısaca hastalıkların ortaya çıkmasına neden olan yalnızca düşüncelerdir.”

Şimdi konuya bir başka açıdan yaklaşalım. Akupunktur, T’ai Chi, Chi Gong, Yoga gibi alternatif terapiler, insan bedenini tamamen çevreleyen bir elektromanyetik alandan bahsederler. Buna “Aura” veya “enerji beden” denir. Ayrıca bu enerji bedende “Chakra” adı verilen yedi adette enerji merkezi bulunur. Bütün bu terapiler temelde hastalığı şöyle tarif eder. Hastalık, herhangi bir düzeyde bloke edilmiş, akışı engellenmiş bir enerjinin yansımasıdır. Varlığımızdaki bir dengesizliğin dışa vurumudur. Aura ve Chakra’lardaki enerji akışında meydana gelen bu dengesizlikler, fizik bedende hastalıkların oluşmasına sebep olur. Bütün dengesizliklerin nedeni ise, insanın içinde bulunduğu ruhsal durum’dur.

Düşüncelerimiz, duygularımız, birer enerjidir. Olumlu düşünceler auramızı güçlendirir, enerjimizi arttırır ve sağlık içinde olmamızı sağlar. Olumsuz düşünce ve duygular ise, enerjimizi azaltır hastalığa davetiye çıkartır.

Eğer sağlıklı olmak istiyorsak, enerji tüketen duygu ve düşüncelerimizi, enerji üreten duygular haline çevirmeliyiz. Onun için “düşünce ve duygularımızı her zaman kontrol etmeyi” öğrenmeliyiz.


”Dr. Deepak Chopra


Sözlerimize Dikkat Edelim


Sözlerimiz çok güçlü.

Sözlerimizle hayatımızı şekillendiriyoruz.

Geçen gün markette kasada beklerken, iki kişinin sohbetine kulak misafiri oldum.

Gördükleri harikulade bir araba hakkında konuşuyorlardı.

Birden birisinin diğerine, “Yaa, 40 yıl didinsek, böyle bir arabaya asla sahip olamayız.” dediğini başımdan aşağı kaynar sular dökülerek duydum.

Dönüp, bu kişiye “Söyleme şu sözleri yaa!!!” dememek için kendimi zor tuttum.

İşte çekim yasası öğretmeni olmanın bazı zararları.

Sevgili öğrencilerim, arkadaşlarım, benim onları bu şekilde uyarmamı kabul edebilirler ama sokaktaki, marketteki insanlara bu şekilde yaklaşmam mümkün olamıyor maalesef.

Sözlerinin, kararlarının, inançlarının hayatlarını şekillendirdiğini pek çok insan maalesef bilmeden, bu şekilde cahil cahil konuşuyorlar ve cahil cahil yaşıyorlar.

Aynı bizim bir zamanlar yaşadığımız gibi.

“Yaa, 40 yıl didinsek, böyle bir arabaya asla sahip olamayız.”

Bu şekilde konuşmak bizim gibi çekim yasasını bilen, anlayan kişilere artık yasak.
Dileklerimize TEZ zamanda kavuşmak istiyorsak, sözlerimize dikkat etmeyi öğrenmemiz gerekiyor.

Nasıl mı dikkat edeceğiz?

1.  “Asla” “Hep” “Hiç” “Her zaman” türünden sözlerimize dikkat edip, bunların dileklerimizle uyumlu olup olmadığına, onlarla çelişip çelişmediğine bakalım.

Bunları hep, dileklerimizle uyumlu olacak ve onlarla çelişmeyecek şekillerde kullanalım.

Örnek:

“40 yıl didinsek, böyle bir arabaya asla sahip olamayız.” değil de, “Ne güzel arabaydı. Allah’ın izni ve yardımıyla bizim de olur inşallah.” (veya olabilir, olsun, olmasını dilerim,vb.) şeklinde konuşalım ve buna yürekten inanalım. 

2 “Hastayım” “İyi değilim” “Kötüyüm.” ve benzeri söz ve inançlarla hastalıkları daha da fazla çekmeyelim.

Hayatta belki de üzerimizde en etkili olan sözlerimiz, “………..yım.” şeklinde söylediğimiz sözler oluyor.

Allah’ın bize verdiği bu gücü, bu son derece etkili aracı doğru kullanalım.

3. “Nefret” kelimesini sözlüğümüzden çıkartalım.

Sevgi, şükür, affetme, af dileme sözlüğümüzdeki en temel kelimeler olsun.

4. Bol bol “harika” “harikulade” “fevkalade” “mükemmel” “çok güzel” “çok sevindim.” “çok mutlu oldum” şeklinde beğeni, mutluluk, şükür ifade eden sözler söyleyelim.


5. Ağzımızı açıp gözümüzü yummayalım. Sözlerimizi bilerek sarfedelim. Kalbimizden konuşalım.

Ve kalbimizde hep sevgi, anlayış, şükür, af dileme, affetme olmasına dikkat edelim.

Sizin pencereniz nereye açılıyor

Pencereler vardır, dağlara bakar. Dağların yüksekliği kadar yükselir bakışlar. Dağların ardı gibi ulaşılmazlara da sahiptir, dağların bu tarafındakiler gibi, engelleri beraber aşacak dâvâ arkadaşlarına da. ..

Pencereler vardır, denize bakar. Açınca deniz vurur yüzünüze, kapatınca sessiz bir mavilik dolar evin içine. Den...iz kadar derindir bakışlarınız, deniz kadar dalgalı olmasa bile hayatınız.
Pencereler vardır, nehirlere, derelere, şelalelere bakar. Berraklıktır duvarınıza asılı tablo. Huzur veren şırıltıdır, çalıp duran müzik. Aynı nehirde iki kere yıkanamamak gibi, aynı nehri iki kere seyredemezsiniz. Giden su damlacıkları, hayatınızdan da saniyeler götürür; eşsiz bir manzara seyrettirirken.

Pencereler vardır, uçsuz bucaksız ovalara bakar. Yürüseniz saatler sonra ulaşabileceğiniz noktadır, evinizin içinde bakakaldığınız. Gökyüzünün yer yüzüyle birleştiği o müthiş fotoğraf, yer ile gök arasındaki konumunuzu belirler: Ne kadar arzîsiniz ya da ne kadar semavî?

Pencereler vardır, kaldırımlara bakar. Gördüğünüz; insan ayakkabıları, kedi patileri, araba lastikleridir. İşittiğiniz; ayak sesleri, otomobil gürültüleri, sokak kavgalarıdır. ?Kaldırım manzaralı eviniz var mı?? diye sormazsınız asla, bir emlakçıya. Tercihiniz değil, mecburiyetinizdir kaldırımlar; ama ufkunuzu geliştirmek, başka dünyalara pencereler açmak elinizdedir.

Pencereler vardır, karşı apartmana bakar. Sokaktan geçen arabalar, oyun oynayan çocuklar ve balkonda çay içen komşulardır; evinizden dış dünyaya açılan. Komşunuzun da sizden farkı yoktur; onun için de siz bir manzarasınızdır, penceresini açtığında. Siz ve komşunuz, karşılıklı iki ayna gibidir; ama bu aynadan sonsuz görüntüler çıkmaz.

Pencereler vardır, hayata bakar. Hayattan ne anlıyorsa insan, o kadar geniş, o kadar ferah, o kadar huzur vericidir; penceresinden evine sızan. Hayatı bir hapishane gibi görüyorsa, ayak seslerinden, ayakkabı görüntülerinden ve araba lastiklerinden başka bir şey görmez, ruhunun penceresi olan gözlerini açtığında.
Pencereler vardır, insanın kendisine bakar. Ne kadar derinse duruşu, ne kadar özgürse ruhu, ne kadar güzel görebiliyorsa; o kadar geniş, o kadar uçsuz bucaksız, o kadar güzeldir manzarası. Yüzeyselse, ancak karşı apartmandaki insanı görüp durur, penceresini her açtığında.

Pencereler vardır, açılmaz; sadece seyredersiniz. Koklayamazsınız, işitemezsiniz, elinizi uzatıp dokunuyor gibi hissedemezsiniz.

Peki sizin pencereniz nereye açılıyor?

Kendini Tanımak

   "Kendini tanı” diyen Sokrates, yüzyıllar öncesinden evrensel bir öğütle sesleniyor günümüze ve hayatın anlamına ulaşmanın sırrını veriyor. Kendi içine yönelmeyen, kendini keşfetmeyen insan hayatını anlamlandıramaz. Kendini okumaya gayret eden bir birey, önce kendi varlığına ve daha sonra kendinden hareketle hayata bir anlam bulma yolunda ilerler.
   Kendini okumak, keşfetmek nedir? Kendi iç kaynaklarımızın; yani yeteneklerimizin, becerilerimizin, hislerimizin, duygularımızın, inançlarımızın, düşüncelerimizin zayıf ve güçlü yönlerimizin farkına varmaktır.
Nefsini bilen Rabbini bilir”, bilgelerin ise “kendini bil!.” Çağrıları kendi içsel kaynaklarımızın farkındalığını hatırlatır.
    İnsan doğru değerlere meyilli olarak yaratılmıştır: İnsanın potansiyelini keşfedip ortaya koyması, bu değerlerin yaşamında olmasıyla mümkündür. Bu değerler nelerdir? Sevgi, saygı, paylaşma, dayanışma, hoşgörü, empati, cesaret, içtenlik, iyi niyet, çalışkanlık, vefakarlık.  Bu değerlerle donatılmış insan, bazen yanlış değerlerin cazibesine de kapılabilmektedir. Kendini tanımaktan uzaklaşan ve yanlış arkadaşlıkların, geçici heveslerin rüzgarına tutulan insan, farkında olmadan kalbinde yanlış değerleri besler. Yaşamını anlamsızca tüketir.
    Hayatının her karesini anlamlandıran ve kendini okuyan bir insan, nitelikli bir yaşamın penceresini aralar. İşte böyle bir insanın yaşam zenginliğini düşünün!. Duygularını kontrol edebilen, kendini yönetebilen, içsel kaynaklarını yerinde kullanan bir birey olmanın hazzı…
    Kısaca insan hayatının güzelleşmesi de çirkinleşmesi de insanın elinde. Yanlış değerleri doğru olarak kabul edip ısrarla uygulayan bir insan, gerçekte yaşamını çirkinleştirmiştir.
    Silkinin!.. Doğru değerlerle mükemmel donatılmış bir varlık olduğunuzu unutmayın!. Çok özelsiniz. Çünkü sizin bir benzeriniz yok. O zaman başkası değil, kendiniz olun. Hayatınızın anlamını ve amacını keşfedin. Doğru değerlerin ısrarlı uygulayıcısı olarak hayata gülümseyelim. İyi insanlarla dost olup doğru değerleri yanımıza alalım. Kendimizi okumayı ve keşfetmeyi yaşam düstürü yapalım.
Yunus’un çağrısına kulak verelim: “İlim ilim bilmektir. İlim kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır.

Her şey tek bir damla ile başlıyor..

Yürekde yaratılan tek bir damlacık sevgi, öfke, korku, huzur…. 

Tıpkı içinde elmaya ve elma ağacına ait tüm sırları saklayan bir zerrecik olan elma çekirdeğinin uygun ortam bulduğunda büyüyüp yeşerip, sonunda tekrar elmalar vermesi gibi, o damlacık da uygun ortamı bulduğunda büyüyor ...ve okyanusa dönüşüyor.. Sevgi ise sevgi okyanusu, öfke ise öfke okyanusu..

Ve bu okyanus öylesi yayılıyor ki, aslında benden ayrı olmayan tüm dünyayı da etkiliyor, dünyaya yayılıyor.. Tek bir damla tüm dünyayı etkiliyor. Ben fark etmesemde bu böyle. Tıpkı bir kelebek etkisi gibi.. Yürekde yaratılan tek bir damla, özünde ne taşıyorsa, tüm dünyayı onun ile etkiliyor..

Bizim “gerçek yaratıcılığımız” bence en basiti ile bu.. Yüreğimizde yarattığımız sadece tek bir damla .. Ve o damlanın tüm dünyayı kendince bir yolla etkileyişi.. Büyümesi benim o yaratım sırasındaki enerjime bağlı, daha sonrasında kendisi için bulabildiği uygun ortamlara..

Yüreği hepten sevgi olmuş bir varlıkta, öfkenin besleneceği hiç bir ortam/enerji yok.. Yüreğinde sevgiyi hiç yeşertemeyen birisi için de sevgi damlasını taşıyabilecek güç yok..

Ben ne kadar dengede isem, hep aynı tip damlalar yaratıyorum ve yarattıklarımın etkisi katlanarak artıyor. Ve ben dengede isem, benim yarattığım damlalarla uyum içinde olmayan diğerlerini besleyecek enerji de üretmiyorum. Dolayısı ile onlar beni etkileyemedikleri gibi, benden beslenerek büyüme şansları da olmuyor..

Seçimim yüreğimin ışığının dengede ve huzurlu olarak hep sevgiyi yaratması
… Dengede kalmak ve dünyanın ihtiyaç duyduğu enerjileri taşıyacak damlaları yaratabilmek..

Bir bardak saf su hayal edin… milyonlarca molekül içerir. Çok küçük bir damla yoğun bir tatlandırıcının bardağın içine damladığını düşünün. Tatlı bir suyunuzun olması pek fazla zaman almaz! Bu tıpkı karanlıkta küçük bir ışık yaktığınızda olanla aynı şeydir. Çünkü karanlık, çok geniş bir alanda dahi, bir ışık yakıldığında artık var olamaz. Şöyle diyebilirsiniz, milyonlarca karanlığınız olabilir, ancak tek bir ışık ile, ortamı ışık ile tatlandırdınız.

Özgür olabilmek konusu, aslında her birimize sorumluluklar da yüklemekte. Öyle ki, bir birey olarak duygu, düşünce ve davranışlarımızın sorumluluğunu almamız gerekir. Yüreğimizde yarattığımız her bir damlanın sorumluluğunu almamız gerekir.

Dışımızda bizden başka bir şey yok.. İçimizde olan her ne ise dışımızda da o var. Bu durumda, sadece kendi duygu, düşünce ve davranışlarımızdan değil, çevremizdeki herkesin, yaşadığımız ortamda bulunan herşeyin duygu, düşünce, davranış ve oluşlarından da biz sorumluyuz. Çünkü olan her ne varsa benim içimde olduğu için orada oluyor..

Hayatın Altın Kuralları

—Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez. Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol.

—Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.

—Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma.

—Seni seviyorum derken inanarak söyle.

—Özür dilerken karşındakinin gözlerinin içine bak.

—İlk görüşte aşka inan.

—Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal.

—Asla başkalarının hayalleri ile dalga geçme.

—Derinden ve inançla sev.

—Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam anlamıyla yaşayamazsın.

—Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş.

—İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp, onlar hakkında karar verme.

—İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.

—İnsanlara beklediğinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol.

—Yavaş konuş ama hızlı düşün.

—Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır.

—Eğer kaybedersen aklını da kaybetme.

—Üç S yi unutma:
Sevgi - herkese,
Saygı - kendine, başkalarına,
Sorumluluk - Tüm hareketlerin için.

—Eğer hata yaptığını fark edersen, hemen onu düzeltmeye bak, bile bile devam etme.

—Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.

—Anneni sev, say, ara.

—Şunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptır.

—Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama.

—Satır aralarını da oku, bilgilerini paylaş.

—Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır.

—Dua et. Büyük güç verir.

—Düşün. Daha da büyük güç verir.

—Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır.

—En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır.

—Şunu bil ki; karakterin senin kaderindir.

—Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına, bir gönülde buket ol.

—Sevgi için kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın.

—İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol.

—Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.

—Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin...

 

Affet Babacığım

Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi...... babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.

Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.

Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak,böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.

Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.

Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi.Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.

Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.

Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.

Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.

Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum.

İnsanların seçimleri

İnsanın her türlü seçimi ya KORKU, ya da SEVGİ düşüncesinden kaynaklanıyor.

KORKU; daraltan, kapayan, içe hapseden, kaçan, gizleyen, biriktiren, zarar veren enerjidir.

SEVGİ; genişleten, açan, yayılan, kalan, açık olan, paylaşan, iyileştiren enerjidir.
...
KORKU; bedenleri giysilerle sararak gizler.

SEVGİ; çıplak olmaya izin verir.

KORKU; sahip olduklarına sımsıkı yapışır.

SEVGİ; sahip olduklarını paylaşır.

KORKU; zorba yakınlık ister.

SEVGİ; sevecen yakınlık.

KORKU; sımsıkı sarar, bırakmak istemez.

SEVGİ; özgür bırakır.

KORKU; kurutur,

SEVGİ; yumuşatır.

KORKU; saldırır.

SEVGİ; bağrına basar.

Şükrediyor Teşekkür Ediyorum.


Bu yeni günü bana bahşedilmiş bir armağan olarak görüyorum. Sağlığım  için  şükrediyor teşekkür ediyorum  …Şu anda günümü yaratmaya niyet ediyorum….
Ben kendime değer veriyorum.
Ben hayatıma değer veriyorum.
Benim her anım değerlidir ve ben her anıma değer katmayı seçiyorum.
Bugün, yüksek planda hayrıma olan olayların hafiflikle ve sevgiyle tezahür etmesine izin veriyorum.
Günüme sevgi, şefkat ve merhamet duygularıyla başlıyorum. (Hissedin.)



Hayatın tüm bolluk-bereketine, bilgeliğine ve sevgisine kendimi açıyorum.
Tüm canlılar için barış diliyorum. Tüm canlıların sonsuz huzuru yaşamalarını diliyorum.
Daha önce yaratmaya niyet ettiğim her şeyin mucizevi yollarla bana geldiğinin işaretlerini görmeye niyet ediyorum.
Hayatımda her şey olduğu gibi iyi, güzel ve tamdır!
Şükürler olsun…

Olsun o halde/Amin!

Sevgiyim

Buradayız, dünya yaşamında yaşıyoruz ve birbirimize yansımalar yapıyoruz. Sonsuz sevgi işbasında!
Sevgide çaba yoktur, aşama vardır… Derece derece yükselme vardır. Bu bilincin yükselmesidir. Bilinç açıldıkça, daha çok sevgiyi bedenler insan. Sevgi, insanın doğuştan gelen özelliğidir. Sonradan çevre, toplum çeşitli şekillerle kalıplara girer kişi. Sevgi denizinin içine daldıkça, bu denizle bütünlenen insanin bilinci çok daha farklı bir tat alır.  Sevgi insanın doğasında ve bunu konuşmak, göstermek, yaşamak insanın içinden gelir.  Bunca yazı, bunca şiir, bunca serenat ask için, sevgi için! Sevgi her şekilde kendini gösterir. Sevgiyi yasamak ve birbirimize vermek, sevgi enerjisi içinde akmak varken,  ben biliyorum diye nasıl oturabiliriz? Ya bilmeyen varsa bu kadar güzelini! Ya görmeyen, duymayan… Bunca ask, sevgi senaryoları, kitaplar… Peygamberler, üstatlar sevgiyi, en güzelini yasayabilmemiz için, örnekler olup yasamadılar mı yaşamlarını? Sen nasıl bir sevgi senaryosunu yaşıyorsun hiç düşündün mü? Bütüne bakıp, ohh bu da bütünün içindeki benim sevgim, sevgi modelim, ‘Ben Sevgiyim!’ dedin mi? Ya bütünün henüz farkına varamayanlar, göremeyenler, bir uyarı, dürtüyle uyanmayı bekleyenler…

İşte burada, bu yaşamda sevgimizi gösteriyoruz. Bilgimizi paylaşarak, bilmediklerimizi ifade ederek, duyduklarımızı birbirimize aktararak… Yasarken her an gösteriyoruz. Seçimlerimizi yaparak! Severek, kin duyarak, nefret ederek, öfkelenerek, şefkat duyarak, ağlayarak, acı çekerek, birbirimizin elinden tutarak, kaldırarak, her an sevgimizi gösteriyoruz. Tüm görünen çabanın ardında sadece sevgi arayışı var. Çabasızca sadece sevgi olabiliriz! Sadece sevgi…

Hakikat olan sevgidir, bilinçtir. Ve bilinç, aydınlıktır. Sevgi ile yaşayan bir kişi bütünün içinde, bütünle birlikte, bütünün kendisi olduğunu, tek olduğunu fark eder. Ayrılık yoktur, görünen, sadece bir yanılsamadır!

Bütün içinde; (iyi - kötü, güzel - çirkin, doğru - yanlış) barındırır. Hepsinin kaynağı Tek olandır! Hakikat bunu bilmektir!  Hakikati idrak eden kişi, kendisine giden sevgi yolundadır! Adım adım sonsuz, sınırsız sevgi –bilinç yolculuğunda, hem yolun kendisi, hem de yolcudur. Ve haydi gidelim demek ister. Birlikte…
Sevgiyi yasayan bir kalp, öğrenmek ister. Her an daha çok öğrenmek isteğiyle, bilmek isteğiyle yanar tutuşur. Bu çabalamak değildir.  Aşka uyanmaktır. Ask yolunda çabalamak yoktur! Çabasız bir akis vardır, seçimlerimizle, Olan’a…

Neyi seçersek O’nun sevgisini yaşarız. Zihin değil, kalp devrededir! Kalbimizle düşünüp, zihnimizle hissetme yeteneği kazanılır zamanla.


İyi - kötü O’ndandır. Seçim bizimdir ve sonsuzdur. Seçeriz, isteriz ve bize akan yaşamı birlikte yaratırız, Tüm Olan’la!  Bunu bilmek teslimiyet noktasıdır. Teslim imanla, içsel bir bilişle gelir! Zihin disipline edilir! Ehlileşir… Sessiz zihin kıvamını yaşarsın zamanla. Kitabi bilgi değil, içsel biliş-bilinç sevgi mertebesine an an yaklaşırsın… hakikat sendendir artık, bütün ve tek olan biricik olansındır. Sen o Tek’i yansıtırsın!

Hakikate ulaşmak için insan önce kendini bilmeli! Kendini bilinceye kadar sormaya devam!
Savunduğum bir ‘Ben’ yok! Bazen susmak istiyorum, susamıyorum…Sessizliği dinlemek istiyorum tüm seslilikte, seslerde…

Bırak Sevgi Seni Bulsun


İyi kalpli yalnız bir adam bir gün bir koza bulur. Kozanın içinde küçük bir tırtıl vardır. Adam çok sever bu tırtılı. Onunla tüm yalnızlığını, tüm sevgisini paylaşır. Gel zaman git zaman tırtıl büyür, güzel bir kelebek olur. Adam kelebeğine hayran, bırakamaz onu bir türlü. Aslında kelebeğin aklında dağlar, kırlar, çiçekler vardır da kıyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalnız bırakamaz onu. Üç günlük ömrünü sevildiği ve sevdiği yerde geçirmeye hazırdır. Ama adam bilir ki "Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir." Kelebeğine son kez bakar ve onu salıverir özgürlüğüne, kırlarına, çiçeklerine doğru... Kelebek mutlu olmasına mutludur ama hiçbir meltem, hiçbir çiçek yaprağı adamın avucunun sıcaklığını andırmaz. Aklında adam, o çiçek senin bu çiçek benim dolaşır saatlerce...

Adam bir kelebeğe sevdalı, bakıp durur boşluğa. Kelebekse hâlâ konacak sıcak bir avuç aramakta! Böylece kelebek şunu anlar; "Bazen ait olduğumuz yer orasıdır; sıcak bir avuçtur biliriz. Ama o yerin bize ait olma ihtimali bir hiçtir." Böylece adam şunu anlar: "Hiçbir sevdayı yalnızca sevgiyle yaşatamazsınız." O günden sonra kelebek, adama duyduğu özlemi gömecek bir dağ aramaya başlar. Ama gücü tükenene dek arayıp da bulamayınca anlar ki "Hiçbir dağ bir özlemi gömebileceğimiz kadar büyük değildir." Adamsa artık sevdasını koyar avuçlarına kelebeğinin yerine. Herkes bir şeyler yaşar; iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış. Yaşadıklarından bir çıkarım yaparak hayatına bir yol verir, aynı zamanda düşüncelerine de


BIRAK SEVGİ SENİ BULSUN!