Bütünsel Kinesiyoloji PİKİ

KİNESİYOLOJİ NEDİR?
Farkındalık, otomatik düşünce kalıplarının sizi uyuşturmasından uyanmaktır.
Genel bir tanımlama ile söylersek kinesiyoloji, kas aktivitesi bilimidir.

Kasların testi, bilinçaltımızla iletişim kurma yoludur. Kinesiyolojide varlığınızın bütünüyle bir iletişim yolu olarak kullanılan kas testi kendinizi kandırmanızı imkansız kılar. Kaslarımızdaki enerji akışı olumlu ya da olumsuz düşüncelerimize, inançlarımıza, duygularımıza göre değişir. Kinesiyoloji aynı zamanda bir biyobilgisayar olarak da tanımlayabiliriz.

Kaslarda dolaşan yaşam enerjisinin gücü değişik duygu hallerinde, olumlu ve olumsuz inançlarda, hoşlandığımız / hoşlanmadığımız şeyleri hissettiğimizde, doğru ya da yalan söylediğimizde farklı farklıdır. Bu, kendimize söylediğimiz bir yalan olsa da.

Kaslardan aldığımız tepki ile kendimizle, bilinçaltımızdaki inançlarla ilgili test yapabilir, sorunlarımızın kök nedenlerini bulabiliriz. Kinesiyoloji teknikleri ile bizi sabote eden bilinçaltı programlarımızı keşfedip bize destek olacak şekilde değiştirebiliriz.

Kinesiyoloji, Dr.John Goodheart’ın 1964 yılında başlattığı Uygulamalı Kinesiyoloji çalışmalarını temel alarak geliştirilen yöntemlerle o günden bugüne birçok alanda kullanılıyor. Yepyeni alanlara uygulanabilmesi için hala araştırmalar yapılıyor. Birçok uygulamacı zaman içinde kendi tekniğini yarattı ve geliştirdi, böylece kinesiyolojinin bir çok dalı oluştu.

Dünyada alternatif yaklaşımlara açık birçok insan kinesiyolojinin günümüzde en gelişkin ve doğal iyileştirici teknik olduğunu düşünüyor.

Kinesiyoloji bilinçaltı inançlarını test etmenin yanı sıra bedenin değişik maddelerden, çevresel faktörlerden nasıl etkilendiğini, fiziksel sorunları, duygusal dengesizlikleri, öğrenme blokajlarını, bireysel ve ruhsal gelişimi engelleyen tıkanmaları test etmek, dengelemek ve düzeltmek amacıyla kullanılıyor.

PiKi NEDİR?

Pi, Pi sayısının sembolü; Ki, hem kinesiyoloji kelimesinin kısaltılmışı hem de yaşam enerjisi Ki (Chi) anlamında kullanılıyor.

Pi sayısı bir dairenin çevresinin çapına olan oranını ifade eder. Aynı zamanda Yunan alfabesinin on üçüncü harfi olan Pi, MÖ yirminci yüzyılda Babilliler, Mısırlılar, Çinliler tarafından sayısal değeri üç olarak kabul edilmiştir.

Özelliği, hem sabit hem de cebirsel olmayan irrasyonel bir sayı olmasıdır. Günlük kullanımda basitçe 3,14 olarak ifade edilmesine rağmen gerçek değerini ifade etmek için periyodik olarak tekrar etmeyen sonsuz sayıda basamağa ihtiyaç vardır.

Pi, matematiksel sabitler içersinde kültürel açıdan en çok etki yaratanıdır. Bunun basit nedenleri çok eskiden beri bilinmesi, çember gibi çok yaygın bir geometrik cisimle ilgili olması ve görünüşe göre kural izlemeyen ondalık açılımının sınırsızlığına insan aklının henüz ulaşamamasıdır.

Ayrıca Eski Ahit’in bir bölümünde de Pi sayısının değerinin 3 olduğu ima edilir. Bu da Zihin-Beden-Ruh üçgenini temsil eder. Einstein’ın doğum günü olan 14 Mart (ingilizce tarih yazılımıyla 3/14) aynı zamanda ABD’de Ulusal Pi günü olarak kutlanıyor.

İnternette sayısız Pi sitesinde saatlerce sadece merakımı gidermek için dolaştıkça bu büyüleyici rakamın gizemlerini özetlemenin çok güç olduğunun farkına vardım. Şiirde, müzikte, DNA’da, gökkuşağında, yağmur damlasının suda yaydığı halkalarda, gözbebeğinde, nüfusa göre ölüm oranında…Her yerde Pi sayısı var. Doğa matematiği çok iyi biliyor. Doğa ne bilge bir öğretmen.

Büyüleyici bir gizem şu Pi sayısı. Tıpkı insanın bilinçaltının kapasitesi gibi. Tıpkı insan psikolojisinin sınırsız boyutları gibi. Pi sayısı bu nedenle bende sonsuzluk ve sınırsız kapasite anlamına geliyor. Kozmik bilinç ve insan bilinci arasındaki bağlantı sembolü olarak Pi son derece uygun.

KİNESİYOLOJİ İLE “Kİ” ENERJİSİNİN BAĞLANTISI

Değişik kültürlerde Prana, Chi, Ki gibi değişik isimlerle bilinen yaşam enerjisi, bedenin akupunktur çizgileri boyunca akar. Kinesiyolojide kullandığımız Kol Testi gerçekte bir enerji testi‘dir.

PiKi, bilinç ile bilinçaltı inançlarımızın birbirini desteklemesini sağlayarak bize, evrensel enerjinin sevgi, bilgelik ve iyileştirici gücünü kendimiz ve başkalarının yararına kullanmamıza olanak tanıyan bir öğreti sistemidir.

Hayatımızda daha değerli bir şey var mı? Tek bir hayatımız var. Onu, şikayet ederek, başkalarını suçlayarak, mutsuz ve doyumsuz, en iyi ihtimalle ortalama sıradan bir hayat olarak da geçirebiliriz, gerçekten kaliteli, haz aldığımız ve bize maddi manevi doyum veren bir yaşam sürdürmeyi de seçebiliriz. Böyle bir yaşam ise bilinçli olmayı, farkındalıkla yaşamayı gerektiriyor. Bunun için en temel zeka göstergesi olan merak duygusunu asla yitirmememiz çok önemlidir. Öğrenmeye ve geliştirmeye açık olmak, kaliteli bir yaşamın olmazsa olmaz öğesidir.

Birçoğumuz hayatımız boyunca kendimizi “düzeltmek” için mücadele ederiz. Yani kendimizle barışı, savaşarak sağlayacağımıza inanırız. Kendimizle savaşmak için “askerlerimiz”, arttırdığımız bilgimiz ve irademizdir. Ordumuzun güçlü olduğuna inanırız. Savaşın sonunda belki bir zafer kazanırız; diyetimizi sürdürürüz, sigara içmeyiz, içki içmeyi bırakırız. Ama “zafer” duygusu geçicidir, zaaflarımız eninde sonunda bizi tekrar ele geçirir.

Bize zarar veren ilişkileri bir süre için bitirebiliriz; ama sonunda ya o ilişkiye geri döneriz ya da benzer sorunları yeni partnerimizle yaşarız. İşimizi bir takım sorunlar nedeniyle değiştirsek bile yeni işimizde yine benzer sorunlarla karşılaşırız.

Kısaca; aynı sorunları yeni işimizde, yeni eşimizde, yeni taşındığımız şehirde yeniden yaşarız. Gerçek çözüm, bizi desteklemeyen programlarımızdan özgürleşmektir. Hayatın diğer alanlarında çok bilgili ve başarılı olsak bile, bu programlar içimizde var olduğu sürece, gerçek potansiyelimizi ortaya çıkarmayı engelleyecek, yaşam hazzımızı ve doyumumuzu azaltacaktır.

PiKi, bize negatif programlarımızdan özgürleşebilmemiz için hemen kullanabileceğiniz yöntemler sunuyor; bunlar, uzun yıllardır boğuştuğumuz ve üstesinden gelmek için her yolu denediğimiz ama bir türlü alt edemediğimiz sorunlar olsa bile.

Bu negatif problemler, olumsuz inançlar, korkular, fobiler, depresyon, karamsarlık, bağımlılıklar, fiziksel hastalıklar ya da ağrılar olarak kendisini ifade eder. Biz de genellikle bu sorunlarımızı artık kendimizin bir parçası (zaaflarımız) olarak kabul ederiz.

Bireysel gelişim ve ruhsal gelişim bir ve aynı şeydir. Gelişmek denilen şey, insanın bilinçaltındaki çocukluk programlarıyla sürdürdüğü otomatik ve robotik yaşamının farkında olup, bilinçlice kendi özgün programını yaratarak kendi seçtiği hayatı (doyum alarak) yaşamasıdır.

Çekim yasası ile hayatımıza düşüncelerimizin ve inançlarımızın yüzde doksan dokuzunu oluşturan bilinçaltı programlarımıza uygun insanları, olayları, durumları çektiğimizi düşünürsek, inançlarımızın bizi destekleyen inançlar olmasının önemini de daha iyi anlarız.

Bu nedenle PiKi gerçek anlamda Çekim Yasası eğitimidir.

PİKİ’YE BİR İNANÇ DEĞİŞTİRME SİSTEMİ DİYEBİLİRİZ

Hayatımız, inançlarımızın bir yansımasıdır. İnançlarımızın % 99′u bilinçaltındadır. Geçmiş koşullanmaların sonucu olarak bazen hatta sıkça arzularımızı gerçek kılmayı, bazı duygu ve davranışlarımızla sabote ederiz.

Bilinçli düşüncelerimizi ve inançlarımızı yeni bir bilgiyle, okuduğumuz bir kitapla, deneyimlerimizin istenmeyen sonuçlarını gördüğümüzde irademizi kullanarak değiştirebiliriz. Yaşamımız sadece bilinçli düşüncelerle şekillenseydi, hayatımızın her alanında başarılı olmamız kolay olurdu. Bilinçaltı inançlar ilişkilerimizi, özsaygımızı, iş ve sosyal yaşamımızdaki performansımızı, bedensel, duygusal, zihinsel ve ruhsal sağlığımızı büyük ölçüde etkiliyor.

Bilinçaltı inançlarımız bilinçli inançlarımızı desteklemedikçe kendimizi sabote etmeye devam ederiz. Buna da kader, talihsizlik ya da şanssızlık deriz. Amaçlarımızı, rüyalarımızı gerçekleştirmek için bilinçaltının desteği gerekiyor. Ama bilinçaltında ne tür inançlar barındırdığımızı bilmiyoruz. Bilmediğimiz şeyi nasıl değiştiririz?

İşte PiKi, kasları araç olarak kullanarak, bizi sabote eden bilinçaltı programlarımızı keşfederek ve bize destek olacak şekilde değiştirmeyi öğretiyor.

BİLİNÇ, BİLİNÇALTI VE SÜPERBİLİNÇ İLİŞKİSİ

Kasların bütünsel sınanmasında kullanılan Kol Testi, zihnin üç seviyesi olan bilinç, bilinçaltı ve süperbilinç (Yüksek Ben) ile bağlantı kurularak sağlanan bir iletişim yoludur.

Bilinçli zihin amaçlarımızı netçe belirlememizi sağlar. Bilinçaltı ve süperbilinç ile irtibata geçerken amaçlarımızın netliği çok önemlidir. Bilinçaltımız, davranışlarımızın, değerlerimizin, inançlarımızın deposudur. Otomatik tepkilerimiz, alışkanlıklarımız bilinçaltımız tarafından kontrol edilir. Süperbilincimiz (yüksek ben) ise bilinçaltımızın ve bilincimizin sahip olmadığı bilgeliğe ve bakış açısına sahiptir.

Süperbilincin görevi, bilinçli zihin ile bilinçaltı zihnin uyumunu sağlamak, rehberlik etmek, onların niyetlerini netleştirmek ve bu niyetlerin gerçekleşmesi için “anlamlı tesadüfler” yaratmaktır. Kimileri bu anlamlı tesadüflere “şans” der.

Bilincimizin ve bilinçaltımızın çatıştığı konularda amaçlarımızı gerçekleştirmek oldukça zordur ve yorucudur. Böyle durumlarda irade ve farkındalık yetmez. Ama bilinçaltında ne gibi kayıtlara sahip olduğumuzu bilmediğimiz için bu uyumu nasıl yaratacağımızı da bilemiyoruz.

Bilinçli amaç ile bilinçaltı programlaması uyum içinde olmadığında süperbilinç karışık mesajlar alır. Bu da istemediğimiz sonuçlara yol açar. İsteklerimizin bir türlü gerçekleşmemesinden şikayet ederiz. Bu durum arabanın hem gazına hem frenine aynı anda basmaya benzer.

Bilincimiz arabanın gaz pedalı, bilinçaltımız ise fren pedalı gibidir. Bilincimiz gaz pedalına basarak gitmek istediği istikamete doğru yola çıkmak istese de eğer bilinçaltımız buna onay vermiyorsa o da frene basarak kendi seçimini gösterir.

PiKi teknikleri, bilinçli zihnimizle amaçlarımızı belirlemeyi; bilinçaltı programlarını keşfederek amaçlarımıza uygun şekilde değiştirmeyi ve süperbilincin rehberliğiyle bilgeliğinden yararlanmayı sağlar. Bilinç ile bilinçaltı çatışmaları bizi sabote ediyor. Bilinciniz size; bu ilişkiyi yürütmenizi, bu kıdemi almanız gerektiğini, bu hastalığı aşacağınızı söylerken, bilinçaltınız; bu ilişkiye, bu kıdeme layık olmadığınızı, hastalığın sizin ilgi ve şefkat ihtiyacınızı karşıladığını söylüyor.

Sonuç, anlamsız bir kavga ile ayrılma, farkında olmadan yapılan bir hata ile kıdemden mahrum kalma ve tedavi veya ameliyattan sonra bedenin bir başka bölgesinde baş gösteren bir hastalık oluyor.

PiKi ile bilinçaltınızın artık sizi sabote etmeyeceği yöntemleri ve uygulamaları öğrenirsiniz. PiKi teknikleri sizi amaçlarınızı gerçekleştirme yolunda sabote eden bilinçaltı duvarlarınızı yıkmanızı sağlar.

Bilinçaltınız ile bilincinizdeki inançları uyumlu hale getirmek PiKi ile mümkün. Bu uyum, sizin için harika bir potansiyel yaratıyor. Potansiyeli kullanmak ise tümüyle sizin seçiminiz. Amaçlarınızı hayata geçirme adımlarını ancak siz atabilirsiniz. Bunu aldığınız her eğitimde, okuduğunuz her kitapta, gördüğünüz her türlü tedavide hatırlayın.

Yaşam cesurları ve aksiyonu sever.

GÜNLÜK YAŞAMINIZDA BÜTÜNSEL KİNESİYOLOJİYİ NASIL KULLANABİLİRSİNİZ?

PİKİ testini sizi desteklemeyen alışkanlıklarınızı değiştirmek için kullanabilirsiniz.

Hepimizin yaşamında otomatik olarak tekrar ettiğimiz alışkanlıklarımız var. Bunlara rutin davranışlar diyoruz. Bu alışkanlıkların kimi hayatımızı kolaylaştırıyor, kimi de bize zarar veriyor. Örneğin; diş fırçalamak öğretilmiş bir alışkanlıktır. Bazıları günde 3 kere fırçalar, kimi sabah akşam, kimi hafta da bir. Kimi insan her gün birkaç sayfa olsa bile muhakkak kitap okur, bazısı bir türlü kitap okumaya vakit bulamaz. Kimi her gün egzersiz yapar, yapmazsa mutsuz olur, kimi egzersiz yapmaya nedense vakit bulamaz.

Özdisiplin denilen şey, bize yararlı alışkanlıkları kazandıracak uygulamaları rutin davranışlar haline getirmektir. Bize zarar veren alışkanlıklara ise bağımlılıklar diyoruz. Alışkanlıklar da bağımlılıklar da tekrarlarla oluşan bir süreçtir. Bağımlılıklarımızın temelinde ya haz ya da acıdan kaçınma boyutu vardır. Bir şeyden haz aldığımızda ya da acıyı daha az hissetmemize yardımcı olduğunda o maddeyi kullanırız veya o davranışı tekrarlarız.

Bilinçaltında bir zamanlar bizim işimize yaramış ama artık işlevsiz, hatta bizi sabote eden kayıtlar vardır. Bazen de ikincil kazançlarımızdan vazgeçmek istemeyiz ve bu ikincil kazançların ne olduğunu, bilinçli zihnimizle bilmeyiz ya da kabul etmek istemeyiz.

Genellikle olumlu ya da olumsuz her türlü davranışı gerçekten isteyerek 21 gün üst üste tekrarladığımızda o davranış alışkanlığa/bağımlılığa dönüşür.

21 gün boyunca gerçekten isteyerek ve keyif alarak her gün 1 saatimizi kitap okumaya ya da egzersiz yapmaya ayırırsak bu bir alışkanlığa dönüşür. Ama zorla görev icabı yapıyorsak bir süre sonra hatta 21 günü tamamlamadan vazgeçeriz. 21 günü doldursak bile yeni alışkanlığımızı sürdüremeyiz. Eski alışkanlığımıza geri döneriz. Hatta yirmi birinci günde kendimizi sabote ederiz. İrade tek başına alışkanlıkları değiştirmek için yeterli değildir. İradenin yanı sıra bilinçaltı kasetlerinin değiştirilmesi gerekir.

Bir Workshop katılımcımız, her sene gittikleri “açık büfe” tatil yörelerinde aşırı kilo almaktan şikayetçiydi. Tatil ona göre kilo almaktı. Ve tatile gitmeyi isterken, bir taraftan da nefret ediyordu. Tatil hem iyiydi, hem nefret edilesi bir şeydi.

Annesinin sütü erken kesilmiş, mamalarla büyümüştü. Çocukluk dönemi yiyeceğin kıt olduğu bir aile ortamı içinde geçmişti. Şimdi maddi olanakları fazlasıyla yerinde olsa da, “bedava” yiyecek ortamlarında aşırı yiyordu.

Bilinçaltı kasette “tatil/sevgi=yemek” kaydı vardı. Bu katılımcının sorunu 0-3 yaş arası deneyimlerinden kaynaklanıyordu.

PiKi testi ile sorunun kaynağını tespit ettiğimizde ve bilinçaltı inançları balansladığımızda, gittiği üç haftalık tatilden bir kilo vererek döndü. PiKi tekniği ile bilinçaltında bizi sabote eden bilinçaltı kayıtlarını ortadan kaldırıp yerine bizi destekleyen inançları koyabiliriz.

PiKi testini gıdaların size yararlı olup olmadığını anlamak için kullanabilirsiniz.

Bedenimize koyduğumuz benzinin (besinin) kalitesi ve bizim enerjimize uyumlu olup olmadığı sağlığımızda önemli rol oynar. Hangi besinin bedenimize yararlı hangisinin zararlı olduğunu anlamak için PiKi testi idealdir.

Örneğin; beyaz ekmeğin ya da kahvenin bedenimize zararlı olmadığına inanabiliriz. Çilek ya da sütün bedenimize zararlı olmadığına hatta yararlı olduğuna inanabiliriz. Ama bedenimiz aynı fikirde olmayabilir. Bu durumda “çilek benim için yararlı” “kahve benim için yararlı” sözlerini Piki ile test ettiğimizde yararlı olup olmadığını anlayabiliriz.

Hormonlu bir domatese bedeniniz zayıf (sağlıksız) tepkisi verirken organik domates için güçlü (sağlıklı) tepkisi verebilir. Besin maddesini karnınızın üzerine tutup cümlenizi söyleyerek test etmek daha etkilidir.

Ben vitamin hapları satın alırken de PiKi testi yaparım. Bir marka vitamin hapı benim bedenim için uygunken başka bir marka uygun olmayabiliyor. Çünkü her vitamin üreticisi farklı dolgu maddeleri kullanıyor. Sentetik olanlara ise bedenim daima zayıf tepki veriyor. Böylece paramı boşuna harcamamış ve bedenime yararı olmayan maddeyi sokmamış oluyorum.

Sizin bedeniniz size özgü, yaşamın eşsiz ve benzersiz bir ifadesidir. Başkalarına zararlı olmayan bir besin sizin için uygun olmayabilir.
PiKi’nin günlük yaşamda uygulama alanı çok geniş. Kitabın “günlük yaşamda PiKi uygulamaları” başlıklı bölümünde yer alan PiKi egzersizleri sağlığınızı korumanızda size yardımcı olacaktır.
Bedeninizin bilgeliğine güvenin.

PiKi’NİN TEMEL PRENSİPLERİ

1. Sağlık insanın doğal halidir. Tüm hastalıklar fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutta enerji dengesizliğinden kaynaklanır. Her boyutta dengesizlik stres yaratır. Bu stresi ve stresle bağlantılı duygusal enerji akışını dengelemek birinci adımdır. Her hastalığın başlangıcı daima önce ruhsal boyutta olur, tezahürü ise bir süre sonra fiziksel boyuta yansır.

2. Öncelik, hastalıkları (zihinsel, duygusal ya da fiziksel boyutta) oluşmadan önlemektir. PiKi acil durumla amaçlı değildir ama yine de destek amacıyla kullanılabilir.

3. Her insan, kendi iyileşmesinden sorumludur.

4. Tüm problemler enerji seviyesinde başlar. Gerçek iyileşme de sadece bu boyutta olabilir.

5. PiKi bir enerji terapisi yöntemidir.

İnsan bedeniyle, zihniyle, duygularıyla ve ruhuyla bir enerji yumağıdır. Her şey enerjidir. Zihinsel, ruhsal ve fiziksel sorunlarımızın altında yatan esas neden enerjimizin dengesini yitirmiş, zayıflamış ya da tıkanarak hareket edemez hale gelmiş olmasıdır. Bedenimizi oluşturan enerjinin hareketli ve akışkan olması hem sağlığımızı hem mutluluğumuzu belirler. Zayıflayan, dağılmış veya dengesizleşmiş enerjimizi düzelterek ve doğal enerjimizi aktive ederek bedenimizi iyileştirebiliriz.

Nil gün

Bütünsel Kinesiyoloji PİKİ
Bedenin Bilgeliği

EFT (Emotional Freedom Technique) Kullanılarak Sigaranın Bırakılması

eft
EFT, bilinçaltındaki olumsuz duygular, korkular, inanç ve yargıların yarattığı blokajlardan hızlıca ve çok etkili bir şekilde kurtulmak amacıyla akupunktur noktaları kullanılarak yapılan Duygusal Özgürleşme Tekniği’dir.

EFT, iğnelere ihtiyaç duyulmayan basit bir duygusal akupunktur sistemidir. Vücudumuz sübtil enerjilerden meydana gelir. Negatif bir duygu geliştirdiğimizde vücudumuzun enerji sisteminin akışı bozulur. EFT ile ana meridyen noktalarına vurduğunuzda vücudumuzdaki enerji akışı düzelme eğilimine, dengeye ulaşmaya çalışır. EFT herkes tarafından öğrenilebilir. Her yerde ve birkaç dakikanızı vererek uygulayabileceğiniz, kolay fakat hızlı sonuçlar alabileceğiniz bir tekniktir.

Aşağıda bu tekniği çok genel olarak, önemli gördüğüm ayrıntılarını sigara bağımlılığından kurtulma ile ilgili bir alıştırma üzerinde göstererek anlatacağım.

Sigarayı bırakmak niyetinde olan kişi öncelikle bu alışkanlığını bir takım kuşkular, engeller, istekler, endişeler ve duygular sebebiyle devam ettirdiğini anlamalıdır. Ancak uygulayacağınız bu teknik sadece sigara içenleri değil sigara içmeyenleri de kapsamakta, günlük yaşamımızda stresi oluşturan türlü sebeplerden özgürleşebileceğimiz önemli bir araç sunmaktadır.

İstediğiniz Sonuçları Elde Etmenin Yolları

Düşüncelerinizi  Değiştirirseniz, Kaderinizi de Değiştirirsiniz...

ETKİ düşünceniz, TEPKİ ise bilinçaltınızın verdiği karşılıktır.

Bütün dilekleriniz gerçekleşecek diye bir kural yoktur. Herkes bunu bilir. Şüpheci kişiler, bunu duaların işe yaramadığına dair bir kanıt olarak yorumlarlar. Ancak göz ardı ettikleri bir nokta vardır:

Dileklerinizin karşılık bulabilmesi için bilimsel temeli net bir biçimde anlaşılarak etkin kullanılması gerekir. Ancak bundan sonra belirli bir isteğin neden etkin olmadığını anlayabilir ve onu daha etkin kılmak için pratik bir yöntem bulabiliriz.

Peki dileklerinizin istediğiniz gibi karşılık bulmadığını fark ederseniz, ne olur o zaman? İlk yapmanız gereken şey, böyle bir başarısızlığın temel nedenlerini anlamak olmalıdır. Bu nedenler güven eksikliği ve çok fazla çabadır. Birçok kişi, bilinçaltının işleyişini tam olarak anlayamaz ve dileklerinin gerçekleşmesine mani olur. Zihninizin nasıl çalıştığını bildiğinizde, büyük ölçüde güven kazanırsınız.

Unutmayın, bilinçaltınız ne zaman bir fikri kabul etse, hemen bunu uygulamaya başlar. Bunun için bütün önemli kaynaklarını ve potansiyellerini kullanır. Derin zihninizin bütün zihinsel ve spiritüel yasalarını harekete geçirir. Bu yasa iyi fikirler için geçerlidir, ancak kötü fikirler içinde geçerlidir. Sonuç olarak, eğer bilinçaltınızı olumsuz biçimde kullanırsanız, bu soruna, başarısızlığa ve karışıklığa neden olur. Yapıcı biçimde kullanırsanız kılavuzluk, özgürlük ve zihinsel huzur getirecektir.

Düşünceleriniz olumlu, yapıcı ve sevgi dolu olduğunda, doğru cevabı almanız kaçınılmazdır. Bu nedenle başarısızlığın, üstesinden gelmek için yapmanız gereken tek şey, bilinçaltınızın fikrinizi ya da isteğinizi kabul etmesini sağlamaktır. Siz bunun gerçekliğini kabul edin, zihninizin yasası gerisini halledecektir. İsteğinizi inançla, güvenle ve şüphesiz devredin; bilinçaltınız bu görevi devralacak ve size cevap verecektir.

Ne zaman bilinçaltınızı sizin için birşey yapmaya zorlamak isterseniz, başarısız olursunuz. İstediğiniz sonuçlar yaklaşmak yerine uzaklaşır. Bilinçaltınız zihinsel bir zorlamaya tepki vermez. İnancınıza ya da bilincinizin kabulüne tepki verir.

Sonuç elde etme konusundaki başarısızlığınız şu ifadelerden de kaynaklanabilir:

Herşey kötüye gidiyor
Asla karşılık alamayacağım
Çıkış yolu göremiyorum
Durum umutsuz
Ne yapacağımı bilmiyorum
Karmakarışık oldum

Bu tür ifadeler kullandığınızda, bilinçaltınız size karşılık vermez ve sizinle işbirliği yapmaz. Sürekli yerinde sayan bir asker gibi, ne ileri ne de geri gidersiniz. Başka bir deyişle, hiçbir yere gidemezsiniz.

Bir taksiye bindiğinizi ve taksiye bir sürü farklı yön söylediğinizi düşünün. Taksicinin kafası karmakarış olurdu herhalde, hatta sizi hiçbir yere götürmek istemeyebilirdi. Talimatlarınıza uymaya çalışsa da, bunu yapamayabilirdi. Sonunda kendinizi hiç kimsenin aklına gelmeyen bir yerde bulabilirdiniz.

Bilinçaltınızın müthiş güçleri ile çalışırken de aynı şey geçerlidir. Kafanızda net bir fikir olmalıdır. Bir çıkış yolu olduğuna, bir çözümün bulunacağına inanmalısınız. Yanlızca bilinçaltınızdaki Sınırsız Zeka cevabı bilir. Bilincinizdeki net karara vardığınızda, aklınızı başınıza toplarsınız ve neye inanırsanız onu yaşarsınız.

RAHATLIK İŞİ ÇÖZER

Çok soğuk bir havada kalorifer ocağı bozulan ev sahibi tamirci çağırmıştı. Tamirci hemen geldi. Yarım saat içinde ocak yeniden çalışıyordu. Tamirci ev sahibine 200 dolarlık bir fatura çıkardı.
“Ne!” diye bağırdı ev sahibi öfkeyle. “Ne kadar uğraştın ki! Tek yaptığın küçük bir parçayı değiştirmekti, beş dolardan fazla etmeyecek bir alet için ne hakla benden 200 dolar istersin?”
Tamirci omuz silkti: “Ben parça için sadece iki dolar istedim. Fiyatı bu kadardı”
Ev sahibi elindeki faturayı salladı. “İki dolar mı?” diye bağırdı. “Burada 200 dolar yazıyor!”
“Doğru” dedi tamirci. “Neyin bozuk olduğunu ve bunun nasıl onarılacağını bilmenin değeri 198 dolar”

Bilinçaltınız usta, herşeyi bilen bir tamirci. Vücudunuzdaki her organın nasıl çalıştığını ve nasıl iyileştirileceğini bilir. Sağlık komutu verirseniz, bilinçaltınız bunu yerine getirecektir. Burada anahtar, gevşemedir. “Rahatlık işi çözer”.

Ayrıntılara ve sıkıntılara saplanıp kalmayın. Sonucun ne olacağını bilin. İster sağlıkla, ister parayla, ister ilişkilerle ilgili olsun, sorunun çözümünün mutluluğunu hissedin. Ciddi bir hastalıktan kurtulduktan sonra ne hissettiğinizi hatırlayın. Hislerinizin, bilinçaltının faaliyetinin mihenk taşı olduğunu unutmayın. Yeni fikrinizin sonuçlarını hissetmeli, bunu gelecekte hayata geçecek değil, şu anda hayata geçmekte olan birşey gibi görmelisiniz.

İRADE GÜCÜNÜ DEĞİL, HAYAL GÜCÜNÜ KULLANIN

Bilinçaltının güçlerini kullanmak, bir engeli itmeye çalışmaya benzemez. Daha çok çalışmak daha iyi sonuçlar doğurmaz. İrade gücünü kullanmayın. Bunun yerine, sonu ve bunun yaratacağı özgürlük halini gözünüzde canlandırın. Zekanızın araya girmeye, sorunu çözmek için yollar bulmaya ve bu yolları bilinçaltınıza empoze etmeye çalışacağını göreceksiniz.

Buna direnç gösterin. Entelektüel sorun çözme becerilerinizi bir kenara bırakın. Basit, çocuksu, mucizeler yaratan bir inancı korumaya çalışın. Gözünüzde, bu rahatsızlıktan ya da sorundan kurtulmuş halinizi canlandırın. Peşinde olduğunuz özgürlük durumunun duygusal hazzını hayal edin. Her türlü bürokrasiyi süreçten çıkartın. En iyi yol, basit yoldur.

DİSİPLİNLİ BİR İMGELEME NASIL HARİKALAR YARATIR?

Bilinçaltından karşılık almanın en iyi yolllarından biri disiplinli ya da bilimsel hayal gücüdür. Bilinçaltı vücudun mimarı ve inşaatçısıdır. Bütün hayati fonksiyonlarınızı kontrol eder.

İnanmak, birşeyi doğru kabul etmek, o varmış gibi yaşamaktır. Bu ruh halini koruduğunuz sürece, dileklerinizin gerçekleşeceğine tanık olmanın keyfini yaşarsınız. Bir dileğin gerçekleşmesi için 3 aşamaya ihtiyaç vardır:

Sorunu fark etmek ya da kabul etmek.
Sorunu, en iyi çözümü ya da çıkış yolunu bilen bilinçaltına devretmek.
Gerçekleştiğine derinden inanarak huzur bulmak.

Kuşkular ve tereddütler dileğinizin gerçekleşmesini engeller. Kendi kendinize, “keşke iyileşebilseydim” ya da “umarım işe yarar” demeyin. Yapılacak iş hakkındaki duygunuz, gidişatı belirler. Uyum sizindir. Sağlığında sizin olacağını bilin.

Bilinçaltının sınırsız iyileştirici gücü için araç olarak etkin hale gelebilirsiniz. Sağlık fikrini tam bir inançla bilinçaltınıza devredin; sonra gevşeyin. Kendinizi onun gücüne bırakın. Duruma ve koşullara, “bu da geçecek” deyin. Gevşeme ve inanç yoluyla, bilinçaltınızı aşılayın. Bu fikrin altındaki kinetik enerjinin devreye girmesini ve fikri hayata geçirmesini sağlayacaktır.

ZORLAMA TERS ETKİ YAPAR

Emile Coue konferansları sayesinde ABD’de pek çok hayran ve takipçi kazanan önemli bir psikologdur. En önemli görüşlerinden biri şudur:

Arzularınızla hayal gücünüz çatıştığında, kazanan kaçınılmaz olarak hayal gücünüz olur.

Buna ters etki yasası adını veriyordu.

Yerde duran dar bir tahtanın üzerinde yürümeniz gerektiğini düşünün. Bunu hiç kuşkusuz kolayca yaparsınız. Bir de aynı tahtanın yerden beş metre yukarıda ve iki duvar arasına asılmış olduğunu düşünün. Üzerinde yürür müsünüz? Yürüyebilir miydiniz?

Herhalde hayır. Tahta boyunca yürüme arzunuz, hayal gücünüzle çatışırdı. Tahtanın üzerinde yalpaladığınızı ve baş aşağı düştüğünüzü hayal ederdiniz. Yürümeyi çok isterdiniz, ama düşme korkunuz size engel olurdu. Hayal gücünüzün üstesinden gelmek ve bunu bastırmak için çaba sarf ettikçe, düşme fikri daha güçlü hale gelirdi.

“Başarısızlığımın üstesinden gelmek için irade gücümü kullanacağım” düşüncesi, başarısızlık düşüncesini güçlendirir. Zihinsel çaba, istenen şeyin tersini yaratarak kişinin kendi yenilgisine neden olur. İrade gücünü arttırmak üzerinde yoğunlaşmak, güçsüzlük durumunu vurgulamaktadır. Bu yeşil bir hipopotamı düşünmemek için elinizden gelen herşeyi yapmaya karar vermeniz gibidir. Karar, yeşil hipo fikrini zihninde baskın hale getirir; bilinçaltı baskın fikre her zaman daha fazla tepki verir. Bilinçaltınız, çelişen iki önermeden daha güçlü olanı kabul edecektir.

Kendinizi şunları düşünürken bulabilirsiniz:
İyileşmek istiyorum. Neden iyileşemiyorum?
Çok uğraşıyorum, neden sonuç alamıyorum?
Kendimi daha fazla zorlamalıyım
Sahip olduğum bütün irade gücünü kullanmalıyım.

Hatanızın nerede olduğunu görmelisiniz. Çok fazla uğraşıyorsunuz! İrade gücünüzü kullanarak bilinçaltınızı fikrinizi kabul etmeye zorlamayın. Bu tür girişimler sizi başarızlığa mahkum eder. Bu durumda dilekleriniz ters tepebilir. Çaba sarf etmediğiniz bir yol daha iyidir.

Daha önce başınıza böyle birşey geldi mi? Bir sınava girmek zorundasınız. Ders çalışarak ve konuları gözden geçirerek çok zaman harcadınız. Herşeyi çok iyi bildiğinizi hissediyorsunuz. Ancak boş sınav kağıdıyla yüz yüze geldiğinizde, zihninizin daha boş olduğunu fark ediyorsunuz. Bütün bildikleriniz kafanızdan uçup gitmiş. Aklınıza konuyla ilgili tek birşey gelmiyor. Dişlerinizi sıkıyor, iradenizin tüm gücünü topluyorsunuz; ama siz çaba sarf ettikçe, bilgiler daha da uzaklaşıyor sanki.

Hayal kırıklığına uğramış bir halde sınav salonundan çıkıyorsunuz. Zihinsel baskı sona eriyor. Birkaç dakika önce umutsuzca bulmaya çalıştığınız cevaplar birden zihninize hücum ediyor. Kendinize konuları bildiğinizi söylemiştiniz, biliyordunuz da; ama ihtiyaç duyduğunuz anda değil. Hatanız, kendinizi hatırlamaya zorlamanızdı. Aksi etki yasası gereği bu sizi başarıya değil, başarısızlığa sürükledi. Dualarınızın tersiyle karşılaştınız.

ARZULARIN HAYAL GÜCÜYLE ÇATIŞMASI NASIL ÖNLENİR

Zihinsel güç ya da irade gücü kullanmak, karşıtlığın olacağını varsaymaktır. Ancak karşıtlığı hayal etme eylemi, karşıtlığı yaratır. Eğer dikkatinizi arzunuza kavuşmanızı önleyen engeller üzerinde yoğunlaştırırsanız, bu arzuya kavuşmanızı sağlayacak unsurlar üzerinde yoğunlaşması mümkün olmaz.

Herhangi bir fikir, arzu ya da zihinsel imge konusunda bilinç ve bilinçaltınız uyum içinde ya da anlaşma halinde olmalıdır. Zihninizin farklı bölümleri arasında çatışma kalmadığında, dileklerinizin karşılaştığını görürsünüz. Siz ve duygularınız, düşünceniz ve duygunuz, fikriniz ve duygunuz, arzunuz ve hayal gücünüz arasında da anlaşma olmalıdır.

Bütün çabayı minimuma indiren, uyku haline geçerek, arzularınızla hayal gücünüz arasındaki bütün çatışmalardan kaçınabilirsiniz. Uyku halindeyken, bilinç büyük ölçüde geri çekilir. Bilinçaltınızı aşılamak için en uygun zaman, uykudan hemen öncesi ve sonrasıdır. Bunun nedeni bilinçaltının en üst düzeyde performansını uykudan hemen önce ve uyandıktan hemen sonra gerçekleştirmesidir. Bu aşamada arzularınızı etkisiz hale getiren ve bilinçaltı tarafından kabulünü engelleyen olumsuz düşünce ve imgeler kendini göstermemektedir. Yerine gelen arzunun gerçekliğini hayal ettiğinizde ve başarının heyecanını hissettiğinizde, bilinçaltınız arzunuzun hayata geçmesini sağlar.

Pek çok kişi ikilemlerinive sorunlarını, kontrollü, yönlendirilmiş ve disiplinli hayal gücü sayesinde çözer. Doğru olduğunu hayal ettikleri ve hissettikleri herşeyin hayata geçeceğin, geçmek zorunda olduğunu bilirler.

Shara adındaki genç kadın bana geldiğinde, umutsuzluğun eşiğindeydi. Sürekli ertelenen ve sonu görünmeyen, uzun, karmaşık bir davayla uğraşıyordu. En büyük arzusu, bu davanın uyum içinde bir çözüme kavuşmasıydı. Ancak zihni başarısızlık, kayıp, iflas, yoksulluk imgeleriyle doluydu. Böylece Shara’nın hayal gücü arzusuna üstün geliyor ve dava uzuyor da uzuyordu.

Benim önerim üzerine, Shara her gece yatmadan önce sorun için en iyi olası sonu hayal etmeye başladı. Elinden geldiğince iyiyi düşünüyordu. Zihnindeki imgenin yüreğinin arzusuyla uyuşması gerektiğini biliyordu.

Yavaş yavaş uykuya geçerken, davanın halledilmesinin ardından avukatla yapacağı olası görüşmeyi hayal ediyordu. Sonuç hakkında ona sorular sorduğunu ve onun açıklamalarını dinlediğini duyuyordu. Avukat tekrar tekrar aynı şeyi söylüyordu “Dava mahkeme dışında haloldu. Mükemmel, ve son derece uyumlu biz çözüm yolu bulundu”.

Gün boyunca, korku dolu düşünceler aklına geldiğinde, Shara zihninde avukatla yapacağı görüşmeyi, sözleri ve mimikleriyle canlandırıyordu. Avukatın gülümsemesini, davranışlarını, sesinin tonunu, kullandığı belirli sözcükleri hayal ediyordu. Bunu öyle sık ve öyle büyük bir inançla yapıyordu ki, korkularını daha bunlar zihninde toplanma girişiminde bulunmadan yenmeye başladı.

Birkaç hafta sonra, avukatı onu aradı. Shara’nın hayal ettiği ve doğru olduğunu hissettiği şeyi doğruladı. Dava halolmuş ve Shara’nın uyumlu kabul edebileceği bir çözüm bulunmuştu.

HATIRLAMAYA DEĞER FİKİRLER

Zihinsel zorlama ve aşırı çaba, endişe ve korkuyu göstererek dileklerinizin karşılığını almanızı engeller. Rahatlık işi çözer.

Zihniniz gevşediğinde ve bir fikri kabul ettiğinizde, bilinçaltınız bu fikri hayata geçirmek için işe koyulur.
Geleneksel yöntemlerden bağımsız düşünün ve plan yapın. Her sorunun bir cevabı ve çözümü olduğunu bilin.

Kalbinizin atışı, ciğerlerinizin soluk alışı ya da vücudunuzdaki herhangi bir organın fonksiyonları ile gereğinden fazla ilgilenmeyin. Bilinçaltınıza güvenin ve sık sık ilahi doğru eylemin gerçekleşmekte olduğunu ifade edin.

Sağlık duygusu sağlığı, zenginlik duygusu zenginliği doğurur. Siz ne hissediyorsunuz?

Hayal gücü en büyük yeteneğinizdir. Güzel ve iyi olanı hayal edin. Siz hayal ettiğiniz kişisiniz.

Uyku halinde, bilinç ve bilinçaltınız arasındaki çatışmalardan kaçının. Yine uyumadan önce, arzunuzun gerçekleştiğini tekrar tekrar hayal edin. Huzur içinde uyuyup keyifli uyanın.

Olumlama, öyle olduğunu söylemektir. Zihnin bu tutumunu doğru kabul ettiğiniz sürece, bunun aksi yönündeki bütün etkenlerden bağımsız olarak, dileklerinizin gerçekleştiğini görürsünüz.

Bilinçaltının Gücü
Joseph Murphy

Kol Testi nasıl yapılır?- Kas testi nasıl yapılır?

     Çekim yasası ile ilgilenen bir çok kişi çekim yasasının temel felsefesi olan istemek eylemini yaptıkları halde başarıya ulaşamadıkları konusunda birkaç olumsuz deney yaşadıktan sonra sisteme olan güvenlerini kaybedip istemekten vazgeçiyorlar.
    Burada önemli olan bir konuyu kaçırıyorlar bilinçli zihin ile bilinçaltı zihnin ortak noktada buluşmadığını.

 
 Nasıl mı : "Kendi işinin sahibi olmak"  isteyen bir kişi eğer bilinçaltında " iş yeri açmak riskli, işyeri açarsam batarım,  işyeri açarsam ben bu yükün altından kalkamam vs." olumsuz kayıtlara sahipse her ne kadar dili ile "Ben işyeri açmak istiyorum" dese de bilinç altında işyeri açmaktan korktuğu için bu isteğine ulaşmakta oldukça zorlanacaktır.

  Yada "Ben sigarayı bırakmak istiyorum" diyorsunuz ama bilinç altınızdaki kayıtlarda sigara bir zevk aracınız yada stres altında sizin sığınacak limanınız ve siz bu limanda rahatlıyorsunuz. Siz ne kadar sigarayı bırakmak için dilinizle söyleseniz yada bırakmaya çalışsanız sonuçta bilinçaltındaki kayıtlar yaramaz çocuk gibi karşınıza çıkacak ve sizi sigarayı bıraktırmaktan vazgeçirecektir.
      İşte bu gibi durumlarda hedefimizle uyumlu muyuz, istediğimiz bir şeyi gerçekten istiyor muyuz veya hak ettiğimizi düşünüyor muyuz test etmenin yöntemi olan kas (kol ) testi devreye giriyor.



Psiko-kinesiyoloji nedir? Kas Testi Nasıl Yapılır?

Psiko-kinesiyoloji nedir?

     Bilinç ile bilinçaltı çatışmaları bizleri sabote eder. Mesela, bilinciniz bulunduğunuz ilişkiyi yürütmenizi, beklediğiniz terfiyi almanız gerektiğini ya da var olan bir hastalığınızı aşacağını söylerken bilinçaltı devreye girip yaşadığınız ilişkiye, umduğunuz terfiye layık olmadığınızı, hastalık durumunuzun ise sizin ilgi ve şefkat ihtiyacınızı karşıladığını söyler.
    Bu çatışma sonunda anlamsız bir tartışmayla ilişkiyi bitirme ya da farkında olmadan işinizle ilgili hata yapmanız söz konusu olur. Bilinçaltı inançlarımız, bilinçli inançlarımızı desteklemedikçe kendimizi sabote etmeye devam ederiz. Buna da kader, talihsizlik ya da şanssızlık deriz. Bilinçaltında ise ne tür inançlar barındırdığımızı bilmiyoruz ve inançlarımızın yüzde 99''u bilinçaltındadır. Bilinç ve bilinçaltımızdaki inançları uyumlu hale getirmek ise ancak psiko-kinesiyoloji ile mümkün. Kısaca Pi-Ki, bilinç ile bilinçaltı inançlarımızın birbirini desteklemesini sağlayarak evrensel enerjinin sevgi, bilgelik ve iyileştirici gücünü kendimiz ve başkalarının yararına kullanmamıza olanak tanıyan bir öğreti sistemi. Ayrıca bu eğitim, davranış ve alışkanlıklarımızı değiştirmede etkili bir yöntem.

Bilinçaltı bu kadar önemli mi?

    Hayatımız, inançlarımızın bir yansımasıdır. Ana rahmine düştüğümüz andan 6 yaşına kadar geçen sürede programlamalarımız bilinçaltında yerleşir. Geçmişe bağlı koşullanmaların sonucuyla çoğunlukla isteklerimizi hayata geçirmeyi bazı duygu ve davranışlarımızla engelleriz. Eğer yaşamımız sadece bilinçli düşüncelerle şekillenseydi, hayatımızın her alanında başarılı olmamız kolay olurdu. Çünkü bilinçli düşüncelerimizi ve inançlarımızı yeni bir bilgiyle, okuduğumuz bir kitapla, deneyimlerimizin istenmeyen sonuçlarını gördüğümüzde, irademizi kullanarak değiştirebilirdik. Bilinçaltı inançlarımız özsaygımızı, ilişkilerimizi, iş hayatındaki performansımızı, zihinsel ve ruhsal sağlığımızı önemli ölçüde etkiler. Amaçlarımızı gerçekleştirmek için bilinçaltının desteğine ihtiyacımız var.

Kas testi nedir?

  Biyo-kompüter ya da kısaca kas testi olarak tanımlayabiliriz.
     Kaslarda dolaşan yaşam enerjisinin gücü, değişik duygu hallerinde, olumlu ve olumsuz inançlarda, hoşlandığımız, hoşlanmadığımız şeylerde, doğru ya da yalan söylediğimizde farklılık gösterir. Kaslardan aldığımız tepki ile bilinçaltımızdaki inançlarla ilgili test yapar, sorunlarımızın asıl nedenini bulur ve değiştiririz. Bilincimiz, amaçlarımızı net bir şekilde görmemizi sağlar.
     Bilinçaltı ve süper bilinçle bağlantıya geçerken amaçların netliği çok önemlidir. Bilinçaltı, davranışlarımızın, inançlarımızın ve değerlerimizin deposudur. Tepkilerimiz ve alışkanlıklarımız bilinçaltı tarafından kontrol edilir. Süper bilinç ise bilinç ve bilinçaltı arasındaki uyumu sağlar, rehberlik eder, bunların niyetlerini netleştirir ve gerçekleşmesi için anlamlı tesadüfler yaratır.
   İşte kas testi de, zihnimizin bu üç seviyesi olan bilinç, bilinçaltı ve süper bilinç ile bağlantı kurarak bir iletişim yolu sağlar. Ayrıca bu teknikler bilinçli bir şekilde hedeflerimizi belirlemeyi, bilinçaltı programlarını keşfedip amaçlarımıza uygun hale dönüştürmeyi, süper bilincin rehberliğinden ve bilgeliğinden yararlanmayı sağlar
  


İçsel Yalnızlık

     Yalnızlığı açığa çıkaran birçok neden vardır. Gerçekte ise, insanın yalnızlığı kalbinde taşıdığıdır. Şüphe hayatı dinamik kılmada çok etkin rol üstlense de bir yönü hep yalnızlığı işaret eder. Binlerce yılın sosyo-psikolojik sorunu olan (çoğalma) toplumsallık yalnızlığa ve yalnızlıktan doğan “zafiyetlere” çare olma iddiasındadır. Elde mevcut bulunan (bilinen) dinsel, felsefi,ahlaki değerler çoğunlukla yalnızlıktan korunmanın çareleri üzerine örülü ve kurguludurlar. Bu korku yoğunluğuyla katmanlaştırılan “toplumsallık” etkin, işlevsel ve vazgeçilmez kurguca düzene kavuştuğu an, insanın iç dünyasında ciddi parçalanmalara yol açar. Bundan olağan üstü vazife çıkaran ego hızla yeniden yapılanmaya girişir. Ve böylece binlerce yıllık “toplum için iktidar!” sublimasyonu hayatımızın “temel gücü” ve istenmeyen başat sorunu olarak varlığını sürdürür. Bilindiği gibi ezilen dünyanın büyük tanrısı Prometenin yalnızlığı da “toplumsallaşan iktidar” saikine dönünce yalnızlık, belirsiz bir olgu olarak “sosyal toplumun” “deliren” aşıklarının uğraşı haline geldi. Bütün tartışılır ve baskıya maruz kalan yönleriyle yalnızlık, bir iç kırgınlık, kenarda durma, yerilen “sevecenlikle” ötekileşen nesne halindedir. Bahsi edilen rant getiren, ışıldayan bir olgu değil, ne yapacağı belirsiz bir halin her an kendine kast edebilecek yoğunlukta kendini dışa vurma olasılığıdır…
     Kabul gören “yasal” formun toplumsal iktidar yanlısı etik ve hukuk yasası uygularken, kendini varetme uğraşında olan birey, bu analojik dayatmaya karşı iradi durumunu yoklama, ölçme ve bilinç kapasitesini öğrenme zorunluluğunu hisseder. Tarihsel ve güncel olaylardan çözümlemeli sonuçlar çıkarma ve en önemlisi de kendi varoluşunun bu tarihsel ve güncel olaylarla diyaletik ilişkisini bilme, öğrenme aciliyeti vazgeçilmez bir ihtiyaç haline gelir. İçerde, toplumsal erk dışında yalnızlıkta tercih yapmak böyle bir gelişimi uğraşını gerekli kılmaktadır. Var olmaya çalışan yalnızlık bu duygu ve bilinç gelişimini ödev haline getirir. Hayatın gerekli kıldığı diğer bir ödevde her an içerde olduğunu bilmektir. Ki her an bir anlam, her anlam bir an bulabilsin kendine. Herkesin mahpushanede var olma uğraşı içinde olduğunu söylemek zor. Ama insan bin bir kılıkla her sorunsalının üstesinden gelmeye çalışır; Bu “kapatılma” faaliyetinin işleyen içeriğini insan ancak, içselliğinin farkına vararak etkisiz kılabilir. Sırf içerde olmaktan dolayı insanın duygusal ve düşünsel dünyasına yapılan taciz ve saldırılar karşısında savunma oluşturmak kendini ölçüp biçmekle mümkün olur. Yoksa Ahmed Arif'in dediği gibi “Ejderha olsan kar etmez.” “Kapatılmışlığın” yarattığı bilinç ve duygu yanılsamalarını birey, kendi varoluş etkinliğiyle çözümlemeden (görmeden, tanımadan, bilmeden) kalbinde varolan o doğal yalnızlığı bulması, açığa çıkarması mümkün değil…
     Yalnızlığa sormuşlar “nerelisin” diye? “Kalpliyim” demiş. Doğrusu yalnızlık sonradan kazanılan bir edinim olmadığı için insanın kalbinde var olan bir şeydir. Sadece zaman ve koşullara bağlı olarak bazen his ediyoruz, bazen etmiyoruz, bazen unutuyoruz ve bazen de hiç unutmuyoruz. Mahpushanede bireyin hareket kabiliyeti resmi güç ilişkilerinden doğan hiyerarşik hengamelerle karşılaşınca o güne kadar ciddi bir tarzda fark edemediği yalnızlık endişe ve korku eşliğinde karşısına çıkar. Bu ilk şok ve endişe hali, yalnızlığı yüzeysel bir anlam karşılığında duvar çevrintileriyle tanımlamayı, simgeleştirmeyi dikte ettirir. Duvarların içerisinde endişe, korku ve yalnızlık var, duvarların dışında yok” dayatması; insanın kabullenmekte zorlandığı, belli oranlarda da kabul ettiği bir gösteri halini alır: öyle garip bir şey ki yaşanan caydırıcı bir illüzyondur sanki. Duvar ve ötesi; perdeyi ört duvarların içi, kaldır miami” denilerek iktidar sisteminin bütün ahlak dışı ilişkileri, bağlantıları görmezlikten gelinmekte ya gizlenmekte ya da unutularak kabul ettirilmektedir. Üzerine kapıyı kapatıp “yalnızlığa iten” aynı biçimde içinde bulunduğun zor durumdan seni ben kurtarabilirim havası yaratılır. Bazı “ünlülerin” komplike haline getirilen firarlarını ya da tahliyelerini hatırlamak yeterli olacaktır. Bu kabul ettirilmeye çalışılan emeksiz çıkarsama insan ruhiyetinde sorunların da başlatıcısı olmaktadır. En basit haliyle insanı iftiracı yapar, güce tapar hale getirir, sosyal ve kültürel sorunları ikna yolu ile çözme yerine binbir türlü şiddet oyununa ve ahlaksızlığa baş vurarak erk sahibi sisteme “çözdürtmeye” çalışır. Açık ve aleni olmak yerine her şeyi gizli kapaklı halletmeye çalışır. Samimiyetini yitirmiş bireyin, “yalnızlığı” maalesef güç ilişkisi üzerinde kurludur. Aslında yalnızlık biraz da içtenliktir. Kendimiz olmaya çalıştığımız en emektar yönümüzdür. Kendi kendimizle kaldığımızda çıkardığımız her ses, yaptığımız her hareket kendi içtenliğimizin işaretidir. Hayat ve insanlar karşısında iç tutarlılığımızdır. Mapushanede bu iç tutarlılığın dejenerasyonu, görünen simgelerle daha kolay ve çabuk olmaktadır. Hareket kapasitesinden doğan bu durum değerlendirmesi gösteri dışı gerçekliğin açığa çıkmasını da engellemektedir. İnsanın kendi içselliğinden kaçar ve şikayet eder hale gelmesi “ben önceleri böyle değildim, bu duvarlar yüzünden bu hallere düştüm, tanınmaz oldum” yakarışı, kendini bulma arayışı değil, kapatılma faaliyetine nesne olarak kendini katma hazırlığının retorik sözcelenmesidir. Mapushane kapısından ilk içeri girilen andan itibaren insanın ahlak ve duygusal düzeyi ve bütün işleyen bellek dağarcığı (artık ne kadarsa) önüne serilir. Dışarıda kendisine güvenen, cesaretli, heybetli halk içindeki tabiriyle “baba adam!”, ha deyince dağları devirdiğine inanan insan, dört duvar arasında ne kadar kendine güvensiz, korkak, iki yüzlü işe yaramaz bir çocuk olduğunu ayan beyan yaşar, tadar.  ‘Yalnızlık'( bu koşullardan kaynaklı da olsa) insan bunları yaşatan, gördürten bir olgudur; insan olduğumuzu hatırlatır daima.. Ya insan kendinden kaçacak ya da kendisiyle yüzleşecek neyi varsa, yoksa hepsini ortaya serip tek tek ayıklayarak, iç dünyasına dönüşü olmayan mümkün olmayan yolculuklara çıkar. Ta ki “toplum için iktidar” kültürünün hakim olmadığı bir kaos aralığı bulana kadar. Stephan Hawking her ne kadar sonradan yanıldığını söylese de, insanın yalnızlığı ulaşması ya da üstesinden gelmesi “bir karadelikten geçip farklı boyutlara” ulaşması gibidir. Oraya ulaşılıp-ulaşılamayacağı tartışma konusu olsa dahi… Bir takım sabit ve dayatıcı ölçülerden kopuşu (bu zihinsel, paradigmal, duygusal olur) gerçekleştirmeden yalnızlık hep yabancılaşma olgusu olarak insanın varlığın da kendisini devam ettirecektir. Bu üstesinden gelinmeye çalışılan şey insanın kendi kalbiyse (yalnızlığın eviyse) karmaşa ve paradoks bin kat daha büyür.
  Gerald Messadié “Aşk ve suç yaşamım” adlı kitabında “işte neden yaşayan ölülerle, sevdiğini ve nefret ettiğini zanneden ama duyguları yalnız kalma korkusuyla sürekli güdülenen insanlarla çevreleniyoruz” diye sorar. Sanırım içerde ve dışarıda sunulan bu hafif plastik korkular birbirine benzeşen bir toplum yaratmak içindir. Bu sunum insanın iç dünyası, onu yutan canavar olarak kabul ettirme uğraşındadır. İnsanın kendi yalnızlığından, öznelliğinden, kendisini, kendisi yapan zafiyetlerinden korkar hale gelmesi ve onları sürekli ötelemesi sanırım sıradan bir durum değildir. Bu korku heyalası, yalnızlığını giderme ihtiyacında olan bireye iktidar totemine tapmaktan başka yol gösterir mi? Mapushane de yalnızlığın bu “dokunaklı” hali, nesnel durum aktivitesi karşısında bir bocalama ve çözülme yaşar. İktidara yataklık tözüne bağlı kalan insan, özünü(kendini) bir garabet haline getirir. Mapusta yalnızlıkla yüzleşememenin en incitici tarafı da burasıdır. Ne olursa olsun eski haline dönme kararlılığı kendini kontrol altına alınmasından başka ne olabilir ki? Böyle açık Pazar haline getirilmeye çalışılan bir ruhtan ve bedenden hangi kurtuluş yol, düşünce ve yalnızlık çıkar. Bu noktada yaşanan aşklar, verilen sözler, hayatı değiştirmeye olan umutlar, inançlar yapay bir retorik olmaktan öteye gidemiyor. Zorla ya da gönüllü şekilde yapılması sonuçlar üzerinde olumlu bir etkide bulunmuyor. Dikte ettirilen düşüncenin, davranışın kullanım ve iş gören süresi de sınırlıdır. Dolayısıyla çoğu insanın, hapiste yaptıklarının öznel ve estetik bir değeri yoktur. Görücüye kırılgan tarzda çıkan nesnenin péşkeş olmaktan başka bir seçeneği var mı, ya da kendini kurban eden yüzlerce bireye tanık olmak, herkesin doğal realite gördüğü yalnızlığı baskı aracı olarak görmek yanıltıcı ve çelişkili olmayacaktır. Bilgi ve gerçekler dünyası bu kadar tartışılırken, mapushane de yalnızlığa atlantisten gelen adam muamelesi yapmak kırıcıdır. Önemli olan yanılsanmış bir durum içerisinde gerçekliği yalana boğmadan algılamaktır. Büyük tarihsel yanılsama yaşayan (toplum, din, bilim için iktidar isteyen) insanların dayatıcı, otoriter, tek taraflı ikna güçleri olması sebebiyle on-on beş yıl ya da daha fazla hapis yatmak yalnızlığı açıklamak için yeterli olmayacaktır. Ve neden bu kadar yalnızlığın üzerine gidildiği de bilinmeyecektir. Ancak içerde yatılan süre de insan ruhunun nasıl kepaze edildiği üzerinde durulabilir. İnsan kapalı bir kutudur, hiçbir zaman kendi içselliğini, hayallerini, düşlerini, düşüncelerini bütünüyle dile getirmez. Kendine saklayacağı muhakkak bazı kusurları vardır. Kusurlu olma utancı onu kapalı yapar. İçsel zafiyetlerinden utanan insan ne kadar aleni olabilir ki? Varlığın zafiyetinden utanması nedeniyle; bu ona binbir giysi kılar. Göstermeye çalıştığı her öznellik yıpranmış veya yıpranacak bir giysi olmaktan başka bir özellik taşımıyor. Aslında mapushanedeki bu duruma bilincinde olunan ve yaşayan travma demek doğru olacak. Nihayetinde çözümsüz devam eden bir süreçtir. Bu yaşanan yalnızlığın insan tercihiyle alakalı olmadığını, dışardan geldiğini, dayatıldığını söyleyebilecek kadar kendini görmezlikten gelebiliyor insan. Zafiyetinin olduğunu dahi kabullenmeyen bir insan, yalnızlık duygusunu nasıl ve hangi durumlarda kabul edebilir. Her fırsatta yalnızlığı bastırma ve yenilgiye uğratma arzusu içinde olmak kendi özüne sadakati nasıl açıklayabilir insan? Özünü yalanlayan biçim hayatın doğal ve doğru sonuçlarını nasıl algılayabilir?...
   Özetle, insanın toplumsallaşamama korkusu türsel bir travmadır. Belki bunu açıklayabilmek için 5-10 bin bir tarihi geçmişe değil, yüzbinlerce yıllık ve daha fazlası bir süreçten söz etmek gerekir. Yalnızlığın neden içsel olduğu ancak böyle bir geçmiş bilindikten sonra anlaşılır belki… Uygarlıklar hep zor, baskı ve didaktik nasyonlar içermişlerdir. İnsan, düşünmeye sevk eden çevre koşullarından sonuçlar çıkarmış, çözümlemeli yöntemler üretmiştir. Bu gelişim seyri insanın doğal yapısını ötelediği gibi onu her şeyde aşırı merkezci bir varlık haline getirmiştir. Dünyada yüzlerce nasyonal fikir bir arkaik uygarlıksal merkeze kendini oturtmaya çalışmaktadır. Uygarlıksal doğuşların merkezi ve mekanı haline getirilmeye çalışılan her nasyonal fikir; bir başka fikire yönelik militarist ve yok sayan bir darbe içerisinde olmasını görmek insanlığın nasıl bir sosyo patoloji yaşadığını anlaşılır kılacak. Tarihsel gelişim kültürün de, militarist hukuktan ve yoğunluktan başka güçlü bir veri elimizde yoksa, mapusta yalnız olmanın da önem gerektiren bir olay olduğu kanısında değilim…

Yalnızlığı kalbimizde arayalım lütfen.

Ufak Şeyleri Dert etmeyin

“Geçmişi düşünmeden, anı değerlendiren, geleceği de kazanır.”

Kafamızın sağlam olması büyük ölçüde, içinde bulunduğumuz anı ne kadar yaşayabildiğimize bağlıdır. Bir gün veya bir yıl önce neler olduğu, ya da, ertesi gün neler olabileceğinin önemi yoktur. Sizin var olduğunuz yer, içinde bulunduğunuz andır. Bu her zaman böyledir.

Ne var ki, çoğumuz birçok şeyi aynı anda dert etme sanatında ustalaşmışızdır. Geçmişteki sorunlarımız ve geleceğe yönelik endişelerimiz yaşadığımız ana hükmettikçe, biz de kaygılarla ve ümitsizlikle dolu bir bunalıma gireriz. Bu durumdayken hayattan zevk almayı, önceliklerimizi ve mutluluğumuzu ileri bir tarihe erteleyerek, gelecekte “bir günün” bugünden daha iyi olacağına inanmaya çalışırız. Ne yazık ki, şimdi bize geleceğe bakmamızı söyleyen zihniyet, bunu hep tekrarlar ve o “bir gün” bir türlü gelmez. Yaşam biz başka planlar yapmakla meşgulken, çocuklarımız büyür, sevdiğimiz insanlar bizden uzağa taşınırlar, kimi ölür, bedenimiz giderek biçim değiştirir; bu arada hayallerimiz uçup gidiyordur. Kısacası, hayatı ıskalıyoruzdur.

Çoğu insan hayatını, sanki gelecekte kullanacağı bir elbisenin provasıymış gibi yaşar. Oysa, hiç öyle değildir. Kimsenin yarın burada olacağına güvencesi yoktur. Sahip olduğumuz ve kontrol edebildiğimiz tek zaman, içinde bulunduğumuz andır. Aklımızı yaşadağımız ana verebilirsek, içimizden korkuyu atabiliriz. Bu korku gelecekte olabileceğinden kaygı duyduğumuz olaylardır… İleride parasız kalabiliriz, çocuklarımızın başı derde girer, yaşlanacak ve öleceğiz, diye duyduğumuz endişelerdir.

Korkuyla savaşmak için en iyi yol, dikkatinizi tekrar şimdiki zamana döndürmektir. Bundan böyle dikkatinizi bulunduğunuz yere ve o ana vermeye çalışın. Gayretinizin karşılığını fazlasıyla alacaksınız.

Ufak Şeyleri Dert etmeyin

Dr. Richard Carlson

Fakir ve eziktim, hangi kız bana bakar diye düşünüyordum ki...

   Kitapları onlarca baskı yapan, verdiği seminerlerde binlerce kişiyi toplayan Psikolog Doğan Cüceloğlu'na gördüğü ilginin nedenini sorduk. Aslında biz onunla sınav döneminde anne ve babaların çocuklara nasıl davranması gerektiğini irdeleyen son kitabı 'Başarıya Görüren Aile'yi konuşacaktık. Ama konu kendi yarattığı 'içimizdeki çocuk' kavramına gelince söyleşi saptı. Siz onun şu anki mutluluğuna bakmayın.
    Zamanında içindeki çocuğu hep mutsuz kıldı. Hele konu kadınlar olunca! Psikolog olması, hayata ve bireye dair gerçekleri kabul etmesi ve Amerika'da yaşadığı günlerden kalan deneyim onu bugün mutlu olduğu kadar çevresine de mutluluk dağıtan biri haline getirdi. En popüler olan kitabı 'İçimizdeki Çocuk'u yazalı yıllar oldu. Ama siz hâlâ çocuğun sesine kulak veremiyorsanız Cüceloğlu'nu mutlaka dinleyin.
    Var olanı yargılamak salaklık, ahmaklıktır
    Hocam kitaplarınıza, özellikle de seminerlerinizde size olan ilgi hiçbir zaman azalmıyor. Söylediklerinizi başkaları da söylüyor ama onlar sizin gibi insanları toplayamıyor çevresinde. Siz bu durumu neye bağlıyorsunuz?
    Varoluşuma bağlıyorum. Benim anlattığım bilgi varoluşumla ilgili. Öğrendiklerimi yaşadıklarımla sentezleyip insanlara anlatabiliyorum. Bunun dışında, tahmin ediyorum ben insanları yargılamıyorum. Bunu da beni sevsinler diye yapmıyorum. Bana göre hayatta yargılanacak bir şey yok. Varolan bir şeyi yargılamak salaklık, ahmaklıktır. Yapılan şey bir gerçektir. Anlamak lazım insanları. Böyle yorumladığım için, beni dinleyen kişi yaptığı şeyin kendi kafasına göre ne kadar anlamlı olduğunu düşünüyor ve rahatlıyor. En önemlisi kendiyle olan ilişkisinde kabule doğru gidiyor. Kendini suçlama, sevmeme, kendine yabancılaşma, uzaklaşma durumu ortadan kalkıyor. Bunu hissediyorlar. İçlerindeki bastırılmış ve kendilerine dönük olan sevgi; çevreye, hayvanlara, kuşlara yöneliyor. Belki de o nedenle beni seviyorlar.
   İnsanlara mutlu olmalarını, içlerindeki sevgiyi çıkarmalarını söylüyorsunuz sürekli... İşler yolunda gitmediğinde de bu mümkün mü? Seminerinize kimse gelmese, kitaplarınız satmasa, çocuğunuzla sorunlar yaşasanız da yine böyle şekerden sarhoş olmuş arılar gibi uçabilir miydiniz? 
     Bayağı tokat yedim hayattan. Sartre'ın bir sözü var: "Yaşamın anlamı yaşamı nasıl yaşadığınızda yatar" diyor. Şimdi burada ben buna savaşçı tutumu diyorum. Bir tek şeyimiz var yaşamak. O da bize verilmiş zaman. Ben kendimle olan ilişkimde eğer kendime "ben elimden gelenin en iyisini yaptım, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım" diyebiliyorsam artık coşkuluyum. Aksi halde akıl hastanesine giderim. Bu şekilde yaşarsanız gerçeği bulursunuz. Bir de en önemlisi gerçeğe saygı. Gerçek benim için en kutsal şey. Diyelim ki bir davranışta bulunmuşum ama hata yapmışım. Hatam bir gerçek ama egomdan dolayı bunu görmüyorum. Bu noktada hatamızla, kırdığımız kişiye "Hata yaptım, özür dilerim size şöyle bir zarar verdim, onu gidermek için elimden geleni yapacağım" diyebilirsek özgürüzdür artık.
    Herkes kendi gerçeğini yaşıyor hem de aynı ortamda ve sorunlar çıkıyor. Ne yapacağız bu durumda peki?
   "Ben senin gerçeğin yanlış" dediğim andan itibaren üç seçenek çıkar. Birincisi savaş, ikincisi dövüş, üçüncüsü ise güreş. Üç ihtimal var, üçü de kötü. Karşıdakinin gerçekliğini kabul etmiş olmak seninkinin yanlış olmasını gerektirmez. Şimdi, suya cıvık diye karaktersiz demek olur mu! "Nedir bu su ya, su ne biçim şey ya, şuna bak lık lık lık dökülüyor... Karaktersiz işte, dökülen kabın şeklini alıyor, kokusu da yok. Allah belasını versin!" desem kabahat suda mı bende mi? Çocuk ayağını taşa vuruyor sonra ağlamaya başlıyor biri geliyor taşa vuruyor 'eh eh eh' diye... Ne kadar saçma bir şey.
    Günlük yaşamınızda 'içinizdeki çocuğa kulak veremediğiniz oluyor mu?
   Oluyor tabii, bazen karşımdakinin acı çekmemesine, kendi onurunu, saygısını kaybetmemesine özen gösterim. O zaman çocuğu dinlemiyorum. Akşam eve gidince "B.k gibi bir gün geçirdim, niye böyle oldu diye" düşünürüm. Sonra içimdeki sesi dinlemediğimi fark ederim.
   Peki kitap yazarken neyi ele alacağınıza kim karar veriyor? Yayıncı mı, içinizdeki çocuk mu?
   Genel olarak yaşamımdaki sorunları keşfetmeye başladığım zaman 35-40 yaşlarındaydım. "Ben yaşadığıma göre başkaları da bu sıkıntıları yaşar" dedim ve bunları paylaşmaya başladım.
   Kitaplarınızda hiç karşı cinsle olan ilişkileri, aşkı ele almıyorsunuz. Memlekette dokuz ay birbirine bakmaktan öteye gidemeyen var. Niye bu konuyu irdelemiyorsunuz? 'İçinizdeki çocuk' hiç sıkıntı çekmemiş anlaşılan.
    Şimdi, güzel bir tespit. Seni Allah gönderdi galiba. Evet bunu yazmalıyım. Ben fakir bir ailenin 11 numaralı çocuğuyum. O nedenle de bayağı zorluk çekerek okudum. Giyim, yeme, içme hep eksik kaldı ve kendimle ilişkimde aşağılık duygusu vardı. 'Kim benim yüzüme bakacak' halini yaşadım hep. Hiçbir kıza açılamadım. Ondan dolayı hep eziklik duygusu yaşadım. Sonra farkına vardım ki hepsi benim kafamda yarattığım bir öyküydü. Kızlarla alâkası yoktu. Psikoloji bölümüne girdiğimde oraya felsefe öğretmeni olacak olanlar giderdi. 100 öğrenciden 90'ı kızdı. 10 erkek öğrenciden 8'i asker kaçağıydı. Yani ben ve Erol Güngör vardı psikolog olmak isteyen. Zaten ikimiz de asistan olduk sonra. O kadar siliktim ki! Çünkü 13 yıl önce ağabeyimin giydiği ceketle, kravatla gittim okula. Kafam üç numaraya vurulmuş... Sınıfta İstanbullu kızlar çoğunluktaydı ve yüksek sosyo-ekonomik çevredendi onlar. Amerikan Koleji, Dame de Sion gibi okulları bitirmişlerdi. Dahası yabancı ülkeye gitmiş gelmişler, üçüncü dördüncü sınıfta eğleniyorlardı zaten.
    İçinizdeki çocuk ne fena anlar yaşamıştır!
    Hem de neler. Hiç şansınız yoktu. Hatta hatırlıyorum, ilk derste karşıma Sait Faik Abasıyanık'ın yeğeni oturmuştu. Ay bir gözleri var, bir çift güzel göz! Derin dekolteli bluz giymiş, göğüsleri tomurcuk tomurcuk böyle. Hangi dersti, hoca kimdi, hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece göğüs ve göz aklımda kaldı. Ve o günlerde hep şu duyguyu yaşadım 'o kız yıldızlar kadar uzak benden.' Elimi uzatsam dokunabileceğim, ama psikolojik olarak yıldızlar kadar uzak ve bir şey yapamıyordum. Müthiş bir eziklik duygusuyla Amerika'ya gittim yüksek lisans için. Ve benim kız arkadaşım hiç olmadı.
   Amerika'da da mı?
   Yok, Türkiye'de. Amerika'ya gittim, Amerika'daki kızlar beni tedavi etti.
   Kızların verdiği seminere giderek değil herhalde?
   Arsızlar! 'Hi, how are you' deyip gözüyle, başıyla işaret ediyorlar. Ben ilk başlarda arkaya bakıyordum, bana yaptıklarını düşünmüyordum. Sonra anladım. Tedavi böyle oldu..
   O yüzden Amerika'da yaşayan bir başka oluyor memlekete dönünce! 
   Bizim kültürde erkeğin kendisi değildir. Kariyeri, sahip oldukları şu, bu. ABD kültürü içinde bunlar kimsenin umurunda değil. Bakınca hoşuna gidiyor mu gitmiyor mu hadisesi.
   Bu deneyimlerinizi de kitap yapsanız, ilişkilerde aslolanın ne olduğunu ortaya koysanız. Ülkenin çehresi değişse güzel olmaz mı? Hepimiz Amerika'ya gidemeyiz ya! Gitsek bile hayat durur. Ülkede ne gazete çıkar, ne banka çalışır, ne akademik hayat sürer!
   Bu konuyu kitap yapacağım, seni bana Allah gönderdi. Türkiye'de genellikle oğlan kızın içindeki özle değil kız vasıtasıyla yakalandığı öykünün içinde. Kız da oğlanı araç olarak kullanmış bir öykünün içinde.
    Türkiye'ye dönünce tabii daha bir mutlu hayatı kucaklamışsınızdır...
   Geçen aylarda ikinci evliliğimi yaptım. Eşimin ikinci evliliğinden olan bir kızı var. Ergenlik çağında, onun ergenliğini de gözleme imkânı buluyorum. Çok tatlı bir ilişkimiz var. Numara yok.
    Çok etkileyici konuşuyorsunuz... Seminerlerinize gelip de size âşık olan bile vardır. Hem psikologsunuz, hem Amerika deneyimi...
   Şimdiki eşimle bir konferansımda tanıştık. Oluyor abi, ara sıra. Şanslıyız o bakımdan. Şakalaşıyoruz, geçiyor işte.
   ANNE BABALARIMIZIN HAYATLARI PALAVRA
   Son kitabınızda sınavlara hazırlanan gençlere anne babaların nasıl davranması gerektiğini anlatıyorsunuz. Kitapta 'yaşam başarısı' üzerinde çok duruyorsunuz?
  Peki bir insanın yaşam başarısı için sınavları kazanması şart mı?
  Tabii ki değil. Üniversiteyi kazanır, iyi bir iş bulur, hatta iyi bir evlilik yapar ama yine de yaşam başarısına sahip olamayabilir. Eğer bir insan yaptıklarının bilincindeyse, yaptıkları ona keyif veriyorsa ve mutluysa başarılıdır.
   Bir de kişi mutlu olmasına rağmen, anne babaları çocuklarının hep mutsuz olduğunu düşünüyor... Örneğin benim bir arkadaşım var hayatından çok memnun. Ama annesi her gün ağlıyor. "Oğlum askere gitmedi, oğlumun arabası evi yok, oğlumu kadınlar bitirdi"... O da ayrı bir sıkıntı.
    Milyonlarca genç bu sıkıntıyı yaşıyor. Anne ve babam mutsuz diye üzülüyor. Kendileri bile mutluluklarından emin olamıyor bu yüzden. Anne baba her şeyi iyi bilir ya! Asıl gerçek, anne babalarımızın hayatının palavra olması ama farkında değiller. İstiyorlar ki çocukları direksiyona geçmesin, hep biz kullanalım arabayı. Oysa çocuklarının keyif alacağı şeyi, mutlu olacağı yaşantıyı onlar bilemez. Çocukları mutluysa tamamdır, gerisi boş şeyler.
   Yani gençler anne babamız mutsuz diye üzülmesinler. Yaşamlarına devam etsinler. Anne babalar da kendi yapmak istediklerini çocuklarına yaptırma isteğinden vazgeçsinler.
SINAV DÖNEMİNDE ANNE BABALAR NELER YAPMALI?
   Doğan Cüceloğlu'nun Remzi Kitabevi'nden çıkan son kitabı 'Başarıya Götüren Aile'de sınav döneminde anne babaların çocuklarına nasıl davranması gerektiği konusu inceleniyor. Cüceloğlu, anne ve babaların şu dört soruyu kendilerine sormaları gerektiğinin altını çiziyor:
  • Çocuğum yapacağı işin bilincine vardı mı?
  • Çocuğum yapmak istediklerini besleyen bilgiyi araştırıyor, keşfediyor, özümsüyor mu?
  • Çocuğum, bilgisini sınamak için gerekli becerileri kazanıyor mu, bilgi ve becerisini eyleme dönüştürüyor mu?
  • Çocuğum elde ettiği sonuçlardan ders çıkararak, daha iyisini yapabileceğinin farkına varıyor mu?

   Doğan Cüceloğlu İmzası Kullanıyorum

   Deneysel psikolojiyi bırakıp popüler psikoloji yaptığınız için eleştiriyorsunuz...

   Ben akademik kimliğimi kullanarak sadece bir kitaba imza attım: İnsan ve Davranış. Sonra bir karar aldım ve kendimi Türk çocuklarına sağlıklı ortam yaratmaya adadım. Bundan sonra da kitaplarıma sadece Doğan Cüceloğlu imzası kullandım. Beni eleştirenleri saygıyla karşılıyorum ama anlamış değilim. ABD'de nörofizyoloji alanında Nobel alan bir bilim adamı bile çalışmalarını halkın anlayacağı bir dille yayınlıyor.

Yazan : Aykut Aykanat

Pazartesi Sendromu

Hocamız bize zamanında şöyle demişti ,
''Kendiniz de olmayan bir şeyi, başkalarına veremezsiniz.
Sen de olmayan bir şeyi de Evrenden isteyemezsiniz''

Başta çok sinir bozucu bir kural gibi geldi bize, ama güzelliğini sonradan çok iyi anladık.
Gel bu kuralı SEVGİ için uygulayalım bu Pazartesi.

İki kişi düşün şu an. Hayatında olduğu için mutlu olduğun, şükrettiğin, zevk aldığın AMA durup dururken onlara şöyle mesajlar göndermediğin;

- Seni çook seviyorum.
- Varlığın için çok şükrediyorum.
- İyi ki bu Pazartesi günü sen hayatımdasın.

Şimdi, durup dururken, hiç bir şey olmadan onlara bu veya senin aklına gelen buna benzer bir mesajı gönder.

Sevgi mi istiyorsun hayatında ,
Önce sen vereceksin.
Bir dene, sonra bak enerji nasıl tavan yapıyor.

Biz, hayatımızda olduğun için çoooook şükrediyoruzzzz.

Aykut & Esra ve kediler

Kişisel Gelişiminiz için neler yapabilirsiniz?

    Kişisel gelişimin en önemli noktası kişinin kendisini en iyi şekilde tanımasından geçer. Kendinize şu soruları sorun: Kendimi hangi konuda eksik hissediyorum? Hangi durumlarda problem yaşıyorum?
   Kendinize seminer planı yapın! Kişisel gelişim seminerlerinin neler olduğunu öğrenin ve bunları bir kağıda yazın. Daha sonra ben şu konularda eksiğim ve eğitim almam gerekir dediğiniz seminerlere katılmaya çalışın. Okuyun! Her ay en az 3 adet kişisel gelişim kitabı okuyun. Çünkü bu kitaplar kendinizle ilgili en yeni araştırmaları ve bilgileri size verecektir.
   Amacınız ne? Kendinize hayat amacı belirleyin. Şu anda yaşadığınız hayatı gerçekten yaşamak istiyor musunuz? Eğer yaşamak yaşamak istemiyorsanız neler yapmanız gerektiğini kendinize sorun ve öğrenin. Asıl hedefe kilitlenin! Yaşadığınız küçük başarılara yoğunlaşarak ulaşmak istediğiniz büyük başarıların engellenmesine izin vermeyin. Kolay olanla başlayın! Yapamayacağınız şeyler üzerinde fazla yoğunlaşmayın.
    Motivasyon... motivasyon! Kendinizi ve başkalarını motive etmenin yollarını öğrenin ve mutlaka hayatınızın her kademesinde ihtiyaç duydukça bunları uygulayın. İpler elinizde olsun! Her gününüzün ve hatta saatinizin kontrolü sizde olsun. Hatalarınızdan ders alın! Onları, sizi başarıya ulaştıracak hatırlatmalar olarak görün.  Kendinize inanın! Elinizi kolunuzu bağlayan inançlar değil, güçlendiren inançlar seçin.
    İletişime dikkat! İnsan ilişkileri, hitabet ve beden dili konusunda mutlaka eğitimler alın. Düşleyin! Hayal kurmaktan korkmayın. Çünkü hayal gücü insanın en önemli silahıdır.

Kaynak : www.yenibiris.com

Başarı Üzerine Söylenmiş Güzel Sözler

Nerede olursanız olun, elinizdekilerle yapabileceğinizi yapın. Theodore Roosevelt
İnsan sahip olduklarının toplamı değil, fakat henüz gerçekleştiremediklerinin toplamıdır. Jean Paul Sartre
İnsanın yaşam düzeyini bilinçli bir çabayla yükseltme konusundaki tartışma götürmez yeteneğinden daha cesaret verici bir gerçek bilmiyorum. Henry Davıd Thureau
Başarı bir yolculuktur, bir varış noktası değil. Ben Sweetland
Ahlak konusunda en önemli dersler kitaplardan değil, yaşanan deneyimlerden alınır. Mark Twaın
Deneyim düşüncenin, düşünce ise eylemin çocuğudur. B. Dısraelı
İnsanlar öğrenme dürtüsüyle doğarlar. Öğrenmeye karşı merak ve bundan duyulan zevk insanın doğasında vardır. Bunlar bebeklikten başlayarak zamanla yok edilir. W.E.Demıng
Coşku, zekadan daha önemlidir. Albert Eınsteın
Düşünmek ve söylemek kolay, fakat yaşamak, hele başarı ile sonuçlandırmak çok zordur. Ziya Gökalp
Başarının sırlarından biri, geçici başarısızlıkların bizi yenmesine izin vermemektir. Mark Kay
Yapabildiğimiz herşeyi yapsaydık, buna kendimiz bile şaşardık. Thomas Edison
Başkaları için duyduğun kaygı, kendin için duyduğun kaygıların önüne geçtiği zaman olgunlaşmışsın demektir. John Mac Noughton
Zenginlik ve güzellikle birlikte bulunan ihtişam geçicidir ve kolay zedelenebilir. Erdemse muhteşem ve ölümsüz bir servettir. Sallust
Başkaları yararına iyi bir şey yapmak görev değil, zevktir. Çünkü sizin sağlık ve mutluluğunuzu artırır. Zoroaster
Bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir. Sokrates
Engeller beni durduramaz, her bir engel kararlılığımı daha da güçlendirir. Leonardo da Vinci
Üstelemek başarının temel unsurudur. Kapıyı yeterince uzun süre ve yüksek sesle çalarsanız, birilerini uyandıracagınızdan emin olabilirsiniz. Henry Wadsworth Longfellow
Bir kitap bir aynadır. Ona bir eşek bakacak olursa karşısında elbette bir evliya görmez. Goergo C.Lıchtenberg
Öykü sözcüğünün kökeni depo kelimesidir. Bu nedenle öykülerin birer depo oldukları söylenebilir. Şeyler öykünün içinde saklanırlar ve bu şeyler anlamdır. Mıchael Meade
Çömez yakınıyormuş: "Bize öyküler anlatıyorsun ama anlamlarını açmıyorsun." Usta yanıt vermiş: "Biri sana meyveyi çiğneyerek ikram etse hoşuna gider miydi?" Paul Brunton
Oğlum, bütün hayatımı kolların ve ayakların belirlemeyecek. Hayatına asıl yön verecek olan beynin ve kalbindir. Bir şeyi gerçekten istiyorsan, bütün engelleri yenip ona ulaşabilirsin. Shelton Skelton
Dünyanın acı ile dolu olduğu doğrudur ama bir çok insan da bunun üstesinden gelmektedir. Helen Keller
Büyük düşler kuranlar düşlerini gerçekleştirmez, aşarlar. Alfred Lord Whıtehead
Arzu varsa çözümde vardır. Anonim
Olumsuz düşünceleri zihinsel canavarlar halini almadan önce yok edin. Anonim
Sizi korkutan her deyim size güç, cesaret ve güven kazandırır. Kendinize "Ben bu dehşeti yaşadım. Bundan sonra gelecek şeylere hazırım" dersiniz. Eleanor Roosevelt
Kimi insanlar yaşamımıza girer ve çıkarlar. Kimileride bir süre yaşamamızda kalır ve kalbimizde ayak izlerini bırakırlar, o zaman bir daha asla aynı insan olamayız. Anonim
İnsanın ruhu felç olmaz. Soluk alabiliyorsanız, düş de kurabilirsiniz. Tavuk suyuna çorba

Alışkanlıklarımızın emrindeyiz

   Farkında olalım ya da olmayalım; hayatımızı alışkanlıklarımız yönetiyor. Seçimlerimizin sadece %5′ini rasyonel olarak, düşünerek yaparız. İnsanda alışkanlık yaratan her şeyin kendine göre bir nedeni, bir mantığı vardır… Her akşam seyrettiğiniz televizyon kanalını neden seyrediyorsunuz? Neden evinizdeki masada hep aynı sandalyeye oturuyorsunuz? Sabah kalktığınızda davranışlarınız neden hep aynı kuralları izliyor? Her gün sabahtan akşama tekrar tekrar yaptığınız bu davranışlarınızı sanki bir tören kuralıymış gibi yaptığınızı biliyorsunuz değil mi? Hatta bu davranışlarınız engellenecek olursa fena halde huzursuz olacağınızı da…
     Hepimizin hayatı alışkanlıklarla dolu. Alışkanlıklarımızı biz oluştururuz ama sonrasında alışkanlıklarımız bizi biz yapar; hayatımızı yönetir. Alışkanlıkların faydalısı da zararlısı da son derece güçlüdür.
    Bizim her türlü davranışlarımızı -kimi araştırmacılara göre %95′ini- alışkanlıklarımız yönetir. Hayatımızın yönlendiren neredeyse tüm seçimlerimizi alışık olduğumuz şekilde yaparız. Seçimlerimizin sadece %5′ini rasyonel olarak, düşünerek yaparız.
     Hayatımızın büyük bölümünü ‘düşünmeden’ yönetmek bize atalarımızdan kalmış milyonlarca yıllık bir miras. Evrimsel biyoloji bize beynimizin güvensiz bir ortamda, tehlikeyle baş edebilmek ve hayatta kalabilmek üzere tasarlandığını ve hayatta kalmak gibi önemli bir konuda aklımıza değil sezgilerimize daha çok güvendiğimizi söyler. Bu nedenle nasıl tehlikelerden kaçmak ve hayatta kalmak için hiç düşünmeye ihtiyacımız yoksa; günlük hayatımızı sürdürmemiz için de düşünmeye pek fazla ihtiyacımız yoktur.
    Bu gerçek bazılarımızı rahatsız edebilir; ama maalesef (ya da ne iyi ki) işin aslı bu.
   Hepimiz bir çok konuda “düşünmeden”, zihnimizde oluşmuş kalıplardan ve kısa yollardan (heuristics) hareketle karar alır ve harekete geçeriz. Zihnimizdeki bu kısa yolların hepsi bizim alışkanlıklarımızı oluşturur.
Neale Martin’e göre bizi normal olarak alışkanlıklarımız yönetir; aklımızla karar verdiğimiz durumlar ise istisnadır. Kulağa ters geliyor olabilir ama ben bu görüşe yüzde yük katılıyorum. Uzun yıllardır girdiğim her toplantıda, yazdığım her yazıda hep bu görüşü savundum.
       Alışkanlıklarımız bizi yönetirlerken, “sorun-çözüm” “sıkıntı-rahatlama” ya da “açlık-tokluk” gibi neden sonuç ilişkileri üzerine hiç düşünmeden kısa yollar (heuristic) kullanır.
     Günlük ritüeller hayatımıza rahatlık ve anlam katar. Alışkanlıklarımızın derin bir anlamı vardır. BBDO Grubu tüketicilerin gündelik hayattaki törenselliklerini araştırmak üzere yaptığı çalışmada (Daily rituals of the world) günlük ritüellerin bizi bir duygu durumundan diğerine taşımada çok güçlü olduğunu ortaya koyuyor.  Uykudan uyanır uyanmaz başlayan, sabah evden çıkmadan önce dışarıda geçirdiğimiz bütün saatlerde, eve döndüğümüzde, yatağa yatıp uykuya geçene kadar yaptığımız her işi bir tören yapar gibi yapıyoruz. Bu törenler aynı zamanda hayatı anlamlı kılmamızın da bir yoludur.
Hayatımızın her aşamasında bu günlük alışkanlıklarımız bize fiziksel, duygusal ve sosyal bir rahatlık ve güven sağlar.
     Çocukluğumuzdan beri işler “alışa geldiğimiz gibi” yürüdüğü sürece kendimizi güvende hissederiz.
    Sadece her gün tekrarladığımız davranışlarımız değil, kullandığımız markalar da bizim vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımızdır.
   Fakat bize neyi neden yaptığımız sorulduğunda hemen farklı bir tutum takınırız. Hiç birimiz yaptıklarımızı hiç düşünmeden yaptığımızı söyleyemeyiz. Bize çocukluğumuzdan beri her yaptığımızın akılcı bir nedeni olması gerektiği öğretildiğinden, bir davranışımızın nedeni sorulduğunda hemen akılcı bir “neden” buluruz.
alışkanlıklarımız
    Biz bir giyim mağazasından ‘normal’ olarak bir alışveriş yaparız fakat daha sonra bize birisi neden söz konusu alışverişi yaptığımızı sorduğunda; aklımız bu alışverişi neden yaptığımızı düşünmeye ve ona mantıklı bir neden bulmaya çalışır. Oysa bu davranışın arkasında hiçbir “mantıklı” sebep olmayabilir.
Bu sebeple araştırmalarda tüketicilere “Neden?” sorusunu sormak, aslında, tüketicileri doğal davranışlarından uzaklaştırmak demektir. “Neden?” sorusu karşısında hemen herkes “kabul görecek bir cevap” bulmaya çalışır. (Son yıllarda beynimizin gizleri çözüldükçe araştırma yapmanın da ne kadar zor olduğu daha iyi anlaşılır oldu. Ben araştırmaların insan davranışlarını, duygularını ve en önemlisi alışkanlıklarını çözecek şekilde yeniden tasarlanması gerektiğini düşünüyorum.)
    Tüketicilerin “gündelik törenlerini” (ritüeller), onlarda güvenli bir ruh hali yaratan alışkanlıklarını anlamak, pazarlama disiplininin özünü oluşturur.
   Büyük çoğunluğumuz yeni bir şeyler öğrenmek yerine bildiklerimizden hareketle bir seçim yapıp, risk almadan, kısa yoldan çözüm sağlamak isteriz. Ama şirketler bu basit gerçeği görmezden gelir. Bugün piyasaya çıkan yeni ürünlerin yaklaşık yüzde 80′inin başarısız olmasının en önemli sebebi, şirketlerin tüketicilerin alışkanlıklarını hiç anlamamış olarak, onlara yeni bir ürün satmaya çalışmasıdır.

Aslında bizim insan olarak davranışlarımız son derece aşikar değil midir?

  Yerleşik alışkanlıkları kırmak, davranışları değiştirmek zordur; hatta çok zordur. Birçok konuda “doğru olanı” bilsek bile bunu bir türlü hayata geçiremeyişimizin sebebi de bundan kaynaklanır. Bir ürünün pazarda tutmasının da ilk şartı tüketicilerin yaşamlarındaki mevcut alışkanlıklarını anlaması ve onları nasıl değiştirebileceğini kurgulamasıdır.
    Pazarlama bir markanın tüketicide nasıl alışkanlık yarattığını anlamak ve bu durumu yönetmek üzerine kurulu bir disiplindir. İnsanda alışkanlık yaratan her şeyin kendine göre bir nedeni, bir mantığı vardır. Biz farkında olmasak da son derece güçlü nedenlerden dolayı tekrarlanan davranışlarımız kemikleşir ve alışkanlık yaratarak bizim etrafımızda bir konfor çemberi yaratır (comfort zone).
Bugün artık -fMRI sayesinde- tüketicilerin mantıklarıyla karar vermediklerinden yüzde yüz eminiz. Bu nedenle tüketicilerin mantığına hitap eden reklamlar yapmak, hiç olmayacak bir duaya âmin demektir.
İnsanların mantıklarına seslenmek yerine markaların yapması gereken, tüketicilerin alışkanlıklarına odaklanmaktır. Bunu yapmak için, tüketicilerin günlük hayatlarına girmek ve kendi evlerinde, gündelik yaşamlarında, bir anlamda “mahremiyet sınırlarının içinde” neler yaptıklarını anlamak demektir. (Etnografik araştırma)
    Alışkanlıklar ne kadar güçlüyse tüketicilere bu alışkanlıklarını sorgulatmak da o kadar zordur. Eğer bir marka tüketicide sağlam bir alışkanlık yaratmışsa rakiplerin işi zorlaşır. Bu nedenle bir piyasadaki lider markanın müşterilerini elde etmek çok zordur.
    Liderden müşteri almak için, onların mevcut tüketim alışkanlıklarını kırmak gerekir. Onlara neyi neden yaptıklarını sorgulatmak gerekir; ama bunu yapmanın yolu katiyen “Ey tüketici ! Sana daha iyi bir teklifim var.” diye bağırmak değildir.
    İş dünyası hala tüketicilerin rasyonel davrandıklarını düşünüyor ve bu nedenle her yıl milyarlarca lira reklam ve yeni ürün çabaları olarak sokağa atılıyor.
    İş dünyasının insan doğasını anlaması ve bunu kabul etmesi neden bu kadar zor? Neden hiç var olmamış, rasyonel bir tüketici ütopyası yaratıp onun uğruna zamanımızı, emeğimizi, paramızı sokağa atıyoruz? Son derece yalın gerçekleri anlamak için daha ne kadar zaman geçmesi gerekiyor?

Daha ne kadar başarısızlık ve para kaybı gerekiyor?

   Aslında zihinlerindeki koşullanmaları kaldırabilseler insan doğasının bu aşikar gerçeklerini onlar da görecekler ama şirket yönetim odaları onları değiştiriyor. Keşke karar alırken tüketicilerin etten kemikten yapılmış birer insan olduklarını hatırlasalar.

Yazan : Temel Aksoy

Doğru Zamanda, Doğru yerde, Doğru Soruyu sor hayatın değişsin!!

   Doğru kullanıldığında sorular, iletişimin en önemli silahıdır. Neden soru sorduğumuzu ve ne kadar bilgi almak istediğimizi bilmeli, sorularımızı buna göre şekillendirmeliyiz. Hiç diğer insanlara sorularınızı nasıl yönelttiğiniz üzerine düşündünüz mü? Sorular iletişiminizin ve kendinizi diğer insanlardan ayırma biçiminizin çok önemli bir bölümünü oluşturur. Sorular yoluyla bilgi alır, ilgi duyduğumuzu belirtiriz. Sorular aynı zamanda konuşmayı sevmeyen insanlarla iletişime geçmenin de başlıca yoludur. Ancak unutmamak gerekir ki soruların tek işlevi bilgi transferi değildir; aynı zamanda duygu transferini de sağlarlar. Bu yüzden iletişimde soruları etkin bir şekilde kullanabilmek çok önemlidir.
Soru sorarken bu 5 hataya düşmeyin!
   Soru sorarken aşağıdaki beş hataya asla düşmemeye özen göstermelisiniz.
1. Eğer alabileceğiniz yanıta hazırlıklı değilseniz veya başa çıkabileceğinizden emin değilseniz asla soru sormayın. Karşınızdaki insan haklı olarak “O zaman niye sordu ki?” diye düşünecektir.
2. Bir soru sorduktan sonra aldığınız yanıtı asla eleştirmeyin veya onunla alay etmeyin. Başka insanlarla alay etmek hiçbir zaman akıllıca bir davranış değildir ama birisi sorunuzu yanıtlama inceliğini gösterdikten sonra onunla alay etmek özelikle aptalca olacaktır. Çünkü o kişi bir daha sorunuza yanıt vermez.
3. Ciddiye almayacaksanız, kimseden tavsiye istemeyin Eğer kararınızı zaten verdiyseniz, yorum istemeyin.
4. Eğer yanıtı zaten biliyorsanız veya duymak istediğiniz yanıt çok açıksa soru sormayın. Duygularınızı incitmemek adına kimseyi yalan söylemek zorunda bırakmayın.
5. Sizi ilgilendirmeyen konularda soru sormayın. Soru sorma nedeninizi düşünün ve eğer iyi bir nedeniniz yoksa, sormayın. Alacağınız bilginin ne işinize yarayacağını değerlendirin. Birisi size uygunsuz bir şey sorduğunda da ona, bilmesini istediğinizden ya da gerçekte bilmek istediğinden daha fazlasını söylemeyin.

Dinlemeyi biliyor muyuz?

Dinlemekte en önemli şey o anki ruh halimizdir. Fırsatımız varsa kendimizi gözden geçirip eğer uygun değilsek karşımızdakine bu konuşma için uygun bir ruh halinde olmadığımızı söyleriz. Şartlar uygun değilse bize aktarılanları tarafsız bir şekilde kayda alır daha sonra tekrar gözden geçirebiliriz. Hayatta bizi meşgul eden çok şey vardır. Yapılan rutin işlerin, alışkanlıklarımızın dinlememizi sekteye uğratan birçok meşguliyetimizin dinlememize engel olmasına müsaade etmemeliyiz. 
Adam doktora gider:
“Doktor Bey, galiba karımda işitme kaybı başladı. Ne yapabiliriz?”
Doktor:
“Eve gittiğiniz zaman, karınızın arkasında, biraz uzakta durun. Normal bir sesle ona soru sorun. Eğer sizi duymazsa biraz daha yaklaşın ve sorunuzu tekrarlayın. Hangi mesafede duyduğunu tespit edelim, ona göre bir tedavi uygularız.”
Adam eve döner. Karısı mutfakta yemekle uğraşmaktadır. Adam mutfağın kapısında durur ve normal bir sesle:
“Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?” diye sorar. Karısı cevap vermez. Adam bir iki adım atar ve bir kez daha sorar:
“Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?”
Karısı yine cevap vermez. Adam kadının dibine kadar gelir ve tekrarlar:
“Hayatım, ne yiyoruz bu akşam?”
Karısı öfkeyle dönerek cevap verir:
“Üçtür köfte diyorum ya!”
Bir arkadaşım bu fıkrayı anlatınca iletişimle ilgili yazdıklarımı gözden geçirme ihtiyacı duydum ve gördüm ki hem iletme üzerinde durduğumu fark ettim ve bu yazımda dinleme üzerinde durmak istedim.
En büyük hatalarımızdan biri de dinliyor gibi görünüp dinlememektir. Konuşan kişi er geç bunun farkına varacaktır ve rahatsız olacaktır. Dinleyemeyecek durumdaysak bunu belirtmemiz konuşan kişinin kendine daha çok değer verdiğimizi gösterir. Dinlerken duyduğumuz herhangi bir şeyi geçmişle ilgili bir olayı hatırlamamıza neden olabilir. Geçmişteki bir duruma, olaya, kişiye bir çapa atmış olabiliriz. Bu durum da karşımızdakini anlamamıza engel olur. Dinlemeye, gergin, saldırgan duygularla başlamak, ön yargılardan kurtulmadan dinlemek karşımızdakini anlamamıza engel olacaktır. Birini dinlerken zihnimiz berrak olmalı.
Anlamadığımızda anlıyor gibi yapmak çok yanlış olur. Anlamadığımız bir ayrıntı varsa, konuşmaya ara verip anlamadığımız ayrıntı için açıklama istemeliyiz. Konuşan için bu, rahatsız edici bir durum olmaktan çıkar ve sizin anladığınızdan emin olur ve anlamadığınız noktalar için açıklama isteyeceğinizi bildiği için daha rahat devam eder konuşmasına. Anlıyor gibi görünmek ilk başta puan kazandırabilir ama kilit önemdeki bir bilgiyi atlamanıza neden olabilir. Salak gibi görünmek salak olmaktan iyidir.
dinlemeyi biliyor muyuz
Konuşulan şey sizin için önemsiz olabilir ancak karşınızdaki için belki de hayati bir önem taşımaktadır. Karşınızdakine zaman ayırıyorsanız söylediklerini anlamak için de çaba harcamalısınız. Tam tersi durumda hem karşınızdakinin zamanını hem de kendi zamanınızı boşa harcamış olursunuz.
Unutkanlık ayıp değildir. Yorgunluk ve yoğunluk unutkanlığa yol açar. Bu konuda önlem almamak bazen affedilir olmaktan çıkar. Bu tür durumlarda not almak en güzel yoldur.
“Leb demeden leblebiyi anlamak” ilk başta çok zekice ve takdir edici görülse de her zaman doğru bir yaklaşım değildir. Bu durum bazen mesajda boş kalan yerleri yanlış doldurmanıza neden olabilir. “Şey” li cümleler çok tehlikelidir. Konuşmacı,  bol bol şeyli cümleler kuruyor ise bazı metin boşlukları kalacaktır. Lütfen bu metin boşluklarını kendiniz doldurmayın. Karşımızdakini anlamaya en büyük engel ön yargılarımızdır.
Bununla ilgili bir öykü aktarmak isterim:
İş adamı tıraş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar;
“Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi…”
Berber çocuğa seslenir:
“Ali, buraya gel!”
Bunun üzerine çocuk sakince dükkâna girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar. Berber işadamının kulağına sessizce, “bak şimdi” diye fısıldar ve bir elinde beş yüz bin, diğer elinde beş milyon’luk bir banknot olduğu halde çocuğa sorar:
“Hangisini istiyorsan alabilirsin?”
Çocuk dalgın dalgın bir beş yüz bine bir de beş milyona bakar ve sonunda beş yüz binlik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır. Berber işadamına döner ve gülerek:
“Gördün mü? Sana söylemiştim.” der.
Tıraş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali’yi görür. Yanına giderek, neden beş milyonluk değil de, beş yüz binlik banknotu aldığını sorar.
Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir:
“Hehehe… Eğer beş milyonluğu alırsam oyun biter!” der.
Dinleyen kişi kendini boş bakışlarla, esnemelerle ele verir. Konuşanı dinlerken bazı olumsuzluklar sergileyebiliriz. Bu olumsuzluklardan farkındalıklarla kurtulabiliriz.
Dinleyici Türleri
Şimdi size bazı dinleme şekillerinden söz etmek esterim:
- Bazı dinleyiciler vardır ki hiç külyutmazlar, çok zekidirler, leb demeden leblebiyi anlarlar ve sürekli karşıdaki kişiye çok zeki olduklarını ima etme ihtiyacı duyarlar. Bir iki dakika diyalogla çok rahat anlarsınız bu insanların dinleme kültürlerindeki eksikliklerini. Durmadan lafınızı bölerler, sizin söylediklerinizden çok kendi söyleyecekleri önemlidir, çünkü o insana vereceğiniz pek fazla bir şey yoktur. Karşıdaki her zaman aptal, bilgisiz ve söyledikleri şeyler boştur. Böyle bir insan kendinin bu yapıda olduğunu anlayamazlar. Çevresindeki gerçek dostlarının uyarıları da çok fazla bir işe yaramaz. Uzun bir uğraşı sabırla birleştiğinde işe yarayabilir.
- Bazı insanlar vardır ki işleri güçleri karşılaştırma yapmaktır. Karşılaştırma bir anlamda çok işe yarayabilir ama gereğinden fazlası sorun çıkarır. Siz bir şey anlatmaya çalışırken birden sözünüz kesilir ve kendiyle ilgili, deneyimleriyle ilgili ya da çevresindeki insanlarla ilgili bir bağlantı dinlemek zorunda kalırsınız. Bu tip insanlar sizi dinlemek yerine sizin anlattıklarınızla kendi hayatıyla ilgili çevresiyle ilgili bağlantı kurma derdine düşmüştür. Sizi pek dinleyemez. Çünkü onun sizi dinlemekten daha önemli yapacağı bir iş vardır: Karşılaştırma yapmak.
- Bazen de üstün bir konuşmacı dinleyiciniz olabilir. Siz bir şeyler anlatırken o sizin anlattıklarınızın daha iyi daha güzel nasıl anlatılacağıyla ilgilenir. Bu durum da sizi dinlemesine engel olur. Çünkü siz iyi bir anlatıcı değilsinizdir ona göre.
- Bazı dinleyiciler vardır ki dertleri başından aşkındır. Sizi dinlemeye mecali yoktur. Sizin dertleriniz, sıkıntılarınız onun dertleri yanında devede kulak bile değildir. Siz bir şeyler anlatırken o kendi dertleriyle meşguldür. Deprem olsa onun dertleri yüzünden depremle ilgilenecek hali yoktur ki. Onu dertleriyle baş başa bırakmak zorundasınız.  Dertlerini dinleyecekseniz o zaman başka. Anlatmaya başlar.
- Haa, unutmadan hiç yargıç dinleyicilerle karşılaştınız mı? Anlattıklarınıza bir yargıç gözüyle bakacaktır. Yeri geldiğinde bir dedektif, bazen bir avukat, bazen bir hâkim gibi sorular soracaktır size. Bu dinleyiciler çok iyi dinliyor gibi görünseler de bazen mesajın özünden uzaklaşabilirler ve bu özellikleri sizi dinlemesine engel olabilir.
- Peki, sözünüzü kesenlere ne diyeceksiniz? Konuşmanız esnasında sözünüz o kadar kesilir ki, anlatacaklarınıza bir türlü konsantre olamazsınız. Bir de bunu o kadar haklı nedenlerle yapıyordur ki söyleyeceğiniz hiçbir şey yoktur. Çünkü yanlış bir şeyler anlatıyorsunuzdur ya da eksik. Belki de anlattığınız şeyler çok gerekli değildir. Çünkü o bir aptal değildir. Siz ise bir aptala anlatıyor gibi anlatıyorsunuzdur.
- Ya sürekli şikâyet eden dinleyicilere ne diyeceksiniz? Siz ne kadar çaba sarf ederseniz sarf edin şikâyetleri hiç bitmez. Çünkü her şeye olumsuz bir bakış açıları vardır ve her şeye bir kulp takacaktır. Siz ağzınızla kuş tutsanız o diyecek ki niçin bu kuşların tüyleri duruyor?
- Eyvah eyvah! Dilim varmıyor ama bir de dinlediği her şeyi dedikodu konusu yapacak tiplerimiz vardır. Siz sorunu çözmek için kendinizi yırtın. O kendisine dedikodu konusu oluşturmaya çalışır ve her zaman da bu konuda başarılı olur. Çünkü sizi dinlerken buna öyle konsantre olur ki…
Şimdi tahmin ediyorum birçoğunuz yukarıda saydıklarımızdan hiçbirini kendinize kondurmamışsınızdır ya da o kadar alınğansınızdır ki birçok sorun sizde de vardır. Çevrenizin yorumlarını daha çok dikkate alarak ve onlardan yorum yapmalarını isteyerek gerçeği yakalayabilirsiniz. Yalnız çevrenizdeki insanların da yanılabileceğini göz ardı etmemeniz gerekir.
Umarım karşınızdaki konuşmacıya şu hikâyedeki yaşlı kadının haklı olduğunu dile getirme fırsatı vermiyorsunuzdur.
Duyma problemi olan 85 yaşındaki bir kadının öyküsünü dinlemiştim. Kadın doktoruna gider. Doktor onu muayene ettikten sonra, “Duyma sorununuzu düzeltecek olanaklarımız var artık. Ameliyat için sizce hangi gün uygun?” der.
“Ameliyat olacağımı nereden çıkardın, ameliyat olmak istemiyorum, 85 yaşındayım ve bugüne kadar duyduklarım bana yeter, yeterince duydum.” der. 
Yazan : M. Abdullah YILMAZ