Aslında Hepimiz Büyücüyüz!



Evet yanlış okumadınız hepimiz büyücüyüz. Kullandığımız bir cümle ya da kelime bir insanın hayatını hatta ülkelerin kaderini olumlu ya da olumsuz yönde değiştiriyorsa bunun adı büyü değil de nedir?
Tarih yazan liderler sözleriyle etkilemedi mi halkını? Katliamlar sözcüklerin içindeki büyülü dünya ile yapılmadı mı? Güzel bir sözcükle aşık olmadık mı? Doktorun söylediği bir sözle iyileşmedik mi? Bir arkadaşımızın söylediği bir cümle ile kendimize gelmedik mi?
Küstüğümüz hayata tekrar başlamak için çıkardığımız haykırışlardır sözcükler. Bir çocuğa başarısızlığı öğretecek kadar güçlü, bir öğretmenin söylediği bir sözle dünyayı değiştireceğine karar verecek kadar hırslıdır. Ölmek üzere olan bir hastayı hiçbir şeyi olmadığına ikna edecek kadar iyileştirici, ağlayan bir çocuğun annesinin söylediği bir sözle susturacak kadar gülümsetir kelimeler. Katliamlar yaptıracak kadar diktatör, bir ulusun tarihini tekrar yazacak kadar kararlıdır sözlerimiz.
Peki bu kadar etkili ise o zaman kelimelerle dans etmesini öğrenmek gerekecektir bu hayatta. Bir yemeği aynı malzemelerle yaparak çok farklı tatlar ortaya çıkardığımız gibi aynı kelimelerle de çok farklı anlamlar yaratabiliriz. Eğer anlaşılamamış isek bir de karşımızdakine kızarız anlamadığı için. Anlatamadım demeyiz her nedense... 




Bakın almak istediği cevaba göre kelimelerle oynayan bir ustanın hikayesi:



İki arkadaş, sigara içerken İncil okunup okunmayacağı konusunda tartışmaya başlamışlar. Sonuç alamayınca Papa'ya sorup izin almaya karar verirler.
İkisi de Papa'nın yanına gidip sırayla sorarlar. Birisi izin alırken diğeri alamaz. İzin alamayanın sorduğu soru:
- "Papa Hazretleri, ben İncil okurken canım sigara içmek isterse içebilir miyim?
Papa'nın cevabı: "Oğlum İncil okunurken tanrıyla ilgilenmen lazım.Tanrıyla ilgilenirken de dikkatin dağılmaması lazım. O nedenle, İncil okurken sigara içilmez.”
İzin alanın sorduğu soru ise;
- Papa hazretleri, sigara içerken canım İncil okumak isterse okuyabilir miyim?
Genellikle toplum olarak konuşmalarımızda ne istediğimizi değil, neyi istemediğimizi daha fazla konuşuruz. Eşimize ya da çocuğumuza "geç kalma" der,"Bana böyle davranmanı istemiyorum", "Ben bugün bu işi yapmak istemiyorum" gibi cümleler kurarız. Size de tanıdık geldi mi bu cümle kalıpları.Etrafımızda sık sık duyarız. Hatta karşımızdaki kişinin neyi istemediğini anlarız ama ne istediğini anlayamayız bir türlü. İnsanları gözlemlemek benim hayat ilkelerimden biridir. Bir gün bir seyehat acentesinde orta yaşlarda bir karı koca tatil yapmak istedikleri yeri şu cümlelerle tarif ederken dikkatimi çekti. Sessiz sakin bir yer olsun demek yerine "Gürültü ve trafiğin olmadığı bir yer olsun." cümlesini kullandılar.
Bu tür konuşma kalıpları bizi zor durumda bırakır, anlaşılabilmemizi geciktirebilir, hatta bazen anlaşılamaz duruma sokabilir.Ben bu durumu markete gidip de tezgahtara "ben portakal istemiyorum" demeye benzetiyorum. Size şunu sorarlar hemen "peki ne istiyorsun?". İşte bu soru iletişimde anahtar görevini yapar. Ne istediğimizi önce bizim bilmemiz gerekir ki karşımızdaki insanlara doğru bir şekilde ifade edelim. Konfüçyüs 'ün de dediği gibi "Ne istediğini bilmeyen bulduğunu anlayamaz."
Cümlelerimizde ne istediğimizi söylerken dahi yanlış anlaşıldığımız durumlar var iken neyi istemediğimizi söyleyerek ancak kafa karışıklığına neden oluruz. Ne istediğimizi anlatan anlaşılır cümleler kurmak hayatımızı kolaylaştıracaktır.
Konuşmalarımızda tersine söylem dediğimiz bu kalıplar çoğu zaman hayatımızı inanılmaz zorlaştırır. Hatta kabusa çevirebilir. Çünkü biz bu kelimeleri başka insanlarla konuşurken de kullanıyoruz kendi iç sesimiz de kendimizle konuşurken de kullanıyoruz. Bir şeyden korkuyorsanız ve sürekli "korkmuyorum, korkmuyorum" diye tekrar ediyorsanız işte sorun burada başlıyor. Çocuk koşuyor anne "koşma" diye sesleniyor."Yemeği üzerine dökme" ya da bir arkadaşımıza "sigara içme" dediğimiz zamanlar oluyor. Peki size "kırmızı bir araba düşünmeyin" diyorum. Neden düşündünüz?
Beyin tıpkı google gibi çalışır.Neyi söylerseniz onunla ilgili olan her şeyi arşivde aramaya başlar. Korkudan bahsediyorsanız korktuğunuz zamanı hemen resimler. Eğer bunun yerine "sakin ol" dersek sakin olduğunuzu hemen canlandırır. Neyi söylerseniz bu ister olumlu ister olumsuz olsun fark etmez o zihinde oynamaya başlar. "Yerlere çöp atmayın" yazıları olduğu halde etrafta sürekli çöp olmasına şaşırmamak gerek! Ya da savaş kelimesini kullanarak savaşa hayır demenin bir anlam ifade etmediği gibi.
Aslına bakarsanız özellikle Amerikan filmlerindeki cümle kalıplarını incelemenizi çok isterim. Televizyon çok etkili bir eğitim aracıdır ve Amerika halkını bu şekilde eğitiyor.
Kelimelerle yanlış yaptığımız adımlardan birisi de inanılmaz bir güce sahip olan "ama" kelimesidir. Bu satırları okuduktan sonra yanlış kullanıldığında bu kelimenin insanlarda nasıl bir direnç ve karşı savunma oluşturduğunu gözlemleyebilirsiniz.
Seni seviyorum ama.....
Bu işi çok güzel düşünmüşsün ama....
Çok yaratıcı bir fikir ama....
Sen çok iyi insansın ama....
Sen başarılı bir elemansın ama....
Bu cümleleri lütfen siz tamamlayın ve size söylendiğini düşünün. Ne hissediyorsunuz? Olumlu gibi görünüyor ama aslında olumsuz duygular hissettiriyor değil mi?
Ama kendinden önceki cümleyi siler. Ama ile devam eden bir cümle kullanıyor iseniz ilk cümlenin olumsuz olması gerekir.
     Çok yaramaz bir çocuksun ama seni seviyorum.
     Bugün çok yorulduk ama değdi.
     Bu çalışmada bazı eksiklikler var ama belli ki emeğiniz çok büyük.
     Çok sinirli birisin ama çok iyi bir insansın.
      
      Bir de her söze "ama" ya da "tamam ama" diyerek başlayanlar vardır ki bu tam bir faciadır diyebiliriz. O andan itibaren karşıdaki kişi sizi ya dinlemez ya da söylediklerinizi mat etmek için cümleler kuruyor demektir. Beden dilinden dahi karşı atağa geçtiğini anlayabilirsiniz.
Bir sonraki adımımız eleştiri ya da tartışma anlarında yani kriz anlarında bazen telafisi mümkün olmayan sözcüklerdir. Genellikle "sen" diye karşı tarafı suçlayarak başladığımız cümlelerdir bunlar.
    "Sen her zaman geç kalıyorsun.Seninle hiç bir iş yapılmaz"
    "Çok hatalı davranıyorsun"
    "Ne biçim insansın?"
    "Sen bu işi becerebileceği mi sanıyorsun?"
Bu dil tam bir çatışma dilidir ki suçlayıcıdır, incitici, cevap hakkı doğuran ve en önemlisi sorunu anlamayı engelleyici bir üsluptur.Sen yerine ben kelimesi ile başlayan cümlelerde hem karşı tarafı incitmez, hem de almak istediğimiz sonuca ulaşırız.
     Geç kaldığın zaman bana değer vermediğini düşünüyorum.
     Bu şekilde davranmandan çok inciniyorum
     Sözümün kesilmesinden rahatsız oluyorum.
İletişim uzmanlarının sürekli bahsettiği bir konu var. Anlattıklarımızın değil nasıl anlattığımızın önemli olduğu sürekli vurgulanan bir konu. Bir şeyi söylemiş olmanız karşımızdaki tarafından duyulduğu anlamına gelmez. Duyduğunu ise doğru anladığı anlamına hiç gelmez. Amacımız kelimeleri ağzımızdan öylesine savurmak değilse neden doğru anlaşılmak istemeyelim ki? Üstelik anlaşılma arzusu sevilme arzusu kadar şiddetli iken.
Aslında tarihimize baktığımızda iletişimde inanılmaz ustalık sergileyen büyüklerimiz var. Biz Mevlana'nın, Yunus Emre'nin, Nasrettin Hoca'nın torunlarıyız. İletişimi güçlü bir lider olarak bütün dünyada hayranlık uyandıran Mustafa Kemal Atatürk 'ün torunlarıyız. Bu muhteşem büyüklerimizi modellemek bile bizi iletişim ustası yapar.
Tarihte yaşadığı dönemdeki diğer ülkelerin liderlerini sözleri ile mat eden Atatürk bakın ustalığını nasıl konuşturmuş:
Atatürk'ün yanına ziyarete gelen İran Kralı sohbet esnasında sürekli Atatürk'e
laf göndermesi yapmaya çalışır ve tam kahve içeceklerken asker kahveyi kazayla Atatürk'ün üzerine döker.
İran Kralı :"Sayın Atatürk Türk milletini iyi eğitememişsiniz." der.
ATATÜRK:"Ben Türk milletine her şeyi öğrettim AMA bir uşaklığı öğretemedim ."der

 
Kelimelerle dans ederken yaşadığınız inanılmaz değişimi fark etmek, bundan sonra ki yaşamınızda hangi kapıları açacağına tanık olmak eminim ki sizleri de heyecanlandıracaktır.
Her an doğru anlaşılmanız dileğiyle...

NLP Eğitmeni,Danışman
aytentekeci@yahoo.com.tr

0 yorum: