Siz düşünceleriniz değilsiniz: Siz düşüncelerinizin gerisindeki Mutlak Bilinçsiniz.
Düşünceler çoğu zaman negatif ve acı vericidir.
Gelecekten beklentilerimiz vardır, gelecekten bazen korkarız. Şu anda bir
şeylerden şikayet ederiz. Geçmişte yaptıklarımız bizi rahatsız eder. Tüm bu
düşünceler egomuz tarafından üretilir fakat gerçek kimliğimiz egomuz değildir.
Egonun ürettiği düşünceleri objektif bir şekilde gözlemleyip o düşünceler
girdabına kapılmama çabası bizi ruhani hürriyete götüren ilk adımdır.
· Sadece şimdiki anın
gerçekliği vardır.
· Şimdiki ana direnmeyin
sadece kabul edin.
· Acılara bağımlı olmayın.
Gerçeği arama, sadece görüşlerine sıkı
sıkıya tutunmaktan vazgeç. Bu ne demektir? Kendinizi zihinle
tanımlamaktan vazgeçin demektir. Bunu yaptığınızda zihnin ötesinde kalan gerçek
kimliğiniz zaten kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Ego biçimseldir, ilişkide bulunduğunuz kişilerle
sizin aranızda şekilsel farklılıklar bulur ve eşit değilsinizdir der. Sadece
varlık boyutundayken eşit olursunuz ve ancak kendi içinizdeki biçimi olmayan
boyuta ulaştığınız zaman ilişkinizde gerçek sevgiden söz edebilirsiniz. İçinizdeki
varlık bir diğerinin içindeki kendini tanır. Sevgi, kendinizi başka birinde
görmektir. O zaman karşınızdaki kişinin "başkalığı" sadece insan
boyutundaki bir illüzyon olarak kendini gösterir.
Egodan kurtulmak için gereken tek şey, onun
farkında olmaktır, çünkü farkındalık ve ego bir arada olamaz. Farkındalık,
şimdiki anın içinde gizli olan güçtür. Ancak şimdide var olabilirsiniz,
geçmişte ya da yarında değil.
İllüzyon Benlik
Ego, sahip
olmayı Varlık ile birleştirme eğilimindedir. Sahibim, o zaman Varım. Ne kadar çok sahip
isem o kadar çok Varım. Örneğin;
benim yüzüğüm dediğinizde yüzüğünüzle Varlığınızı birleştiriyorsanız yüzüğünüzü
bir şekilde kaybettiğinizde Varlığınız eksilmiş gibi hissedip üzülebilirsiniz.
Siz yüzüğünüz değilsiniz. Eşyalara bağlanmaktan nasıl vazgeçebilirsiniz?
Eşyalara bağlanmaktan vazgeçmek, ancak kendinizi onlarda aramayı bıraktığınız
zaman mümkün olabilir, bu arada sadece eşyalara bağımlı olduğunuzu farkedin.
Bunu farketmek, kendinizi onunla tanımlamanın ötesine geçmeye başlamaktır. O
zaman şunu hissedersiniz "Ben bağımlılığın farkında olan farkındalığın
kendisiyim.". İşte bu bilinç değişimin başlangıcıdır.
Yaşam sanatını
özetleyen, bütün başarıların ve mutluluğun sırrını veren sadece üç kelime var:
Yaşamla Bir Olun. İnsanın yaşamla bir olması, şimdiyle bir olmasıdır. O zaman
aslında hayatı yaşamadığınızı, hayatın sizin sayenizde yaşadığını görürsünüz. Hayat
dansçıdır ve siz de danssınız.
AYDINLANMA
NEDİR?
Bir dilenci
otuz yıldır bir yol kenarında oturmaktadır. Bir gün onun önünden bir yabancı
geçer. Dilenci eski şapkasını mekanik bir biçimde ona uzatarak, "Allah
rızası için bir sadaka," der. "Benim sana verecek hiçbir şeyim
yok," der yabancı. Sonra, "Sen neyin üzerinde oturuyorsun?" diye
sorar. "Hiçbir şey," diye yanıtlar dilenci. "Sadece eski bir
sandık. Kendimi bildim bileli onun üzerinde oturuyorum." "Onun içine
hiç bakmadın mı?" diye sorar yabancı. "Hayır," der dilenci.
"Niye bakayım ki, onun içinde hiçbir şey yok." "Sen yine de bir
bak," diye ısrar eder yabancı. Dilenci yerinden kalkar ve biraz
uğraştıktan sonra sandığın kapağını açmayı başarır. Ve o, şaşkınlık ve sevinç
içinde sandığın altınla dolu olduğunu görür.
Ben size
verecek bir şeyi olmayan ve size içinize bakmanızı söyleyen o yabancıyım. Bu
meselde olduğu gibi herhangi bir sandığın içine değil, çok daha yakın bir yere,
kendi içinize bakmanızı söyleyen biri…"Ama ben dilenci değilim ki,"
dediğinizi işitir gibiyim. Gerçek serveti, yani Var'lığın ışık saçan sevincini
ve ona eşlik eden derin, sarsılmaz huzuru bulamamış olanlar, büyük bir maddi
servete sahip olsalar dahi, dilencidirler. Onlar haz ve doyum kırıntılarını,
onaylanmayı, güvenliği ya da sevgiyi dışarıda aramaktadırlar, oysa onların
içinde sadece bu şeyleri içeren değil, dünyanın sunabileceğinden sonsuz
derecede daha büyük bir hazine vardır.
Aydınlanma
sözcüğü insan üstü bir başarı fikrini çağrıştırır ve ego bunu böyle tutmayı
sever; oysa aydınlanma sizin Var'lık ile bir'liği hissetmenizden, bu doğal
halinizden başka bir şey değildir. O, ölçülemez ve yok edilemez bir şeyle,
aslında siz olan, ama yine de sizden çok daha büyük bir şeyle birlik halidir. O
ismin ve formun ötesinde bulunan gerçek doğanızı bulmaktır. Bu birliği hissedememe,
kendinizden ve çevrenizdeki dünyadan ayrı olduğunuz illüzyonuna yol açar. O
zaman siz kendinizi, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, tecrit olmuş bir parça
olarak algılarsınız. Bu durumda korkuya kapılırsınız ve içinizde ve dışınızda
yaşadığınız çatışma normal haliniz haline gelir. Ben Buda'nın aydınlanmayı
basitçe "ıstırabın sonu" olarak tanımlayışını severim. Bunda
insan-üstü bir şey yoktur, öyle değil mi? Kuşkusuz, bu eksik bir tanımlamadır.
O bize sadece aydınlanmanın ne olmadığını söyler; yani ıstıraplı bir hal
olmadığını. Ama artık ıstırap yoksa geriye ne kalmıştır? Buda bu konuda sessiz
kalmıştır ve onun sessizliği bunu bizim bulmak zorunda olduğumuzu ima eder.
Buda, olumsuz bir tanımlama kullanmıştır ki zihin onu inanacak bir şey haline,
ya da insan-üstü bir başarı haline, erişmemizin olanaksız olduğu bir hedef
haline getiremesin. Onun bu basiretli yaklaşımına karşın, Budistler'in çoğu
hala aydınlanmanın Buda için olduğuna, en azından bu yaşamda- kendileri için
olmadığına inanır.
Var'lık Nedir?
Var'lık doğuma
ve ölüme tabî sayısız yaşam formunun ötesindeki sonsuz, ve daima-var olan Bir
(Tek) Yaşamdır. Bununla birlikte, Var'lık sadece her formun ötesinde değil,
aynı zamanda her formun derinliklerinde de bulunur, çünkü o her formun en
içteki, görünmez ve yok edilemez özüdür. Bu onun sizin en derin benliğiniz,
gerçek doğanız olduğu ve sizin ona ulaşabileceğiniz anlamına gelir. Onu
zihninizle kavramaya calışmayın. Onu anlamaya çalışmayın. Siz onu ancak zihin
sessizleştiğinde bilebilirsiniz. Siz orada mevcutken, dikkatiniz tam ve
yoğun bir biçimde Şimdi'de bulunurken, Var'lığın farkındalığını yeniden
kazanmak ve o "hissetme-idrakinde" kalabilmek aydınlanmadır.
Ben
insan bilincinin çok derin bir değişim-dönüşümünden söz ediyorum; bu uzak
gelecekteki bir olasılık değil, Şimdi gerçekleştirebileceğiniz bir Şeydir.
Burada kendinizi zihnin esaretinden nasıl kurtarabileceğinizi, bu aydınlanmış
bilinç haline nasıl girebileceğinizi ve onu günlük yaşamınızda nasıl
sürdürebileceğinizi göreceksiniz. Varlığınızın kutsal mevcudiyeti şimdi burada
bulunmaktadır.0 uzak bir gelecekte değil, şimdi buradadır: 0 içimizde bulunan
ve yaşam karmaşasının daima ötesinde olan bir yer, sözlerin ötesinde dingin bir
dünya, karşıtı olmayan bir mutluluktur.
Şimdinin Gücü
İllüzyon Benlik
“Ben”
kelimesi, nasıl kullanıldığına bağlı olarak, hem en büyük hatayı hem de en
derin gerçeği içinde barındırır. Geleneksel kullanımıyla, dilde en sık
kullanılan kelimelerden biri olmakla kalmaz (”benim”, “benimki”, “kendim” gibi
ilgili kelimelerle birlikte), aynı zamanda da en büyük hatalardan biridir.
Normal günlük kullanımında “ben”, önemli bir hatayı, kim olduğunuzla ilgili bir
yanlış kanıyı, sahte bir kimlik duygusunu da beraberinde getirir. Bu egodur.
“Ben”
dediğinizde genellikle sözünü ettiğiniz şey gerçek kimliğiniz değildir.
İnanılmaz bir basitleştirmeyle, “ben” dediğiniz her seferinde gerçek
kimliğinizin derinliğini, zeihninizdeki “ben” düşüncesiyle ve “ben”i
tanımladığınız her şeyle karıştırırsınız. Peki “ben” kelimesini ve “benim”,
“benimki”, “kendim” gibi ilgili kelimeleri kullandığınızda genel olarak sözünü
ettiğiniz şey nedir?
Bir çocuk
anne-babasının ağzından ismini duyduğunda, zaman içinde bu kelimeyle bir
özdeşlik kazanır ve zihninde kimliğiyle ilgili bir düşünce biçimlenir. O
aşamada, bazı çocuklar kendilerinden üçüncü şahısmış gibi söz ederler. “Johnny
acıktı.” Çok geçmeden, büyülü “ben” kelimesini öğrenirler ve kendi
kimlikleriyle özdeşleştirdikleri isimlerinin yerine bu kelimeyi geçirirler.
Sonra başka düşünceler gelerek ilk “ben” düşüncelerini, bir şekilde “ben”in
parçaları olan düşüncelerle birleştirmelidir. Bu, kendini nesnelerle
tanımlamadır ama zaman içinde, nesnelere benlik duygusu katan bu kelimeler,
gerçek kimliği ortadan kaldırır. “Benim” oyuncağım kırıldığında ya da
kaybolduğunda, korkunç bir acı hissedilir. Bunun nedeni oyuncağın çok özel bir
değere sahip olması değil - çocuk çok geçmeden oyuncağa olan ilgisini
kaybedecek ve yerine başka oyuncakları geçirecektir - “benim” düşüncesidir.
Oyuncak, çocuğun gelişmekte olan “ben” düşüncesiyle ya da diğer bir deyişle
benlik duygusuyla özdeşleşmiştir.
Dolayısıyla,
çocuk büyürken ilk “ben” düşüncesi, başka düşünceleri kendine çekmeye başlar:
Kendini cinsiyetle, mülkiyetle, vücuduyla, milliyetiyle, ırkıyla, diniyle,
mesleğiyle tanımlar. “Ben”in kendini tanımladığı diğer şeyler, bilgi ya da
görüşler, sevilen ve sevilmeyenler üreten rollerledir; baba, anne, karı-koca vb
gibi. Geçmişte başıma gelenler “bana” olanlardır ve bu anıların düşünceleri
“ben” düşüncesiyle birleşerek “ben ve geçmişim” duygusunu yaratırlar. Bunlar,
insanların kimlik duygularını aldıkları şeylerden sadece bazılarıdır. Sonuçta
benlik duygusunun eklendiği ve rasgele bir arada tutulan düşüncelerden daha
fazlası değildirler. Bu zihinsel yapı, normalde “ben” derken
kastettiğiniz şeydir. Daha açık söylemek gerekirse: “Ben” dediğinizde çoğu
zaman konuşan siz değilsinizdir; o zihinsel yapının, ego-benliğin bazı
yönleridir. Uyanışı
gerçekleştirdiğinizde, yine zaman zaman “ben” kelimesini kullanacaksınız ama
bunu benliğinizin çok daha derinlerinden hissederek yapacaksınız.
Egonun
İçeriği ve Yapısı
Ego zihni
tamamen geçmişle şartlanır: Şartlanması iki bölümlüdür: İçeriği ve yapısı.
Oyuncağı
kırıldığı ya da kaybolduğu için derin acı duyarak ağlayan bir çocuğun
durumunda, oyuncak içeriktir. Yerini başka bir oyuncak ya da başka bir nesne
alabilir. Kendinizi birlikte tanımladığınız içerik, çevreniz büyürken
yaşadıklarınız ve parçası olduğunuz kültürle şartlanır. Çocuk zengin ya da
yoksul olsun, oyuncak hayvan biçiminde oyulmuş bir tahta parçası ya da karmaşık
özelliklere sahip elektronik bir alet olsun, kaybının neden olduğu acı
değişmez. Böylesine büyük bir acının oluşmasının nedeni, “benim” kelimesinde
gizlidir ve bu da yapısaldır. Kişinin kendi kimliğini bir eşyaya bağlamak
yönündeki bilinçaltı eğilimi, ego zihnin yapısıdır.
Egonun kendini
var ettiği en temel zihin yapılarından biri, kimlik tanımlamadır. İngilizce
“identification” yani “kimlik tanımlama” ifadesi, Latince “aynı” anlamına gelen
“idem” ve “yapmak” anlamına gelen “facere” kelimelerinden türemiştir.
Dolayısıyla kendimi bir şeyle tanımladığımda, onu “aynı yaparım”. Neyle aynı?
Kendimle aynı. Ona bir benlik duygusu veririm ve böylece benim “kimliğim”in bir
parçası haline gelir. Kimlik tanımlamanın en basit hallerinden biri, eşyalarla
tanımlamadır: Oyuncağım daha sonraları arabam, evim, giysilerim vb haline
gelir. Kendimi nesnelerle tanımlamaya çalışırım ama asla başaramam ve sonunda
kendim onların içinde kaybolurum. Bu, egonun kaçınılmaz yazgısıdır.
Doğaları
gereği daha içe bakışlıdırlar ve onlara göre dışa doğru hareket asgaridir. Dışa
açılmaktan çok eve dönmek isterler. Bir şeylere katılmak ya da dünyayı
değiştirmek konusunda güçlü dürtüler hissetmezler. Eğer tutkuları varsa,
genellikle kendilerine belli bir ölçüde bağımsızlık kazandıracak şeylerin
ötesine geçmez. Bazıları bu dünyaya uymakta zorlanabilir. Bazıları ise
kendilerini koruyabilecek bir şey bulacak kadar şanslıdırlar; örneğin
kendilerine düzenli gelir sağlayan bir iş ya da kendilerine ait küçük bir iş
gibi. Bazıları ruhsal bir topluma katılmaya ya da manastıra kapanmaya bile
karar verebilir. Bazıları toplum dışına itilir ve uç noktalarda yaşarlar.
Bazıları bu dünyada yaşamayı fazlasıyla acı verici bulup uyuşturuculara
sığınır. Diğerleri ise zaman içinde şifacı ya da ruhsal öğretmen olurlar. Eski
çağlarda onlara muhtemelen münzevi ya da bilge denirdi. Günümüzde görünüşe
bakılırsa onlar için bir yer yoktur. Ama yeni dünyada rolleri, yaratıcılar,
yapıcılar ve reformcular kadar önemlidir. Fonksiyonları; yeni bilincin bu gezegende
sağlamlaşmasını sağlamaktır. Ben onlara frekans tutucular diyorum. Onlar günlük
hayatlarındaki eylemlerle bilinç yaratmak için buradadırlar ve sadece burada
var olmaları bile yeterlidir. Bu şekilde, görünüşte önemsiz olsalar bile
aslında çok önemli bir görev sürdürürler. Onların işi, yaptıkları her şeyde
anda kalmayı başararak bu dünyaya dinginliği getirmektir. Yaptıkları şeyde
bilinç ve dolayısı ile kalite vardır; en küçük işlerinde bile. Her insan,
kollektif insan bilincinin bir parçası olduğundan, yaşamlarının yüzeyinde
görünenden çok daha derin bir şekilde dünyayı etkilerler.
Geçmişi
Beraberinde Taşımak
İnsan zihninin
geçmişi bırakmak konusundaki beceriksizliği yada isteksizliği,Tanzan ve Ekido
adında, şiddetli yağmurlardan sonra oldukça çamurlu hale gelmiş olan toprak kır
yolunda yürüyen iki Zen rahibinin hikayesinde güzel bir şekilde
örneklenmektedir. Bir köyün yakınından geçerlerken,yolun karşı tarafına geçmeye
çalışan genç bir kadın görürler.Çamur çok derin olduğu için,kadın üzerindeki
ipek kimonoyu berbat etmeden karşı tarafa geçemeyecektir. Tanzan hiç tereddüt
kadını kucağına alıp yolun karşı tarafına geçirir. Sonrasında rahipler sesizce
yollarına devam ederler.Beş saat sonra, yaşadıkları tapınağa yaklaşırlarken,
Ekido daha fazla kendini tutamayarak Tanzan'a döner."Neden o kızı yolun
karşı tarafına geçirdin?" diye sorar."Biz rahiplerin bu tür şeyler
yapmaması gerekir. "Ben kızı saatler önce bırakmıştım"der Tanzan
"Sen hala taşıyormusun?" Şimdi birinin sürekli Ekido gibi hoşa
gitmeyen olay ve durumları zihinde taşıyarak ve düşünce üstüne düşünce
biriktirerek yaşadığını düşünürseniz,gezegendeki insanların çoğunun nasıl
yaşadığı ile ilgili fikir edinmiş olursunuz. Zihinlerinde taşıdıkları yükün
ağırlığına bakarmısınız?
HANGİSİNİ
İSTERSİNİZ;
BARIŞ MI
YOKSA DRAM MI?
Barış
istersiniz.Barış istemeyen hiç kimse yoktur. Ama içinizde dramı isteyen bir şey
vardır. Onu şu anda hissedemeyebilirsiniz. İçinizdeki tepkiyi tetikleyen bir
durumu ya da bir olayı beklersiniz:Birinin sizi o ya da bu nedenden suçlaması,size
saygı duymaması bölgenize izinsiz girmesi,bir şeyleri yapma tarzınız
sorgulaması, para hakkında tartışması gibi... O zaman içinizden yükselen ve
belki düşmanlık ya da öfke kılığına bürünmüş korkuyu, o güçlü enerji akışını
hissedebiliyormusunuz? Kendi sesinizin sert çıktığını, bağırıp çağırdığınızı
duya biliyormu sunuz? Zihninizin pozisyonunu, savunmak, suçlamak, saldırmak,
haklı çıkarmak için yarıştığını hissede biliyormusunuz? Diğer bir deyişle,
bilinçsizlik anında uyana biliyor musunuz? İçinizde savaşta olan tehdit
edildiğini hisseden ve ne olursa olsun hayatta kalmaya,bu tiyatro oyununda
zafer kazanan karakter olarak kimliğini korumaya çalışan bir şeyin varlığını
hissede biliyormusunuz? Huzurlu olmaktansa haklı olmayı tercih eden bir şeyin
varlığını algılaya biliyormusunuz? Ego savaşta olduğunda,hayatta kalmak için
savaşmanın bir illüzyondan ibaret olduğunu sakın unutmayın. Farkındalık,şimdiki
anın içinde gizli olan güçtür. Ona aynı zamanda varlık adını vermemizin nedeni
budur. İnsan varlığının nihai amacı ya da diğer bir deyişle sizin var oluş
amacınız o gücü bu dünyaya getirmektir. Sadece varlık sizi egodan kurtarabilir
ve ancak ŞİMDİ'de var olabilirsiniz; geçmişte yada yarında değil. Sadece varlık
içinizdeki geçmişi silerek sizi bilinç durumuna taşıya bilir.
ZİHİNDEKİ SES
Bunun ilk
farkındalığını, Londra Üniversitesi'indeki birinci yılımda yaşadım. Haftada iki
kez sabah saat dokuz civarındaki metroya binerek üniversite kütüphanesine
giderdim. Bir defasında otuzlu yaşlarının başlarında bir kadın karşıma oturdu.
Onu daha önce birkaç kez aynı trende görmüştüm.Zaten görmemek de mümkün
değildi. Tren dolu olmasına rağmen,kadının iki tarafındaki koltıklar boştu ve
yüksek öfkeli bir sesle hiç durmadan kendi kendine konuşuyordu. Kendini
düşüncelerine öylesine kaptırmıştı ki etrafındaki insanların farkında olmadığı
belliydi. Başını hafif sola ve aşağı doğru eğmişti;sanki yanındaki boş koltukta
oturan biriyle konuşuyor gibiydi. Tam olarak içeriğini hatırlamıyorum ama
monoloğ şuna benzer bir şekilde devam ediyordu:"Ve bana dedik ki ben de
ona yalancısın dedim, beni böyle bir şeyle nasıl suçlarsın...hep benden
yararlandın,beni kullandın, ben sana güvendim,sen bana ihanet ettin..."
Sesinde haksızlığa uğramış birinin öfkesi vardı ve sanki kendini savunmazsa
aşağılandığını hissedecekti. Tren Tottenham Court Road İstasyonu'na
yaklaşırken,kadın ayağa kalktı ve hala konuşmaya devam ederek kapıya doğru
yürüdü.
Ben de aynı
istasyonda inecektim;bu yüzden arkasında duruyordum. Merdivenlerden çıkıp
caddeye ulaştığımızda,Bedford Meydanı'na doğru yürümeye başladı.Hala hayali
sohbetine devam ediyordu ve karşısındakini-her kimse- suçlayıp duruyordu.Çok
merak ettim ve benim de gittiği yönde yürüdüğü sürece izlemeye karar
verdim.Hayali sohbetine kendisini fazlasıyla kaptırmış olmasına rağmen,nereye
gittiğini biliyor gibiydi.Çok geçmeden,1930'lardan kalma senato Binası'nın
önüne geldik;yani üniversitenin merkez yönetim ve kütüphane binasına.Çok
şaşırmıştım.Aynı yere gidiyor olabilirmiydik? Evet kesinlikle oraya gidiyordu. Acaba
öğretmen,öğrenci ofis elemanı ya da kütüphaneci filan mıydı? Belki de bir
psikoloji araştırması üzerinde çalışıyordu? Cevabı bilmem mümkün değildi.
Yirmi adım arkasından yürüyordum ve ben binaya girdiğimde, asansörlerden
birinde gözden kaybolmuştu bile. Az önce tanık olduğum şey karşısında çok
şaşırmıştım. Yirmi beş yaşında yetişkin bir birinci sınıf öğrencisi olarak,
kendimi entelektüel biri olarak görüyordum ve insan varlığıyla ilgili tüm
ikilemlerin cevaplarının zeka sayesinde, diğer bir deyişle,düşünerek bulunabilineceğine
inanıyordum. Ama farkındalık olmadan düşünmenin insan varlığının en önemli
ikilemi olduğunu henüz bilmiyordum.
Profesörlere,bütün
cevapları bilen bilgeler,üniversite ise bilgi tapınağı gözüyle bakıyordum.
Böylesine deli bir kişilik nasıl olurda bunun bir parçası olabilrdiki?
Kütüphaneye girmeden önce erkekler tuvaletine uğradığımda,hala onu
düşünüyordum.Ellerimi yıkarken kendi kendime şöyle dedim; Umarım sonum onun
gibi olmaz.Yanımda duran adam bana bir bakış attı ve o sözleri sadece düşünmediğimi,
sesli olarak söylediğimi anladığımda afalladım. "Aman Tanrım,zaten
onun gibiyim", diye düşündüm. Benim zihnim de kadınınki kadar kendi
düşüncelerine dalmış değilmiydi? Aramızda çok az fark vardı aslında. Onun
düşünce sisteminin altında yatan temel duygu, öfke gibi görünüyordu. Benim
durumumda ise daha ziyade endişeydi.O yüksek sesle düşünüyordu. Ben ise
-çoğunlıkla-zihnimden düşünüyordum. Eğer o deliyse, herkes deli demekti; ben
dahil. Farklılıklar sadece derecelerdeydi. Bir an için,kendi zihnimden bir adım
geri çekildim ve zihnime olduğu gibi,daha derin bir perspektiften baktım. O
anda,düşünceden farkındalığa kısa bir geçiş yaptığımı hissettim.Hala erkekler
tuvaletindeydim ama tek başımaydım ve aynada kendi yüzüme bakıyordum.
Zihnimden
ayrıldığım o anda,yüksek sesle güldüm.Delice görünebilirdi ama aslında aklın
gülüşüydü; Buda'nınki gibi dolu dolu bir gülüş. "Hayat zihnimin sandığı
kadar ciddi bir şey değil" Sanki kahkaha bana böyle diyor gibiydi.Ama bu
sadece anlık bir olaydı ve unutmam uzun sürmedi. Sonraki üç yılı endişeler ve
depresyonla geçirecek,kendimi sadece zihnimle tanımlayacaktım. Farkındalık
dönmeden önce, neredeyse intihar etmek üzereydim ve bu kez anlık bir şey
değildi. Takıntılı düşüncelerden ve kendi yarattığım sahte "BEN"den
kurtulmuştum.
Şimdinin Gücü
Echart Tolle
Echart Tolle
0 yorum: