Sevgi mi? Korku mu?

Dünyadaki yaşanılan her şey düşüncelerinizin eseri sonucu oluşmuştur. Başınıza gelen olayları farkında olarak ya da olmayarak siz yaratıyorsunuz. Düşüncelerinizi kontrol ettiğinizde istediğiniz biçimde yaratım gücüne sahipken, düşüncelerinizi etrafınızda olan bitene kaydırdığınızda ise olan bitenden etkilenerek istenmeyen bir yaratım oluşturuyorsunuz. İki türlüde başımıza gelen her şeyin sorumlusu ne yazık ki bizleriz.
O zaman neden istediğimiz gibi bir yaratım yapmayı seçmiyoruz?
Neden sahip olduğumuz gücün farkına vararak hayatımızın sorumluluğunu elimize alıp yaşamımızı istediğimiz gibi yeniden dizayn etmiyoruz?
Yüce Allah insanları yaratırken en değerli şeyi insanlara vermiş akıl ve sevgi. Biz bu iki öğeyi kullanarak yapmak istediğimizi yapabilecek olmak istediğimi olabilme imkânına sahibiz. Ancak sorun şu ki bir kısmımız bu gücün farkında değil diğer bir kısmımız ise kullanmak istemiyor.
Kullanmak istemeyenlerin en büyük sorunu yaşamlarının sorumluluğunu almak istememek. Burada en büyük sorun kişilerin kendilerine olan özgüven eksikliğinden kaynaklanmaktadır.  Özgüven eksikliği insanların tek başına ayakta durmalarının ve birine dayanmadan yaşamalarının önündeki en büyük engeldir.

Allah İle Aldatmak- Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk - 2

ALLAH İLE ALDATMANIN ‘ARAPÇA’CILIK AYAĞI


 
 Allah ile aldatmanın bu ayağı Arap dilini kutsal ilan etmek için dini kullanma şeklinde yürütülen bir zülümdür. Arap dili ‘Allah’ın dili’ ilan edilip onsuz ibadet yapılamayacağı dayatması dinleştirilmiştir. Üstelik dinde dokunulmaz kılınan birçok fakîhin aksini söylemesine rağmen. Yani Arapça’yı kutsallaştırma yoluyla yürütülen Arap kültür emperyalizmi, önünde hiçbir engele yaşama hakkı tanımamıştır.

Engizisyon, papazlarından alınma bu zülüm, kendisini ‘bütün insanlığın, bütün zamanların dini’ olarak tanıtan İslam’ı sadece Arapların dini haline getiren vahim zulümlerden biridir ve Allah ile aldatanlar tarafından asırlarca din diye yutturulmuştur. Bu zulümden en büyük zararı gören kitle ise Türk halkı olmuştur.

Tarihin en büyük insanlık suçlarından biri olan bu zülüm, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin sekiz bakanlık bütçesi kadar parayla beslenen Diyanet İşleri tarafından hala yaşatılmaktadır. Bu din ve akıldışı dayatmayı aşmak için bu satırların yazarı tarafından verilen mücadele Türk halkının belleklerinde hala canlı olsa gerektir. Bu mücadelede en büyük kahrı Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal din kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan çektik. Daha ibret verici olanı, aynı Diyanet, bu tavrını birkaç yıl sürdükten sonra Tarabya’da topladığı bir şurasında, Kuran’ı Türkçe okuyarak da namaz kılınabileceğini hükme bağladı. (Herkesin kendi diliyle ibadet etmesinin İslam’a uygun olduğu konusunda, bkz. Öztürk; Ana Dilde İbadet Meselesi)

Allah İle Aldatmak- Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk - 1

  ARAPLAR

Arapları ifade için Kuran’da a’rabî (Arap) veya arab sözcüklerinin çoğulu olan ‘a’rab’ kelimesi kullanılmaktadır.

Kur’an, Arapları ifadede başka bir sözcük kullanmamakta ve Arapları çok olumsuz sıfatlarla anmaktadır. Sonraki Arap dilcileri, Kuran’ın bu tavrını etkisiz kılmak için olacak, a’rab ve a’rabi sözcükleriyle tanıtılan Arapların bâdiye Arapları, yani Arapların köylü tipleri olduğu yolunda bir söylenti geliştirmişlerdir.

Allah, kötülüğü köylülüğe bağlamaktan münezzehtir. Doğrusu şu ki, Kuran’ın Araplarla ilgili söylemlerinin yarattığı sıkıntıya bir tepki olarak geliştirdiği anlaşılan bu yaklaşım kaş yaparken göz çıkarmıştır. Ne yazık ki bu tavır, Arap dili sözlüklerinin bir çoğunda yer almaktadır. (Örnek olarak bkz. İbn Manzur; Lisanu’l Arab, arb maddesi)

Sonraki dönemlerin bu söylemi esas alınırsa, “Kuran’da, şehirli Araplar hangi sözcükle ifade edilmiştir?” sorusu sorulu ve tabiî cevapsız kalır.

İşin gerçeğini, Kuran dilinin aşılmamış ustası Isfahanlı Râgıb söylemiştir: Ona göre, Kuran’da kullanılan a’rab sözcüğü Arap ırk ve insanını tümden ifade eden sözcüktür. Şöyle diyor:

“Arab, İbrahim’in oğlu İsmail’in zürriyetinin adıdır. A’rab kelimesi de, esasında bu arab kelimesinin çoğuludur.”
(Râgıb, el-Müfredat, arb. Maddesi)

Eckhart Tolle - Kabullenmek & Teslim Olmak

Yapabildiğiniz her seferinde, kendi içinize bir "bakın," bunu içsel ile dışsal arasında, o sıradaki dışsal koşullarınız -bulunduğunuz yer, birlikte olduğunuz kişi, ya da yaptığınız şey- ile duygularınız ve hisleriniz arasında bilinçsiz olarak çatışma yaratıp yaratmadığınızı görmek için yapın. Olana içsel olarak karşı koymanın ne kadar acı verici olduğunu hissedebiliyor musunuz?
Bunu fark ettiğinizde, şimdi bu boş, bu nafile çatışmayı, bu içsel savaş halini bırakmakta özgür olduğunuzu da fark edersiniz.
er o andaki içsel realitenizi dile getirecek olsaydınız, her gün ne kadar sık olarak "Bulunduğum yerde olmak istemiyorum" demek zorunda olurdunuz? Bulunduğunuz yerde -sıkışık trafikte, iş yerinizde, havaalanındaki bekleme salonunda, birlikte olduğunuz kişilerle- olmak istemediğinizde, bu nasıl bir his verir?
Kuşkusuz, bazı yerleri terk etmek iyi olur -ve bazen bu sizin için yapılması en uygun şey olabilir.
Ancak, birçok durumda, çekip gitmek bir seçenek değildir. Tüm o durumlarda, "Ben burada olmak istemiyorum" yaklaşımı sadece yararsız değil, aynı zamanda işlevsizdir de. Bu sizi ve diğerlerini mutsuz kılar.
"Her nereye giderseniz, oradasınızdır" diye bir söz vardır. Bir başka deyişle: Siz buradasınız. Daima.
Bunu kabullenmek o kadar zor mudur?
Her duyusal algıyı ve deneyimi zihinsel olarak nitelendirip etiketlemeniz gerçekten gerekiyor mu?
Yaşamla -durumlarla ve insanlarla neredeyse sürekli çatışma halinde olduğunuz- tepkisel bir hoşlanıyorum/hoşlanmıyorum ilişkisi içinde olmanız gerçekten gerekiyor mu? Yoksa bu, sadece, kurtulabileceğiniz köklü bir zihinsel alışkanlık mı? Herhangi bir şey yapmadan, bu anın olduğu gibi olmasına izin vererek kurtulabileceğiniz bir alışkanlık...

Eckhart Tolle - Şimdi

Yüzeysel olarak bakıldığında, şimdiki an sadece birçok andan biri olarak görünür. Yaşamınızın her bir günü farklı şeylerin vuku bulduğu binlerce andan oluşur görünür. Ancak, daha derin bir biçimde baktığınızda, daima tek bir an vardır, öyle değil mi? Yaşam ebediyen "bu an" değil midir?
Bu bir an -Şimdi- ondan asla kaçamayacağınız tek şeydir, yaşamınızdaki tek değişmez ve sürekli etkendir. Her ne olursa olsun, yaşamınız ne kadar çok değişirse değişsin, bir şey kesindir: Bu daima
Şimdi'dir.
Şimdi'den hiçbir kaçış yoksa o zaman neden onu hoş karşılamamak, onunla dost olmamak?
Siz şimdiki an ile dost olduğunuzda, her nerede bulunursanız bulunun, kendinizi rahat hissedersiniz.
Şimdi' de kendinizi rahat hissetmediğinizde ise, her nereye giderseniz gidin, huzursuzluğu ve rahatsızlığı birlikte götürürsünüz.
Şimdiki an olduğu gibidir. Daima. Onun olmasına izin verebilir misiniz?
Yaşamın geçmiş, şimdi ve gelecek diye bölünmesi zihin-ürünüdür ve sonuçta illüzyonidir. Geçmiş ve gelecek düşünce formlarıdır, zihinsel soyutlamalardır. Geçmiş ancak Şimdi hatırlanabilir. Sızın hatırladığınız, Şimdi' de vuku bulmuş olan bir olaydır ve onu yine Şimdi hatırlarsınız. Gelecek de, geldiğinde, Şimdi'dir. Böylece gerçek olan tek şey, daima var olan tek şey Şimdi'dir.
Dikkatinizi Şimdi'ye vermek yaşamınızda gereken şeyi yadsımak değildir. O neyin en önemli, neyin birincil olduğunun farkında olmaktır. O zaman ikincil olan şeyle çok kolayca başa çıkabilirsiniz. Bu, "Ben artık hiçbir şeyle uğraşmayacağım, çünkü sadece Şimdi vardır," demek değildir. Hayır. Önce neyin birincil olduğunu bulun ve Şimdi'yi düşmanınız değil, dostunuz kılın. Onu kabul ve tasdik edin, onurlandırın. Şimdi yaşamınızın temeli ve birincil odağı olduğunda, yaşamınız kolayca gelişir.
Bulaşıkları yıkamak, bir iş stratejisi hazırlamak, bir geziyi plânlamak -hangisi daha önemlidir:
Yapmak mı, yoksa yapma yoluyla erişmek istediğiniz sonuç mu?
Önemli olan bu an mıdır, yoksa gelecekteki bir an mı?

Eckhart Tolle - Egosal Benlik

Zihin sürekli olarak sadece düşünce besini değil, kimliğinin, benlik duygusunun besinini de arar. İşte ego böyle var olur ve sürekli olarak kendisini tekrar yaratır.

 Siz kendi haklımızda düşündüğünüzde ya da konuştuğunuzda, "Ben" dediğinizde, genellikle sözünü ettiğiniz şey "ben ve benim öyküm" dür. Bu sizin sevdiğiniz ve sevmediğiniz şeylerin, korkularınızın ve arzularınızın "ben"idir, asla uzun sürek tatmin olmayan "ben" dir. O, geçmiş tarafından koşullandırılmış olan ve doyumunu gelecekte bulmaya çalışan, zihin-ürünü bir benlik duygusudur.
Bu "ben"in geçici olduğunu, suyun yüzeyindeki bir dalga gibi geçici bir oluşum olduğunu görebiliyor musunuz?
Bunu gören kimdir? Fiziksel ve psikolojik formunuzun geçiciliğinin farkında olan kimdir? Ben'im. Bu geçmiş ve gelecek ile hiçbir ilgisi olmayan daha derin "Ben" dir.
Her gün dikkatinizin çoğunu alan sorunlu yaşam durumunuzla ilişkili tüm korku ve isteklerden geriye ne kalacaktır? Mezar taşınızda, doğum tarihiniz ile ölüm tarihiniz arasındaki üç-beş santim uzunluğunda bir tire.