Doğru Bakış Açısı

İnsan olarak hayatta acı ve tatlı pek çok olayla karşılaşırız. Yol arkadaşlarımız tarafından terk edilebilir hastalanabilir mal varlığımızı yitirebilir sevdiklerimiz bize kapılarını kapatabilir v.s
Genelde bu gibi durumlarda insanlar çok çabuk sinirlenip üzülürler hayata ve olaylara karşı bakış açıların...da bir değişme oluşur. Hatta aynı hareketleri olayları onlar da karşılarındakine yapmaya kalkarlar. Bu da insanın nefsi karşısındaki acizliğini gösterir. Nefsine yenik düşmeyen insanlar ise bu olayları sabırla karşılayarak bu durumları olumlu şekilde nasıl değerlendirebileceklerini düşünürler.
Hayatta en kötü şeylerde en çirkin işlerde bile bir güzellik vardır. Yolda giderken Mevlana’ya yanında bulunanlar ın köpek leşinden tiksinmeleri karşısında Mevlananın : "Ne güzel dişleri var" demesi gibi. Yeter ki insan olumlu yönden bakmayı bilsin.
İnsan çerçevesini küçük dar bir alanla sınırlı tutarsa bakış açısı da o derece küçük olur. "Sürekli güneş var" diye ekinlerinin kuruyacağını düşünüp güneşe söylenenler "Yağmur yağıyor işçiler çalışamayacak" diyen patronlar "Sel gelip motorlar arızalansın da para kazanayım" diye bekleyen elektrikçiler verilenler karşısında cüzi bir miktar parası alınacak diye düşünenler "Verdiğim yemek zayi oldu" diye oturup üzülenler yol arkadaşı kendisine bir şey dedi diye kızıp gidenler... İşte bunlar bakış açıları dar olaylar karşısında tamamen aciz nefislerine yenik düşmüş ve küçük kabuklarının içinden çıkamayan insanlardır. Kendilerine belirli bir çember çizmiş ve bu çember içerisinden çıkmamak için direnmektedirler.
Bir de bu olayların tersine bakalım isterseniz. Yağmurun ve güneşin faydalarını bilen ve buna şükreden patronlar sel karşısında insanların mağduriyetlerini düşünen bir elektrikçi "Yaptığım yemek güzel olmadı" diyerek sebebini araştıran ve daha güzelini yapmaya çalışan bir aşçı "Birlikte yürüdüğüm kişi bana neden böyle söyledi ?" diye düşünen ve bundan ders çıkaran Müslüman... Evet bakın bir anda nasıl da degişiyor insanın bakış açısı. Yeter ki o çemberi geniş tutarak olaylara doğru yerden bakabilelim.
Bir insanla sorun yaşadığınızı düşünün bir an için. Ve bu kişi ilk etapta öyle bir tepki veriyor ki olayların gelişimini öyle bir değerlendiriyor ki sormayın. Bu değerlendirme esnasında kelimelere öyle bir anlam kazandırıyor ki nefsi bir bakış açısı ile acı olan gerçeğin üzerini gelin gibi giyindiriyor. Ve haksız olduğunu bile bile geçmişte sizinle olan uzun vadedeki birlikteliğini bir anda ters yönde değerlendiriyor. Halbuki birliktelik fedakarlık ister birliktelik bakış açınızın dar olmamasını gerektirir. Arada sorun olarak görülen şeylerin aslında bir hiç olduğunu ve arkadaşını yarı yolda bırakmanın acısını ancak ondan uzaklaşınca anlar. Gemiyi en son kaptanın terkedeceğini biliyoruz ama tayfaların da yolculardan önce kendilerini kurtarma çabalarına anlam olumlu bir anlam veremeyiz. Bütün tayfaların kaptana yardım ettiğini düşünürsek bunun adına "Gemisini kurtaran kaptan ve tayfalar" deriz.
Her insanın bu şekilde olumlu düşündüğünü varsayacak olursak kişiler arasında hiçbir sorun kalmayacaktır. Ve bu durumda ister insanlara karşı olsun ister hayattaki diğer olumsuzluklara karşı olsun ilginç bir sevgi duymaya başlarsınız. Bu şekilde bir hareket karşıdaki kişide de değişmelere sebep olacak ve onun olumlu adımlar atmasına vesile olacaktır.

Zorluklarla Mücadelede Etkili 9 Adım

Hayat zıtlıkların bir arada yaşandığı tiyatro sahnesi gibidir. Bu sahnede oyun kimi zaman kolaylık, genişlik ve sevinç içinde kimi zaman da zorluk, hüzün ve darlık içinde oynanır.

Oyuncular hep kolay olanı oynamak ister, ama hayat sahnesi buna müsaade etmez. Çünkü bu oyunun ayrılmaz bir parçası da zorluklardır. Hayat oy...ununun, zorluk lu sahnelerini kolay oynayabilmek için zorluklarla mücadelede etkili olan dokuz adımı sizlerle paylaşıyoruz:

1. Kendi gücünü keşfetme: Zorlukları yenmede ve engelleri aşmada asıl güç, kişinin kendisinde saklıdır. Bu gücün farkına varmayanlar hayatta başarılı olamazlar. Kendi gücünün farkına varamayanlar, kendinden dahi korkan cesaretsiz kişilerdir. Böyle kimseler asla başarılı olamazlar ve insanların en mutsuzlarını çoğunlukla bu tipler oluşturur.

2. Korkusuzca ilerleme: İnsanın kendisini yersiz kaygı ve kuşkuların esiri olmaktan kurtarması başarı için ön koşuldur.

3. Zorlukların değerli olduğunu düşünme: Hayat sonsuz zorluklarla mücadeleden ibarettir. Mücadeleden yıldığınız an yaşamanız biter. İnsana her türlü zorlukla mücadele etme gücünün verildiği unutulmamalıdır.

4. Bilgi ile gücünü arttırma: Zorluklara karşı en etkili silah bilgidir. Bilgi, hayat mücadelesinde bizim, en büyük, en sağlam silahımızdır. Bu kalkanı terk ettiğimiz gün derhal yenilir ve yok oluruz!

5. Zamanında karar verme, işleri zamanında yapma: Gecikmiş karar kaybettirir. Yerinde ve zamanında karar vermeyen bir kişi, karşılaştığı fırsatların beklediği fırsatlar olduğunun farkına varamaz. Hayatında bir daha bekli de karşılaşamayacağı önemli fırsatları kaçırır. Bir düşünür şöyle der: "Zor işler zamanında yapmamız gerekip de yapamadığımız kolay işlerin birikmesi ile oluşur."

6. Her şeye rağmen sabretme: Zorluklarla mücadelede en iyi zırh sabırdır. Bu zırhı kuşanmış insanın aşamayacağı engel yoktur. Zirveye ulaşmış bütün insanların görünmez zırhının sabır olduğunu unutmayın.

7. Bir bilene sor prensibi: Zorlukları yenmenin birçok yolu vardır. En kestirme olanı ise, bir bilene sorma prensibidir.

8. Yaşadıklarından ders alma: Yaşadıkları sıkıntıları doğru anlayan ve onlardan ders çıkaran kimseler, aynı zorlukları ve benzer sıkıntıları bir daha yaşamazlar.

9. Ümidini devamlı canlı tutmak: Gecenin ardından gündüz nasıl doğuyorsa, unutulmamalıdır ki her zorluğun ardından pek çok güzellikler ve kolaylıklar vardır

 

Mutluluk Gönülden Vermektir

Bir gezgin, dağ bayır gezerken bir akarsuyun içinde değerli bir taş bulur. Ertesi gün yolda bir adamla karşılaşır. Adam çok açtır. Gezgin torbasındaki yiyeceği karşılaştığı bu kişiyle paylaştırır. Ama erzak çantasını açarken adamın gözü çantadaki değerli taşa ilişir. Gezginden bu değerli taşı kendisine vermesini ister.......... 

Gezgin hiç duraksamadan değerli taşı adama uzatır.

Adam başına konan talih kuşundan memnun, aceleyle oradan uzaklaşır. Artık kendisine ömür boyu maddi güvence sağlayacak değerli taşın sahibidir. Bir kaç gün sonra gezgin, arkasından koşarak kendisine yaklaşan adamı görür. Adam nefes nefese değerli taşı gezgine uzatır.

"Senden ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündüm.
Bu taşın ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Ama onu sana geri vermek senden daha değerli bir şey almak istiyorum. Bu taşı bana rahatlıkla vermeni sağlayan o içindeki şey her ne ise ondan istiyorum"


Sahip olduğun maddi şeyleri vermek, vermenin en kolay yoludur. Ama burada bile takılı kalan ne çok insan var. Gerçek vermek, kişinin kendinden, özünden vermesidir.

Emerson''un dediği gibi: "Yüzükler ve mücevherler armağan değildir. Gerçek armağanı veremediğin için dilenen özürdür. Gerçek armağan kendinden bir parçayı verebilmektir."

Dünyaya sahip olduğunun en iyisini ver, en iyi sana geri gelecektir. Kendinin en iyisini vermeye bugün başla.

Sevdiklerine zamanını ver, dikkatini ver, ilgini ver, bilgini ver, pozitif bakış açını ver, onlara değer ver.

Yüreğindeki armağanları ver, sevgini, anlayışını, neşeni, şefkatini ver, affediciliğini ver.

Zihnindeki armağanları ver, rüyalarını, fikirlerini, yaratıcılığını, yeteneklerini sun dünyaya...

 

Papatya ve Kelebek

Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde, kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da, rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye. Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.

"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve "Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."

Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini, nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.

Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan, incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da
kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.
Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis, sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü
sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten. Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"
diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..." diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.

İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş. Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, Sonra da dökülmeye başlamış.  Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:
"Seviyor mu, sevmiyor mu?"...

 

Hayat Bizim Çabamızla Güzelleşir

Her şey zıddı ile bilinir...

Acı olmazsa tatlı,

Kötü olmazsa iyi,
...
Çirkin olmazsa güzel,

Ölüm olmazsa yaşam,

Yokluk olmazsa varlık,

Hastalık olmazsa sağlık,

Çileler ve hüzünler olmazsa mutluluk,

Nasıl bilinebilir!

Çoğu zaman herkesin hayattan nefret ettiği anlar olmuştur.

Bazen ölsem de kurtulsam dediğimiz anlar...

İşte böyle bir anda Azrail kapımızı çalsa ve ruhunu almaya geldim dese,

Kaçımız buyur içeri deriz.

Biraz önce bıktım artık yaşamak istemiyorum diyorduk,

Ama Azrail'e de kapıyı açmak istemiyoruz.

Demek ki her şeye rağmen yaşamak istiyoruz...


Hayat standardı bizlerden daha zor olanları düşüneceğiz, bizlerden iyileri değil.

İsyan etmek, bağırıp çağırmak, birilerinin hayatına bakıp sürekli imrenmek

Veya kıskançlık krizlerine girmek çözüm değil!

Hayatın renklerini biz aramalıyız.

Hayat hep siyah-beyaz renklerden oluşuyor ve başka renk göremiyorsak,

Siyah ve beyazında bir renk olduğunu kabul edip bu iki renkle mutlu olmaya çalışmalıyız.

Güzel görme, güzellikler bulma adına çabalarımız olmalı!

Değiştiremediğimiz şeyler içinde üzülmemeli ve ruhumuza eziyet etmemeliyiz.

Kader defterinde bizim için uygun görülen hayatı;

Kabul ederek,

Küsmeden, Onunla barışık yaşayarak,

Geçmişe hayıflanmadan,

Yapamadıklarımızı ve keşkelerimizi bir yana bırakarak,

Umudunuzu kaybetmeden,

Mevcut hayattan mutluluğu nasıl sağabilirimin hesabının yaparak,

Hayat yolunun bundan sonraki kısmında güzellikler de, engellerde olabileceğini düşünerek,

Neden ve niçin'lerle boğuşmadan,

Hayattan çok şey beklemeden, beklentilerimizi abartmadan,

Hayatın ellerini bırakmadan (nasıl olsa o bizi bir gün bırakacak acele etme)

Bir kere dünyaya geldiğimizin, bir defa yaşama hakkımızın olduğunun,

Başka şans tanınmayacağının bilinci ile:

Kabulleneceğiz!

Yaşayacağız!

Güzelleştireceğiz

Seveceğiz!

 

Hayatın Altın Kuralları

—Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez. Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol.

—Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.

—Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma.

—Seni seviyorum derken inanarak söyle.

—Özür dilerken karşındakinin gözlerinin içine bak.

—İlk görüşte aşka inan.

—Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal.

—Asla başkalarının hayalleri ile dalga geçme.

—Derinden ve inançla sev.

—Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam anlamıyla yaşayamazsın.

—Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş.

—İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp, onlar hakkında karar verme.

—İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.

—İnsanlara beklediğinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol.

—Yavaş konuş ama hızlı düşün.

—Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır.

—Eğer kaybedersen aklını da kaybetme.

—Üç S yi unutma:
Sevgi - herkese,
Saygı - kendine, başkalarına,
Sorumluluk - Tüm hareketlerin için.

—Eğer hata yaptığını fark edersen, hemen onu düzeltmeye bak, bile bile devam etme.

—Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.

—Anneni sev, say, ara.

—Şunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptır.

—Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama.

—Satır aralarını da oku, bilgilerini paylaş.

—Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır.

—Dua et. Büyük güç verir.

—Düşün. Daha da büyük güç verir.

—Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır.

—En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır.

—Şunu bil ki; karakterin senin kaderindir.

—Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına, bir gönülde buket ol.

—Sevgi için kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın.

—İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol.

—Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.

—Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin...

 

İyimser ve Kötümser



İyimser: Şu hayatta insanın kendisini iyi hissetmesinden daha önemli bir şey yok.

Kötümser: Pardon? Daha az önce sana her şeyin ne kadar iğrenç olduğunu söylemedim mi?

İyimser: Kendini iyi hissettiğinde içinde kıpırdanmalar olur. Bu kıpırdanmalar sayesinde o an ne istiyorsan onu elde edebilirsin; hem istediğin, hem de ...sevdiğin her ...şey senin olabilir. Ama ne zaman üzgün hissetsen kendi dünyanı kendin karartırsın. Her şeyi hiç olmadığı kadar kötü görmeye başlarsın. Halbuki kendini iyi hissetmeye çalışmak çok daha kolaydır. Kolay olduğu kadar sana getirisi de çoktur. Kendini iyi hissettiğin zaman sağlıklı olursun, önündeki seçenekler çoğalır, her şey sana çok daha parlak ve güzel görünür ve hepsinden önemlisi iyi hissetmek, kendi hayatınını çizmende sana çok ama çok yardımcı olur. Sürekli kötü hissettiğine inanarak kendi kuyunu kendin kazarsın.

Kötümser: Beni hiç anlamıyorsun, değil mi?

İyimser: Seni çok iyi anlıyorum. Kendini berbat hissediyorsun; çünkü sana göre hiçbir şey yolunda gitmiyor. Ödenecek yığınla faturan var, araban bozuldu, çocukların çok yaramazlık yapıyor, patronun ve iş arkadaşların senden nefret ediyor... Hiç bitmeyen bir listen var, biliyorum. Ama ne olursa olsun, hangi durumda olursan ol kendini iyi hissetme konusunda mutlaka eğitmelisin. Görmüyor musun, bu listenin her geçen dakika uzamasının neden sadece senin kendini kötü hissetmen.

Kötümser: Hmmm... Peki sen nasıl her şey kötüyken kendini iyi hissedebiliyorsun?

İyimser: Gerçekten, içten bir şekilde kendimi iyi hissedene kadar rol yapıyorum.

Kötümser: Anladım! Yani olumlu düşünerek, kendini her şeyin iyi olduğuna inandırıyorsun.

Affet Babacığım

Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi...... babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.

Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.

Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak,böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.

Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.

Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi.Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.

Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.

Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.

Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.

Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum.

İnsanların seçimleri

İnsanın her türlü seçimi ya KORKU, ya da SEVGİ düşüncesinden kaynaklanıyor.

KORKU; daraltan, kapayan, içe hapseden, kaçan, gizleyen, biriktiren, zarar veren enerjidir.

SEVGİ; genişleten, açan, yayılan, kalan, açık olan, paylaşan, iyileştiren enerjidir.
...
KORKU; bedenleri giysilerle sararak gizler.

SEVGİ; çıplak olmaya izin verir.

KORKU; sahip olduklarına sımsıkı yapışır.

SEVGİ; sahip olduklarını paylaşır.

KORKU; zorba yakınlık ister.

SEVGİ; sevecen yakınlık.

KORKU; sımsıkı sarar, bırakmak istemez.

SEVGİ; özgür bırakır.

KORKU; kurutur,

SEVGİ; yumuşatır.

KORKU; saldırır.

SEVGİ; bağrına basar.

Ne kusursuz insan ara, Ne de insanda kusur!!!‏

Günün birinde yolu bir dergâha düsen kendi halinde bir adam, dergâhta,
bir Mevlevi ile bir Bektaşi''nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına
yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir
edildiğini izlemek için geldiğini söyler.

Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi
yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır.

Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların
giysilerine takılır.

Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem
içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için
yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır.

Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır.
Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa
olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır.

Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister.
Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar:
"Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel
bir sebebi var mı?"

Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır.
İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek
kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:

"Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını,
ayıplarını, kusurlarını örteriz.  Başkaları görmesin diye üzerini
kapatırız."

Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner:
"Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa?
Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?"
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra
gülümser ve adama bakarak şöyle der:

"Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur.
Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz."
 
ÖZETLE:
Seveceksen öylece sev.
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur.
Birincisini zaten bulamazsın, ikincisinde ise, bulduğun her kusur,
öğrendiğin her ayıp sahibini değil, seni çirkinleştirir. Her ikisi de
seni mutsuz eder. Birincisini bulamadığın için, ikincisini ise
bulduğun için mutsuz olursun...

 
Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. [Mevlâna]
Yaşam paylaşmakla... Hayat sevince güzel...

Kocaman Gülümseyin

Pek çok  kişi bir gülüşün  , kişiye  büyük bir itici güç verdiğini duymuştur.

Şu Küçük Testi Yapın: Kendinizi yenilmiş gibi hissetmeyi ve aynı zamanda büyükçe  gülümsemeyi deneyin.  Koca bir gülüş size güven duygusu verir. Koca bir gülüş Korkuyu yener, endişeyi kovar ve karamsarlığı alaşağı eder.

Gerçekten bir gülüş, hastalıklı duygularınızı tedavi etmekten fazlasını da yapar.

Eğer  karşımızdaki kişiye  kocaman ve içten gülümserseniz kişi size kızmayı sürdüremez.

Kocaman gülümserseniz, kendinizi mutlu günler gelmiş gibi  hissedersiniz. Ama kocaman gülümseyin. Yarı gelişmiş bir gülümseme tam bir garanti vermez. Dişleriniz  görünene dek gülümseyin. Bu tip  büyük bir gülümseme tam bir garantidir.

 Pek çok  kere duymuşuzdur.  ‘’ Evet , ama bir şeyden korktuğumda veya  bir şeye kızdığımda,  kendimi gülümseyebilecek gibi hissetmiyorum ‘’   
Elbette hissetmeyeceksiniz. Kimse hissetmez. İşin püf noktası kendimize ‘’ Gülümseyeceğim’’ diye emrivaki  yapmaktır.


Ve Gülümseyin…  Gülümsemenin Gücünden yararlanın.



Büyük  Düşünmenin Büyüsü

(Kitabından )

Şükrediyor Teşekkür Ediyorum.


Bu yeni günü bana bahşedilmiş bir armağan olarak görüyorum. Sağlığım  için  şükrediyor teşekkür ediyorum  …Şu anda günümü yaratmaya niyet ediyorum….
Ben kendime değer veriyorum.
Ben hayatıma değer veriyorum.
Benim her anım değerlidir ve ben her anıma değer katmayı seçiyorum.
Bugün, yüksek planda hayrıma olan olayların hafiflikle ve sevgiyle tezahür etmesine izin veriyorum.
Günüme sevgi, şefkat ve merhamet duygularıyla başlıyorum. (Hissedin.)



Hayatın tüm bolluk-bereketine, bilgeliğine ve sevgisine kendimi açıyorum.
Tüm canlılar için barış diliyorum. Tüm canlıların sonsuz huzuru yaşamalarını diliyorum.
Daha önce yaratmaya niyet ettiğim her şeyin mucizevi yollarla bana geldiğinin işaretlerini görmeye niyet ediyorum.
Hayatımda her şey olduğu gibi iyi, güzel ve tamdır!
Şükürler olsun…

Olsun o halde/Amin!

Kelimelerin Kişilik Gelişimine Etkisi

Yapılan araştırmalara göre 3 tür kelimeden bahsedilmektedir: Nötr kelimeler, zayıflatıcı kelimeler, güçlendirici kelimeler

Ederse insanı söz sultan eder;
Ne yumruktan ne kılıçtan iz kalır,
İnsan ölür arkasından söz kalır

Zihnimiz kelimelerden kuruludur İnsanlar kelimelerle hayal kurar ve kelimelerle düşünürler Kullandığımız kelimeler düşünce biçimimizi, bu düşünceler de bütün bir hayatımızı şekillendirirler Mutlu bir yaşantı sürmenin kaynağı güzel düşünmede, güzel düşünmenin de kaynağı güzel sözlerde yatmaktadır.

Etrafımızı bir inceleyin insanların çoğu hayatlarından memnun değillerdir Bunun sebebini günlük yaşantıda kullandığımız kelimelerde hiç aradık mı acaba Kullanılan kelimeleri şöyle bir inceleyelim ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaksınız İnsanımız farkında olmadan çoğunlukla olumsuz duygular barındıran kelimeler kullanırlar

Çocukluğumuzdan beri toplum olarak bardağın boş tarafını görmeye alışmışız Nede olsa arabesk bir toplumun eseriyiz Bizden önce ki kuşak dinlediği zaman çiçeği bile solduran arabesk şarkılarla yetiştiler Arabesk şarkılar özünde umutsuzluğu, çaresizliği barındırır Ayrılık, kavuşamamak, ölüm, şiddet gibi sayamayacağım yüzlerce karmaşık duygular Acı çekmek artık bizim zevkimiz haline geldi

Yapılan araştırmalara göre 3 tür kelimeden bahsedilmektedir: Nötr kelimeler, zayıflatıcı kelimeler, güçlendirici kelimeler

Zayıflatıcı kelimeler ise olumsuz anlamlar, olumsuz duygular yüklüdür Bu tür kelimelerle çirkin ve kötülükleri tanımlarız ,duyduğumuz zaman nasıl bir ruh haline bürüneceğimizi siz tahmin edin


Ağızlarından küfrü, kötü sözü eksik etmeyen insanların bozuk ahlakı, kelimelerin insan psikolojisi üzerine etkisini gayet iyi açıklamaktadır Bu tür kelimeleri fazla kullananlar sevimsizleşir, zamanla istenmeyen nefret edilen insanlar halini alırlar

 Güçlendirici kelimeler olumlu duygu ve düşünce barındıran kelimelerdir Sevgi dostluk, başarı, aferin, güzel gibi kelimeler olumlu duygu barındıran kelimelerdir Bu tür kelimeleri her duyduğumuzda içimiz neşe ile dolar ve kendimizi daha güçlü hissederiz Biz güçlü ve neşeli olursak iletişim yönümüz daha güçlü ve etkili olur


Güzel konuşma insana saygınlık kazandırır Dil bizim dışarıya açılan kapımızdır İnsanların nasıl birisi olduğunu dil sayesinde öğreniriz Ziya Paşa’nın söylediği gibi: İnsan bir yere girdiğinde elbisesi ile karşılaşır Giderken de sözleri ile uğurlanır Kişiliğimizi kullandığımız kelimeler belirler Onun için konuşurken, düşünürken güzel şeyler düşünmeli, güzel şeyler söylemelidir

Ederse insanı söz sultan eder;
Ne yumruktan ne kılıçtan iz kalır,
İnsan ölür arkasından söz kalır


Sözünü bilen kişinin yüzünü ak ede bir söz;
Sözünü pişir diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı;
Söz ola agula aşı, bal ile yağ ede bir söz
Kişi ile söz demini, demeye sözün kemini;
Bu cihan cehennemini, düzelte bir güzel söz Yunus emre

Dil içimizin aynasıdır Her ne kadar yüzü insanın karakteri hakkında bilgi verse de asıl ölçü konuşmasıdır Kullanılan kelimelerin içinde barındırdıkları anlam yükleridir

Bunun yanında seçilen üslupta çok önemlidir Sevgi dolu bir insanın üslubu ve seçtiği kelimeler ile acımasız, zalim bir insanın üslubu farklıdır Birisinin seçtiği kelimeler insanlar arasındaki bağı güçlendirip birleştirirken diğeri insanlar arasında nifak tohumları ekip ayrılıklara sebep olmaktadır

Güzel şeyler düşünelim Birbirimizin kalbini kıracak kötü sözleri, hakaretleri bir kenara bırakalım Hayatımızı güzel sözler üzerine yeniden inşa edelim Geleceğimiz olan çocuklarımıza mümkün olduğu kadar, onların psikolojisini bozacak, kötü sözler söylemekten uzak duralım Akıllı bir insana kırk defa deli dersen insan kendini deli hisseder

Nice ebeveynler tanıyorum, en ufak bir olumsuzluk karşısında çocuklara etmedikleri hakaret ve söylemedikleri kötü söz kalmıyor Çocuklarımız bu kelimeleri ne kadar çok duyarsa o oranda kanıksıyor Kendini değersiz bir birey olarak görmeye başlıyor Ve aptal olmayan çocuklarda aptallaşmaya başlıyor

Güzel söz insan değer verildiğinin ölçüsüdür Kendisine değer verilen, sevgi ortamında yetişen bireyler daha sağlıklı kişilik geliştirirler Sevginin olduğu yerde kalp kırıcı, kötü sözleri kesinlikle bulamazsınız İnsanın kendisi ile diğer insanlar arasındaki muhabbet ortamı pekiştikçe sağlam dostlukların temeli atılır Güzel düşünenler, güzel konuşanlar her yerde aranan, özlenen zatı muhteremler olurlar.

Pozitif Enerji Yaymanın 11 Sırrı

1-    Gülümseyin: Gülmek sizi ve çevrenizdekileri pozitif bir moda sokar. Kötü hissediyor bile olsanız 30 saniyeliğine de olsa gülümsemeyi deneyin ve yaratacağı farkı görün.
2-    İltifatlarınız samimi olsun: İltifat ve komplimanlarınızda içten olun, abartıya kaçmayın. Kişinin görünümü ya da herkesçe bilinen özellikleri yerine pek bilinmeyen yönlerini öğrenin. Mesela soul müziğe olan ilgisini… Ve iltifat edecekseniz bunun hakkında güzel şeyler söyleyerek takdirinizi sunun.
3-    Sarılın: Sarılmak da gülmek gibi basit ama etkisi büyük sihirli davranışlardandır. Yakınlık ve samimiyet derecesine göre sarılmaktan, kucaklaşmaktan çekinmeyin.
4-    Cesaretlendirin: Dünyada cesaret kırıcı yeterince şey var zaten. Haberler, gazeteler, konu-komşu, eş-dost kötü haberler verip durmuyorlar mı? Yüksek potansiyeli olan çok kişi, sırf cesaret kırıcı şeylerden dolayı başarısızlığa uğramakta. Bu nedenle çevrenizdeki kişilere destek olun, cesaretlerini kırmayın, hayallerine saygı duyun.
5-    Pozitif duygular geliştirin: Duygular bulaşıcıdır. Pozitif düşünceyi bulaştırmak için de pozitif ve iyimser yaklaşım geliştirin. Gülümsemek yanında yaşama değer verin, olumlu hatıralarınızı hatırlayın, gündeminizde onlar olsun. Böylece pozitif duygu ve düşünceye doğru sıçrayış gerçekleştirirsiniz.

Kaderini sev, belki seninki en iyisidir.......



Kaderini sev, belki seninki en iyisidir.......
Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye."Ol" der Tanrı.
Güneş oluverir.Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur.Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.

Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan esen burdan eser, kaya banamısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...
Sırtında bir acı ile uyanır....
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır...

Aldığımız nefes bir mucizedir

Aldığımız nefes bir mucizedir, verdiğimiz nefes bir mucizedir. Yaşadığımız her an nefes aldığımız her an bir mucizedir.


Aldığımız nefes bir mucizedir, verdiğimiz nefes bir mucizedir. Yaşadığımız her an nefes aldığımız her an bir mucizedir. Bunu söylediğiniz herkes evet, doğru der. Balıklar, kuşlar, böcekler hayatı sorgulamazlar, öfke duymazlar, yargılamazlar, hiç bir şeyi yok etmeyi düşünmezler, hatta evet düşünmedikleri için zihinlerine, yüreklerine başka fısıltılar dolmadığı için sen insan gibi hayata, dünyaya negatif bir etki bırakmazlar. Çöp üretmezler, kirletmezler, ihtiyacından çok almayı, sömürmeyi bilmezler… Onlar sadece yaşadıkları ana bakarlar. İnsan? Düzinelerce kitap devirir. Konuşur, düşünür (!) Tüm dinleri, ruhsal öğretileri altüst eder, toplantılara katılır, deneyimlerine anlam vermeye çalışır, televizyon izler, gazete okur, araştırır, inceler, binlerce ses…. zihin sürekli didikler, gıdıklar, yargılar, tartar, karşılaştırır, ölçer biçer, kullandığı yüzde bilmem kaçlık kapasiteyi az biraz doldurunca sınırsız kaynaktan bir damla öğrenince, hissedince nirvanaya ulaştım sanır içten içe. Kendisine söylenenleri, öğrendiklerini uygulamaya ve anlatmaya başlar. Hep olumlu olmaya çabalar, öyle algılamaya çalışır, tüm kitaplarda yazan o değil mi? Aslında en büyük tuzağa düşülmüştür. Olan şey hükmetmeye çalışmak, güç elde etmeye çalışmak, saygınlık hayranlık uyandırmaya çalışmak ve daha bunların pek çok yavrusudur. Bir gün bir şey olur ve gerçekten dürüstçe içine bakabiliyorsa dışarıdan gelen her şeyin yapıştırma olduğunu hiç bir şeyin onu değiştirmediğini sadece suyun üstünde akıntı olduğunu alt tabakanın hala aynı koyulukta, karanlıkta kaldığını görür. Ya da tam tersine bazı insan da; sorumsuzca, düşünmeden, aramadan, hissetmeden yaşamaya, sadece bir robot gibi gün doldurmaya, önce nafakasını çıkartmaya sonra kefen parasını biriktirmeye bakar yada nerede akşam orada sabah dünyanın nimetlerini sömürmeye çalışır gittiği yere kadar. Yine bir şeyler eksik, ya da fazla. Hani insan bok böceğinden daha üstündü? Peki yanlış olan nedir, insan? İçinde dürüst kalmış gerçek olan asıl İnsan sessiz çığlıklar atar. bir şey yanlış. ben buradayım, içinde Peki yanlış nerede? Neden sana ulaşamıyor gerçek anlamda ya da aslında sen neden duyamıyorsun? Aldığımız nefes bir mucizedir, verdiğimiz nefes bir mucizedir. Yaşadığımız her an nefes aldığımız her an bir mucizedir. Ama her an yaşadığı mucizenin gerçekten farkına varamaz insan. Sadece aldığı verdiği nefesin bile bir mucize olduğunu fark etmez. Şükretmez. Gerçek anlamda şükür? Aslında yaptığı asıl şeyin maddi yada manevi fark etmez; zihninin en ince kıvrımlarında nasıl daha çok alacağını öğrenmek olduğunu fark etmez ya da fark etmek istemez. Oysa insanın asıl doğası sevgi dir. Sevgiye giden yol ise vermek ve şükretmek ten geçer. Ama hiçbir şey istemeden, umut etmeden. Yeryüzüne sevgi titreşimleri vermediğiniz taktirde aldığınız her nefese ihanet ediyorsunuzdur. 


Sevgiyle kalın

Mutluluk Üzerine Küçük Bir Ders

Kral sabah gezintisi sırasında bir dilenciye rastladı.

Dilenciye “Dile benden ne dilersen” dedi.
Dilenci güldü ve;
“Sanki dileğimi gerçekleştirebilecekmiş gibi soruyorsunuz” diye yanıtladı.


Kral dilencinin bu sözlerinden çok alındı ve dilencinin istediğini yerine getireceği konusunda ısrar
etmeye başladı:

“Pek tabii her dediğini yerine getirebilirim” dedi.

“Sen söyle hele; ne istiyorsun?”

Dilenci “Söz vermeden önce iki kez düşünün kralım”dedi.

Dilenci sıradan bir dilenci değildi. Kralın ilk yaşantısında öğretmeni olmuştu ve ona şu sözü vermişti:

“Bundan sonraki yaşantında tekrar karşına çıkıp seni uyaracağım.”

Kral bu olayı çoktan unutmuştu. Bu yüzden ısrar ediyordu:

“Ne istersen verebilirim. Ben güçlü bir kralım” dedi.

“Yerine getiremeyeceğim hiçbir dileğin olamaz.”

Bunun üzerine dilenci, çanağını uzatıp,
“Şu çanağı herhangi bir şeyle doldurabilir misin?” diye sordu.

Hayatta Muvaffak Olma Yolunun Tehlikeleri ve Düşmanları

Yetişme ve muvaffak olma yolunun genç yolcusu ! Bil ki tuttuğun yolda bir çok tehlikeli geçitlerin ve yol kesen düşmanların vardır.
Gerçi bunlara yalnız sen değil, hayat yolunun her yolcusu rastlayabilir.Fakat bu düşmanlar, senin gibi hayatın henüz eşiğindeki tecrübesiz masumlara musallat olmayı çok sever…..
Müsaade et de sana evvela, yolunu bekleyen düşmanları ve rastlayacağın tehlikeleri göstereyim.

1. MUVAFFAKİYETİN İLK DÜŞMANI TEMBELLİKTİR.
Muvaffak olma yolunda senin ilk büyük düşmanın tenbelliktir. Burada sana tenbelliği tarif edecek değilim…Onu sen, ben, hepimiz az çok tanırız. Yalnız ben sana şunu söyleyeceğim ki, tenbellik insanın karşısına çıkıp ta mertçe savaşan bir düşman değildir. Bilakis eski peri hikayelerindeki gibi, şekilden şekile girecek ve bin bir hile kullanarak alt etmeğe çalışan bir NAMERTTİR. Tehlikesinin büyüklüğü de buradan gelmektedir. HAYATTA MUVAFFAK OLMA YOLUNUN TEHLİKELERİ VE DÜŞMANLARI
Yetişme ve muvaffak olma yolunun genç yolcusu ! Bil ki tuttuğun yolda bir çok tehlikeli geçitlerin ve yol kesen düşmanların vardır.
Gerçi bunlara yalnız sen değil, hayat yolunun her yolcusu rastlayabilir.Fakat bu düşmanlar, senin gibi hayatın henüz eşiğindeki tecrübesiz masumlara musallat olmayı çok sever…..
Müsaade et de sana evvela, yolunu bekleyen düşmanları ve rastlayacağın tehlikeleri göstereyim.

Sen Sevgisin


Sen Sevgisin Sevgi, nesneye bağımlı değildir. Senin Özneliğinin ışımasıdır; ruhunun ışımasıdır.Ve ışıma ne kadar enginse ruhun da o kadar büyüktür. Sevginin kanatları ne kadar geniş açılırsa , varlığının göğü de o kadar büyüktür. 


Şimdi soruyorsun " Sizi sevmeye muktedirmiyim?" yine aynı yanılsama. Sadece" SEVGİ OLMAYA MUKTEDİRMİYİM " diye sor.

Benim mevcudiyetim karşısındayken beni sevmeyi düşünmene gerek yok. Aksi takdirde her zaman ki yanılsamalarının dışına çıkmamış olursun.Burada sadece sevgi olmayı öğrenmelisin. Elbette senin sevgin bana da ulaşacaktır; başkalarına da ulaşacaktır. O seni çevreleyen , her tarafa yayılan titreşim olacaktır. Ve şayet pek çok insan basit bir şekilde sevgilerini , şarkılarını, mutluluklarını yayarlarsa burası bir tapınağa dönüşür.Bir tapınak yapmanın başka bir yolu yoktur. O zaman tüm alan yeni bir enerji ile dolar. Ve kimse yolunu şaşırmaz,çünkü bu kadar çok insanın sevgisi üzerine yağıyor.Her bir kimsenin üzerine pek çok insanın sevgisi yağıyor. Hayat Sevginin çiçek açması için bir fırsattan başka bir şey değildir. Eğer canlıysan son nefesinde bile fırsat oradadır. Tüm hayatın boyunca kaçırmış olabilirsin: Sadece son nefes, yeryüzündeki son nefes: EğerSevgi olabilirsen hiç bir şeyi kaçırmamışsındır.Çünkü tek bir sevgi anı sevginin bütün sonsuzluğuna eşittir.OSHO

Sen Sevginin Işığısın

Bugüne yeniden dogan sana, merhaba ..

sen sevginin ışığısın..

herkes bizlerin istediği gibi değil, olması gerektikleri gibidir.

yargılarımız ve yargılarımız.

çocukluğumuzdan beri, büyürken bizimle birlikte büyüyen ve gürbüzleşen yargılarımız.

yargı sistemimiz öylesine gelişmiştir ki, etrafımızda ne olursa olsun,
aklımıza ilk gelen düşünce yargılarımızdır.

yargılarla dolu günlerimize bir göz atarsak;

"babam da bağırmadan konuşamaz",
"annem de laftan anlamaz, sürekli dırdır eder",
"bu kadın ne kadar çirkin, makyaj yapsa ne olur ki",
"şu adama bak, o boyla o arabaya hiç yakışmış mı?",
"bu adamın doğru bir iş yaptığı yok".

bu örneklere siz daha binlercesini ekleyebilirsiniz.
biri size "kahve mi, çay mı içersiniz?" diye sorduğunda, cevap kahve de olabilir çay da.

bunun nedeni sadece tercih etmenizdir. hiç çilek niye kırmızıdır diye sorgular mısınız?
yaptığınız sadece çileğin lezzetini düşünmektir.

kişileri ve olayları oldukları gibi kabullendiğinizde de hayatınız lezzetlenir.
değiştirmeye uğraşmayın. başaramazsınız.

işin sonunda, siz mutsuz ve huzursuz olursunuz. bunca yargılama içinde, kendinizi unutuyorsunuz
ve sadece bir yargı makinesi haline geliyorsunuz.

herkes bizlerin istediği gibi değil, kendi istedikleri gibidirler.

yaydığımız frekansa uygun olanlar bizimle hayat yolunda dansa devam eder,
uymayanlar ise farklı yollarda.

evrensel aşk tadında kaldıgımız sürece etrafımızdakiler ve içinde soludugumuz olaylar bu frekansda seyredecektir

kendinize aşk ile bakın..

Binmediğim hiçbir otobüs

Binmediğim hiçbir otobüs
Seni İçimden Terk Ediyorum ! beklemediğim hiçbir durak kalmadı bu şehirde
gittikçe azalıyor hayat
neyi erken yaşadıysam
hep ona geç kalıyorum
...
sana göçüyorum her sonbahar
yolların çıkmıyor aşkıma
unuttuğun yağmurların adı saklımda
seni içimden terk ediyorum

susmaktan yoruldum
kuşlar ve şarkılar bu şehri terk edeli beri
efkar demliyorum gözlerimde
yaşlarımı yanağıma varmadan öldürüyorum
tam sancağımdan yaralıyorum kendimi
alnını yüreğime dayadığın güne bakıp
seni içimden terk ediyorum

ne unutacak kadar nefret ettin
ne hatırlayacak kadar sevdin
yıkık bir duvar kadar bile pişman değilsin
biliyorum
beni hep bulmamak için aradın
yanılgımdın
yandığımdın
yangındın

sensizliğe yenilmek
sana yenilmekten zor olsa da
ardımda bir sürü belkiler bırakarak
seni içimden terk ediyorum

şimdi
içimizde öldürülecek bir anı bile bulamayan
iki yarım kaldık
tamamlayamadık bizi
elimden tutmadın yalnızlığımın
saçlarımı da uzaklarına gömdün
içimin mavisi senin okyanusundandı
al geri veriyorum
kilitleri hep yanlış kapılara vurdun
devrilmiş vagonlara dönerken gözlerim
sana bensizliği terk ediyorum

yarime uzanmayan bütün dallarım kırılsın demiştin
aşk içinde doğmuşsa nereye kaçabilirdi

ne tuhaf değil mi
içimi acıtanda sendin
acımı dindirecek olanda
ya öldür beni dedim
ya da git benden
içi bulanık bir sevdanın ucunda seni kaybettim

aldırmadın aldırmalarıma
bir gecede yakıp yarini
şafaklara sattın ihanetini
külüme basanlar bile utandı yaptığından

işte soluk bir ömrün
son nefesi
benden
içimden
terk ediyorum