İnadı bırakın!


“İnat aynı hatalı yöntem de ısrar etmektir. Kararlılık, amaca ulaşmak için farklı yöntemleri denemektir.  Bir şeyin türlü denemelere rağmen olmadığını görünce vazgeçmek erdemdir.”


Kararlılık ile inatçılık çoğu zaman birbirine karıştırılan iki kavramdır. İnatçılığın olumsuz bir anlamı da olsa, her şeye rağmen içindeki kararlılık unsuru dolayısıyla hoşuma giden bir yanı vardır. Ancak ne kadar hoşuma gitse de, inatçılığın içinde akılcılığın bulunmaması, bu tutuma beslediğim hoşgörünün çabuk bitmesine yol açar. Öncelikle inatçılığı bir tanımlamaya çalışayım. İnatçılık amaca ve yönteme aşırı bağlılığın sonuca yarar sağlamadığı halde gösterilen ısrardır. Bu konuda halk arasında verilen en güzel örnek keçi inadı sözüdür. 
     Meşhur öyküdür; iki keçi ağaçtan bir köprüde karşılaşmışlar ve her ikisi de diğerine yol vermediği için köprünün orta yerinde kilitlenmişlerdir. Bu tür bir inat, her iki keçinin de hiçbir zaman esas amaçlarına –köprünün diğer ucuna geçme amaçlarına- ulaşmalarına engeldir.  
   Çocuklar kendilerini sıklıkla çıkmaza sokacak şekilde inatlaşırlar. Bunu giymeyeceğim, bunu yemeyeceğim gibi aslında inat etmenin belirli bir işlevi gerçekleştirmeyeceği konularda ısrarlı olabilirler. Özellikle sadece erişilebilir tek bir kıyafet varsa, bunu giymeyeceğim demek anlamsızdır. Aynı şekilde inatçı biriyle başa çıkmanın yolu da basittir; ona yol vermek. Eğer tek şeritli bir köprüde ben bir keçiyle karşılaşırsam, geriye gitme pahasına hemen yol veririm. Çünkü aksi takdirde çok zaman kaybedeceğimi ve bu inadın bir işe yaramayacağını bilirim. Buradan anlaşılacağı üzere karşılıklı inatlaşma bir tür tuzaktır.
      Kararlılık inatçılıkla ne kadar karıştırılsa da, oldukça farklıdır. Kararlılık, amaca ulaşmak için önümüze çıkan engellere rağmen farklı yöntemler kullanma konusunda ısrarlı olmaktır. Diyelim ki biz bir satıcıyız; bir fabrikaya bir makine satmaya karar verdik. Teklifi yazılı olarak gönderdik; ama bize bu makineyle ilgilenmediklerini bildiren bir mektup gönderdiler. Şimdi bu yazıyı okuduk, anladık ki bu fabrikadan iş çıkmayacak. İşte kararlılık burada devreye giriyor. Eğer biz yazıya rağmen fabrikadaki satın alma müdüründen randevu alarak bir kez de derdimizi sözlü anlatıyorsak, bu bizim kararlı olduğumuzu gösterir. Eğer bu görüşmede sonuç vermezse fabrikanın üretim müdürüyle iletişime geçmek ve onu bizim makinelerimizin kullanıldığı bir fabrikaya götürmek yine kararlılıktır. Bu da işe yaramazsa bizim fabrikanın genel müdürünü, diğer fabrikanın genel müdürüyle görüştürmek yine kararlılıktır. Dikkat ederseniz verdiğim örnekte amaç aynı ama yöntem farklıdır. Bazen de kararlılık aynı yöntemi farklı zamanda uygulamak anlamına gelir. Aynı yazılı teklifi her üç ayda bir tekrar yaparsınız, hiç beklenmedik şekilde 24 ay sonra malı satarsınız. Değişen nedir? Koşullar değişmiştir; belki satın alma müdürü değişmiştir; belki mevcut kullanılan makinelerden şikayet etmeye başlamışlardır.
     Kararlılık her zaman da çok da yararlı değildir; bazen pes etmeyi de bilmek gerekir. Örneğin, iki yıl boyunca iş bulamayan çok sevdiğim değerli ve yeterli bir arkadaşıma, bu iş arama sürecine son vermek için kendisine bir tarih koymasını tavsiye etmiştim. İşsiz kaldığı ilk andan itibaren 30 ay içinde iş bulamayacak olursa kendi işini kurmak için çaba harcamasını önerdim. Şimdi kendi gelirini kazandığı ve çok mutlu olduğu bir işi var. Genç bir işadamı dostum da belirli bir işi tutundurabilmek için çok uğraşmıştı. Yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi defalarca farklı yöntemleri denemişti. Kararlılığın sizden en çok alıp götürdüğü şeyler zaman, umut ve enerjidir. Onun için üç kaynağında sonuna gelmeden amacı değiştirmek gerekir. Ona da aynı öneride bulunmuştum. Kendine bir tarih koy ve bu tarihe kadar hiçbir netice alamazsan bu uğraştan çık.
Kararlılık gösterilmesi gereken süre bazen üç yıldır; bazen de on üç yıldır. Bu sürenin ne olması gerektiği amacın, projenin doğruluğuna, sizin için önemine ve koşullarınıza bağlıdır.

Kendinizi Özgürleştirmeye Hazır mısınız?

EFT - Emotional Freedom Techniques


       Bedendeki enerji noktalarına dokunurken soruna odaklanıp bedenden duyguları boşaltma tekniğidir. 
      Gary Graig, milyonlarca kez indirilmiş EFT manüelinde şöyle der: “Tüm negatif duyguların nedeni bedenin enerji sistemindeki bozukluğa bağlıdır.
İnsan bedeninde akışkan enerji kanallarının olduğuna inanılır. Bunlar 5000 yıl önceki Çinliler tarafından tanımlanmış olan bedensel meridyenlerdir. Bu meridyenlerde enerji rahat bir şekilde akarken her yönden iyi hissederiz. Ama bu enerji kanalları şöyle ya da böyle bir nedenle tıkandığı ya da durgunlaştığı zaman olumsuz ya da negatif dediğimiz duygular ortaya çıkar. Bu duyguların ortaya çıkması ise bedendeki birçok fiziksel semptomun belirtisidir. Özellikle doğu tıbbında bu anlayış binlerce yıldır sürmektedir.

Kuantum sıçrama nasıl yapılır?

Kuantum sıçraması yapmanın  21 adımlık bir uygulaması var ancak ilk 5 adım en önemli uygulamaları içermektedir.
  Kendinizi geliştirmeye hazırmısınız. Kuantum sıcraması yapmak istiyormusunuz. Öyleyse elinize kağıt ve kalem alın ve kendinize sorun: "Ben nasıl bir yaşam içerisinde olursam gerçekten kendimi mutlu hissederim"
   Çünkü insanın yaşamındaki en büyük hedefi mutlu olmaktır. Çekim yasasıda mutlu olmak üzerine kuruludur. Çünkü mutlu olduğunuzda istediğiniz her şey size çok rahat bir şekilde akmaya başlayacaktır. Eğer mutlu değilseniz istediğiniz hiç bir şey olmayacaktır.
    Hazırsanız kuantum sıcramasının ilk 5 adımı ile ilgili çalışmaya başlayalım.

  1.Adım: Gözünüzü kapatın ve deyin ki ben nasıl bir yaşam istiyorum. Burada tüm kural “olsun”
“Beni seven bana değer bir eşim, evim veya işim olsun.” Tabi burada sizin için önemli olan özelliklerle niyetinizi detaylandırabilirsiniz.
“Ferah aydınlık huzurlu bir evim olsun” gibi..
  Ne istediğinizi bilen bir zihin sizi istediğiniz yere götürür.
Bazen şöyle yapıyoruz. İşte çok güzel bir evim olsun dubleks vesaire.. ardından nereden bulacağım ki!
Ne oldu iptal ettiniz. Kendi kendinize olmayacağına karar verdiniz. Kafanıza olumsuz bir düşünce bile geldiğinde onu sevgiyle uzaklaştırın. “ben bunu istiyorum” diyin.

Değişime Direnci Nasıl Aşarız


“Kalp hastalarına yaşama alışkanlıklarını değiştirmedikleri takdirde ölecekleri söylenmesine rağmen sadece yedi kalp hastasından biri davranışlarını değiştiriyor. Peki neden davranışlarını değiştirmiyorlar?”


İnsanlar ve kurumlar değişime değişik şekillerde direnç gösteriyorlar. Harvard Üniversitesi profesörleri Robert Kegan ve Lisa Lahey, “Immunity to Change-Değişime Bağışıklık” isimli kitaplarında değişime direncin kaynaklarını açıklarken nasıl aşılacağına ilişkin yöntemleri de paylaşıyorlar.
          

Kitabın yazarları, zihinsel gelişimin ilginç bir analizini yapıyorlar. Zihinsel gelişimin üç aşaması bulunuyor. Birinci aşama sosyalleşmeyi öğrenen zihin. Sosyalleşmek son zamanda pozitif bir çağrışım içerse de kitapta olumsuz anlamda kullanılıyor. Bir insan yetişirken, belirli bir grubun parçası olmaya çalışır; bu süreç zihnin sosyalleşmesi olarak tanımlanır. Örneğin bir çetenin üyesi olmaya çalışan kişi, kendi kararlarını almak yerine, grubun kurallarına ve kararlarına kendini adapte eder. Trafikteki birçok sürücü küfreder; kibar bir insan araba sürmeyi öğrenerek aktif bir şoför olduğunda diğer şoförler gibi bir küfürbaza dönüşür. İnsanın zihni hiç farkında olmadan sosyalleşir.
      Zihinsel gelişimin ikinci aşaması, kendi kararlarını alan zihin durumudur. Bu aşamada kişi bireyselleşir. Kişi kendinin lideri olur ve kendi gündemini kendisi belirler; problemlerini kendisi çözer. Dünyayı kendi bakış açısından görür ve diğer insanların da kendi bakış açısına uymasını bekler. Tipik otokratik liderler, bu zihinsel aşamanın iyi birer örneğidirler.
        Zihinsel evrimin son aşaması, kendini dönüştüren zihin aşamasıdır. Bu aşamada kişi, liderliğin geleneksel kalıplarının ötesine giderek, çevresindekilerin itaatine değil, öğrenme ve gelişmesine odaklanır. Bu yeni lider, diğer insanların önünden giderek değil, bir pusula olarak yol gösterir. Bu üçüncü zihinsel aşamanın en önemli öğesi, çoklu bakış açısıdır. Birçok insan tüm yaşamlarını tek bir doğru olduğu düşüncesiyle harcar. Kendi fikirlerinizi savunmak doğrudur; yanlış olan kendi fikirlerinizi her zaman doğru olduğunu sanmaktır. Zihinsel evrimin üçüncü aşamasında kişi, çelişkili görülebilecek farklı görüş ve yaklaşımları kucaklamaktadır.
Yazarlar, değişime karşı bağışıklığı olan herkesin iki çeşit amacı olduğunu belirtmektedir: Görünen amaç ve gizli amaç. Görünen amaç, amacımız olarak ilan ettiğimiz şeydir. Gizli amaç ise, bizim içsel arzularımız ve bu içsel arzuları destekleyen varsayımlardır. İki amacın yanında değişime karşı duran üçüncü unsur davranışlardır. Yazarlar bu üçüncü unsur olan davranışı; bazen bir şeyi yapmak, bazen de yapmamak olarak tanımlıyor. Örneğin, çalışkan olmak isteyen bir öğrenci için ödev yapmamak, bir şeyi yapmamak durumuna örnek olabilir. Sigara içmek de aktif bir eylem olarak, bir şeyi yapmak durumuna örnektir.
      Görünen amaç ve gizli amaç durumuna en güzel örnek, kilo vermekle ilgilidir. Kilo vermek isteyen kişinin değişime direnç davranışı, ya fazla yemek ya da ihtiyaç duymadığı anda yemek yemektir. Eğer kişi kilo vermek istiyorsa neden aksi yönde hareket etmektedir. Çünkü gizli bir gündemi ve amaçları vardır. Kişi enerjik olmak istemektedir. O zaman yemek yemelidir. Kişi eğlenmek istiyorsa, yemeği de eğlence olarak görüyorsa yemeğe devam eder. Kişi çekici olmakla ya da dış görünüşüyle ilgilenmiyorsa yine fazla yemeğe devam ederler. Eğer gizli amaçlarımız ve onları destekleyen varsayımları açıkça tartışabilirsek, görünen amaçlarımıza ulaşabiliriz.
 

Başarmak sizin elinizde!

Hep bir şeylerin peşindeyiz hayatta. Şunda daha iyi olmam lazım, bunda daha başarılı. Önce ilkokulda "5 pekiyi aferin"ler, sonra lise ve üniversite giriş sınavlarında daha çok net daha az yanlışlar, hep başarıyı kovaladık. Biraz araştırma biraz da sınav sisteminin bize uygun gördüğü bölümde okuyup bir meslek sahibi olduk. Çoğumuz iş yerinde ilişkilerimizde, kariyerimizde ve de para kazanma konusunda arıyoruz başarıyı. Yani vazgeçemiyoruz başarıdan, yaşımız yedi de olsa yirmi yedide de... Bir alanda başarılı olmak yetmiyor diğer bir alanda arıyoruz başarıyı. Mutluluk da başarıyla geliyor çünkü.
 
Peki ya başarısız olunca, işler istediğimiz gibi gitmeyince? İster üniversite giriş sınavında ister üniversitede okurken ya da iş ararken zorluklar hep yanı başımızda. Zorluklar öyle ya da böyle hepimiz için ortak olsa da, aslında bizleri birbirimizden başarısızlığa nasıl yaklaştığımız, nasıl algıladığımız ayırıyor. Çoğu zaman karşılaştığımız zorlukları, yaşadığımız olayları değiştirme şansımız olmasa da bakış açımızı değiştirerek ilerlemek mecburiyetindeyiz. Ne kadar olumlu ve gerçekçi olursak o derece önümüze çıkan fırsatları daha iyi görürüz. İlla Polliana’cılık oynamamıza da gerek yok; bardak yarı dolu deyip. Gerçekçi olalım, bardağın yarı dolu-yarı boş olduğunu bilelim yeter.
 
Zorluklardan, sorunlardan kaçarak ömür geçirilemeyeceğine göre, bir yerlerden başlamamız, önce kendi kabuğumuzu kırıp dışarıdaki zorluklardan önce içimizdeki engelleri aşmamız lazım. Başarısızlıklarımızın ardındaki bahanelere bakmak da lazım tabi.
"Ben yapamam ki?"   
"Bu yaştan sonra da öğrenilmez ki?"   
"Ah vaktim olsa gideceğim ama?"   
"Beni almazlar ki oraya."
 
Mademki başarıyı bu kadar çok istiyoruz, o zaman hayata teslim olmak yerine mücadeleyi de göze almak gerek? Ve en önemlisi, bizim dışımızdaki koşullar kötü de olsa, motivasyonumuz sayesinde en az seviyede etkilenerek yolumuza devam edebilmek. Bunun en güzel örneklerinden birini geçtiğimiz günlerde gündemi fazlasıyla işgal eden milli koşucumuz Süreyya Ayhan’da yaşadık. Onca eleştiriye, medyanın üzerine sürekli gitmesine rağmen o yılmadı, geriye çekilmek yerine daha da ileriye gitti. O kendi hayatında yaşadığı zorluklarda bunu yaptı. Peki ya bizler ve bizim zorluklara karşı tutumumuz nasıl?
 
Yaşanan başarısızlıklar için şanssızlık demeyelim lütfen! Şans, doğru zamanda doğru yerde olmaktır. Şu anda bulunduğumuz yerden, sahip olduklarımızdan ya da olamadıklarımızdan memnun değilsek "şanssızlık" deyip kaçmamak lazım sorumluluktan. Hayat tercihlerimizde, yaptığımız seçimlerde şekillenmiyor mu? Şu anda okuduğunuz okulu/bölümü ÖSS tercihlerinize yazmasaydınız sınavda daha az/fazla soru yanıtlasaydınız ya da belki de yurtta değil de bir ev arkadaşı bulup ev tutmayı seçseydiniz hayatınız kim bilir nasıl olurdu?
 
Öyleyse doğru zamanda doğru yerde olmak -tüm zorluklara rağmen çoğu zaman- bizim elimizde; karşılaştığımız olaylardaki tutum ve davranışlarımızla belirleniyor. Aslında şansla, tesadüfle açıkladığımız yaşadığımız nice olayı da bizim tercihlerimiz belirliyor. İşte bu nedenle, başarılı olmak istediğimiz her konuda, ister iş veya okul ister ev yaşamımız, ister eşimizle ya da sevgilimizle olan ilişkimizde tutum, davranış ve tercihlerimizle yaptıklarımızdan bizim sorumlu olduğumuzun farkında olmamız gerekiyor.
 
Yani ister inanın ister inanmayın söylenilenler doğru:
Başarmak sizin elinizde!

Başarının anahtarı "Olumsuz duygulardan Arınmak"

    Gerçekten çekim yasasına inanan kişiler için başaramayacakları bir şey olmadığını biliyorum. Şu anda piyasada oldukça fazla derecede bu konuda yazılmış kaynak kitap ve döküman mevcut. Okuduğunuzda yada konu ile ilgili videoları seyrettiğinizde hep aynı konuları işliyorlar.
   Eğer yakın zamanda oldukça popüler olan "The Secret" (Sır) gibi Evrensel Çekim Yasası'na vurgu yapan filmleri izlediyseniz ya da kitapları okuduysanız kendi duygusal enerji düzeyinizi yükseltmenin sürekli kendinizi iyi hissetmenin sizin hayatınıza iyi şeyleri çekeceğini duymuşsunuzdur.
    İste istediğin şey sana gelecek. Olumlu düşün, pozitif düşün, çekim yasası.  İnsanlara bu konuda sürekli öğüt ve yol göstericilik var.


    Herkes mutlu huzurlu etrafına pozitif enerji yayan insanlarla bir arada olmak ister. Sadece sosyal arkadaşlık anlamında değil aynı zamanda iş hayatında da pozitif bir insan olmak size pek çok kapıyı açabilir pek çok fırsatı size çekebilir. Ancak gerçekten de stressiz dünyadan uzak, gelecek kaygısı olmadan yaşayabilen acaba ne kadar insan var. Günümüz insanları sürekli bir telaş ve koşturmaca içinde içerisinde beynimizi boşaltıp nasıl istediklerimize odaklanabiliriz.


Kontrol Etmekten Vazgeçin


   Bir araştırmaya göre kadınlar erkek arkadaşlarının cep telefonlarını ya da e-postalarını karıştırma hakkına sahip olduklarını düşünüyorlar. Peki bunun sizi kısa vadede son derece mutsuz biri haline getirebileceğini söylesek? 2010, aldatma skandallarıyla dolu bir yıl oldu desek yeridir. (Mesela en son çıkan söylenti Ashton Kutcher'ın sevgilisiyle konuşurken Demi Moore'a yakalanmasıydı.)

     Eminiz birçoğunuz sevgilisinin telefonunu eline dahi almamıştır ama birçoğunuz defalarca o telefonu karıştırırken bulmuştur kendini! Düşünün; erkek arkadaşının e-posta şifresini ele geçirip eski kız arkadaşıyla hâlâ konuşup konuşmadığını araştıran kaç kız var etrafınızda? "Birçok kişi erkek arkadaşının cep telefonunu, bilgisayarını karıştırıyor ve normal bir şey yaptığını düşünüyor. Aslında bu tür davranışlar hiç sağlıklı değil" diyor Love Prescription kitabının yazarı Seth Meyers. Erkek arkadaşınızın 24 saat boyunca neler yaptığını, kimlerle görüştüğünü anlamaya çalışmak büyük zayıflık olarak gösteriliyor.

    Sevgilinizin cep telefonunu ya da e-postalarını karıştırdığınızda bir şeyleri yanlış anlamanız mümkündür. Önünü alamayacağınız şeyler içinse mutsuz olmaya değmez.

Önlenmez Davranış

     Erkek arkadaşınızın sürekli nerede olduğunu kontrol etme isteğinin güvensizlikten kaynaklandığını belirtiyor Is It Love or Is It Addiction kitabının yazarı Brenda Schaeffer. "Eğer kendimizi güvensiz hissediyorsaki çimizde sürekli olarak erkek arkadaşımızı kontrol etme isteği uyanır. Saat başı Facebook'ta ne yaptığına bakmak düzenli bir alışkanlık haline gelir. "Sizinle birlikte olan fotoğrafları Facebook'a yükleyip yüklemediğini kontrol etmek için onun sayfasına girmeniz gayet normal bir davranış ama eğer eski kız arkadaşını sürekli olarak Google'dan araştırıp, e-posta şifresini ele geçirmek için uğraşıyorsanız ortada büyük bir problem var demektir. Ve bir çok bağımlı davranış gibi bu davranışında geri dönüşleri tatsız olacaktır" diyor Romance Rehab kitabının yazarı Jan Hoistad. Yapılan bir araştırmaya göre erkek arkadaşınızın Facebook sayfasını ne kadarsık kontrol ederseniz kıskançlığınız da aynı oranda artıyor. Çünkü her o sayfaya baktığınızda ister istemez şüphelerinizin gerçekleşeceğini düşünüyorsunuz.

Alışkanlığınızdan Kurtulun

      "İlk aşamada bu davranışınızın sağlıklı bir durum olmadığını kabullenmekle işe başlayın. İkinci aşamada ise neden bu davranışı sürdürdüğünüzü düşünün. Bazen kadınlar ilişkide umduklarını bulamadıklarında hayal kırıklıklarını bu tür davranışlar sergileyerek unutmaya çalışırlar" diyor Meyers. "Eğer ilişkide sizi rahatsız eden ya da eksikliğini hissettiğiniz bir durum varsa bunun nedenlerini araştırın. Erkek arkadaşınızla konuşun, bu sayede kendinizi çok daha güvende hissedeceksiniz. Mesela sürekli geç kalmasından mı şikayetçisiniz ya da size istediğiniz kadar zaman ayırmıyor mu? Bu gibi spesifik konuları onunla konuşarak halletmeye çalışın. Eğer onun için değerliyseniz söylediklerinizi dikkate alacaktır. Tabii ki etraftan duyduğunuz aldatma hikayeleri de sizi paranoyak biri haline getirebiliyor. Eğer aşk hayatınızı kafaya takan bir yapınız varsa başka şeylere yönelmeye çalışın. Kendinize yeni hedefler belirleyin. Yeni bir dil öğrenin ya da spora başlayın. Sağlıklı alışkanlıklar zamanla sağlıksız olanların yerini doldurmaya başlayacaktır" diyor Schaeffer. Erkek arkadaşınızın her e-postasına baktığınızda veya telefonunu karıştırdığınızda ilişkinizin kötü etkilenebileceğini aklınızdan çıkarmayın. En basitinden şunu düşünün; sevgilinizin her hareketinizi takip etmesini ya da kıskançlık krizlerine girmesini ister miydiniz?

Negatif Düşünceleri Pozitife çevirin

Mutluluğun elinizde olduğunu hiç düşündünüz mü? Bunun için belki de yapmanız gereken tek şey negatif düşüncelerinizi pozitif olanlarla değiştirmek... Sizin için uzmanların görüşlerini aldık ve mutluluğun formülünü yakaladık.

Bu zamana kadar neyi denediyseniz bir türlü mutlu olmayı beceremediniz. Aslında yalnız değilsiniz! Mutluluk konusu, hemen herkes için çözülmesi zor bir problem. Hedonistik görüşe göre, vücudunuzu mutlu etmek, ruhsal mutluluğu başarmanıza yardım ediyor ve bu da dolayısıyla sizin pozitif düşünmenize yardımcı oluyor. Tüm bunların birleşimi sizi gerçek mutluluğa kavuşturuyor...

Ünlü İsveçli psikolog Alexandre Thalman'a göre ise işin sırrı bir bardağın yarısını boş diğer yarısını dolu görmek metaforu gibi: "Beynimiz, bütün hislerimizi yalnızca mutlu olmak fikri etrafında bütünleştirir. Bu yüzden bütün hayatımızı da bunu yorumlamak için harcıyoruz" diyor. Bu yorumlarımızın negatif ya da pozitif düşünceye dönüştüğüne vurgu yapan Thalman, duygularımızı belirleyen bu düşüncelerin, diğer insanlarla kurduğumuz ilişkileri etkilediğini de belirtiyor; "En basit örnek ile; hava yağmurlu olduğunda, modunuz düşük bir şekilde, dışarı çıkamadığınızı düşünürseniz mutsuz olursunuz, ama yağmurun evde çok keyifli bir gün geçirmenizi sağlayacağını düşünürseniz çok mutlu olabilirsiniz. Ayrıca bu, sizin etrafınızda olup biten bütün olaylarla baş etmenize de yardımcı olabilecek müthiş bir anahtar olabilir." Thalman, işleri düşünce gücümüzle kendimizin zorlaştırdığını ve ister istemez kendi mutluluğumuza ya da mutsuzluğumuza neden olduğumuzu da ekliyor.

Kendinizi kıyaslamayın
Mutluluk üzerine çalışan psikiyatr Chistophe Andre, olumsuz karşılaştırmaların da insanları mutsuz ettiğine dikkat çekiyor. Andre, matematik sınavından 50 alan bir öğrencinin aynı sınavdan 100 notunu alan diğer öğrenciyle kendini karşılaştırarak kendi kendini mutsuz ettiğini düşünüyor. Psikiyatr, böyle düşünme biçimi yerine, hemen pozitif bir yan bularak olayı lehimize çevirmemiz gerektiğini belirtiyor. Ayrıca bu tip düşünce şekli korkuya sebep oluyor ve olumsuz karşılaştırmalar sonrasında insani ilişkiler bozulabiliyor.

Hayata anlam katın
Harvard Üniversitesi'nden Tal Ben-Shahar, "Mutluluğun formülünün zevk almak ve onu dolu dolu anlamlandırmak olduğunu düşünüyorum" diyor. Shahar, mutlu olan insanların hayattan zevk aldıklarını, yazdıklarını, bir şeyler ürettiklerini, kötü anları geçiştirebildiklerini ve varoluşları için sebepler bulabildiklerini savunuyor. Eğer mutlu olmak istiyorsak yaptıklarımıza, konuştuklarımıza ve yaşadıklarımıza anlam yüklememiz ve bu yarattığımız manaya sıkı sıkı sarılmamız gerekiyor. Hayatın içinde bizim de bir işe yaradığımız konusunda anlamlandırma yaparsak, yaratıcılığımızın artacağı, aktivitelerimizin çoğalacağı ve insan ilişkilerinde gözle görülür bir mesafe kat edeceğimizi de unutmamak gerekiyor. Çünkü mutluluk aynı zamanda paylaşabileceğiniz bir şey, mutlu olduğunuzda yanınızdaki ve sizinle iletişime geçen her bireyi olumlu yönde etkilemiş olacaksınız.

Pozitif bir bakış açısı bulun
Yaptığınız hatalarınız var; o gün orada bu şekilde davranmamalıydınız ya da içinizde arkadaşınızın bilmesi gereken bir gerçek var ama bunu bir türlü söyleyemediğiniz için vicdanınız sizi rahatsız ediyor. Psikanalist Claude Tedguy, iç çatışmalarımızın ya da vicdan muhakemelerimizin de bizi mutsuz ettiğini söylüyor. Gerçek ne kadar acı olursa olsun, yaptığınız geri dönülmeyecek bir hata bile olsa yine bardağın dolu tarafını düşünerek pozitif bir yan bulmanız gerekiyor. Tedguy, insanın buna kendini inandırması gerektiğine dikkat çekiyor. Psikanalistlerin, psikiyatrlarla birleştiği bir nokta da, olumlu düşünmeyen insanların kendi iç dünyalarındaki karanlığa kapılarak mutsuz olduğu. Kafasında devamlı olarak negatif düşünceyle dolanan karakterler, gerçekteki olumlu olayları fark edemez ve zamanla depresyona girebilir. Ayrıca psikiyatrlar, bazı nörolojik bozuklukların da kişinin olumsuz düşünmesine neden olduğunu ve uygun ilaçlarla tedavi edilmezse mutsuz bireyler yaratılacağının altını çiziyor. Peki pozitif düşünmek gerçekten de insanın mutlu olmasına yardımcı oluyor mu? Harvard Üniversitesi'nde "pozitif düşün" fikrinden yola çıkan psikolog Tal Ben-Shahar, 1400 öğrenci üzerinde yaptığı incelemede, bu öğrencilerin yüzde 23'ünün hayatlarını değiştirdiğini kanıtlıyor. Araştırmada olumlu düşünme taktiğini uygulayan öğrenciler, küçük mutluluklar yerine gerçek içsel mutluluğa kavuştuklarını açıklamış.

Negatifliğinizi kovalamak için yeni fikirler Olumsuz olmaktan kurtulmak için her şeyi denediniz ama yine de zorlanıyor musunuz? Hemen pes etmeyin, kişisel gelişim teknikleriyle yeniden bir şans yakalayabilirsiniz, mutluluk burayı henüz terk etmedi...

Teknik 1: Psikoterapist Pierre Balnc-Sahnoun, öncelikle bazı hareketlerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini söylüyor. Bunun için önce sizi mutsuz eden herhangi bir konuya odaklanın. Yeni bir bakış açısıyla, neden böyle davrandığınız üzerine fikir sahibi olana kadar düşünün. Aslında sonunda bulacağınız yanıt belli: Negatif düşünceniz sizin savunma mekanizmanız haline gelmiş. İkinci adım olarak, bunun neden kaynaklandığını, bu savunma mekanizmasının neden olduğunu anlamaya çalışın. Bulacağınız yanıt her ne olursa olsun, radikal değişiklikler yaparak onun etkisinden kurtulmak için kendinize gerçek bir söz verin. Zamanla göreceksiniz ki, aslında sizi karamsar yapan olaylar ya da olumsuz düşünmenize neden olan etkiler gelip geçici özelliklere sahip. Siz kendinizi yeniledikçe ve hastalıklı bir karamsarlığa sahip olmadığınızı gördükçe mutluluk ibrenizde bir artış gözlenecek.

Teknik 2: Fizyolojist ve psikoterapist Isabelle Fiilizat'a göre duygular, tehlike halinde ya da endişe durumunda kontrolünü sağlayamayacağımız bir hal alıyor. Kendinizi yeniden keşfetmeniz ve olumlu bir bakış açısına sahip olmanız için duygularınızın barış ortamında oluşması gerekiyor. Mutsuz olduğunuz bir durumun ortasında kaldığınızda geçmişe doğru bir zaman yolculuğuna çıkın. Gözlerinizi kapatın ve küçük bir çocukken mutsuz olduğunuz gerçek bir zamanı anımsayın. Bebekleriniz eskimiş olabilir, size söz verildiği halde yan sokaktaki parka gidememiş olabilirsiniz; bu yüzden ağladığınızı da unutmayın. Tıpkı, o gerçek duygu kırıklığının geçtiğine şahit olduğunuz gibi, şu an içinde bulunduğunuz durumu da atlatacağınıza gerçekten inanın. Belki çocuk değilsiniz, ama hayatın her karesinde büyüdüğünüzü ve yeni olaylarla karşılaşıp belleğinize kazıyacağınızı unutmayın.

Artık harekete geçme zamanı, düşünmeyi bırakın! Düşünceleriniz negatif mi yoksa pozitif mi? Bunu düşünmeyi artık bir kenara bırakın ve harekete geçin, tıpkı film çekimlerindeki gibi: Action!

Pozitif düşünce dünyayı kurtaran olumlu bir yana sahip. Yıllar önce İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaşa giren toplumların psikolojilerini düzeltmekte de aynı yöntemin kullanıldığını biliyoruz. İyi ve pozitif düşüncenin yaydığı olumlu enerjinin dönüp dolaşıp yeniden sizi bulacağı fikri de oldukça yaygın. Yunus Emre'nin, Mevlana'nın yazıları ve son zamanlarda ünlenen "Secret" kitabı da aynı felsefenin ürünü. Pozitif düşünceye sahip olmak aynı zamanda objektifliğimizi de artırarak, olaylara başka açılardan bakmamızı sağlıyor. Son yıllarda yaşanan ekonomik krizlerden sonra özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde pozitif düşüncenin yayılmasının insanların daha mutlu olmasında önemli bir rol oynadığı kanıtlandı. Ayrıca araştırmalar, olumlu düşüncenin hayata ve geleceğe yönelik umutları artırdığına da dikkat çekiyor.

Russ Harris, uzun yıllar üzerinde çalıştığı mutluluk konusundaki kitabı Happiness Trap'te: "Mutluluk, olumlu düşünce sayesinde peşinde koştuklarımızdan çok, olumsuz olan hislerimizi pozitif düşünce sayesinde ötelemektir" diyor. Eğer acı çekiyorsanız, niye olduğunu merak ettiğinizde sonuç ne oluyor, hiç düşündünüz mü? Bu soruların yanıtlarını vermek sizi mutluluğa bir parça daha yakınlaştırır. Ayrıca motive olmak da işinizi kolaylaştıracak en büyük etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Uzman Julie Fast, yapacağınız şeyi aklınıza koyduğunuzda hiç vakit kaybetmeden yapmanız gerektiğiniz vurguluyor. Spora başlamak ve vücudunuzu mutlu etmek de mutluluk hormonunu tetikleyen önemli bir yardımcı olabiliyor.

Etrafınızla ilişkileriniz pozitif düşünceden sonra nasıl bir yol izliyor? Elbette ki olumlu düşünce ve açığa çıkan enerji diğer insanlarla olan ilişkilerinizi de olumlu yönde etkiliyor. En iyi yöntem, kendimizi olduğu gibi hayatın içine bırakmak. Ölmeden önce yaşayacaklarınızı planlamak yerine, iyi ve güzel taraflarıyla hayatı algılayıp tam ortasında bulunmak doğru yollardan biri sayılıyor.


************************************************

KONTROL SENDE kitabımı satın alarak hayatınıza  katkıda bulunmak ister misiniz?

KENDİ KENDİNİZİN YAŞAM KOÇU OLUN


***********************************************

Stresle Olan İlişkinizi Gözden Geçirin.....

   Stres, düşüncede başlıyor ve etkisini daha sonra vücutta gösteriyor. Araba kullanırken, iş yerinizde, yemek yerken, televizyon seyrederken, telefonla konuşurken ve hatta şu satırları okurken, nefesinize bir dikkat edin.
      Dikkat ettiğiniz her an, ya nefesinizi tuttuğunuzu veya çok yüzeysel nefes aldığınızı farkedeceksiniz. Bunun hemen ardından dikkatinizi omuzlarınıza verin; onları sıkıyor musunuz? Kontrol mekanizması aktif kaldığı sürece vücut, bir zırh gibidir.

        Stres vücutta düğümler oluşturur. Bu düğümler de rahatlamak için gerekli olan nefes akışını bloke eder. Bahçe hortumu gibi, büktüğünüz yerde suyun akışı durur. Bu tip gerginlik o kadar doğaldır ki, ancak farkına vardığınızda kendinizi kasmayı bırakırsınız. Önemli olan ise stresli bir durum olmadığı zamanlarda gevşemeyi öğrenmek ve vücuda o rahatlık hissini tecrübe etmeyi alıştırmaktır. Vücut kadar beynimizin de o stresli, telaşlı rutinden ara ara uzaklaşması gerekir.
       Tüm fiziksel, zihinsel, ruhsal sorunların, hastalıkların altında, enerji sistemimizdeki tıkanıklıklar yatar.
(bağımlılıklar, fiziksel rahatsızlıklar, korkular, fobiler, depresyon,Vs…).

Stresten kurtulmak için tavsiye edebileceğim en iyi yöntem tabiki  EFT – “Emotional Freedom Technique”, yani “Duygusal Özgürlük Tekniği” dir.

     EFT, bu tıkanıklıkların ortadan kaldırılmasında kullanılan yöntemdir…
     EFT, yazının ortasında görebileceğiniz üzere sayısız sorunun çözümünde uygulanabilir.
Uygulamayı öğrenmek başlangıçta zor görünebilir ancak bir kere öğrenildiğinde çok kolaydır. Bir çok sorununuza yarım saat gibi kısa bir sürede çözüm bulabilirsiniz.

Kaybetmek için doğanların 10 ortak özelliği

Bir şeyi yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Onu niçin yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. İsterseniz nasıl yapabileceğinizi de biliyorsunuz. Yapmamakla neler kaybettiğinizi de biliyorsunuz. Yaparsanız neler kazanacağınızı da biliyorsunuz. Elinizi kolunuzu bağlayıp, yapmanızı engelleyen birileri de yok.


başarısızlık nedenleri

Bir filozof, “Hayat doğduğumuzda hepimize bir mermer bloğu verir. Bazılarımız ondan güzel bir heykel yaparız, bazılarımız ise hoyratça peşimizden sürükleyip paramparça ederiz” demişti. Kaybedenler de kazananlar gibi benzer ve farklı özelliklere sahiptir. Bazıları Leonard Cohen’in deyişiyle ‘görkemli kaybeden’dir. Bazıları ‘yokluğu anlaşılmaz’dır. Bazıları kaybederken başkalarına da zarar verir. Bazıları ise ‘sadece kendine zararlı’ kaybedendir. Kazananlar gibi kaybedenler de, ‘felsefeli kaybedenler’ ve ‘felsefesiz kaybedenler’ diye ikiye ayrılabilir.
Kazanmak gibi, kaybetmek de bağımlılık yapabilir. Kaybetmişliğiyle barışmanın ötesine geçip, kaybetmeyi kimlikleştirmek de mümkündür. Bu bağlamda ‘param yok’ demekle, ‘ben fakirim’ demek arasında dağlar kadar fark vardır. Kaybetmeyi kimlik haline getirmek, -ki bunun Türk usulü versiyonu arabeskleşmedir- kaybetmeyi kalıcı ve ‘sürdürülebilir’ hale getirir.
Hiç kimse durduk yerde kaybeden olamaz. Kaybeden olmak için de bazı şekillerde düşünmek, bazı şekillerde davranmak, bazı şeylere inanmak gerekir. Kaybeden olmanın da yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesi vardır. Kaybetmek için doğanlar pek fark etmeseler de, kaybetmek için de çaba harcamak gerekir!

Peki hayat oyununda kaybetmeye yatkın insanların, düşünce ve davranışlarında sıklıkla karşılaşılan ortak özellikler nelerdir?

1- İç disiplin yetersizliği

Başarısız insanların birinci ortak özelliği, irade gücü zayıflığıdır. Kendini içinden disipline ederek, bir amaca doğru harekete geçirememek bu insanların en büyük eksiğidir.
İrade gücü, insanın kendi iç güçlerini bir mercek gibi toplayıp, bu gücü bir amaca yöneltmektir. İradesi zayıf olduğu için kendini kontrol edemeyenlerin, olayları ve diğer insanları yönetmesini beklememek gerekir.

2- Zaman kullanım bilincinde zayıflık

Başarılı ya da başarısız herkesin 24 saati vardır, farkı yapan bu zamanı nasıl kullandıklarıdır. Başarmak istediği işleri, bir zaman çerçevesine oturtup, yani ‘işleri takvime bağlayıp’ sonra da kendini o programına göre denetleyenler, iyi bir kişisel organizasyon sistemi kurmuştur.
Belli bir amaç ve yön duygusuyla hareket etmeyenler, zamanının değerini de bilemez. Yapılacak işleri olanlar için zaman geçer, bir amacı olmayanlar içinse zaman döner! Sabah olur, öğlen olur, akşam olur, tekrar sabah olur!

3- Başarıyı dış faktörlere bağlama eğilimi

Bernard Show ünlü esprisinde, “Başarı tamamen şansa bağlıdır, inanmıyorsanız başarısızlara sorun!” der. Başarısızların, hayatlarındaki sonuç-ları kendi karar ve seçimlerine bağlamak yerine, kader, kısmet, şans ve şartlar gibi dışsal faktörlere bağlama eğilimi yüksektir.
Egolarını savunmak ve öz saygılarını korumak için, başarısızlığı “Rüzgar karşıdan esiyordu, hakem karşı tarafı tutuyordu” gibi dış faktörlere bağlarlar. Bu tutumun tehlikesi nedir? İnsanlar başkalarını ve şartları çok fazla suçlarsa, öğrenmeye zaman bulamaz.

4- ‘Saydı’ tipi düşünmeye yatkınlık

Başaranlar, önlerindeki şartlardan nasıl başarılı bir sonuç çıkarabileceklerini düşünür. Başarısızlık merkezli düşünenler ise, ‘başka şartlarda olsa-lardı’ neler yapabileceklerini anlatıp durur. Bu ‘saydı’ tipi düşünmedir. Bu tür kadınlar, ‘erkek doğsalardı’ neler yapabileceğini anlatırken, bu tür erkekler ‘kadın doğsalardı’ neler yapabileceklerini sayıklar.
Daha ilkokula bile gitmemiş olan İbrahim Tatlıses, “Urfa’da Oxford olsaydı, biz de giderdik” der! Kısacası, başarı sonuç alır, sevinir ve susar. Başarısızlık konuştukça konuşur. Çünkü elinden iş gelme-yenlerin, dilinden çok söz gelir! Cenap Şahabettin’in deyişiyle “Yerinde sayanlar yürüyenlerden daha çok gürültü çıkarır.”

5- Arabeskleşmeye yatkınlık

Başarısızlığa götüren tavırlardan biri de arabesk düşünmeye yatkınlıktır. Arabesk hayat görüşü sürekli bir ‘başarısızlık beklentisi’ içindedir. Kendini ‘bela paratoneri’ gibi görür.
Arabesk söyleyerek başarılı olunabilir ama arabesk bir dünya görüşüyle başarıdan başarıya koşmak pek mümkün değildir. Arabesk tavırlılar, söylemek yerine söylenmeye yatkın; anlatmaktan çok alınmaya eğilimlidir. Sürekli bir ‘kurban psikolojisi’ içinde kıvranır. Eziklik ile ezme içgüdüsü arasında savrulur, ‘doğru dozda tavır’ sorunu yaşarlar.

6- Atalet ve tembelliğe yatkınlık

O halde sizin içinizde olup, sizi durduran nedir? Atalet!
Atalet, miskinlik, tembellik, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmek, yılgınlık demektir. Kaybedenlerin ana ruh hali, tembellik ve atalet psikolojisidir.

7- Kaybetme korkusundan kazanmaya kalkışmama

Bİr araştırma insanların “Ya başaramazsam” diye korkanlar ve “Ya başarırsam” diye korkanlar diye ikiye ayrıldığını göstermiştir. Pek çok insanda, başarısızlık korkusundan çok ‘başarı korkusu’ olduğu ortaya çıkmıştır.
Başarı korkusu, bazı kişiler-in başarılı olunca samimiyetlerini kaybedeceklerini, arkadaşları tarafından eskisi gibi sevilmeyeceklerini, ‘insanların onlara çıkarları için yaklaşacağını’ düşünüp, başarıdan uzak durması demektir.
Önemli bir diğer grup ise, ‘ya başarılı olduktan sonra zirvede kalamaz, gördüğümden eksik yaşarsam’ kaygısıyla başarıdan uzak durmaktadır. Kısacası, başarısızlar hem ‘ya başarırsam’dan, hem de ‘ya başaramazsam’dan korkarlar!

8- Psikolojik iç sabotajlara yatkınlık

Başarısız insanların beyninde, psikolojik iç sabotaj mekanizmaları bolca bulunur. Beyinleri adeta şizofrenik bir ikiye bölünmüşlük halindedir. Bir tarafları inşa ederken, diğer tarafları imha eder. Bir tarafları ileri iterken, diğer tarafları geri çeker.
Neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin ileriye götürdüğü, neyin geride bıraktığı konusunda net değillerdir. Başarı konusunda derin bir kafa karışıklığına sahiptirler. Kafası net olmayan insanların, eylemleri de net olmayacaktır. Nazımın bir deyişini biraz değiştirirsek, “Bana kafanızın içinde başarının net bir resmini yapabilir misiniz?”

9- Kendini geliştirmeye kapalılık, kurnazlığa yatmak

Azgelişmiş insanların, katakulli kapasitesi çok gelişmiş olur! İşini en doğru ve verimli şekilde nasıl yapacağına kafa yormak yerine, önce o işin kurnazlığına kafa yormak, tipik bir ‘azgelişmiş başarısız insan’ tavrıdır. Bu tür insanlar, ülkemizde çoğunluk olduğu için, yaygınlıktan gelen rahatlığa sahiptirler. Kurnazlık, otoriter ve azgelişmiş toplumlarda yaygındır.
Ege Cansen’in deyişiyle ‘bilgi açığını kurnazlıkla, beceri yetmezliğini ise kabadayılıkla kapatma’ eğilimi başarısızların karakteristiğidir. Başarısızların çoğu yeni şeyler öğrenmeye kapalı bir zihin yapısına sahiptir. Hayat ve başarı üzerine yeni şeyler öğrenmektense, kendi arabesk ezberlerini tekrarlamayı tercih ederler. Yaşadıkları olaylardan çıkardıkları dersler bile, daha önce çevreden duydukları kulaktan dolma fikirlerdir.

10- Başarı hakkında yanlış yargılara sahip olmak

Başarılı insanlar ‘başarının sırrı’nı bilir. Başarısız insanlar da bilir! Arada bir fark vardır, başarısızlar yanlış bilir! Daha da kötüsü, bazıları doğrusunu bilmek de istemezler! Çünkü başarının kendi ellerinde olabildiğine inanmak, insanı sorumluluk altına iter. Nasıl başaracağını öğrenip hayatının sorumluluğunu taşımak yerine, kişisel gelişim kitaplarını ve yazarlarını suçlamak çoğu insana daha kolay gelir.
Başarı da, futbol ve siyaset gibi, hemen herkesin fikir sahibi olduğu ama çok az insanın birinci sınıf bilgi sahibi olduğu bir alandır. Beynimiz başarı hakkında hurafeler ve ‘leylek hikayeleri’yle dolu. Başarısızların, yapması gereken ilk şey, başarı üzerine yeni şeyler öğrenmek değil, başarı hakkında bildiklerinin bazılarını unutmaktır!
Yazarı : Mümin Sekman

Beyne Zarar veren 10 alışkanlık

Beyne zarar veren alışkanlıkları biliyor musunuz?

1) Kahvaltı etmemek

Kahvaltı etmeyen kişiler, düşük bir kan şekeri seviyesine sahip olur. Bu durum beyin için yetersiz besin tedarik edilmesine ve sonunda beyin dejenerasyonuna yol açar...

2) Aşırı yeme

Beyin arterlerinin sertleşmesine neden olarak, zihin gücünün azalmasına yol açar...

3) Sigara içmek

Çoklu beyin büzülmesine neden olur ve Alzheimer hastalığına yol açabilir.

4) Yüksek şeker tüketimi

Çok fazla şeker proteinlerin ve besinlerin emilmesini durdurur ve dengesiz beslenmeye neden olur ve beynin gelişmesine engel olabilir.

5) Hava kirlenmesi

Beyin vücudumuzda en çok oksijen tüketen organdır. Kirli havanın teneffüs edilmesi, beyne giden oksijeni azaltır ve beynin veriminde düşüş yaratır.

6) Uyku yetersizliği

Uyku beynimizin dinlenmesini sağlar. Uykudan uzun vadeli yoksunluk beyin hücrelerinin ölmesini hızlandırır.

7) Uyurken kafayı örtmek

Kafayı örterek uyumak, karbondioksit konsantrasyonunu arttırır ve beyne hasar veren etkilere yol açabilir.

8) Hastalık sırasında beyni çalıştırmak

Hasta iken çok çalışmak veya öğrenmek beyin etkenliğinin azalmasına yol açabilir ve ayrıca beyne hasar verebilir.

9) Uyarıcı düşüncelerde eksiklik

Düşünmek beyin jimnastiği için en iyi yoldur, beyni uyaran düşüncelerin eksikliği beyin daralmasına yol açabilir. Çapraz bulmaca ve Sudoku iyi egzersiz sağlar.

10) Az konuşmak

Zihinsel sohbetler beynin etkinliğini geliştirir.

Odaklama Kanunu Doğru Çalışın

Neye odaklanırsak, neye dikkatimizi verirsek onu yaratıyor, onu çoğaltıyoruz. Sakınmaya çalıştığımız şey yerine elde etmeye çalıştığımız pozitife odaklanmak çok önemli.

Size gerçek bir hikâye anlatacağız. Bir kadının gözlerinde çaresi olmayan bir hastalık oluşuyor ve kör olma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor. Doktorlar hiç bir şey yapamayacaklarını soyluyorlar. Çok kararlı olarak ve duyduklarından hiç hoşlanmayarak kadın, bu kadar çaresiz kalmasa asla yönelmeyeceği alternatif terapilere yöneliyor. Bunu yapmayı gülünç buluyor ama içinde bulunduğu çaresiz durumdan dolayı denemeye karar veriyor.

Sonunda kadın alternatif yöntemler uygulayan bir terapiste gidiyor. Terapist ondan hayatini ve kendisini anlatmasını istiyor. Anlatmaya başladıktan sonra birden terapist kadını susturuyor ve " son 10 dakika içinde tam 15 kez "nefret ediyorum" cümlesini kullandığınızın farkında mısınız? " diyor. Kadın şoka uğruyor. Pek çok şeyi açıklarken "nefret ediyorum" kelimesini kullandığını fark ediyor...

"Dünyanın gitmekte olduğu halden nefret ediyorum"
"Okullarda çocuklara davranma şekillerinden nefret ediyorum"
"Onu görmekten nefret ediyorum"
"Bunu yapmaktan nefret ediyorum"

Bu onun için gerçekten göz açtırıcı bir deneyim oluyor. Bunun üzerinde kullandığı kelimeleri değiştiriyor ve yıllar sonra hala mükemmel görebiliyor.

Burada Evrensel Kanunlardan "odaklanma kanunu" devreye giriyor.

Odaklanma Kanunu
Neye odaklanırsak, neye dikkatimizi verirsek onu yaratıyor, onu çoğaltıyoruz.

Sakınmaya çalıştığımız şey yerine elde etmeye çalıştığımız pozitife odaklanmak çok önemli. Örneğin asla yaşlanmamaya odaklanmayın, bunu yaparsanız kısa surede yaşlanacağınız kesin. Bunu yerine sağlıklı, enerjik ve genç olmaya odaklanın, dikkatinizi bunlara verin.

Kullandığımız kelimelere dikkat etme konusunda çok ilginç bir takım bilgiler var, öyle ki "-sız" takısı ile biten kelimeleri bile literatürünüzden çıkarın.

Örneğin "SınırSIZ bolluk istiyorum" derken, aslında bilinçaltınızın anladığı sınırlı bolluk. Bir başka örnek de "kolay, çabasız ve eğlenceli bir ilişki istiyorum" derken aslında kolay, çaba gerektiren ve eğlenceli bir ilişki çekiyorsunuz çünkü "çaba" kelimesinden sonraki "sız" eki onu olumsuz hale getiriyor ve bilinçaltınız bu kelimeyi caba olarak isleme sokuyor. Bunun yerine "kolay ve eğlenceli bir ilişki istiyorum" demeniz ve bunu düşünmeniz, böylesi bir ilişkinin size gelmesini çok daha kolaylaştırıyor.

Ağzınızdan çıkan kelimelere dikkat etmeye çalışın. Yakınlarınıza söylediklerinize dikkat etmelerini rica edebilirsiniz. En çok neler söylüyorsunuz, ne tür kelimeler, deyimler, sıfatlar kullanıyorsunuz...

"Binlerce kilometrelik bir yola çıkmak için önce bir adım atmak gerekir" deyişinden yola çıkarak,

1- Yazın
Küçük, sevimli bir defter alın ve her sabah şükrettiğiniz 5 şeyi bu küçük deftere yazın... Her şeyi yazabilirsiniz... Örnek: "görebildiğim için, akşama yiyeceğim olduğu için, kuşların seslerini duyabildiğim için"...siz bu çalışmayı yaptıkça neler neler bulacaksınız şükredecek... Ve şükretme enerjisi Evrene en doğrudan "bunlardan daha fazla istiyorum" demektir ve Evren sizi çok rahat duyabilecektir.

2- Güzel şeyler söyleyin
Her gün yakın çevrenizden veya hiç tanımadığınız insanlardan (dükkânlarda servis verenler, dolmuş şoförü, simitçi) 2 kişiye onları iyi hissettirecek bir şeyler söyleyin... Bu kişiler ne kadar tanımadığınız kişiler olurlarsa o kadar iyi... ve verdikleri tepkiyi izleyin...

3- Teşekkür edin
Beğendiğiniz şeyleri insanlara ifade edin, teşekkür etmeyi alışkanlık haline getirin... Gıda ürünleri satılan bir dükkâna girdiniz ve mesela çok temiz buldunuz, "ne kadar temiz bir dükkân, çok hoşuma gitti" deyin...

4- Sözlerinize dikkat edin!
Söylediklerinize dikkat etmeye başlayın. Ağzınızdan çıkanlara önem verin. Sözlerinizi, cümlelerinizi fark edin. Bunun için etrafınızdan da yardım isteyebilirsiniz. Onlar sizi dışarıdan bir göz olarak çok iyi gözleyebilirler. İnsanoğlu kadar kendisine kör bir başka varlık yoktur bu dünyada.

Albert Einstein’dan 10 Hayat Dersi

1. Merakınızın peşinden gidin

"Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım."

Sizin merakınızı çeken nedir? Neyi en çok merak ediyorsunuz? Benim merak ettiğim neden bazı insanların başarılı olup bazılarının olamadığıdır. Bu yüzden yıllarca başarı üzerine çalıştım. Merakınızın peşinden giderseniz başarıya ulaşırsınız.

2. Azim paha biçilmezdir

"Çok zeki olduğumdan değil, sorunlarla uğraşmaktan vazgeçmediğimden başarıyorum."

Belirlediğiniz yolun sonuna ulaşacak kadar sabırlı mısınız? Posta pullarının gideceği yere varasıya kadar mektuba yapışıp kalmasından ötürü çok değerli olduğu söylenir. Posta pulu gibi olun ve başladığınız işi bitirin.

3. Bugüne odaklanın

"Güzel bir kızı öperken düzgün araba kullanan birisi, öpücüğe hak ettiği dikkati vermiyor demektir."

İki atı aynı anda süremezsiniz. Bir şeyler yapabilirsiniz ama her şeyi yapamazsınız. Şimdiye odaklanın ve bütün enerjinizi şu anda yaptığınız işe verin.

4. Hayal gücü güç verir

"Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir."

Hayal gücünüz geleceğinizi belirler. Einstein şöyle der: ‘Zekanın gerçek göstergesi hayal gücüdür, bilgi değil’. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin.

5. Hata yapın

"Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir."

Hata yapmaktan korkmayın. Eğer nasıl okuyacağınızı bilirseniz hatalar sizi daha iyi bir konuma getirebilir. Başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız hataları üçe katlayın.

6. Anı yaşayın

"Ben geleceği hiç düşünmem, ne de olsa gelecektir."

Geleceği ayarlamanın tek yolu olabilidiğiniz kadar şimdide olmaktır. Şu anda dünü ya da yarını değiştiremezsiniz. Önemli olan tek an şimdidir.

7. Değer yaratın

"Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın."

Zamanınızı başarılı olmak için harcamayın, değerler yaratın. Eğer değerli olursanız başarı kendiliğinden gelecektir.

8. Farklı sonuçlar beklemeyin

"Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek."

Hergün aynı rutinde yaşayarak farklı görünmeyi bekleyemezsiniz. Hayatınızın değişmesini istiyorsanız kendinizi değiştirmelisiniz.

9. Bilgi deneyimden gelir

"Bilgi malumat değildir. Bilmenin tek yolu deneyimlemektir."

Bir konuyu tartışabilirsiniz ama bu size sadece felsefi bir anlayış kazandırır. Bir konuyu bilmek istiyorsanız onu deneyimlemelisiniz.

10. Kuralları öğrenin, daha iyi oynayın

"Oyunun kurallarını öğrenmek zorundasınız. Böylece herkesten iyi oynayabilirsiniz."

Yapmanız gereken iki şey var. Birincisi oynadığınız oyunun kurallarını öğrenmek. İkincisi ise oyunu herkesten iyi oynamayı istemek. Bu iki şeyi yaparsanız başarı sizinle olur!

Olumlu Düşünmek ve Sağlık

    Düşüncelerimizde olumluyu yakaladıkça, söylemlerimizde olumlu ifadeler kullandıkça, yaklaşımlarımız ve hayatımız daha iyiye doğru gelişecektir. Olumlu düşünen kişilerin psikolojileri; buna bağlı olarak bedenleri de sağlıklı olur. Psikolojik ve bedensel yönden sağlıklı insanın, hayat kalitesi de doğal olarak yükselir.
      Yıllar önce bir televizyon programında Halit Akçatepe ile yapılan bir röportajı izlemiştim. Ona genç kalmayı nasıl başardığı sorulduğunda, bir gün olumlu düşünmeye karar verdiğini, aldığı bu kararı her zaman uyguladığını, bu yüzden genç kalabildiğini söylemişti. Gerçekten de yaşıtlarına oranla oldukça genç görünüyordu. Olumlu düşünce yeteneğini kazanmış ve tüm düşüncelerine uygulamıştı. Sonuç ortada.
     Neden onun yaptığını yapamayalım? Neden biz de olumlu düşünme alışkanlığı kazanmaya başlamayalım? Nasıl yapıldığını biliyoruz. Hele bir de olumlu düşünme yeteneğimizi geliştirirken, örnek alabileceğimiz insanlar varken. Çevremizdeki iyimser insanları tespit ederek, onları model almamız mümkünken. Her şey daha kolay olmaz mı? Başkalarının hayatlarından ders almalı, sağlıklı öğütleri dinlemeliyiz. Biliyorsunuz, dünyaya sadece bir kere gelme hakkımız var. Bu yüzden nasıl düşüneceğimizi seçmek bize kalmış. İyi ya da kötü, eğri ya da doğru; eğer bir yetişkinsek, tüm düşüncelerimizi biz seçer ve sonuçlarını biz yaşarız.
         Düşüncelerimizin, inançlarımızın birer kıyafet olduğunu hayal edelim. Doğduğumuz andan itibaren çok çeşitli elbiseler giydirildi bizlere, başımıza birbirinden farklı şapkalar takıldı, kim bilir kaç ayakkabı, terlik, çizme, eldiven, atkı… eskittik bu yaşımıza kadar. Anne babamız, kardeşlerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz ve kim bilir daha kimler yeni kıyafetler giydirdi üzerimize. Seçme hakkımız yoktu, beğenip beğenmeme lüksümüz de. Böyle bir lüksümüz olsa da konuşma becerimiz yoktu henüz, istediklerimizi alıp giyme gücümüz de. Sonunda dolabımız değişik bir yığın kıyafetle dolmaya başladı, severek ya da sevmeyerek giydiğimiz, renklerini beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz, tarzımızı yansıtan ya da yansıtmayan. Büyüdükçe öz bakım becerilerimiz gelişti. Tek başına giyinip çıkarmaya başladık kıyafetlerimizi. Bazen uyumlu giyindik, çevremiz tarafından beğenildik, bazen de “Ne bu hal! altı Kasımpaşa üstü Şişhane” denildi bizlere. Çok giysimiz vardı dolabımızda. O kadar çoktu ki, ne giyeceğimize karar veremiyorduk. Çünkü çocuktuk.
         Şimdi büyüdük. Dolabımızı yenilemek, eski, kötü, yırtık, bizi dalayan, modası geçmiş, rahatsız kıyafetlerimizden kurtulmak; yerine giydiğimizde kendimizi güzel, rahat, şık hissettirecek yeni kıyafetler edinmek artık elimizde. Belki de bir yakınımızın eskidiği halde bizde çok iyi duran, bize yakıştığına emin olduğumuz kıyafetlerini de kullanabiliriz. Yetişkiniz, kendi kararımızı kendimiz verebiliriz.
          Nerede, nasıl giyinmek gerektiğini zaten biliyoruz. Bir iş görüşmesine, düğüne ya da spor salonuna giderken farklı giysilere ihtiyaç duyacağımızı da. Dolabımızda her aktiviteye uygun bir kıyafetimiz varsa, giyinip çıkmanın kolay olacağının da. Eğer uygun kıyafet bulamazsak, acilen ihtiyaçlarımızı karşılamalı ve işimizi kolaylaştırmalıyız. Duruşumuza en uygun kıyafetler dolabımızda hazır bulunmalı. Dergilerden, kataloglardan, moda programlarından, mağazalardan, kendi tasarımlarımızdan, belki de bir filmdeki aktör ya da aktristin giysisinden esinlenerek dolabımız için en uygun şeyleri seçebilir ya da üretebiliriz.

Beden-Zihin-Ruh
Beden Zihni İlişkisi

           İnsan; beden, zihin (duygu ve düşünceler) ve ruh olarak bir bütündür. Eğer bir yerimiz ağrıyorsa, bu gösterdiğimiz performansı etkiler. Bir konuşma yaptığımız sırada dişimizin ağrıdığını hayal edin. Bu durumda konuşmaya başladığımız ilk performansı sürdürebilir miydik? Tuvalet ihtiyacımız hat safhaya çıktığında, gelen bir telefonda rahat konuşabilir miydik? Bedenimiz zihnimizi etkiler ve onlar bir bütün olarak hareket eder. Bu yüzden bedeninize iyi bakın, ona iyi davranın, onu sevin, onaylayın, kabullenin, sağlıklı oldukları ve size yardımcı oldukları için tüm organlarınıza tek tek teşekkür edin ve olumlu düşünme basamaklarını sağlamca örmeye devam edin.
Zihinsel - Bedensel Rahatsızlıklar
          Kendimize, çevremizdekilere ve hayatın tüm içeriklerine karşı ne kadar olumlu bir düşünme yapısı geliştirirsek, bedenimizde o kadar sağlıklı olur. Çünkü zihnimiz bedenimizi etkiler. Madde bağımlılarını düşünün. Kullandıkları maddenin kendilerine zararlı olduğunu bilirler. Bedenlerinde hasara yol açtığını görürler. Çevreleri tarafından maddeyi bırakmaları yönünde baskı yapıldığı halde, kendi istemediği müddetçe ondan kurtulamazlar. Önemli olan bağımlının ne düşündüğü, onun zihinsel yönden nasıl bir tutum takındığıdır, çevresinin değil. İş, sadece bir karara bakar ve ancak o kararı aldığında, o maddeden kurtulmayı başarır. Bedensel tüm rahatsızlıklar da, aslında zihinsel kaynaklıdır. Doğru okudunuz, emin olun. Nasıl yani? diye düşünebilirsiniz.
          Baş, boyun ve sırt ağrıları, migren, ülser, bayılma, titreme, alt ıslatma, kellik, terleme, kaşıntı, sivilceler, kabızlık, verem, güçsüzlük, tırnak yeme, şişmanlık, anoreksiya, öksürük, kulak çınlaması, gastrit, kurdeşen, yorgunluk, astım, uçuklar, boğaz kuruluğu, çarpıntı, aritmi, guatr… bu rahatsızlıkların psikolojik rahatsızlıklara bağlı olduğunu zaten duymuşsunuzdur. Omurga rahatsızlıkları, yüz felci ve diğer felçler, zatürre, zona, varis, sıtma, siğiller, sinüzit, salgı bezi rahatsızlıkları, sağırlık, romatizma, safra kesesi taşları, Parkinson, nasırlar, mantarlar, lösemi, koma, kıllanma, kolestrol, astigmat, miyop, alerjiler… bu ve diğer tüm rahatsızlıkların da aslında zihinsel olduğunu biliyor muydunuz?
          Bir ayı, ininde zamanla ortaya çıkan koku yüzünden, sürekli inini değiştirir dururmuş. nereye gidip yerleşse orası da zaman içinde kokmaya başlar, bu yüzden dayanamaz kendine yeni bir in ararmış. Bir gün bu durumu fark eden yaşlı bilge ayı ona şöyle demiş: “İn değiştirmekle, gerçekte hiçbir şey değiştirmiyorsun. Rahatsız olduğun o koku, inden değil, senden geliyor.”
          Her birimiz belli bir yaşa ulaştık. Kimimiz 15, kimimiz 32, kimimiz 47 yaşında. Bu yaşa kadar ne badireler atlattık, ne sınavlardan sağ çıktık, ne travmalar yaşadık, ne kayıplara üzüldük… ya da şahit olduk etrafımızda. Bizi acımasızca eleştirip yerden yere vuranlar da oldu, düştüğümüz zaman elini uzatıp kaldıran da. Tekme yediğimiz, aldatıldığımız, kandırıldığımız da oldu ya da bunları biz yaşattık başkalarına. “Hayatımı yazsam roman olurdu.” sözünü ne sık duyarız çevremizdeki insanlardan, kimi zaman biz kullanırız bu deyişi geçtiğimiz yolların bizden neler çaldığını veya bize neler kattığını anlatmak için. Hayat tam da budur aslında. Hayat bir bütündür eğrisiyle doğrusuyla. Ailesi tarafından sokağa atılan, kimseye güvenmemeyi öğrenir, öğretmeni tarafından aşağılanan okulu bırakır bazen, tecavüze ya da saldırıya uğrayan hayata kötü bakmaktan alı koyamaz kendini. Yaşadığımız tüm deneyimler, öğrendiğimiz tüm bilgiler sonucu her birimizin farklı düşünceleri, farklı inançlar, farklı tutumları oluşmaya başlar. Bu noktada başlar bedensel rahatsızlıklar. Takındığı zihinsel tutumdur kişiyi rahatsızlandıran ve farkına varılmaz bunun çoğu zaman.
        İyileşmek için bilinçdışına yönelmek, ona gönderdiğimiz olumsuz kalıpların farkına varmak, inançlarımızı sorgulamak, onlar üzerinde çalışmak, iyi olanları saklamak, zararlı olanları atmak gerekir. Zararlı düşüncelerden kurtulalım. Onları bırakalım gitsinler, gitmelerine izin verelim. Onlardan özgürleşelim. Verdiğimiz emeklerin karşılığı, hem bedenen hem zihnen hem de ruhen sağlığa kavuşmak olacak.
Zihin- Beden İlişkisi
      Eğer herhangi bir rahatsızlığınız varsa, emin olun o rahatsızlığınız size bir mesaj vermeye çalışıyordur. O rahatsızlığın olduğu bölgeyi konuşturun. Onu dinleyin, size ne demek istediğine kulak verin. Diyelim ki başınız ağrıyor. Baş ağrınızın ne anlatmaya çalıştığını yakalamaya çalışın. Baş ağrısının en önemli nedenlerinin “İtirazlar, kabul zorlukları, korkular, acımasız özeleştiriler ve değersizlik hislerinizde ki artışlar” olduğunu göreceksiniz.
       Sivilce veya akneleriniz mi var? Muhtemelen size “Kendini kabul et, kendini onayla, kendinle barışık ol, kendini sev, öfkeni kontrol et.” dediklerini duyarsınız.
     Alkol bağımlısı mısınız? Bağımlılığınızı konuşturduğunuzda, muhtemelen “Kendini yararlı hissedeceğin alanlara yönel, yetersizlik hislerinden, aşağılık komplekslerinden kurtulmanın yollarını ara, kendini reddetmeyi bırak ve kendini onayla, hayatına yeni anlamlar kazandır.” diyordur.
        Ayak rahatsızlıklarınız mı var? “Gelecekle ilgili kaygılarından kurtul, hayata neşeyle bak, olumlu düşün, ilerlemek için kendine güven duy.” dediğini duyabilirsiniz.
Örneğin, “Makamına güvenerek beni gaddarca eleştiriyor. Tabi biliyor ona bir şey diyemeyeceğimi ondan yapıyor. Aslında burama kadar (gırtlak bölgesini işaret ederek) geldi, sanki bir yumruk var boğazımda, konuşamıyorum. Ağzıma geleni saymak istiyorum; ama hep kendimi tutuyorum.” diyenlerin daha çok boğaz, boğaz çevresi, ağız hastalıklarından kaçamadığını; ailesine, eşine dostuna güvenmeyen, kendini hayatta yalnız ve korumasız hissedenlerin ya da iletişim problemi yaşayanların çoğunlukla deri rahatsızlıklarıyla mücadele ettiğini, öfke ve intikam planlarının ağız kokusuna neden olduğunu biliyor muydunuz?
Aklınıza gelebilecek tüm rahatsızlıklar, size bir mesaj iletmeye çalışıyor ve size o rahatsızlığa eğilmek, bedeninizin ne anlatmaya, ne göstermeye çalıştığını kavramak düşüyor. Olumlu düşünme üzerinde çalıştıkça, onu hayatınıza uyarladıkça bedensel rahatsızlıklardan kurtulduğunuzu göreceksiniz. Söylediklerime inanmıyorsanız, deneyin, inanmaya başlayacağınıza eminim.
Ruhsal boyut
     Bireyin bir diğer boyutu ise ruhsal; yani tinsel yönüdür. Ancak bu üç boyut dengelendiğinde, bütünsel olarak sağlıklı işlediğinde kişi mutlu olabilir ve içinde bulunduğu anın farkına varabilir. Bu sebeple kişi, bedenine kulak vermeli, onun dilini anlamayı öğrenmeli, ona iyi davranmalı; duygularının ayırtına varmalı, düşüncelerini olumlu hale getirmeli, geçmişten getirdiği zararlı şeyleri kendinden uzaklaştırmalı; tarafsız bir gözle hayatı ve olayları yorumlama yeteneğini geliştirmeli, üçüncü gözünü açmanın, beşinci boyuttan bakmanın yollarını aramalıdır. 


Psk.Tuğba DEMİRÖZ