Yolu sakinlikle buluruz. Sakinlik pasiflik değildir


En Cesur sporları yapan, rekor kırmak ya da bir şeyi başarmak için akıl almaz şeyleri yapan insanları televizyonda ya da canlı olarak izlerken biz nefeslerimizi tutarız. Ama onların son derece sakin olduklarını görürüz.
Cesaret içimizde heyecan yaratır ama davranışlarımızda sakin olmayı gerektirir.
Yolu sakinlikle buluruz. Sakinlik pasiflik değildir. Cesaret zaten pasifliğin olduğu yerde bulunamaz. Çoğu zaman cesur adımlar, sakin sabrı gerektiren anları içerir.
Sakinlikte enerji vardır. Gerektiğinde durup bekleme hali hamilelik gibidir. Bu beklemenin (Sabır) içinde yeni bir şeyin gelişip büyüdüğünün sezgisi vardır. Sabırda bir şeylere “ katlanma durumu” yoktur. Mucize beklentisi yoktur. Bir şeylere takılıp kalmak hali yoktur. Sakinlik, elinden gelen herşeyi yaptıktan sonra her şeyin kendi akışı içinde olacağını bilme duygusudur.

 Karmaşanın ortasında sakin olabilmek ile bir şeyde takılıp kalmak arasında ki fark nedir?
Sakinlik ve Pasiflik Arasındaki Farklar :

SAKİNLİK                                     PASİFLİK
Enerji Akar                                  Enerji Tıkanır
Odaklanma Vardır                      Dağılma Vardır
Rahatlama hissi yaratır              Daralma Hissi Yaratır
Olana Katılımcıdır                      Olana Seyircidir
Olanı Kabul Eder                       Olanı Yadsır
Harekete geçmeye hazırdır.      Tutulmuştur
Çözüm Odaklıdır                       Korku Odaklıdır

Hem Cesaretin heyecanını , hem de sakinliği yüreğinde aynı anda taşımak, gündoğumu ile batımı arasında yaşamak gibidir; İkisinin de güzelliğini bilerek.
İkisini uzlaştırmayı ve dengelemeyi bildiğimizde zıtlar birbirini güçlendirir ve huzur içinde birlikte olur.

Nil Gün

Siz Hangisisiniz.........?

Patates , Yumurta ve Kahve

Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden; Her gün hayatinin ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu.
Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü.
Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.
Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, Bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı.
Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu.
Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı.
Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi.
Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı.
Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu.
İkincisinden yumurtayı çıkardı.
Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.
Kızına dönerek sordu: - "Ne görüyorsun ?"
"Patates, yumurta ve kahve" diye alaylı bir cevap verdi kızı.
"Daha yakından bak bir de" dedi baba , "patatese dokun."
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
"Ayni şekilde, yumurtayı da incele". Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.
En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.
Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı.
Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı "Bütün bunlar ne anlama geliyor baba? "
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de ayni sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı.
Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi.
Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü.
Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurta sertleşmiş katılaşmıştı.
Ancak kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
"Sen hangisisin" diye sordu kızına.
"Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?"
"Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? "
"Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracakcaksın? "
"Yoksa, Kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin "

Siz Hangisisiniz.........?

Sevgi Eksikliği

Sevgi eksikliği, kendini, içimizde hissettiğimiz büyük bir boşlukta gösterir. Sevgisiz kişi kayıtsız olur. Doğdukları andan itibaren, herhangi bir insanla iletişim kurmamış, en ufak bir sevgi almamış çocukları düşünün. Onları yaşamdan, ışıktan yoksun, boş gözlerle bakarken görürsünüz. Yine yaşam içinde, çökmüş, hasta dolaşan bu yetişkinler, yaşam kaynağı olan sevgiden kopukturlar. Kişinin mutluluğu, sevginin gizemli ateşine sahip olduğunun bilincinde olmasına bağlıdır. Bu ateş, güzel veya çirkin, herşeye bir anlam verir. Ruh, bu bağlantıyı kurduğunda, ışık yaymaya başlar.
Cennet sevgidir. Sevgi müziktir. Tanrısal sevgiye daldığınızda ve titreşimlerini hissettiğinizde, hayatın senfonisini anlayacaksınız.
Bir çiçeği güneş ışığından uzaklaştırınca, peşinden meydana gelen büyük değişikliği bilirsiniz. Bir varlıktan sevgiyi alırsanız, yine aynı sonucu elde edersiniz.”

Sevgi eksikliği, kişiyi, korku, üzüntü, hastalık, nefret gibi olumsuzlukla yüklü güçlere karşı korumasız bırakır. Kalbinizi sevgiye açın ve aynı anda, ışıktan kaçan bu istilacıları derin karanlıklara doğru kovalayın.

An'da Olmak.

"Yaşamak nedir?" diye hep sorarız kendimize ve görürüz ki bir dizi deneyimden ibarettir.

Yaşarken yaşamak ya da “mış” gibi yapmak, karın doyurmak, dışarıda bir şeyin peşinden koşmak, düşüncelerimizi takip etmek, roller yapmak duygularımıza dokunmadan... Kısacası var olurken yok olmayı deneyimlemek.

Oysaki deneyim sadece ol’an dan ibarettir. Deneyimlerimiz ve onların oluşumu ve anlamları kelimenin içinde gizlidir ve her bir deneyimimizi ifade ederken aynı şeyi tekrarlar dururuz farketmeden. Ol’an , ol’an...Sarfettiğimiz sözcüklerle kendimize sesleniriz aslında ; anda ol, anda ol, anda kal!

Peki ne oluyor da biz an’da olamıyoruz..
Bizi kim yönetiyor? Neleri farketmiyoruz?, Neleri kaçırıyoruz?

An’da ol’mak, yaşadıklarımızın farkındalığında ve hissettiklerimizi yaşayarak ve olan’ı görerek geçirdiğimiz süreçtir. Sadece gözlemci konumunda olmak, farkındalık içinde eylemde olmak demektir.

Ol’an sadece olandır. Olanın iyisi kötüsü olmaz. Olanda hayır ya da şer aranmaz. Sadece olmuştur, olmaktadır.

Olanda anlam peşinde koşan zihindir, egodur. Ifadelerimizde kullandığımız sıfatlar olanı olduğu gibi anlamamıza izin vermez. Herkes kendi algı filtresinin sonuçlarını ifade eder.

Çok güzel, çok kötü, harika, fena değil, çok güzel, çok çirkin. Bir de düşüncelerimizi duygularla bağlantılandırırsak işte o zaman olan’ı tamamen kaçırmış oluruz.

Zihin arzularımızın yuvasıdır. Arzularımız başı sonu olmayan taleplerin bileşkesidir. Zihin sürekli bir başlangıç ya da son arar oysaki ne bir başlangıç ne de bir son vardır. Bir arzu başlar, biterken bir diğeri kendini gösterir, düşünceler onlara eşlik eder ve bu böyle devam eder gider ve zihin başka türlüsünü bilmez. Tüm arzular beklentilerimizle beslenir.

Hayat Bir Şarkı Olsa...

Hayatı bir şarkı gibi yaşamak sanırım harika bir şey olurdu. Ritmiyle, melodisiyle ve aslında anlattığı sizin öykünüzle... 

O öyküye ruh katan melodi, bazen davullarla coşup, bazen keman ile ince ince yüreğinizi seslendirse, bazen de duyulması güç bir tınıda bir şeyler fısıldasa... 

Derinlerinizdeki çığlığınızı, hüznünüzü ya da yalnızlığınızı anlatsa ya da...

O bizim öykümüzü anlatsa, sessiz ve sözcüksüz ama bir dolu şeyi yüreğimize eş hissettirse... O melodinin tamamında kendi öykümüzü bulabildiğimiz bir şarkı olsa...

Hayatınız bir şarkı, bir melodi olsa hangisi olurdu? Ne hissettirirdi size?


Hayatı bir şarkı gibi yaşamak... Ama o şarkının bir yerine takılı kalmadan... Başa alıp alıp durmadan... Müzik bizi nereye götürürse, sürüklenip, kendimizi alıkoymadan, aynı hayat gibi bırakabilir miyiz ritme ve ritmin bize yaşattıklarına?

Müziğe kendimizi bıraktığımız gibi dans etmeye başlar mıyız peki sonra? İçimizden geldiği gibi... Ezberlediğimiz figürleri bir kenara bırakıp... Hissettiğimiz gibi... Acaba saçmalıyor muyum demeden... Gözlerimiz; bize bakan gözlerin ne düşündüğünü umursar bir halde dışarıya dönük olmadan... Hatta gözlerimiz olmasa...

Kapatın gözlerinizi... Elleriniz hareket etsin, salının ve içinizdeki tempoyla melodiye bırakın kendinizi... Kontrol etmeden o hareketleri... Sağa üç adım, hoop sola 3 adım olmadan... Bildiğimiz tüm figürleri-hissettiklerimiz ile yer değiştirebilir miyiz peki?

En iyi dans edenlerin gözleri açıkta olsa, aslında dışarıda bir şey görmediklerini gözlemlerim hep... Ve benim için profesyonel dansçılar belli bir eğitimin yanı sıra, ruhlarında da o ritmi hissederek aktarırlar danslarına... İzlerken hissettirirler, çünkü gözlerimle değil, ruhumla algılarım o duyguyu... İçim titrer... Aynı, eş duyguları hissederim... Onlar dans ederken, ben hissederim.

Dansı bir oyun gibi görenler, sadece oyunu oynar ezbere... Sağa dön, sola dön, tempo tempooo... Tempoyu tutturmak için direnen beden ile, aklın ısrarı eşlemez ya bir türlü... O bir dans değil savaş olur... İçinde ruh olmadan, hissedilmeden yapılan herşey bir savaş değil midir? İçinde direnme olan, içinde ezber olan, kazanan kaybeden olan, olması gereken olan...

Bir başka dans şekli ise, hissettiği gibi dans etmektir... Bir ortamda dans ile profesyonel olarak alakası olmasa da hissettiği gibi dans eden birine güldüklerinde, genelde kızarım. Adamın eli kolu ayrı, bacağı farklı oynasa da, bilindik tüm figürleri es geçse de, gözleri kapalı-kendinden geçmiş meditatif bir haldedir... Bedenini, ruhunu tempoya bırakır... Aklı ezberlenen figürleri çöpe atmış, kalbiyle teslim olmuştur ritme... Ben böyle insanları hep takdir ederim... Hissettikleri gibi dans edebildikleri için... Dışarıda bir şey yoktur... Ona bakanların ne dediği de... Beden, ruh ve ritm içselleşip, hareket olmuştur teslimiyetinde... Özgürdür... Dışardan ona bakanlardan alkış beklemez... Öyle bir kaygısı da yoktur... Onun hissettiği–onun ritmi budur, hayat gibi hissettikleri de dışarıdan takdirle beslenmez çünkü... Kendini kanıtlamak için figürleri yoktur... İçinde bir tempo vardır ve bir de teslim oluş, figürsüz-kuralsız... Ben böyle hissettiği gibi dans edenlere gülenlere kızarım... Hissettiğinle kendini akışa bırakmanın komik bir yanı yoktur çünkü...

Hayatın bin bir hali aslında çok şey anlatır bize...

Dans gibi yaşamak, içimizdeki ritme ayak uydurur gibi akışa bırakmak kendini...

Bir şarkı, bir melodi düşünün. O sizin şarkınız, sizin yaşamınız olsun.

Gözlerinizi kapatıp, yüreğinizden hissedin şarkınızı...

Sonra bırakın ritme kendinizi...

Teslim olun ona, hayat gibi...

Hissettiğiniz gibi dans edin...

Salının. Ellerinizi kollarınızı kullanın...

Ve bir hayat seçin, o sizin müziğiniz olsun.

Ritme bırakacağınız kendinizi...

Tümünde hayatın coşkusunu, hüznünü beraber görebileceğiniz...

Siz olan... Sizin olan... Temposu sadece sizin içinizle eş olan...

Teslim olun ritme ve akışa...

Direnmeden... Ezber bilmeden... Dışarıdan takdir beklemeden...

Ve elleri kolları serbest bırakın...

Dans edin hayatla...

O sizin sevdiğiniz melodiyi zaten size şu anda mırıldanmakta...

Brajeshwari

 

Kendini Sevmek Ve Onaylamak

Kişiler terapiste başvurduklarında, sorunları ne olursa olsun (hastalık, parasızlık, doyumsuz ilişkiler ya da tıkanmış yaratıcılık duyguları vb.) terapistin üzerinde durması gereken temel yapılardan biri şudur: 
Kendini sevmek ve onaylamak.
Kişi kendini olduğu gibi kabul ettiğinde, onayladığın da ve sevdiğinde, her şey zamanla yoluna girecektir. Küçük mucizeler (sağlığın düzelmesi, daha çok kazanma, ilişkilerin daha doyumlu hale gelmesi, kendini daha yaratıcı ve doyurucu biçimlerde ifade etmeye başlama, vb.) her yerde görülür. Ancak küçük mucizeler çabalamandan kendiliğinden olmaz, emek gerektirir.
Kendini sevmek ve onaylamak, güven ortamı yaratmak, kendine güvenmek, layık olduğunu düşünmek ve kendini olduğun gibi kabul etmek, kişinin kafasının içinde yeni bir düzen ve daha sevecen ilişkiler kurması demektir.
Kendini ve bedenini seven bir kişi, ne kendini ne de başkalarını kötüye kullanır.
Kendini onaylama ve kabul etme, kişinin hayatının her boyutunda olumlu değişimlerin olması için temel bir anahtardır.
      Kendini sevmek, kişinin hiçbir şey için kendisini eleştirmemesiyle başlar. Olumsuz bir eleştiri kişiyi tam da değiştirmek istediği davranış kalıbının içine hapsedebilir. Kişinin kendisine gösterdiği anlayış ve şefkat bu kısır döngüden çıkmasını sağlar. Bu nedenle kişi kendini eleştirmek yerine kendini onaylamayı denemelidir. Çünkü ruhsal ve bedensel sorunları çözen sihirli değnek kendini sevmek ve onaylamaktır. Kişi kendini iyi hissettiğiniz zaman, hayatı da düzgün gidecektir. Kişi aşık olduğu dönemlerde sorunları yokmuş gibi hissedebilir, Kendi­ni sevmek de aşık olmak gibi güzel duyguları ve güzel olayları kişiye getirecek ve kendini havada dans ediyormuşçasına hafif hissettirecek bir süreçtir. Yani kendini sevmek kişinin kendini iyi hissetmesini sağlar.
    Kişi kendini onaylamadıkça ve olduğu gibi kabul etmedikçe, gerçekten kendini sevmek imkansızdır. Bu da, ne olursa olsun kişinin kendini eleş­tirmemesi demektir. 
“Ama ben hep kendimi eleştiririm”, 
“Kendimin şu yönünü beğenmem nasıl mümkün ki?”,
“Ailem, öğretmenlerim, arkadaşlarım ve sevgililerim daima beni eleştirdi”, 
“Kendimi nasıl motive edebileceğim ki?”, 
“Ama böyle şeyler yapmak benim için yanlış olur” gibi düşünmeyi bırakmak, kendini sevme sürecine başlamak demektir. 
Goethe "Neyi yapabiliyorsan ya da yapabileceğini hayal ediyorsan başla, cesarette; aklı, güç ve büyü vardır" derken, başlamanın “ilk adımı atmak” anlamına geldiğine dikkat çekmiştir. 
Herkes her şeye baştan başlayabilir.

Uzm.Psk.Dan. Cem KEÇE
 

Teslimiyetin Anlamı

  Teslimiyet, yaşam akışına karşı koymak yerine ona izin vermeyi içeren basit ama çok derin bir bilgeliktir. Yaşam akışını deneyimleyebileceğiniz tek yer şimdi’dir, öyleyse teslim olmak şimdiki anı koşulsuz ve çekincesiz bir şekilde kabul etmek, olana içsel anlamda direnmeyi bırakmaktır. Olanı kabullenme sizi hemen zihinle özdeşleşmekten kurtarır ve varlığa yeniden bağlar. Direnç zihnin ta kendisidir.
    Teslim olmamak psikolojik formunuzu, egonun kabuğunu katılaştırıp sertleştirir ve güçlü bir ayrılık duygusu yaratır. Bu durumda çevrenizdeki dünyayı ve özellikle insanları tehdit edici varlıklar olarak algılarsınız. Böylece bilinçsiz bir biçimde diğerlerini yargılayarak yok etme dürtüsü, onlarla rekabet etme ve insanlara hükmetme ihtiyacı ortaya çıkar. Bu durumda doğa bile düşmanınız haline gelir, algılarınızı ve yorumlarınızı korku yönetir. Paranoya denilen zihinsel hastalık bu bozuk işlevli bilinç halinin biraz daha ağır biçimidir.
    Sadece psikolojik formunuz değil bedeniniz de direnme sonucunda katılaşır ve sertleşir. Bedenin farklı bölümlerinde gerilim ortaya çıkar ve beden bir bütün olarak kasılır. Bu durumda bedenin sağlıklı işlev görmesi için gerekli yaşam enerjisinin özgürce akışı büyük ölçüde kısıtlanır. Masaj ve fiziksel terapiler bu akışın düzelmesine yardımcı olabilir, ama günlük yaşamınızda teslimiyeti uygulamadıkça, neden ortadan kalkmadığı için bu tür terapiler sizi ancak geçici olarak rahatlatırlar.
    Teslimiyeti, artık hiçbir şey canımı sıkamaz ya da artık hiçbir şey umurumda değil tutumuyla karıştırmayın. Eğer yakından bakarsanız böyle bir tutumun gizli içerleme şeklinde bir olumsuzluk içerdiğini görürsünüz, bu kesinlikle teslimiyet değil maskeli dirençtir. Teslim olurken içinizde herhangi bir içerleme kalıntısı bulunup bulunmadığını görmek için dikkatinizi içinize yöneltin. Bunu yaparken çok uyanık olun, aksi takdirde bir direnç kalıntısı karanlık bir köşede bir düşünce ya da kabul edilmemiş bir duygu olarak saklanmayı sürdürebilir. Her ne şekilde olursa olsun olumsuzluk, mutsuzluk ya da ıstırap direncin olduğunu gösterir ve direnç daima bilinçsizdir.
      Eğer bilinçli olsaydınız, yani tümüyle şimdi’de yaşasaydınız tüm olumsuzluk anında yok olurdu. Olumsuzluk mevcudiyetinizde varlığını sürdüremez, ancak siz yokken var olabilir. Acı bedeni bile huzurunuzda uzun süre varlığını sürdüremez, ona zaman tanıdığınız için mutsuz olursunuz, çünkü yaşam kaynağı odur. Zamanı yoğun şimdiki an farkındalığıyla uzaklaştırdığınızda mutsuzluk da ölür. Ama onun ölmesini istiyor musunuz? Bu mutsuzluk gerçekten canınıza yetti mi? Peki onsuz kim olacaksınız?
    Spiritüel enerji teslimiyet yoluyla dünyaya girer. O sizin için, diğer insanlar ya da dünyadaki diğer yaşam formları için hiçbir ıstırap yaratmaz. Zihin enerjisinden farklı olarak yeryüzünü de kirletmez. Her şeyin ancak zıddıyla var olabileceğini, kötü olmadan iyinin de olamayacağını söyleyen zıtlar yasasına tabi değildir. Ego kurnazdır, bu yüzden zihinsel bir pozisyonla özdeşleşmeyi gerçekten bırakıp bırakmadığınızı anlamak için çok uyanık olmak zorundasınız. Eğer kendinizi çok hafif, derin biçimde huzurlu hissediyorsanız bu gerçekten teslim olduğunuzu gösteren açık bir işarettir. Direnerek onu güçlendirmediğiniz zaman diğer insanın zihinsel pozisyonuna ne olduğunu gözlemleyin. Zihinsel pozisyonlarla özdeşleşme ortadan kalktığı zaman gerçek iletişim başlar. 

     Direnmeme ille de hiçbir şey yapmama anlamına gelmez, sadece herhangi bir “yapmanın” tepkisel olmayan hale gelmesidir. Doğunun dövüş sanatlarının altında yatan bilgeliği, o derin bilgeliği hatırlayın.   
 Rakibinizin gücüne direnmeyin, onun kendini yenmesine izin verin!


ECKHART TOLLE

Kendini Tanımak

   "Kendini tanı” diyen Sokrates, yüzyıllar öncesinden evrensel bir öğütle sesleniyor günümüze ve hayatın anlamına ulaşmanın sırrını veriyor. Kendi içine yönelmeyen, kendini keşfetmeyen insan hayatını anlamlandıramaz. Kendini okumaya gayret eden bir birey, önce kendi varlığına ve daha sonra kendinden hareketle hayata bir anlam bulma yolunda ilerler.
   Kendini okumak, keşfetmek nedir? Kendi iç kaynaklarımızın; yani yeteneklerimizin, becerilerimizin, hislerimizin, duygularımızın, inançlarımızın, düşüncelerimizin zayıf ve güçlü yönlerimizin farkına varmaktır.
Nefsini bilen Rabbini bilir”, bilgelerin ise “kendini bil!.” Çağrıları kendi içsel kaynaklarımızın farkındalığını hatırlatır.
    İnsan doğru değerlere meyilli olarak yaratılmıştır: İnsanın potansiyelini keşfedip ortaya koyması, bu değerlerin yaşamında olmasıyla mümkündür. Bu değerler nelerdir? Sevgi, saygı, paylaşma, dayanışma, hoşgörü, empati, cesaret, içtenlik, iyi niyet, çalışkanlık, vefakarlık.  Bu değerlerle donatılmış insan, bazen yanlış değerlerin cazibesine de kapılabilmektedir. Kendini tanımaktan uzaklaşan ve yanlış arkadaşlıkların, geçici heveslerin rüzgarına tutulan insan, farkında olmadan kalbinde yanlış değerleri besler. Yaşamını anlamsızca tüketir.
    Hayatının her karesini anlamlandıran ve kendini okuyan bir insan, nitelikli bir yaşamın penceresini aralar. İşte böyle bir insanın yaşam zenginliğini düşünün!. Duygularını kontrol edebilen, kendini yönetebilen, içsel kaynaklarını yerinde kullanan bir birey olmanın hazzı…
    Kısaca insan hayatının güzelleşmesi de çirkinleşmesi de insanın elinde. Yanlış değerleri doğru olarak kabul edip ısrarla uygulayan bir insan, gerçekte yaşamını çirkinleştirmiştir.
    Silkinin!.. Doğru değerlerle mükemmel donatılmış bir varlık olduğunuzu unutmayın!. Çok özelsiniz. Çünkü sizin bir benzeriniz yok. O zaman başkası değil, kendiniz olun. Hayatınızın anlamını ve amacını keşfedin. Doğru değerlerin ısrarlı uygulayıcısı olarak hayata gülümseyelim. İyi insanlarla dost olup doğru değerleri yanımıza alalım. Kendimizi okumayı ve keşfetmeyi yaşam düstürü yapalım.
Yunus’un çağrısına kulak verelim: “İlim ilim bilmektir. İlim kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır.

Kendimize Öğütler

Hayatında her ne yapıyorsan şikayet etmeden, söylenmeden yapacaksın. Eğer hoşuna gitmiyorsa neden bunu yaşadığını kendine sormalısın. Değiştirmenin yoluna bakacaksın.

Karşılaştığın her olay, her durum senin hak edişinde yerini alıyordur. Biri sana hakaret etse bile bunun karşılığı senin içinde bir yerlerde. Ara ve... bul.

Kendini ifade etmekten kaçınmayacaksın. Kendini dogru, anlaşılır ve tam ifade etmeye özen göstermelisin. An’ da geri dönüp bakmamak adına bunu yapmalısın.

Ne yapıyorsan kendin için yapıyorsun. Diğeri ne yapıyorsa kendi için yapıyor. Diğerlerine kaptırdığın enerjini kendine kullan.

İçinde dengede kal; Çünkü iyi veya kötü, var veya yok, doğru veya yanlış… Fark etmez.

Kendi değerini ne hafife al ne de abart. Diğerlerinde nefret ettiğin, kınadığın, sevmediğin veya beğendiğin, imrendiğin her şey senin potansiyellerindir. Ne aşağıdasın ne yukarıda, buradasın. Unutma.

Hedeflerini belirle. Şayet olmazsa, bil ki yerine başka bir şey oluyordur.

Bir şey için sakın oldu, tamam, bitti deme. Sonrasında yanıldığını anlamak ister misin? Düşün.

Yaşadığın sürece “devamı” var. Başladığında biter, bittiğinde yeniden başlar..Döngünün içindesin.

Haksızlıklara tepkiliysen, haksızlığa uğrarsın. Buna izin ver. Haklılık ile haksızlık arasında fark olmadığını yaşayarak anlamak zorunda kalmamayı yeğle.

Ne yaşarsan yaşa..Duygular ve peşine düşünceler üretirsin..Esiri olma,özgürlüğü seç.

Kendi önemini iyi kavra..Yaşamın, senin birey olma fırsatındır. Değerlendir.

İnce bir çizgi üzerindesin. Meyillerini incele hem de detaylıca.

Gölgeler diyarındasın, her şey mümkün. Neyi ciddiye alırsan, senin gerçekliğine dönüşür. O sahte gerçeklik, senin enerjinden çalar. Kendinden çalmak ister misin?


SOPHIA

Her şey tek bir damla ile başlıyor..

Yürekde yaratılan tek bir damlacık sevgi, öfke, korku, huzur…. 

Tıpkı içinde elmaya ve elma ağacına ait tüm sırları saklayan bir zerrecik olan elma çekirdeğinin uygun ortam bulduğunda büyüyüp yeşerip, sonunda tekrar elmalar vermesi gibi, o damlacık da uygun ortamı bulduğunda büyüyor ...ve okyanusa dönüşüyor.. Sevgi ise sevgi okyanusu, öfke ise öfke okyanusu..

Ve bu okyanus öylesi yayılıyor ki, aslında benden ayrı olmayan tüm dünyayı da etkiliyor, dünyaya yayılıyor.. Tek bir damla tüm dünyayı etkiliyor. Ben fark etmesemde bu böyle. Tıpkı bir kelebek etkisi gibi.. Yürekde yaratılan tek bir damla, özünde ne taşıyorsa, tüm dünyayı onun ile etkiliyor..

Bizim “gerçek yaratıcılığımız” bence en basiti ile bu.. Yüreğimizde yarattığımız sadece tek bir damla .. Ve o damlanın tüm dünyayı kendince bir yolla etkileyişi.. Büyümesi benim o yaratım sırasındaki enerjime bağlı, daha sonrasında kendisi için bulabildiği uygun ortamlara..

Yüreği hepten sevgi olmuş bir varlıkta, öfkenin besleneceği hiç bir ortam/enerji yok.. Yüreğinde sevgiyi hiç yeşertemeyen birisi için de sevgi damlasını taşıyabilecek güç yok..

Ben ne kadar dengede isem, hep aynı tip damlalar yaratıyorum ve yarattıklarımın etkisi katlanarak artıyor. Ve ben dengede isem, benim yarattığım damlalarla uyum içinde olmayan diğerlerini besleyecek enerji de üretmiyorum. Dolayısı ile onlar beni etkileyemedikleri gibi, benden beslenerek büyüme şansları da olmuyor..

Seçimim yüreğimin ışığının dengede ve huzurlu olarak hep sevgiyi yaratması
… Dengede kalmak ve dünyanın ihtiyaç duyduğu enerjileri taşıyacak damlaları yaratabilmek..

Bir bardak saf su hayal edin… milyonlarca molekül içerir. Çok küçük bir damla yoğun bir tatlandırıcının bardağın içine damladığını düşünün. Tatlı bir suyunuzun olması pek fazla zaman almaz! Bu tıpkı karanlıkta küçük bir ışık yaktığınızda olanla aynı şeydir. Çünkü karanlık, çok geniş bir alanda dahi, bir ışık yakıldığında artık var olamaz. Şöyle diyebilirsiniz, milyonlarca karanlığınız olabilir, ancak tek bir ışık ile, ortamı ışık ile tatlandırdınız.

Özgür olabilmek konusu, aslında her birimize sorumluluklar da yüklemekte. Öyle ki, bir birey olarak duygu, düşünce ve davranışlarımızın sorumluluğunu almamız gerekir. Yüreğimizde yarattığımız her bir damlanın sorumluluğunu almamız gerekir.

Dışımızda bizden başka bir şey yok.. İçimizde olan her ne ise dışımızda da o var. Bu durumda, sadece kendi duygu, düşünce ve davranışlarımızdan değil, çevremizdeki herkesin, yaşadığımız ortamda bulunan herşeyin duygu, düşünce, davranış ve oluşlarından da biz sorumluyuz. Çünkü olan her ne varsa benim içimde olduğu için orada oluyor..

Düşünce, yaratıcılığın ilk boyutudur

Sabahları uyandığınızda hayatı bir gülümsemeyle selamlayın ve yüksek sesle şöyle deyin: "Bugün insanlarda ve hayatta iyi olan herşeyi görmeye niyet ediyorum. Bugün bolluğu görmeye niyet ediyorum."

Yürekten inanırsanız olmayacak şey yoktur.

Doğru dua, yalvarma duası değil, şükran duası olmalıdır.

İstediğiniz şeye layık olduğunuzu düşünürseniz, olur.

Mantıksal olarak ne olmadığınızı bilmeden ne olduğunuzu bilemezsiniz. Olmadığınızı bildiğiniz şeylerle ne olduğunuzu tanımlayabilirsiniz. Olmak için önce olmamalısınız.

Kendimin hangi parçası bu felaketten deneyim kazanmak istiyor? 

Varlığımın hangi boyutu, bu deneyimi kazanmak için felaketi kendine çekti?

Bir başkasının seçtiği yolu yargılama. Başarıyı kıskanma, başarısızlığa acıma. Çünkü kayıtlarındaki başarının ve başarısızlığın ne olduğunu bilemezsin.

Her olay bir armağandır ve her deneyimde bir hazine gizlidir.

Sizin dışınızda bir şeyin yada birilerinin size bir şeyler “yaptığı” fikrini taşıdığınız sürece bir şeyler yapabilme gücünüzden de kendinizi mahkum edersiniz. Ancak “ben yaptım” dediğinizde değiştirme gücünü kendinizde bulabilirsiniz.

Bir şeyi değiştirmek için ilk adım, onun olmasını sizin seçtiğinizi kabul etmektir.

Herhangi bir şeyi yapmak için tek bir neden var: evrene kim olduğunuzu göstermek.

Kim ve ne olduğunuza karar veren sizsiniz ve kim olmak istediğinize de…

Etki-tepki, neden-sonuç

Aradığın şeyi iç görü getirecektir. Mümkün olduğunca çok içine dön. İçe dönmezsen boşluğun artar.

Olamayacağın hiçbir şey yok, yapamayacağın hiçbir şey yok, sahip olamayacağın hiçbir şey yok.

Başkalarının seçimini gözleyin, yargılamadan. Seçimlerinin o an onlar için mükemmel olduğunu düşünün. Özellikle suçlamayın. Arzunun bağımlılık olmamasına dikkat et.

Bu savaşı kaybetmeniz mümkün değil. Tesadüf yoktur.
Hayat, sizin olacağını düşündüğünüzden başka bir şeyi size göstermez.
Düşünceleriniz oluşumu yaratıyor.

Birinci yasa, ne hayal ediyorsan o olabilir, yapabilir ve sahip olabilirsin. İkinci yasa, korktuğunu kendine çekersin.

Korktuğun şeyi deneyimlemen gerekir.
Değer ve inançlarınızı tek tek inceleyin, gözden geçirin.

Düşünce, yaratıcılığın ilk boyutudur. Sonra söz gelir. Söz yaratıcıdır ve yaratıcı enerjiyi evrene gönderir. Söz düşünceden daha dinamiktir. Sonra da aksiyon gelir.

Sözcükler de tıpkı düşünceler gibi enerjiye sahiptir. Hiçbir konuşma boş değildir

Otomatik Olumsuz Düşünce

Her düşünceye mutlaka bir ’’DUYGU’’ eşlik eder.

Düşünceyle ilgili oluşan duygu pozitifse kişi mutlu olur, haz alır. Hissedilen duygu negatifse kişi acı çeker, mutsuz olur.

İnsanı mutsuz eden her duygu olumsuzdur.

Bunaltı, sıkıntı, içdaralması, korku, acı, keder, hüzün, mutsuzluk, çaresizlik, yetersizliktir.

Değersizlik, önemsizlik, öfke, şiddet, kıskançlık, haset ve yenilmişlik gibi olumsuzluk içeren duygularından birini veya bir kaçını hissetmek kişinin duygu öncesindeki düşünceleriyle yakından ilgilidir.

İnsan zihni aynı andaiki  işlem yapamaz ve iki şeyi aynı anda düşünemez. İradeyle neyi düşüneceğini belirler. Trenin makasta ne tarafa gideceğini belirlemek gibidir. A-yolu pozitif B-yolu negatiftir.

Otomatik Olumsuz Düşünce geliştirdiyseniz, her şey  hep negatif gidecektir. Kötü düşünce negatif duygu, negatif duygu negatif davranış yaratır ve bu şekilde depresyon başlar.

Olumsuz Otomatik düşüncelerin etkisi altında bulunanlar, kendilerini bunaltıya sokacak en kötü ihtimalleri sıralarlar. Ellerinde bu düşünceleri için hiçbir delil yoktur. Denenmemiş, sonucu gözlenmemiş ve doğrulanmamış bilgi kaynaklarıyla kişi kendine cehennem hayatı yaşatır. Problem çözücü olarak bakmazlar. Birçoğu O.O.D.S nin ( Olumsuz otomatik düşünce sistemi) yarattığı problemlerin varlığını dahi anlayamaz, algıladıkları şeyinde çözümü için uğraşmazlar. Rahatsızlığın devamında bazıları, ilgi ve alaka odaklı çıkarları olduğunu sandıklarından ve yaşadıkları bunaltının(O.O.D.S.nin) çözüme ulaşması halinde sorunun oluşmasında kendi sorumlulukları olduğunun ortaya çıkacağı korkusundan ötürü çözüm de aramaz.

Yaşam muhteşem güzellikte manzarası olan sahil boyundaki yolda seyretmek gibidir.

Yolun sonundaki gideceğiniz yere varmak zorunda olduğunuz için, lanetler okuyarak ve zorunuza giderek yola çıkarsanız!

Yola çıktığınız aracınız daha önce hiç kullanmadığınız için, durduğu yerde başkaları tarafından taş atılarak, çizilerek, tekmelenerek, kirletilerek, çarpılarak deforme edilmişse!

Yakınlarınızın, çevrenizin kullandıklarını sandığınız araçlarında nasıl davrandıklarını gözlemleyerek araç kullandığınızı sanmışsanız!

Telaşla, acemilikle, taklitçilikle, korkuyla, öfkeyle kat ettiğiniz yoldaki güzellikleri görmeniz bir tarafa, ızdırap içerisinde-kazalar belalar sizin başınıza yağdığından,seyahatinizin bir an önce bitmesini istersiniz. Bir yerlerde ters giden bir şeyler olup ta mola verdiğinizde, derin nefes alın ve  olumsuz otomatik düşüncelerinizin yeteneklerinizi nasılda kısıtladığını farkına varın.

Kendilerine acıyan, kendilerini hayatın haksızlıklarına uğramış iyi insanlar olarak görenler, başlarına gelenleri hak etmediklerini düşünenler,  hiçbir zaman yürekten savaş verip hayata katılamayacaklardır. Kendilerine karşı acımasız davranıp dünyanın adaletsizliğinden kendilerini sorumlu tutanlar ve yaptıkları işlerde yalnızca kötülük görenler yaşamış sayılmayacaklardır.

En kutsal emanetiniz yaşamınız! Yaşamınızı ayaklar altına almayınız.

İyi düşünürken kötü hissetmeniz imkânsızdır. Duygularınıza dikkat edin ve olumsuz hislere sahipseniz hemen fark edip olumlu düşünce ile değiştirin. Kendinize başkalarının SİZE davranmasını istediğiniz gibi davranın. Kendinizi sevip sayın, kendi kendinizi MUTLU etmeye zaman ayırın. İnsan düşündüğü şey olur.
Psk. Özdemir Nayman

Stresle İyi Geçinmek

Hayatımız büyük bir koşturmaca içerisinde geçiyor. Bir çoğumuz gün içinde bir çok şeyle meşgul olup, hep bir şeyleri yetiştirme, bir şeylere yetişme telaşı içerinde yaşıyoruz. Yapılması gereken işler, uyulması gereken kurallar, yetiştirilmesi gereken ödevler… tüm bunlar günlük yaşam içerisinde bizi strese sokan şeyler.......
Stres.... Bu “korkunç” kavram son yıllarda en çok kullandığımız, en çok duyduğumuz şeylerden biri. Google arama motorunda stres yazıp arama yaptığınızda 5.030.000 sonuç ile karşılaşıyorsunuz. Dile kolay, beş milyon.

Peki gerçekten çok mu kötüdür bu stres? Bize çok büyük sıkıntılar yaşatan bu şey gerçekte nedir? Hayatımıza kim kimler sokmuştur? Bu “düşmana” karşı ne yapabiliriz? Hiç sordunuz mu bu soruları kendinize? Şimdi bunlara verilen yanıtlarla yeniden bir gözden geçirelim kendimizi.

Stres kötü bir şey midir?

Hayır. Stres her zaman kötü değildir. Stres iyidir. İnsanın hedefine odaklanmasını ve hep ayık kalmasını sağlar. Bilinci açar. Hafızayı kuvvetlendirir. Tüm sinir sistemimizi aktif hale getirir. Daha hızlı düşünmemizi sağlar. Çözüm üretmemizi ve engelleri aşmamızı sağlar. Bu nedenle olgunlaştırır bizi. Olgunlaştıkça rahatlar ve eskiden bie büyük görünen sorunların ne kadar basit olduğunu fark ettirir. Olgunlaştıkça stres yaratacak durum ve ya durumları kendi kararlarımızla bizim seçmemizi sağlar. Hayata karşı güçlendirir bizi. Özgüvenimizi çoğaltır. Tüm bunları stres sayesinde kazanırız.
İyidir de diğer tüm iyi şeyler gibi fazlası zarar verir.

Nedir stres?

Stres vücudumuzun içsel ve ya dışsal uyaranlara verdiği bir tepkidir. Doğal bir süreçtir. Okul değişikliği, şehir değişikliği, terfi, gibi birçok değişikliği dışsal stres kaynakları olarak sayabiliriz. İçsel kaynaklar ise yaşadığımız fiziksel ve ruhsal sıkıntılardır. Birey bu tür durumlarla karşı karşıya geldiğinde farklı davranışlar sergileyebilir. Bunlar karşısında duyulan sıkıntıyı aşan birey bir üst seviyeye geçer ki, rahatlama seviyesi diyebiliriz. Rahatlama ile birey daha biraz daha olgunlaşmış ve özgüvenini daha da arttırmış bir bireydir, artık. Bu da beraberinde yeni değişikliklere yelken açma aşamasını getirir. Ve döngü yeniden başlamıştır. Değişim oluşmaya başlamış haliyle stres yeniden ve farklı bir düzeyde ortaya çıkmıştır. Bu döngü hayatın doğal döngüsüdür. Değişim ve gelişim stres sayesinde meydana gelir. Bununla beraber her türlü ( iyi ve ya kötü yönde) değişim stresin kaynağıdır da.

Hayatımıza kimler sokmuştur?


Hayatın doğal bir döngüsü olarak tanımladığımız stresi kimse hayatımıza sokmaz. Ama biz günlük yaşamımızı sürdürürken nasıl herhangi biri pankreasımızdan bahsetmeyinceye kadar aklımıza pankreasımız gelmezse, stres de belki bu kadar üzerine düşülüp dillendirilmeseydi aklımızda, başımızda ve ya ruhumuzda olmayacaktı, kim bilir. Dünyanın farklı bölgelerinde hala ilkel kabile hayatı sürdüren birçok toplulukta doğum sancısının olmadığını bulgulayan bilim adamları çok ilginçtir ki bu kabilelerin dillerinde de doğum sancısı ile ilgili ve ya onu çağrıştıracak her hangi bir kavrama da rastlamamışlardır. Bizim stresi bu kadar dillendirdikten ve onun ne menem kötü bir şey olduğunu sürekli ifade ettikten sonra halimizin çoğu sınavda içler acısı olmasının nedeni de bu olsa gerek değil midir?

Strese karşı ne yapabiliriz?

Ben ona karşı bir şey yapma taraftarı değilim şahsen. Ona karşı olmak yerine onu ve hayatımızdaki önemi kabullenip onunla beraber yaşamadan yanayım. Doğallığını kabullendiğimiz, bizi geliştireceğini bildiğimiz bir şeye “karşı bir şey yapmak” ne kadar doğru olabilir ki? Onun yerine ve kabullendikten sonra, hayatımıza daha farklı şeyler katarak yaşamımızı değiştirmek daha rahat bir yaşantıya kavuşmak için yeterli olacaktır. Küçük, ufak değişikliklerden bahsediyorum. Gün içinde küçük çaplı egzersizler, hep yapmayı istediğimiz hobimize başlamak, problem çözme yeteneklerimizi geliştirmek ( kişisel gelişimimiz için bir çok kurslar düzenlenmekte), doğru nefes almayı öğrenmek ve uygulamak ve ya günde 5 - 10 dakikanızı kendi içsel dünyanızda geçirmek ( tabi bunun için de oto hipnozu öğrenmek ) olabilir. Bunlardan size en uygun olanı seçerek yaşamınızın değişim merkezini harekete geçirmiş olursunuz.

Psk.Dan. İzzet Zülküf Çelik

Hayatın Altın Kuralları

—Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez. Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol.

—Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.

—Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma.
—Seni seviyorum derken inanarak söyle.
—Özür dilerken karşındakinin gözlerinin içine bak.
—İlk görüşte aşka inan.
—Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal.
—Asla başkalarının hayalleri ile dalga geçme.
—Derinden ve inançla sev.
—Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam anlamıyla yaşayamazsın.
—Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş.
—İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp, onlar hakkında karar verme.
—İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.
—İnsanlara beklediğinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol.
—Yavaş konuş ama hızlı düşün.
—Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır.
—Eğer kaybedersen aklını da kaybetme.
—Üç S yi unutma:
      Sevgi - herkese,
     Saygı - kendine, başkalarına,
     Sorumluluk - Tüm hareketlerin için.
—Eğer hata yaptığını fark edersen, hemen onu düzeltmeye bak, bile bile devam etme.
—Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.
—Anneni sev, say, ara.
—Şunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptır.
—Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama.
—Satır aralarını da oku, bilgilerini paylaş.
—Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır.
—Dua et. Büyük güç verir.
—Düşün. Daha da büyük güç verir.
—Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır.
—En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır.
—Şunu bil ki; karakterin senin kaderindir.
—Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına, bir gönülde buket ol.
—Sevgi için kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın.
—İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol.
—Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.
—Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin...

Bilinç ve Bilinçaltı

Birçoğumuzun düşündüğünün aksine bir insanın dileklerine kavuşmasını sağlayan şey inandığı şey değildir. Bilinçaltımız zihnimizdeki düşünceye karşılık verdiğinde dileklerimiz gerçek olur.

...Hayatımızın ilk günlerinden itibaren bize aşılanan düşünce, inanç ve eğilimler hala bizimle birlikte ve hayatımızı yönlendirip etkilemeye devam ediyor.


Zihnimizin nasıl çalıştığına bakarsak, onun aslında iki bölüme sahip olduğunu görürüz:

Bilinçli zihnimiz (Rasyonel), ve bilinçaltı zihnimiz. (İrrasyonel)

Bizim bilinçli zihnimizle düşünüp alışkanlık haline getirdiğimiz her şey bilinçaltı zihnimize yerleşir. Bilinçaltımız kendisine iletilenleri bir müddet sonra hiçbir muhakeme yapmadan, tartışmadan doğru olarak kabul eder ve düşüncelerimizin doğasına bağlı olarak yaratmaya başlar.

Onu iyi ya da kötü tohumları kabul eden bir toprak gibi düşünürsek, bilinçaltımıza ancak iyi tohumlar ektiğimizde verim alabiliriz.

Bilinçaltımıza hangi düşünceleri ve inançları kabul ettirirsek, bunları dışarıda olaylar, durumlar ve koşullar olarak yaşarız. İçeriye ne yazarsak dışarıda onu yaşarız.


Gün boyu olumsuz, yıkıcı ve kötü düşünürsek, bu düşünceler yıkıcı duygular ortaya çıkarır.

Şu anda kendinizle ilgili düşüncelerinizi ve duygularınızı varlığınızın her parçası size ifade eder. Kendinizi kötü hissettiğinizde düşüncelerinizi gözlemlerseniz olumsuz düşünceler içinde olduğunuzu farkedeceksiniz. İyi şeyler düşünürken kendinizi kötü hissetmeniz imkansızdır.


Canlılığınız, hayata bağlılığınız, maddi durumunuz, dostlarınız, arkadaşlarınız, ilişkiniz kendinizle ilgili düşüncelerinizi mükemmel şekilde yansıtır.

Öfke, korku, kıskançlık, nefret gibi duygular bilinçaltımıza işleyen zehirlerdir. Bilinçaltınıza hayat dolu, sevgi dolu düşünceler iletin ve oraya yerleşen olumsuz kalıpları silin. Düşünceleriniz yapıcı ve sevgi dolu olduğunda, doğru cevabı almanız kaçınılmazdır.

Başarısızlığın üstesinden gelmek için yapacağınız şey, bilinçaltınızın isteğinizi kabul etmesini sağlamaktır. Siz bunun gerçekliğini kabul ederseniz “Zihin Yasası” size karşılık verecektir.

Ne zaman bilinçaltınızı sizin için bir şey yapmaya zorlamak isterseniz sonuç başarısızlık olur. Bilinçaltınız zihinsel zorlamalarınıza tepki vermez.
İnancınızın ve bilinçli zihninizin kabul ettiklerine olumlu tepki verir. İsteklerinize ve dilekleriniz için yaptığınız olumlamalara yürekten inanın. Yaptığınız olumlamayı bir müddet sonra bilinçli zihninizle reddederek çürütmeyin.


Olumlama öyle olduğunu söylemektir. Yaptığınız olumlamalarda tek bir konuya odaklanın
İstekleriniz ve hedefleriniz konusunda net olun, bilinçaltınıza karışık mesajlar göndermeyin.

Bütün olumlama cümlelerinizi olmuş gibi hayal ederek “şimdiki zamanda” hazırlayın.

Uyumadan önce olumsuz düşüncelerden kaçının, olumlamalarınızı yaparak ve arzularınızın gerçekleştiğini tekrar tekrar hayal ederek uykuya dalın.

Uykuya geçiş sırasında bilinçli zihnimiz büyük ölçüde geri çekilip, bilinçaltımız ortaya çıktığı için olumlarınızı ve imgelemelerinizi bu saatlerde yapın.

Unutmayın, siz uyurken bilinçaltınız uyumuyor ve çalışmaya devam ediyor. Bilinçaltınıza olumlu düşünceler gönderin, bırakın siz uyurken o çalışmaya devam etsin.

Sevgiyle kalın.

Her Şey İlk Adımla Başlar

Doğru telkin doğru titreşimleri beraberinde getirir
Yapmanız gereken değişimi istemek

Her şey ,ilk adımı atmakla başlar...
Hayatını şifalandırabilirsin
Düşüncelerin doğası gereği titreşimler yayar
Ve doğal olarak çekim gücü vardır
Ne düşünürsen osun
Biran dur ve hemen şu soruyu sor
Ne düşünüyordun?
Hayatın ve düşüncelerin işleyişini daha fazla anladıkça
Hayatın daha iyi olucak

İlk önce yapman gereken 2 şey var

Enerjini doğru kullan ve düşünce biçimini değiştir

Düşünce gücünün yapıcı gücünden yararlanmak için yapmanız gereken sadece enerji blokajlarınızı kaldırıp (reiki ile ) bilinçaltınıza doğru mesajları vermektir.

Manyetik enerjiniz tüm bedeninizi adeta bir zırh, bir fanus gibi saracak ve içsel gücünüzün dıştan gelen negatif enerjilerle yıpranmasına engel olacaktır.
Sözleriniz çok daha etkili olacak ve insanları etkileme kabiliyetiniz büyük bir oranda artacaktır.
Bu enerjiyi kullanmayı ve düşüncenizi yönetmeyi bir kez öğrendiğinizde
Kendinizi çocuk bahçesinde oynayan mutlu bir çocuk gibi hissedeceksiniz

0-6 yaş çocuklarını izlediğimiz de hareketlerine baktığımızda hayata karşı korkusuzdurlar
Yapmak istediklerinin karşısında hiçbir engel yoktur düşünür ister uygularlarlar onları engelleyen ne olabilirdi ki zaten J

Düşündüklerinin anında olacağını bilirler
Henüz biz yetişkinlerin kendilerine koydukları engelleri hayatlarına çekmemişlerdir…
Her şey ilk adımı atmakla başlar.
Hayatını şifalandırabilirsin.

Sevgiyle kalın.
Enerji tadında.