Görüntelemenin Dönüşüm Enerjisi

rüntüleme, bir şekil değiştirme enerjisini harekete geçirir. Nasıl korku bizi donduruyorsa, görüntüleme de bizi harekete geçirir. Korkunun etkisiyle ne kadar donup kalınır­sa, o kadar paralize olunur ve fiziksel, zihinsel yetenekler kaybedilir. Buna karşılık, ne kadar çok hareket edilirse, o kadar yaşama dönülür. Zihnin bir yapısı olan korkunun, ha­rekette yeri yoktur.
"Beyin,hafızasında veya hayal gücünde bir görüntü ürettiği zaman,cudumuzda çok belirgin değişikliklere yol açar.Bu telkinler ancak vücut ve zihin yeterince dinlenmiş olduğunda,bilinçaltında kök salacaklardır."
Ronald Shone
rüntüleme bir eylemdir ve bir rüya değildir. Bu an­lamlı bir eylemdir, çünkü oluşturduğumuz düşünce, somutla­şana kadar kendini geliştirir. Maddedeki biçimin kendini göstermesi, fikri izlediğine göre, bu enerjiyi kendimiz için, hayatta ne yapmak istiyorsak onu, tam olarak gerçekleştir­mede kullanacağız.
Hayalde canlandırma her durumda ve her yerde, örne­ğin spor yaparken, iş hayatında, ikili ilişkilerde, sağlık-bakım merkezlerinde uygulanabilir.


RÜNTÜLEMENİN DEĞİŞİK TİPLERİ

Hareket sırasında görüntüleme. Uyanık durumday­ken, tam hareket anında uygulanır. Aslında, hareket halin­deyken, gözler tam açıkken alışkanlıktan da öte bir kendini bırakmışhk içinde kendini gösterir. Örneğin yavaşlatılmış bir filmdeki gibi, koştuğunu düşünerek bir yarış yapmak. Bu gö­rüntü, zihinsel gevşemeye fiziksel başarıyı ekleyerek vücut üzerinde ani bir etki yapar.
Programlanmış görüntüleme. Bu metodu uygula­madan önce, 6.Bölümde sayfa 113'de anlatılan solunum tekniğini uygulayarak kısa bir süre (5-10 dakikalık) gevşeme alıştırması yapmayı tercih etmelisiniz.

Gevşeme

"Dinlenme, hareketin efendisidir."
                                 Lao Tseu

Gevşeme, yaşamsal enerjimizi kısa bir zaman için de ol­sa, vücudumuzda ve aklımızda yer alan doğa kurallarını "tü­müyle bırakarak", geri alma sanatıdır. Kendimizi gevşetmek, içimizde dolaşan enerjiyi özgür bırakmak demektir. Dinlen­me, temel olarak bir yapmama, bir çalışmamadır. Bu "koy-verme", bu "bırakıverme", ileride damarlarımızı daha iyi doldurmak için, boşluk yaratmaktır. Bu kavramı benimse­mek bizim için, Batılılar için, çok zordur, çünkü bir ara, bir duraklama isteyen bu düşüncenin tersine, biz harekete çok değer veririz.
Gevşeme, genel düşünüşün tersine, çok fazla zaman kazandırır. Aslında, küçük bir gevşeme, iyi bir gece uykusu kadar etkilidir. Zihniniz açık olacak ve gün içinde yepyeni bir yaprak açmaya hazır olacaksınız. Özellikle, kendinizin efendisi ve açık bilinçli olacaksınız.

"Söz konusu olan sadece, kıntılı ve bencil egonuza, çok daha büyük bir benliği keşfetmesi için biraz dinlenme sağlamaktır..."

Yoga ve meditasyon gibi, çok sayıda gevşeme yöntemi vardır, ama anahtar soluktadır-, solunum. Gevşeme teknikle­ri gittikçe artıyor. Onlara okullarda, üniversitelerde, hatta hapishanelerde ve toplum yararı için her alanda gittikçe da­ha çok rastlıyoruz. Max Cade'ın çalışmalarına göre, insan­lar, stresin psikolojik belirtilerine hakim olduklarında, çok sayıda hastalık da önlenebilecektir. Stresin azaltılması, aynı şekilde bazı fiziksel belirtileri de yok edebilir.

Doğru Nefes Alma

YAŞAM SOLUĞU
Soluk, yaşamdır ve solunum, bize ihtiyacımız olan ya­şamsal enerjiyi sağlar.
              Solunuma hakim olmayı bilmek, yaşamsal enerjiye ha­kim olmak demektir. Öyleyse, tüm gücümüzün soluğumuzda yer aldığını söyleyebiliriz. Yaşamımız ilk solukla başlar ve son solukla biter. Varlığımızın kalitesi, yoğunluğu, değeri bü­yük ölçüde "nefes almayı bilmemize" bağlıdır. Bitki ve hay­vanlarla tek ortak yönümüz olan solunum, üzerinde hakimi­yet kurabileceğimiz tek işlevdir. Bizim ruh sağlığımızı, içgü­dülerimizi yönetmemizi sağlar. Bu herkesin kişisel bir işidir, çünkü kimse bir başkası adına nefes alıp veremez. Solunum, vücudumuzun doğal işlevlerini düzenler.
Kendi solunumunun farkına varmak, "ben varım" de­mektir.
PRANAYAMA
Hindistan'daki yogiler için, pranayama veya "nefes tut­ma", yoganın temel alıştırmasıdır. Yogiler, böylece onları çevreleyen ve hayatta kalmak için bağlı oldukları yaşamsal enerjiye, pranaya hakim olmayı öğrenirler. Bu enerji, tüm "kımıldayan", "titreyen" ve varlıkların vücutlarını canlandı­ran şeyle ilişkilidir. Yogiler, soluk üzerinde hakimiyet kurma­yı öğrenirken, bu yaşamsal enerjiye onu dağıtmadan yaklaş­mayı, psikosomatik organizmalarına çok daha büyük bir ya­rar sağlamak için tercih ederler.
Solunum hareketi, yani nefes alıp vermek, çevremizde rastladığımız tüm ikili kutuplarla karşılaştırabilir: gece ve ndüz, sıcak ve soğuk, pozitif ve negatif, vb. gibi. Bu ku­tuplar, kusursuz bir denge sağlamak için vazgeçilmezdir. Bu solunum disiplinini geliştirirken, kendimize, enerjimize ha­kim olabileceğimiz bir araç uydurabilir ve böylece, doğada bizi çevreleyen tüm canlılarla ortak bir yaşam yaratabiliriz. Solunum sırasında, evrendeki "kendi" yerimizi alıyoruz. Ne­fes alıp vermeyi öğrenmek, yaşamın her anının farkına var­mak demektir.

İstediğim Kişiyi Hayatıma Çekebilirmiyim?

Günümüzde birçok insan ilişkiye beklentilerle girmektedir. Her insanın kendine göre beklentisi vardır. Kimisi sevilmek, kimisi yalnızlığından kurtulmak, kimisi zengin bir eş bulmak, kimisi cinsellik, kimisi kendi kişisel yaşantısındaki bir duygunun tatmini için. Tabiî ki bunların büyük bir kısmı hüsranla bitmekte geri kalanlar ise sürüncemede devam etmektedir.
İnsanlar arasında ilişki kurulması doğal bir olaydır. Yaşamın gelişmesi için gerekli bir olaydır. Ancak biz insanlar ilişkilerde sürekli egolarımızı ön plana çıkartmamız ve beklentilerle davranmamız nedeniyle ne yazık ki bizi mutlu edecek türde bir ilişki yaşayamıyoruz.
Malum hepinizin bildiği ya da bir yerlerden duyduğu evrensel yasalardan biri olan çekim yasası hayatımızın bir parçası durumundadır. Hayatımızda ne yaşıyorsak, şu anda başımıza ne geliyorsa bu bizim geçmişteki ekmiş olduğumuz düşüncelerimizin bir ürünü olarak hayatımızda yaşamaktayız.
Evrende iki farklı çekim vardır. Fiziksel dünyada da zıt kutuplar (mıknatıs) birbirini çekerken ruhsal dünyada aynı frekansta olan düşünceler birbirini çeker. Yani aynı düşünceye sahip insanlar birbirlerini çeker.

Sevgi mi? Korku mu?

Dünyadaki yaşanılan her şey düşüncelerinizin eseri sonucu oluşmuştur. Başınıza gelen olayları farkında olarak ya da olmayarak siz yaratıyorsunuz. Düşüncelerinizi kontrol ettiğinizde istediğiniz biçimde yaratım gücüne sahipken, düşüncelerinizi etrafınızda olan bitene kaydırdığınızda ise olan bitenden etkilenerek istenmeyen bir yaratım oluşturuyorsunuz. İki türlüde başımıza gelen her şeyin sorumlusu ne yazık ki bizleriz.
O zaman neden istediğimiz gibi bir yaratım yapmayı seçmiyoruz?
Neden sahip olduğumuz gücün farkına vararak hayatımızın sorumluluğunu elimize alıp yaşamımızı istediğimiz gibi yeniden dizayn etmiyoruz?
Yüce Allah insanları yaratırken en değerli şeyi insanlara vermiş akıl ve sevgi. Biz bu iki öğeyi kullanarak yapmak istediğimizi yapabilecek olmak istediğimi olabilme imkânına sahibiz. Ancak sorun şu ki bir kısmımız bu gücün farkında değil diğer bir kısmımız ise kullanmak istemiyor.
Kullanmak istemeyenlerin en büyük sorunu yaşamlarının sorumluluğunu almak istememek. Burada en büyük sorun kişilerin kendilerine olan özgüven eksikliğinden kaynaklanmaktadır.  Özgüven eksikliği insanların tek başına ayakta durmalarının ve birine dayanmadan yaşamalarının önündeki en büyük engeldir.

Allah İle Aldatmak- Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk - 2

ALLAH İLE ALDATMANIN ‘ARAPÇA’CILIK AYAĞI


 
 Allah ile aldatmanın bu ayağı Arap dilini kutsal ilan etmek için dini kullanma şeklinde yürütülen bir zülümdür. Arap dili ‘Allah’ın dili’ ilan edilip onsuz ibadet yapılamayacağı dayatması dinleştirilmiştir. Üstelik dinde dokunulmaz kılınan birçok fakîhin aksini söylemesine rağmen. Yani Arapça’yı kutsallaştırma yoluyla yürütülen Arap kültür emperyalizmi, önünde hiçbir engele yaşama hakkı tanımamıştır.

Engizisyon, papazlarından alınma bu zülüm, kendisini ‘bütün insanlığın, bütün zamanların dini’ olarak tanıtan İslam’ı sadece Arapların dini haline getiren vahim zulümlerden biridir ve Allah ile aldatanlar tarafından asırlarca din diye yutturulmuştur. Bu zulümden en büyük zararı gören kitle ise Türk halkı olmuştur.

Tarihin en büyük insanlık suçlarından biri olan bu zülüm, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin sekiz bakanlık bütçesi kadar parayla beslenen Diyanet İşleri tarafından hala yaşatılmaktadır. Bu din ve akıldışı dayatmayı aşmak için bu satırların yazarı tarafından verilen mücadele Türk halkının belleklerinde hala canlı olsa gerektir. Bu mücadelede en büyük kahrı Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal din kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan çektik. Daha ibret verici olanı, aynı Diyanet, bu tavrını birkaç yıl sürdükten sonra Tarabya’da topladığı bir şurasında, Kuran’ı Türkçe okuyarak da namaz kılınabileceğini hükme bağladı. (Herkesin kendi diliyle ibadet etmesinin İslam’a uygun olduğu konusunda, bkz. Öztürk; Ana Dilde İbadet Meselesi)