Endişe Sizi Yavaşlatır Enerjiyi Düşürür

Endişeler sizi yavaşlatır ve enerjinizi düşürür. Enerji bedeninizi güçlendirmenin, büyütmenin en güzel en kolay yolu biliyorsunuz ki daima yüreğinizdeki sevgiyi beslemek, yaymak ve umut ile neşe ile güven içinde duruşunuzu korumaktır. Bu haliniz ile enerji bedeniniz sürekli gelişerek büyür ve sizi her türlü olumsuz etkiden korur, ve hatta hastalıklarınızı başlangıç aşamasında onarabilirsiniz , biliyorsunuz. İsteklerinizi gerçekleştirebilmek, her dileğinizi gerçekleştirebilmek ve başarmak sizin elinizde, yeter ki saf ve temiz niyetlerle, aşk ile dileyin ve izleyin. Yüreğinizde kuşkuya, endişeye yer vermeden...

Enerji bedeninizin yükselmesi ile geçeceğiniz kapılardan çok daha kolaylıkla ve zarafetle, incelikle akıp gidebileceğinizi unutmayın  enerji bedeninizi genişletmenin yolu daima sevgide, neşe içinde kalmaktır. İçinizde hiçbir kuşku ve endişe taşımadan.

Kozadan Kelebeğe

 Bir çocuk sekropia denilen bir tür güve kozalarını topluyor ve bahar gelince ,güvelerin kozalardan nasıl çıktıklarını hayretle ve ilgi ile seyrediyordu.Fakat güvelerin kozadan çıkarken sarf ettikleri gayret ,çırpınma karşısında da içinde bir acıma hissi gelişiyordu.Babası bir gün ,bu böceklerin bir tanesinin kozadan çıkmasını güçleştiren ipeği makasla kesti.Fakat sonuç şaşırtıcı idi;çok geçmeden böcek öldü. Baba bu olay üzerine oğluna şu hayat dersini verdi: ” oğlum ,bu böcek kozasından dışarı çıkarken sarf ettiği gayret neticesinde ,vücudundaki zehri dışarı verir.Eğer o zehir dışarı verilemezse böcek ölür.Aynı zamanda da bu çırpınışlar sayesinde ileride kendisi için çok gerekli olan kasları güçlenir.İnsanlar da ,daha güçlü ,daha dayanıklı ve daha iradeli olmak ve böylece istediklerini yapabilemek için önlerine çıkan zorluklarla mücadele ederek olgunlaşır ,gelişir ve güçlenirler . Eğer insanlar ,arzularına kolayca ulaşırlarsa karakterleri zayıflar,adeta ,içlerinde bir şeyin ölmüş olduğunu hissederler

Yalnızlık da, sağlık da, zenginlik de, mutluluk da bulaşıcı. Duygular bulaşıcı.

Yalnızlık da, sağlık da, zenginlik de, mutluluk da bulaşıcı. Duygular bulaşıcı.

Bu araştırmayı okurken, duyguları kokuya benzettim. Ve bana inanması güç gelen bu uzak etkileşimleri anlayabilmek için, görsel bir resim uydurdum. Bütün tanıdıklarım ve onların tanıdıklarıyla bir odada olduğumu ve duyguların da kokulara benzediğini düşündüm. Herkese yayılıyorlar! Birinin mutsuzluğu herkesin mutsuzluğu oluveriyor. Tıpkı bir sürüdeki hayvanlar gibi, birinin yön değiştirmesiyle hepsi o yöne gidiyor. Delice bir bağ var aramızda. Bu bağa kadeh kaldırıyorum, saygı duruşuna geçiyorum.

İki insan konuşurken, birbirlerinin surat ifadelerini taklit etmeye başlıyormuş. Karşımızdaki gülüyorsa, gayri ihtiyari gülüyoruz, ağlıyorsa üzülüyoruz. ‘Ayna etkisi’ diyorlar buna. Gülen birine geri gülüyorsun. Ve beyne kaslardan şu mesaj gidiyor: güldü. Beyin de hemen onun hormonunu salgılıyor: mutluluk! Hep tersi sanırdık di mi? Böyle bir otoyol da varmış yani, kaslardan beyine tek yön giden. Kalbin kırıksa, gülmeyi bir denemekte fayda var.

Tanıdığın her mutlu insan mutluluğunu yüzde artırırken, her mutsuz insan yüzde 7 azaltıyor.

Bilmiyorum bu yüzdelerle, bu kadar çok başkalarıyla napılır... Ben ilk iş, arkadaşlarımın ağını çizip, basit ve kabaca bir :) ve :( kondurucam isimlerinin yanına. Bakalım durum ne? Bakalım mahremiyetine yastığa sarılır gibi sarılan ben, sosyalin ağına kendimi ne kadar bırakmışım?
Arkadaşımın arkadaşının arkadaşı kimdir benim sahi?

Acının İlacı

Çin’de, tek oğlunu yitiren bir anne, yüreğindeki büyük üzüntüsüyle bir din adamına gitti ve derdine bir çare bulmasını istedi: “ Oğlumu bana hangi duaların, hangi sihirlerin geri getirebileceğini öğrenmek istiyorum ” dedi. “ Söyleyin, o duaları edeyim, o sihirleri yapayım” Çinli din adamı, üzüntülü anneye acısını yatıştıracak sözler söylemek yerine, ona bir görev verdi:“Bana, yaşamları boyunca bireylerinden teki bile hiçbir acı tatmamış bir evden, bir avuç hardal tohumu getir ” dedi. “ Onu, senin yaşamında acıyı yok etmek için kullanacağız ”Üzüntülü anne, bu sihirli tohumu isteyebilmek için, acının bilinmediği bir ev aramaya başladı.Sonunda, çok güzel ve çok büyük bir konak gördü ve gitti, umutla kapısını çaldı.“ İçinde, acının asla yaşanmamış olduğu bir ev arıyorum ” dedi. “ Bu güzel ve büyük konağı görünce, burada acının yaşanmadığına inandım ve aradığım yerin burası olduğuna karar verdim.”Konağın sahipleri, acılı anneyi içeri aldılar, ona ikramda bulundular ve acısını dinledikten sonra ona, “ aradığı evin burası olmadığını ” söylediler.“ Siz yanlış yerdesiniz ” diye söze başladılar ve sonrada, başlarından geçen tüm acılı olayları anlatmaya başladılar. Acılı anne, ev sahiplerini dinlerken onlara acımaya başladı: “ Bunlar benden daha acılı ” dedi kendi kendine. “Bunlara birilerinin kesinlikle yardımcı olması gerekir.” Çevrede onlara yardım edecek kişilerin bulunmadığını görünce bir süre orada kaldı ve elinden geldiğince bu acılı aileye yardımcı oldu.Acılı anne daha sonra kentte yine sokak sokak dolaşarak, içinde acının yaşanmadığı başka evler aramasını sürdürdü.Fakat hangi evin kapısını çaldıysa, tümünde acılı öyküler dinledi. İçinde acının yaşanmamış olduğu bir ev bulamamış, fakat kapısını çaldığı bu evlerdeki acılı tüm kişilerin acılarını paylaşarak onlara yardımcı olabilmişti.Acılı anne, gittiği evlerde tanıştığı acılı kişilerin acılarını azalta bilmek için onlara yardımcı olmaya kendini o denli kaptırdı ki, bir süre sonra kendi yüreğinde ki evlat acısının da azalmaya başladığını gördü. Ve sonun da, sihirli hardal tohumunu anlamını buldu, içindeki acıyı da unuttuğunun ayırdına vardı.

İçe bakmak


İnsanlar meşgul kalmak istiyorlar. Yapacak hiçbir işleri yoksa, yapacak bir şeyler bulurlar. Aynı gazeteyi yeniden okumaya başlayabilirler. İlk okuduklarında saçma bulurlar, o halde ikinci kez okumak neden?

Sadece oturduğunda huzursuz hissedersin. Bir kulübe gitmek ya da tiyatroya gitmek istersin. Ya da sadece meşgul kalmak için markete gidersin. Herkes dışarıya çıkmakla ilgilenir. Kimse içe bakmakla ilgilenmez. Çünkü içe bakmaya başladığın anda, orada saklanmış bir çok şeyi düşünmeye başlarsın. Onları sen baskı altında tuttun, senden başkası değil. Yani öfkenin orada olduğunu çok iyi biliyorsun; nefret orada, cinsellik orada, açgözlülük orada, kıskançlık orada… İçinde fokur fokur kaynayan binlerce şey var, ve patlamaya hazır durumda. O yüzden dışarıya çıkmak en iyisi, içe bakmak değil. Bir yerlere kaçmak en iyisi.

İnsanlar işleri olmadan meşguldürler. Dinlenmek istediklerini söyleyebilirler, ama kimsenin dinlenmek istediği yoktur. Çünkü gerçekten dinlenirsen, bu otomatik olarak meditasyon olur; ve bu durumda da içe bakmaya başlarsın. İçindeki merkeze doğru hareket etmeye başlarsın, ve çevreni korku sarar. O yüzden markete git, bir kulübe git… Zamanını binlerce yolla boşa harca !.. İnsanlar meşgul kalmak istiyorlar. Yapacak hiçbir işleri yoksa, yapacak bir şeyler bulurlar. Aynı gazeteyi yeniden okumaya başlayabilirler. İlk okuduklarında saçma bulurlar, o halde ikinci kez okumak neden? Sadece oturduğunda huzursuz hissedersin. Bir kulübe gitmek ya da tiyatroya gitmek istersin. Ya da sadece meşgul kalmak için markete gidersin. Herkes dışarıya çıkmakla ilgilenir. Kimse içe bakmakla ilgilenmez. Çünkü içe bakmaya başladığın anda, orada saklanmış bir çok şeyi düşünmeye başlarsın. Onları sen baskı altında tuttun, senden başkası değil. Yani öfkenin orada olduğunu çok iyi biliyorsun; nefret orada, cinsellik orada, açgözlülük orada, kıskançlık orada… İçinde fokur fokur kaynayan binlerce şey var, ve patlamaya hazır durumda. O yüzden dışarıya çıkmak en iyisi, içe bakmak değil. Bir yerlere kaçmak en iyisi. İnsanlar işleri olmadan meşguldürler. Dinlenmek istediklerini söyleyebilirler, ama kimsenin dinlenmek istediği yoktur. Çünkü gerçekten dinlenirsen, bu otomatik olarak meditasyon olur; ve bu durumda da içe bakmaya başlarsın. İçindeki merkeze doğru hareket etmeye başlarsın, ve çevreni korku sarar. O yüzden markete git, bir kulübe git… Zamanını binlerce yolla boşa harca !.. Osho

Bazen olmaz ; hayat istediğini sunmaz, sunsa da uymaz……



O yaşların arkasında ruhunun her kayıpta kazandıklarını sakın ha hafife alma.... Bazen olmaz ……Bazen olmaz ; hayat istediğini sunmaz, sunsa da uymaz……Ya zaman yanlıştır; ya mekan belki de insan……Bazen olmaz, ne kadar istesen de gönlünü isteğinin yoluna düşürsen de bazen olmaz……O zaman kalan iki damla yaştır sanma ;O yaşların arkasında ruhunun her kayıpta kazandıklarını sakın ha hafife alma…Hayat her zaman istediğimiz gibi akmaz. Çok çalışır çabalarsınız ama puan istediğiniz okulu tutmaz; çok beklediğiniz emek verdiğiniz bir iş vardır görüşme tarihi size uymaz…..Canınız kadar sevdiğiniz dostunuz vardır ; zaman içinde saptığı yollar sizin yollarınız ile uyuşmaz.Aşıksınızdır; eliniz ayağınız karışır görünce ;bir gülüşü içinizi yakar, ama ne yazık ki zaman ayrılığı çalar……..Bazen olmaz hayat size umduğunuzu sunmaz………


O zaman size düşen vedadır geçmiş umutlara; belki de aşkı bırakmak başka bahara; ya da çalışmak başka bir sınava….Belki de bunların içinde en zor bırakılacak olan dosttur; kim bilir belki de arada bir içilecek ortak bir fincan kahve bulunur…………


İşte bizi en çok o zaman hayat sınar….Neredeyiz, sunulanları alamayınca hangi yürekteyiz; biz biz miyiz yoksa tutunduğumuz ince iplikler miyiz?Tutunmalara takılıp giden miyiz; yoksa tutunmalardan sıyrılmayı başarıp da gerçek hedefi, gerçek bizi görecek miyiz?Bazen olmaz; aşkta , işte, dostlukta ve yaşamda bazen maya tutmaz………O zaman kalan iki damla yaştır sanma……O yaşların arkasında ruhunun her kayıpta kazandıklarını sakın hafife alma….

Yonca AYAS
DENENMİŞ DENEMELER. AŞK' A DAİR DENEMELER

EVRENDE KORKULACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR

Hayat şaşılacak surette harikalarla dolu bir yaratılış surecidir ve siz onun parçasısınız. Ve her düşündüğünüz, söylediğiniz ve yaptığınız şey de onun bir parçasıdır. Yanlışlar yoktur, hata yoktur. Hepsi Hayattır.

Değersizlik, korku, kasvet düşünceleri; yıpratıcı, negatif düşünceler, tekrar ve tekrar. Simdi önemli bir nokta. Bir düşünce size geldiğinde, o düşünce fiziksel bedeninize duygu olarak aktarılır. Ve bu duygu, sizin deyiminizle, ruhunuza kaydolur. O anda, gelecek zamana ait bir eylem sekil alır. Hepimiz dünya katına bütün duygular, bu heyecanlar dizisini deneyimlemek ve onlar üzerinde hâkimiyet kazanmak üzere geldik.


Tepkilerimizi, kendimize çekeceğimiz düşünceleri, hayatımızda gerçekleştireceğimiz eylemleri seçebildiğimizi idrak ettiğimiz zaman hâkimiyeti kazanmış oluruz. Kendimize çektiğiniz düşüncelerden çoğunun temelinde; bizde bir kusur olduğu ve bizim sevilmeye layık olmadığınız ve sevilmek için bir şeyler yapmak zorunda olduğumuz inancı yatmaktadır


Siz secim yapmak zorunda değilsiniz. Tüm ıstıraba, tüm hastalıklara, tüm acılara, tüm pişmanlıklara, tüm suçlara sahip olabilirsiniz, yine de üzülmenize gerek yok; çünkü gönlünüzdeki sevgi öylesine uçsuz bucaksızdır ki o hepsini taşıyabilir. Bu duygular sizin çocuklarınızdır. Onlar sizin çocuklarınızdır. Bütün istedikleri sizin sevginizdir. Onları siz yarattınız Siz bu duyguları onlara olan sevginizle, onları kabulünüzle işittiğiniz zaman, başkalaşım (trans mutasyon) ve dönüşüm (transformasyon) sözcükleri o zaman gerçeklik kazanacak. EVRENDE KORKULACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR


Hayatınızı dengenizi yitirmiş bir halde geçirmek zorunda değilsiniz. Sizin için neyin iyi oldugunu keşfetmek ve hayatınıza huzur ve uyum getirmek sizin sorumlulugunuzdur.

Yaşamın Kuralları

Doğarken dünyaya bir kullanma kılavuzu ile gelmediniz; aşağıdaki kurallar yaşamınızı daha iyi kılmak içindir.

1. Size bir vücut verilecektir. Onu beğenebilir ya da ondan nefret edebilirsiniz, ancak kesin olan bir şey varsa o da ömrünüzün geri kalanı boyunca ona sahip olacağınızdır.

2. Dersler öğreneceksiniz. “Yeryüzünde Yaşam” isimli tam zamanlı bir okula kaydoluyorsunuz. Her kişi veya her olay birer Evrensel Öğretmen’dir..

3. Hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır. Büyümek bir deneyim sürecidir.  “Başarı” kadar “yenilgiler” de bu sürecin bir parçasıdır.

4. Bir ders öğrenilene kadar tekrar edilir. Bu ders, ta ki siz öğrenene kadar size çeşitli biçimlerde anlatılır. Ancak ondan sonra bir sonraki derse geçebilirsiniz..

5. Eğer kolay dersleri öğrenemezseniz bu dersler giderek zorlaşırlar. Dışsal sorunlar içsel durumunuzun kesin bir yansımasıdır. İçsel engelleri ortadan kaldırdığınız zaman dış dünyanız değişir. Acı, evrenin sizin dikkatinizi çekme şeklidir.

6. Davranışlarınız değiştiği zaman bir dersi öğrenmiş olduğunuzu anlarsınız.. Bilgelik egzersizdir. Bir şeyin bir parçası, hiç bir şeyin bir çoğundan daha iyidir.

7. “Bura”dan daha iyi bir “orası” yoktur. “Orası” dediğiniz yer “burası” olduğu zaman gene “bura”ya kıyasla daha iyiymiş gibi görünen bir “orası” olacaktır.

8. Diğer insanlar yalnızca sizin aynanızdırlar. Diğer bir kişinin bir yönü sizin kendinizde sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz bir yönünüzü yansıtmadıkça onu sevmeniz ya da ondan nefret etmeniz mümkün değildir.

9. Yaşamınız size bağlıdır. Yaşam size tuvali sunar, resmi siz yaparsınız. Yaşamınıza sahip çıkın, yoksa başkası sahip çıkacaktır.

10. Daima ne isterseniz onu alırsınız. Bilinçaltınız kendinize çektiğiniz enerjileri, deneyimleri ve insanları  doğrulukla belirler — dolayısıyla ne istediğinizi bilmenin en güvenilir yolu neye sahip olduğunuzu görebilmektir. Kurbanlar yoktur, yalnızca öğrenciler vardır.

11. Doğru ya da yanlış yoktur, ama sonuçlar vardır. Ahlaki yaklaşımların faydası olmaz. Yargılamalar ise yalnızca davranış kalıplarını korumak içindir. Yalnızca yapabildiğinizin en iyisini yapın.

12. Cevaplar kendi içinizdedir. Çocukların başkalarının rehberliğine ihtiyacı vardır; bizler ise olgunlaştıkça “Ruhun Yasaları”nın yazılı olduğu kalbimize güveniriz. Bildikleriniz duyduklarınızdan, okuduklarınızdan ya da size söylenenlerden çok daha fazladır. Yapmanız gereken yegâne şey bakmak, dinlemek ve güvenmektir.

13. Tüm bunları unutacaksınız.

14. Ne zaman arzu ederseniz hatırlayabilirsiniz.

Cherie Carter-Scott’un “If Life is a Game, These are the Rules” adlı kitabından alınmıştır.

Yaşadığımız Hergünden Hayata Dair Ders Almak

Bazen birileri hayatınıza girer ve onların orada olmalarının, sizin bazı amaçlarınıza hizmet etmeleri, size ders vermeleri veya kim olduğunuz ya da kim olmak istediğiniz konusunda size yardım etmeleri demek olduğunu kesinlikle bilirsiniz.
Bu kişilerin kim olabileceklerini asla bilemezsiniz – bir oda arkadaşı, bir profesör, bir arkadaş, bir sevgili ya da tamamen yabancı biri – ama gözleriniz onlarla kilitlendiğinde, işte o an hayatınızı çok derin bir şekilde etkileyeceklerini bilirsiniz.
Bazen, başınıza gelen şeyler ilk başta korkunç, acı verici ve adaletsizce görünebilir ama sonraları aksine o engelleri aşmadan potansiyelinizin, gücünüzün, iradenizin ve yüreğinizin asla farkına varamayacağınızı anlarsınız.
Hastalık, yaralanma, aşk, gerçek mükemmelliğin kayıp anları ve aptallıklar, hepsi sizin ruhunuzun sınırlarını test etmek için vardır. Bu küçük testler olmaksızın, her ne olursa olsunlar, hayat hiçbir yere varamayan, pürüzsüzce asfaltlanmış düz, yavan bir yol gibi olurdu. Güvenli ve rahat; ama aptalca ve tamamen anlamsız.
Tanıştığınız, hayatınızı etkileyen insanlar, tecrübe ettiğiniz başarı ve çöküşler, kim olduğunuzu ve kim olacağınızı bulmanıza yardımcı olurlar. Kötü tecrübelerden bile bir şeyler öğrenilebilir. Aslında, bazen onlar en önemlileridir.
Eğer birileri sizi severse, karşılığında onlara hangi şekilde yapabiliyorsanız sevgi verin, sadece sizi sevdikleri için değil aynı zamanda size sevmeyi ve kalbinizi ve gözünüzü nasıl açabileceğinizi öğrettikleri için. Eğer birileri sizi incitirse, aldatırsa ya da kalbinizi kırarsa, onları affedin, size, güveni ve kalbinizi kimlere açacağınıza dikkat etmenin önemini öğrettikleri için.
Her gününüzü önemseyin. Her anın değerini bilin ve onu bir daha asla yaşayamayacağınız için o anlardan alabileceğiniz her şeyi alın. Daha önce hiç konuşmadığınız insanlarla konuşun ve onların söylediklerini dinleyin!
Aşık olmanıza izin verin, kendinizi serbest bırakın ve görüşlerinizi yükseltin. Başınızı dik tutun; çünkü her türlü hakka sahipsiniz. Kendinize önemli bir kişi olduğunuzu söyleyin ve kendinize inanın; çünkü eğer siz kendinize inanmazsanız başkalarının size inanması güç olacaktır. Hayatınızda istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Kendi hayatınızı yaratın ve daha sonra dışarı çıkıp hiç pişmanlık duymadan yaşayın! Ve eğer birilerini severseniz bunu onlara söyleyin; çünkü yarının neler sakladığını asla bilemezsiniz.
Yaşadığınız her günden hayata dair bir ders alın! Bugün; dün için endişelendiğiniz yarındır. Buna değer miydi?
Sharon Zeff

NEŞELİ OLMANIN GÜCÜ

“Siz önce güleryüzlü olmayı öğreniniz. İşte o zaman, alnınızda çizgiler olmaz. Ve işte o zaman, bir gönüle girmenin anahtarı elinizdedir.”

“Güleryüz, önce konuşan dilden önemlidir. Daha sonra dilinizle gözleriniz gülsün.”

 Dünya kederlerle, yoksulluklarla, hastalıklarla o kadar dolmuştur ki, ruhlarımıza çöken kara bulutları dağıtacak bir güneşe ihtiyacımız vardır. Dünyanın sevinç ve neşe ekici insanlara ihtiyacı vardır; yükselten ve ferahlandıran, ümit ve cesaret telkin eden insanlara.

Neşeli bir ruh ne büyük bir zenginlik hazinesidir!. İyimser olabilmek kıymetli bir mirastır!. Zira sükûnet ve barış daima onunla beraberdir. Onun ışığı etrafındaki gölgeleri kovar; kederli kalpleri aydınlatır. Onun kudreti ümitsizlere bile sevinç ve cesaret getirir. Hele iyimserlik özelliği, sevimlilik, nezaket ve yüz güzelliğiyle bir arada bulunursa, yer yüzünün hiçbir hazinesi bununla kıyaslanamaz. Bu paha biçilmez nimeti elde etmek sanıldığı kadar zor değildir; zira neşeli bir yüz, sıcak ve cömert bir kalbin yansımasıdır. İçteki güneş, ilk önce yüzde değil ruhta doğar, oradan yüze yansır. Yüze parlaklık ve çekicilik veren tatlı gülümseme içimizdeki güneş ışığından başka bir şey değildir.

Karşılaştığımız insanlara sempati ve ilgi göstermelisiniz. Herkes için iyi düşünceler ve duygular beslemelisiniz. Kendinizde bulunan iyi özelliklerimizi geliştirirseniz, başkalarının güzel ve asil duygularını anlamaya ve bu duyguları onlarda da yaratmaya güç kazanabilirsiniz.

Güneş gölgeleri kovduğu gibi, neşeli insanlar da ilişkide oldukları insanlardan kederi, tasa ve kaygıyı kovarlar. Neşeli insanlar somurtkanların bulundukları bir ortama girdikleri zaman, bulutlar arasından parlıyan güneş gibi ışık şaçarlar. Herkes yeni geleni görmekten huzur duyar; diller çözülür; ortam neşe ve sevinçle parlar.

Neşeli olabilmek hayatınızda kendinize ve başkalarına yapabileceğiniz iyiliklerin en büyüğüdür. Böyle bir ruh hali, yapacağınız her atılımda, mesleğinizde de sizi başarıya götürecektir. İşler, siz aramadan, kendiliğinden size gelecektir, dostlarınız sizi arayacaktır, toplum bütün kapılarını size açacaktır. Çünkü neşeli bir mizaçta çekim gücü vardır. O hayatın iyi şeylerini çeken bir mıknatıstır.


O. Swett Marden

İÇİNDE BULUNDUĞUN AN'I YAŞAMAK

“Geçmişi düşünmeden, anı değerlendiren, geleceği de kazanır.”
Kafamızın sağlam olması büyük ölçüde, içinde bulunduğumuz anı ne kadar yaşayabildiğimize bağlıdır. Bir gün veya bir yıl önce neler olduğu, ya da, ertesi gün neler olabileceğinin önemi yoktur. Sizin var olduğunuz yer, içinde bulunduğunuz andır. Bu her zaman böyledir.
Ne var ki, çoğumuz birçok şeyi aynı anda dert etme sanatında ustalaşmışızdır. Geçmişteki sorunlarımız ve geleceğe yönelik endişelerimiz yaşadığımız ana hükmettikçe, biz de kaygılarla ve ümitsizlikle dolu bir bunalıma gireriz. Bu durumdayken hayattan zevk almayı, önceliklerimizi ve mutluluğumuzu ileri bir tarihe erteleyerek, gelecekte “bir günün” bugünden daha iyi olacağına inanmaya çalışırız. Ne yazık ki,  şimdi bize geleceğe bakmamızı söyleyen zihniyet,  bunu hep tekrarlar ve o “bir gün” bir türlü gelmez. Yaşam biz başka planlar yapmakla meşgulken, çocuklarımız büyür,  sevdiğimiz insanlar bizden uzağa taşınırlar, kimi ölür, bedenimiz giderek biçim değiştirir; bu arada hayallerimiz uçup gidiyordur. Kısacası, hayatı ıskalıyoruzdur.
Çoğu insan hayatını, sanki gelecekte kullanacağı bir elbisenin provasıymış gibi yaşar. Oysa, hiç öyle değildir. Kimsenin yarın burada olacağına güvencesi yoktur. Sahip olduğumuz ve kontrol edebildiğimiz tek zaman, içinde bulunduğumuz andır. Aklımızı yaşadağımız ana verebilirsek, içimizden korkuyu atabiliriz. Bu korku gelecekte olabileceğinden kaygı duyduğumuz olaylardır… İleride parasız kalabiliriz, çocuklarımızın başı derde girer, yaşlanacak ve öleceğiz, diye duyduğumuz endişelerdir.
Korkuyla savaşmak için en iyi yol, dikkatinizi tekrar şimdiki zamana döndürmektir. Bundan böyle dikkatinizi bulunduğunuz yere ve o ana vermeye çalışın. Gayretinizin karşılığını fazlasıyla alacaksınız.
Dr. Richard Carlson

HASTA OLMAK İSTEMİYORSAN

Eğer hasta olmak istemiyorsan, duygularını anlat!.
Saklanan veya baskılanan heyecan ve duygular gastrid, ülser, bel fıtığı, bel ağrıları gibi hastalıklara yol açar. Zamanla duyguların bastırılması kansere dönüşür. Öyleyse sırlarımızı, hatalarımızı birileriyle paylaşmalıyız.. Diyalog, konuşma, kelime çok güçlü birer ilaç ve mükemmel bir terapidir!
Eğer hasta olmak istemiyorsan, karar vermelisin!.
kararsız kişi güvensiz, endişe ve ıstırap içinde olur. kararsızlık endişeleri, sorunları ve catışmaları çoğaltır. İnsanlık tarihi kararlardan oluşur. Karar vermek, diğerlerinin kazanması icin vazgeçmeyi ve avantajları kaybetmeyi kesinlikle bilmektir. kararsız kişiler mide rahatsızlığı, sinir hastalıkları ve cilt sorunlarının kurbanlarıdır.
Eğer hasta olmak istemiyorsan, olduğundan farklı yaşama!.
Gerçeği saklayan, rol yapan, her zaman mutlu olduğu görüntüsü veren, mükemmel görünmek isteyen kişi tonlarca ağırlığı biriktirmektedir. Ayağı kilden olan bronz bir heykeldir. Aldatıcı görünerek yaşamak kadar sağlık için kötü birşey yoktur. Kaderleri ilâç, hastane ve acıdır.
Eğer hasta olmak istemiyorsan, kabullen!.
Reddedicilik ve kendine saygı eksikliği, kendimizi kendimize yabancılaştırır. Kendimizle barışık olmak sağlıklı yaşamın anahtarıdır. Bunu kabul etmeyenler kıskanç, taklitçi, aşırı rekabetçi ve yıkıcı olurlar. Eleştirileri kabullen. Bu bilgelik, akıllılık ve terapidir.
Eğer hasta olmak istemiyorsan, çözümler bul!.
Olumsuz kişiler çözüm bulamazlar ve sorunları büyütürler. Üzülmeyi, dedikoduyu ve kötümserliği tercih ederler. Karanlığı kovmak icin kibrit yakmalı. Arı ufacıktır fakat varolan en tatlı şeylerden birini üretir. Biz ne düşünüyorsak oyuz. Olumsuz düşünce hastalığa dönüşen negatif enerji üretir.
Eğer hasta olmak istemiyorsan, güven!.
Güvenmeyen kişi iletişim kuramaz , açık değildir, derin ve sağlam ilişkiler geliştiremez, gerçek arkadaşlıkları nasıl kurabileceğini bilemez. Güven olmadan bir ilişki de olamaz. Güvensizlik sendeki inancın azlığıdır.
Eğer hasta olmak istemiyorsan, hayatı üzgün yaşama!.
Mizah. Kahkaha. Huzur. Mutluluk. Bunlar sağlığa güç verir ve daha uzun bir yaşam getirir. Mutlu kişi yaşadığı çevresini geliştir. İyi mizah bizi doktorun elinden korur. Mutluluk, sağlık ve terapidir.
İYİ OLMA SANATI
Dr. Dráuzio Varella.

Bana gelip aşktan korktuğunu söyleyen insanların sayısının çokluğu beni her zaman şaşırtmıştır.

Bana gelip aşktan korktuğunu söyleyen insanların sayısının çokluğu beni her zaman şaşırtmıştır. Aşk korkusu nedir? Bunun nedeni birisini gerçekten sevdiğinde egonun eriyip kaybolmaya başlamasıdır. Ego ile birlikte sevemezsin, ego bir engele dönüşür. Ve sen kendinle diğer kişi arasındaki engeli kaldırmak istediğinde ego, "Bunun sonu ölüm olacak, dikkat et!" der.

Egonun ölümü senin ölümün değildir, egonun ölümü gerçekte senin yaşam olasılığındır. Ego sadece senin etrafındaki ölü bir kabuktur, o kırılıp atılmalıdır. O varlığa doğal bir şekilde erişir; tıpkı bir seyyahın elbiselerinin, bedeninin üzerine tozları toplaması gibidir. Ve o bu tozdan kurtulmak için yıkanmak zorundadır. Biz zaman içerisinde ilerlerken tecrübelerimizin, sahip olduğumuz bilginin,yaşamış olduğumuz hayatın, geçmişin tozunu toplarız. Bu toz egoya dönüşür. O birikir ve kırılıp atılması gereken etrafındaki bir kabuğa dönüşür. Kişi her gün, aslında her an yıkanmak zorundadır. Böylelikle bu kabuk asla bir hapishaneye dönüşmez.

Egonun nereden geldiğini, köklerini anlamak faydalı olacaktır.

Bir çocuk, özellikle insan evladı doğar ve mutlak surette çaresizdir. O başkalarının yardımı olmadan hayatta kalamaz. Hayvanların, ağaçların, kuşların yavrularının pek çoğu anne babası olmaksızın,toplum olmaksızın, aile olmaksızın hayatta kalabilir. Arada bir yardıma ihtiyaç duyulsa da bu çok küçük bir şeydir; birkaç gün en fazla birkaç ay. Ancak insan evladı öylesine çaresizdir ki başkalarınayıllar boyunca bağımlı kalmak zorundadır. Köklerin aranması gereken yer burasıdır.

Niçin çaresizlik insan egosunu yaratır? Çocuk çaresizdir, başkalarına bağımlıdır ama ancak çocuğun cahil zihni bu bağımlılığı sanki kendisi dünyanın merkeziymiş gibi yorumlar. Çocuk, "Ne zaman ağlarsam annem hemen koşar, ne zaman acıksam sadece bir işaret vermeliyim ve meme bana verilir. Ne zaman altım ıslansa sadece azıcık bağırmak ve birisi gelir ve elbiselerimi değiştirir" diye düşünür. Çocuk bir imparator gibi yaşar. Aslında o kesinlikle çaresizdir ve bağımlıdır ve anne baba, aile ve onun bakıcıları onun hayatta kalmasına hep birlikte yardım ediyorlar. Onlar çocuğa bağımlı değildir, çocuk onlara bağımlıdır. Ancak çocuğun zihni bunu, sanki o dünyanın merkeziymiş gibi algılar. Sanki tüm dünya onun için varmış gibi yorumlar.

Ve çocuğun dünyası elbette başlangıçta çok küçüktür. O anne, bakıcı ve kenarda duran babadan oluşur; çocuğun tüm dünyası budur. Bu insanlar çocuğu sever ve çocuk giderek daha çok ve daha çok egoist hale gelir. O kendisini varoluşun tam merkezinde hisseder ve bu şekilde ego yaratılır. Bağımlılık ve çaresizlik aracılığıyla ego yaratılır. Aslında çocuğun gerçek durumu düşündüğünün tam tersidir, böylesi bir egoyu yaratmak için gerçek bir neden yoktur. Ancak çocuk tamamıyla cahildir, o bu şeyin karmaşıklığını anlayabilecek kapasitede değildir. O çaresiz olduğunu bilemez, o diktatör olduğunu düşünür. Ve sonra tüm hayatı boyunca diktatör olarak kalmaya çalışacaktır. O bir Napolyon, bir İskender, bir Adolf Hitler haline gelecektir; senin başkanlarının, başbakanlarının, diktatörlerinin hepsi çocukturlar. Onlar çocukken tecrübe ettikleri şeyin aynısını elde etmeye çalışıyorlar; onlar tümvaroluşun merkezi olmak istiyorlar. Onlarla birlikte dünya yaşamalı ve ölmelidir; tüm dünya onların çeperidir ve kendileri de onun merkezidir; yaşamın anlamının ta kendisi onların içinde gizlidir.Çocuk elbette doğal olarak bu yorumun doğru olduğunu görür çünkü annesi ona baktığında annenin gözlerinde onun hayatının anlamı olduğunu görür. Baba eve geldiğinde çocuk babanın hayatının anlamının kendisi olduğunu hisseder. Bu üç ya da dört yıl sürer. Ve hayatın başlangıcındaki yıllar en önemli yıllardır; bir kimsenin hayatında asla aynı potansiyele sahip bir zaman olmayacaktır.

Psikologlar ilk dört yıldan sonra çocuğun neredeyse tamamlandığını söylüyorlar. Tüm kalıp sabitlenir; hayatın geri kalanının tümünde farklı durumlarda aynı kalıbı tekrarlayacaksın. Ve yedi yaşına doğruçocuk, tüm tavırlarını doğrulamıştır, onun egosu yerleşmiştir. Artık o dünyanın içine girer. Ve o zaman her yerde sorunlarla karşılaşır, milyonlarca problem. Bir kez sen aile çemberinin dışına çıktığındasorunlar ortaya çıkacaktır; çünkü hiç kimse seni annenin babanın umursadığı gibi umursamaz, hiç kimse seni babanın seni düşündüğü kadar düşünmez. Aslında her yerde sen kayıtsızlıkla karşılaşırsın ve ego incinir.

Ancak artık kalıp yerleşmiştir. Bu incitici olsun ya da olmasın çocuk kalıbı değiştiremez; o artık varlığına damga vurmuştur. O diğer çocuklarla oynayacaktır ve onlara hükmetmeye çalışacaktır. O okula gidecektir ve tahakküm etmeye, sınıfında birinci olmaya, en önemli öğrenci olmaya çalışacaktır. O üstün olduğuna inanabilir ama diğer çocukların da aynı şekilde inanca sahip olduğunu görür. Çatışma vardır, egolar vardır, kavga vardır, mücadele vardır.

O zaman bu hayatın tüm hikâyesi halini alır: Etrafında tıpkı senin gibi milyonlarca ego vardır ve herkes zenginlik, iktidar, politika, bilgi, kudret, yalanlar, ikiyüzlülükler, gösteriş aracılığıyla kontrol etmeye, tahakküm etmeye, avantajlı hale gelmeye çalışıyor. Dinde ve ahlakta bile herkes hükmetmeye, tüm dünyanın geri kalanına, "Dünyanın merkezi benim" diye göstermeye çalışıyor.

İnsanlar arasındaki sorunların kökeni budur. Bu kavram yüzünden sen her zaman için biri ya da diğeri ile mücadele ve çatışma halindesin. Başkaları senin düşmanın olduğu için değil; diğer herkes de tıpkı senin gibidir, aynı teknededir. Diğer herkes için durum aynıdır; onlar da aynı şekilde yetiştirilmişlerdir.

Batı'da, çocuklar anneleri ve babaları olmadan yetiştirilmediği sürece dünyanın asla huzur bulamayacağını iddia eden belirli bir psikanaliz okulu vardır. Onlara desteklemiyorum çünkü o zaman çocuklar herhangi bir şekilde asla yetişmeyecektir. Bu psikologların iddialarında doğru olan bir şey vardır ama bu çok tehlikeli bir fikirdir. Çünkü çocuklar bakım evlerinde anne ve babalar olmaksızın, hiç sevgi olmaksızın, mutlak bir kayıtsızlıkla yetiştirilirlerse onların ego ile ilgili problemleri olmayabilir ama onların belki de daha çok zarar verecek, daha tehlikeli olan problemleri olacaktır.

Eğer çocuk tam bir kayıtsızlıkla yetişirse onun bir merkezi olmayacaktır. O kim olduğunu bilmeyen bir karmaşa, şekilsiz bir karmaşa olacaktır. Onun herhangi bir kimliği olmayacaktır. Korkak, ürkek… o korku olmaksızın tek bir adım bile atamayacaktır çünkü onu hiç kimse sevmemiştir. Elbette ego olmayacaktır ama o olmadan onun hiçbir merkezi olmayacaktır. O bir buda haline gelmeyecektir, o sadece sakatlanmış ve donuklaşmış olacak, her zaman korku hissedecektir. Sevgi seni korkusuz hissettirebilmek, kabullenildiğini, faydasız olmadığını, çöplüğe bırakılamayacağını hissettirmek için gereklidir. Eğer çocuklar sevginin eksik olduğu bir durumda yetiştirilirse onların egoları olmayacaktır bu doğru. Onların yaşamında çok fazla mücadele ve kavga olmayacaktır. Ancak onlar kendileri için kendi haklarını savunamayacaklardır. Onlar her zaman uçuş halinde olacak, herkesten kaçacak, kendi varlıklarının içinde gizleneceklerdir. Onlar budalar haline gelmeyecektir, onlar yaşam enerjisi ile ışıldamayacaklardır, onlar merkezlenmiş, huzurlu, yuvalarında olmayacaklardı r. Onlar basitçe egzantrik, merkezin dışında olacaktır. Bu da iyi bir durum olmayacaktır.

Dolayısıyla bu psikologları desteklemiyorum. Onların yaklaşımı insanlar değil, robotlar yaratacaktır. Ve elbette robotların problemleri olmayacaktır. Ya da onlar daha çok hayvanlara benzeyen insanlar yaratabilir. Daha az kaygı, daha az ülser, daha az kanser olacaktır. Ancak bu bilinçte daha yüksek zirvelere doğru gelişememen anlamına geldiği zaman elde etmeye değmez. Tersine sen aşağı doğrudüşeceksin, o bir gerileme olacaktır. Elbette sen bir hayvana dönüşürsen daha az ıstırap olacaktır çünkü daha az bilinç olacaktır. Ve şayet sen bir taş, bir kaya haline gelirsen hiçbir kaygı olmayacaktır çünkü içerde kaygı hissedecek, ıstırap duyacak bir kimse olmayacaktır. Ancak bunu elde etmeye değmez. Kişi bir taş gibi değil bir tanrı gibi olmalıdır. Ve ben bunu derken mutlak bilince sahipolmayı ve yine de hiçbir kaygı, hiçbir endişe, hiçbir problem olmamasını; hayattan kuşlar gibi keyif almayı, hayatı kuşlar gibi kutlamayı, kuşlar gibi şarkı söylemeyi ifade ediyorum: Gerileme ile değil, bilincin en ideal şekilde gelişmesi aracılığıyla.

Çocuk bir ego edinir; bu doğaldır, bununla ilgili hiçbir şey yapılamaz. Kişi bunu kabul etmek zorundadır. Ancak sonrasında, onu taşımaya devam etmenin bir gereği yoktur. Ego başlangıçta çocuğun kabul edildiğini, sevildiğini, buyur edildiğini —davet edilmiş bir misafir olduğunu, bir kaza olmadığını— hissetmesi için gereklidir.

Baba, anne, aile ve çocuğun etrafındaki sıcaklık onun güçlenmesine, köklenmesine, topraklanmasına yardım eder. Buna ihtiyaç vardır, ego ona korunma sağlar; o iyidir, o tıpkı bir tohumun kabuğu gibidir.Ancak kabuk nihai şey haline gelmemelidir aksi takdirde tohum ölecektir. Korunma çok uzun sürebilir, o zaman o bir hapishaneye dönüşür. Korunma, korunmaya ihtiyaç duyulduğu sürece kalmalıdır vetohumun sert kabuğunun toprağın içinde ölme zamanı geldiğinde o doğal bir şekilde ölmelidir. Böylece tohum çiçeklenir ve yaşam doğabilir. Ego sadece koruyucu bir kabuktur; çocuk ona ihtiyaç duyar çünkü o çaresizdir. Çocuk ona ihtiyaç duyar o zayıftır. Çocuk ona ihtiyaç duyar çünkü o korunmasızdır ve etrafında milyonlarca etki vardır. Onun bir korunmaya, bir yuvaya, bir temele ihtiyacı vardır. Tüm dünya kayıtsız olabilir ama o her zaman için yuvasına doğru bakabilir ve oradan önem kazanabilir.

Ancak önemlilikle birlikte ego gelir. Çocuk egoist hale dönüşür ve bu ego ile birlikte yüzleştiğin tüm problemler ortaya çıkar. Bu ego senin âşık olmanı engelleyecektir. Bu ego herkesin sana boyun eğmesini ister; o senin hiç kimseye teslim olmana izin vermeyecektir. Ve aşk sadece sen teslim olduğunda gerçekleşir. Başka birisini teslim olmaya zorladığında bu mahvedici, nefret uyandırıcı bir şeydir. O aşk değildir. Ve şayet aşk yoksa yaşamında sıcaklık olmayacak, onun içinde hiç şiir olmayacaktır. O düzyazı olabilir, matematik, mantık, rasyonellik olabilir. Ancak kişi şiir olmadan nasıl yaşayabilir. Düzyazı iyidir, rasyonalite iyidir, kullanışlıdır, gereklidir. Fakat yalnızca mantık ve sebep-sonuç şeklinde yaşamak asla bir kutlama olamaz, asla bir bayram olamaz. Ve yaşam bir bayram olmadığında sıkıcıdır. Şiire ihtiyaç vardır. Ancak şiir için senin teslim olmana ihtiyaç vardır. Bu egoyu fırlatmana ihtiyaç vardır. Eğer bunu yapabilirsen, eğer onu bir anlığına dahi bir kenara koyabilirsenyaşamın güzel olanı, ilahi olanı tatmış olacaktır.

Şiir olmadan sen gerçekten yaşayamazsın, sen sadece var olursun. Aşk şiirdir. Ve aşk mümkün değilse sen nasıl dua ile dolup taşacak, meditasyon halinde, farkında olacaksın? Bu neredeyse imkânsız hale gelir. Ve dingin bir farkındalık olmadığında sen yalnızca bir beden olarak kalacaksın; sen asla en derindeki ruhun farkına varamayacaksın. Yalnızca dua ile dolup taşma halinde, derin bir meditasyon halinde ve sessizlikte sen zirvelere ulaşırsın. Bu ibadet halindeki sessizlik, bu meditasyon halindeki farkındalık tecrübelerin en yüksek zirvesidir ancak kapıyı aşk açar. Yaşam boyu süren, binlerce insan —hasta, psikolojik olarak sakatlanmış, ruhsal olarak karmaşa içinde—üzerindeki incelemelerinden sonra Carl Gustav Jung, gerçek problemi manevi olmayan, kırk yaşını aşmış tek bir psikolojik hastaya rastlamadığını söylemiştir.

Yaşamda bir ritim vardır. Ve kırklarına geldiğinde yeni bir boyut, manevi bir boyut ortaya çıkar. Eğer bunu doğru bir şekilde ele alamazsan, eğer ne yapacağını bilmiyorsan hasta olacaksın, huzursuzolacaksın. İnsanlığın tüm gelişimi bir süreklilik arz eder. Şayet bir adımı kaçırırsan o süreklilik ortadan kalkar. Çocuk egoyu edinir. Ve şayet o hiçbir zaman egoyu kenara bırakmayı öğrenmezse sevemez, hiç kimse ile rahat hissedemez. Ego sürekli olarak savaş içerisinde olacaktır. Sen sessizce oturuyor olabilirsin ama ego sürekli çatışma halindedir. Sadece tahakküm etmenin, diktatör gibi olmanın, dünyanın hâkimi olmanın yollarını araştırıyordur.

Bu her yerde sorunlar yaratır. Arkadaşlıkta, sekste, aşkta, toplumda; sen her yerde çatışma halindesindir. Hatta sana bu egoyu veren ebeveynlerle bile kavga vardır. Bir oğlun babasını affettiği çok nadirdir, bir kadının annesini affettiği çok nadirdir. Bu çok ender gerçekleşir. George Gurdjieff'in insanlarla toplandığı odada duvara asılı bir cümle vardı. Bu cümle şöyleydi: "Şayet sen annen ve babanla henüz rahat hissetmiyorsan o zaman çek git. Sana yardım edemem." Niçin? Çünkü sorun orada ortaya çıkmıştır ve orada çözümlenmelidir. Bu yüzden tüm gelenekler anne babanı sevmeni, anne babana mümkün olduğunca derin bir şekilde saygı duymanı söyler. Çünkü ego orada ortaya çıkar, toprağı odur. Onu orada çöz aksi takdirde o hiçbir yerde peşini bırakmayacaktır.

Psikanalizciler de yaptıkları tek şeyin, seni anne babanla aranda var olan problemlere geri götürüp onu bir şekilde onlarla çözmeye sevk etmek olduğu sonucuna varmışlardır. Şayet anne babanla çatışmanı çözebilirsen pek çok çatışma basitçe ortadan kalkacaktır. Çünkü onlar aynı temeldeki çatışmalara dayanmaktadır.

Örneğin babası ile rahat hissetmeyen bir erkek ofiste patronuyla da rahat hissedemez; asla, çünkü patron bir baba figürüdür. Anne babanla olan küçük çatışma senin tüm ilişkilerine yansımaya devam eder. Eğer annenle rahat değilsen karınla rahat olamazsın çünkü o kadını temsil edecektir; kadınlığın kendisi ile rahat hissedemezsin. Çünkü senin annen ilk kadındır, o ilk kadın modelidir. Nerede bir kadın varsa annen oradadır ve bu zor fark edilen ilişki devam eder.

Ego anne ve baba ile olan ilişkide doğar ve orada ele alınmalıdır. Aksi takdirde sen ağacın dallarını ve yapraklarını kesmeye devam edeceksin ve kök dokunulmadan kalacaktır. Eğer sen anne ve babanlailişkini dengelemişsen olgunlaşmışsındır. Artık ego yoktur. Artık sen o zamanlar çaresiz olduğunu anlarsın, artık sen o zamanlar başkalarına bağımlı olduğunu, dünyanın merkezi olmadığını anlarsın. Aslında sen bütünüyle bağımlıydın; başka bir şekilde hayatta kalamazdın. Bunu anlayarak ego yavaş yavaş söner ve sen bir kez yaşamla çatışma halinde olmadığında rahat ve doğal ve gevşek hale gelirsin. O zaman yüzersin. O zaman dünya düşmanlarla dolu değildir, o bir ailedir, organik birbütündür. Dünya sana karşı değildir, sen onunla birlikte akabilirsin. Egonun saçmalık olduğunu bularak, egonun var olmak için bir temeli olmadığını bularak, egonun cehalet içerisindeki bir yanlış anlama olduğunu, çocukça bir hayal olduğunu bularak kişi basitçe egosuz hale gelir.

Bana gelip, "Nasıl âşık olmalı, bir yolu var mı?" diye soran insanlar var. Nasıl âşık olmalı? Onlar bir yol, bir yöntem, belirli bir teknik isterler.

Onlar ne istediklerini anlamıyorlar. Âşık olmak demek artık bir yol, bir teknik, bir yöntem yok demektir. Bu yüzden ona "aşka düşmek" denir; sen artık kontrol eden değilsin, sen basitçe içine düşensin. Bu yüzden kafa merkezli insanlar aşkın gözünün kör olduğunu söyleyecektir. Aşk yegâne gözdür, yegâne görüştür ama onlar aşkın kör olduğunu söyleyecektir ve eğer sen âşıksan senin çıldırmış olduğunu düşüneceklerdir. Kafa merkezli insana bu delice gelir çünkü zihin büyük bir hükümrandır. Kontrolün yitirildiği herhangi bir durum zihin için tehlikeli görülür.

Fakat insan kalbinin bir dünyası vardır, insan varlığının ve bilincinin hiçbir tekniğin mümkün olmadığı bir dünyası vardır. Tüm teknikler madde ile mümkündür; bilinç ile hiçbir teknoloji mümkün değildir ve aslında hiçbir kontrol mümkün değildir. Bir şeyin olmasını sağlamak yahut kontrol etmeye çabalamanın ta kendisi egoistliktir.OSHO

MEVLANA




Bak... bil ki domuzların önüne inciler serilmez.
Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez.
Ne fark eder ki kör insan için elmas da birdir camda
Sana bakan bir kör ise, sakın kendini camdan sanma.
                                                      MEVLANA

TUZ VE SU

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli bir şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şey den mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söyledi.Çırak, yaşlı adamın dediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “Acı” diye cevap verdi.usta kıkırdayarak çırağının kolundan tuttu dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bu kez göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: “Tadı nasıl?” “Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak.“Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam,“Hayır” diye cevapladı çırağı .Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağını yanına oturdu ve şöyle dedi:“Yaşamda ki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır nede çok. Istırabın miktarı aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırabı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sende artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”