Bırak Sevgi Seni Bulsun


İyi kalpli yalnız bir adam bir gün bir koza bulur. Kozanın içinde küçük bir tırtıl vardır. Adam çok sever bu tırtılı. Onunla tüm yalnızlığını, tüm sevgisini paylaşır. Gel zaman git zaman tırtıl büyür, güzel bir kelebek olur. Adam kelebeğine hayran, bırakamaz onu bir türlü. Aslında kelebeğin aklında dağlar, kırlar, çiçekler vardır da kıyamaz bir türlü adama ve sevgisine, yalnız bırakamaz onu. Üç günlük ömrünü sevildiği ve sevdiği yerde geçirmeye hazırdır. Ama adam bilir ki "Sevmek bazen vazgeçmeyi de bilmektir." Kelebeğine son kez bakar ve onu salıverir özgürlüğüne, kırlarına, çiçeklerine doğru... Kelebek mutlu olmasına mutludur ama hiçbir meltem, hiçbir çiçek yaprağı adamın avucunun sıcaklığını andırmaz. Aklında adam, o çiçek senin bu çiçek benim dolaşır saatlerce...

Adam bir kelebeğe sevdalı, bakıp durur boşluğa. Kelebekse hâlâ konacak sıcak bir avuç aramakta! Böylece kelebek şunu anlar; "Bazen ait olduğumuz yer orasıdır; sıcak bir avuçtur biliriz. Ama o yerin bize ait olma ihtimali bir hiçtir." Böylece adam şunu anlar: "Hiçbir sevdayı yalnızca sevgiyle yaşatamazsınız." O günden sonra kelebek, adama duyduğu özlemi gömecek bir dağ aramaya başlar. Ama gücü tükenene dek arayıp da bulamayınca anlar ki "Hiçbir dağ bir özlemi gömebileceğimiz kadar büyük değildir." Adamsa artık sevdasını koyar avuçlarına kelebeğinin yerine. Herkes bir şeyler yaşar; iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış. Yaşadıklarından bir çıkarım yaparak hayatına bir yol verir, aynı zamanda düşüncelerine de


BIRAK SEVGİ SENİ BULSUN!

Bir söz nelere bedel

Hocam Cemil Güzey'in anlattığı öykü söz ve sözün geçerliliği üzerindeki inancımı pekiştirdi ve beni bu konu üzerinde bir yazı yazmaya teşvik etti. Öykü kısaca şöyle:

 " Bürosunda evraklarını karıştıran avukatın kapısı çalar. Avukat yerinden doğrulur ve kapıyı açar. İçeri giren genç bir adamdır, elindeki çiçekleri avukata verir ve " ben avukat..., hani cezaevinde bizi ziyaret etmiştiniz de, bana " sen eğitimine devam edersen, büyük bir adam olabilirsin, bunu başarabilirsin..." demiştiniz. O güne kadar kimse bana güzel bir şey söylememişti, bu söz beni çok onura etti, sevindim, mutlu oldum ve üzerinde uzun uzun düşündüm. O günden sonra, sizin bana inandığınız gibi ben de kendime inandım ve yarıda bıraktığım eğitimime devam etmeye karar verdim. Okula başladım ve derslerime çok çalıştım. O söz beni her zaman motive etti ve büyük bir gayretle okulumu bitirdim, sizin gibi hukuk fakültesine girdim. Böyle bir bölüme girmeyi başarmış olmam beni güçlendirdi ve kendime olan güvenimi geliştirdi. Çok çalıştım, okulu bitirinceye kadar bir çok zorluklar geçirdim ama nihayet mezun oldum.
Artık bir avukatım, başarımı ve mesleğime olan güvenimi sağlamada sizin o sözünüz bana kılavuzluk etti. Çok teşekkür ederim"
Bu yaşam öyküsünü dinlediğimde, sözün hayatımızda ne kadar da önemli olduğunu ve bizi yönlendiren, harekete geçiren, ideallerimizi biçimlendiren sözlerin kalıcı gücünü düşündüm. Hayat boyu , olabilirsin, yapabilirsin, sende şu yetenekler var, iyi insan, iyi Müslüman, çalışkan insan, düzenli cömert kişi, ya da kötümser, başarısız, merhametsiz, kendini bilmez, tembel, asabi, miskin,... sözçüklerini ne kadar çok işitmiş ve iç dünyamızda yer vermişiz..
Uzmanlar, gerek çocuk eğitiminde gerek bireysel ilişkilerde olumlu geri bildirimlerin iyi netice verebileceğini vurguluyorlar. Geribildirimlerin pozitif ve yapıcı olması bazı sorunların giderilmesinde ve başarı çıtasının yükselmesinde önemli bir anahtar. Aile için de ya da arkadaş çevresinde farkında olmadan bir çok insanın hayatını olumlu ya da olumsuz kanallara bilmeden yönlendiriyoruz. Grup içinde, sürekli başarabilirsin, yapabilirsin, sözleriyle desteklenen bir genç, kendine güvenme ve inanma noktasındaki inancını pekiştirerek motivasyon kazanıyor, güç elde ediyor. Bu da başarma yolunda elde edilecek en büyük adımlardan biridir.
Çocuklarımızı başarısızlığa sürükleyen etkenlerden biri de, başaramazsın yapamazsın senin kafan basmaz, zaten hep tembelsin... gibi negatif geri dönüşümlerle onun cesaretini kırıp, tahrip etmemizdir . Bütün bunlar çocuğun kendine olan inancını, sarsıyor ve çalışma, başarma gayreti, azmini kırıyor.
On yedi yaşındaki bir danışanım bana kendi öyküsünü anlatırken şöyle demişti.
 " matematiği hiç sevmiyordum ama lise birinci sınıfta bir öğretmen geldi. Ondan dersiyle ilgili olumsuz bir kelime dahi işitmedik. Hepimizi "çocuklar yapabilirsiniz, biraz gayret gösterin, bunu başarabileceğinize inanıyorum..."diyerek teşvik ediyordu. İlk zamanlar bana da bir şeyler sorduğunda " hocam ben oldu olası matematiği pek sevmem" diyordum yüzüme tebessümle bakarak bana " sen bunu yapabilirsin, senin böyle bir kabiliyetinin olduğunu görebiliyorum, bu problemleri çözen kimseler senden farklı değiller..." diyerek kendime inanmamı sağlıyordu. Her ne olduysa ben farkında olmadan, matematiği yapabileceğime inanmaya başladım. Meğer inanmak önemliymiş...Çünkü daha önce " asla bu derste başarılı olamam" diye düşünüyordum. Bu konuda kendime inandım ve çalışmaya başladım. Problemleri çözdükçe de, kendime olan inancım yerleşti..."
Her iki örnekte de bir kaç kelimeden oluşan sözün insanların hayatlarını nasıl değiştirdiğini görüyoruz.
Çocuklarımızla, aile yakınlarımızla, arkadaşlarımızla, yakın çevremizle... ilişkilerimizde pozitif geri bildirimler vererek onların başarı hanesine küçük bir katkı yapabiliriz. Bu hiç te zor bir şey değil...İyi şeyler söylediğinizde kendinizden bir şeyler kaybetmediğiniz gibi, kazanacaksınız, karşınızdaki kimseye inandığınız gibi kendinize de inanmaya başlayacaksınız.
Güzel söz, en etkin kurşunlardan, en gelişmiş savaş aygıtlarından, en sert taşlardan delici aletlerden, demirden...çok daha etkili...Bütün bu araçlar, deliyor tahrip ediyor yıkıyor oysa güzel söz yapıyor tamir ediyor, onarıyor. Sözün gücü merminin gücüne hiç benzemez...Aksine söz, güzel olduğunda, insanı inşa ediyor ve kurtarıyor, geliştiriyor...Ama sözün de kötüsü mermi kadar tehlikeli mermi kadar yıkıcı mermi kadar tahripkar oluyor. Üstelik kötü sözün tahripkarlığı benliğin can damarını yıkıyor... Benim sözünü ettiğim üzerinde durduğum söz ise kaynağını hakikatten alan güzel sözdür...

Yürekli Olmalı İnsan

İnsan…Hayata her zaman soyunuk olmalı..istedigini istediği biçimde giyinebilmek için..her şekil güzel durmaz insanda..bilmeli insan hayatın neresinde durduğunu…ve görebilmeli rengini..almalı kokusunu hayatın..insanın hası gibi..adam gibi yaşamalı..dolu olsa bile bardak, hep bir damla bırakabilmeli taşırmadan bardağı..eritmeli alttan çünkü her yeni gelene yer açmak için…İnsan…Biraz basit olmalı..dediği anlaşılmalı, yaptığı konuşulmalı..Basit dediysem, sade..yalın..kendi yani…düşündüğü tanıdık..yaşadığı tanıdık..yani biraz sen biraz ben olabilmeli..kendinin bile anlayamadığı metropollüklere girmeden,Fikrini zikrinde görebilmeli..İnsan…Kafa tutabilmeli..kullanım süresini dolduran hayat değil de bizlersek..hakkını sapına kadar vermeli bu sürecin.ezilmeden, büzülmeden..zaman kapkaçcılığı yapmadan,hüzün korsanlığına soyunmadan..ne eksik..ne fazla..tastamam..Ya kadın gibi kadın..ya adam gibi adam…ama önce insan..Yaşadığı hayatın kendisi,okuduğu her öykünün bir parçası olmalı..öyle dolu yaşamalı ki …Her öyküden almalı biraz nasibini..İnsan….Darlığı da bilmeli, bolluğu da..Darlıkta daralmadan…bollukta şımarmadan..Yalın, çıplak…öyle bir hüküm sürmeli ki aleni,üstü açık,milletin gözüne soka soka..meydanlarda..hayatın arka mahallelerinde kurmamalı egemenliğini..Ya da burjuva caddelerinde kölelik yapmamalı kendinden geçmiş krallıklara..İnsan…Her zaman biraz yalnız olmalı..ama bilmeli yalnızlığında bile kalabalık olabilmeyi..yada onca kalabalığın arasında yalnız kalabilmeyi de sindirmeli..ve o sindirmelerde artırabilmeli hayatını…her duruma hazırlamalı kendini..her konumun insanı olmalı…yakışmalı giydiği her elbise…takındığı her tavır..hayat denilen sanatı iyi uygulamalı..yazdığı okunur, cizdiği bakılır, oynadığı seyredilir olmalı..her rolün adamı olmaktansa oynadığı role sahiplenmeli önce…İnsan…Her vakit, her an yürekli olmalı..öyle yürekli olmalı ki…sevdalar yakışmalı ona..sevda o olmalı…çiçeğe bakınca balı, sevgiliye bakınca aşkı görebilmeli..Öyle bir sevdalanmalı ki… dibine vurmalı…ağlamaksa ağlamak…gülmekse gülmek…özlemekse özlemek…yanlışsa yermeyi, güzelse övmeyi bilerek…Sana ihtiyacım var diyebilmeli insan …ihtiyaç duyulduğunda aranılanlar listesine girebilmeli…mükemmel değil kendi gibi gelebilmeli…konuşurken korkmadan, dokunurken ürkmeden, hatta saçmalayabilmeli yanında mahcubiyet bilmeden…biraz senden olmalı..biraz ondan….Sevdalı olmalı işte..ötesi ne…biraz yanık, biraz tutuk, biraz uçuk…alışkanlık yapacak kadar sen…her an gidecekmiş gibi yabancı…ama yinede öyle sevdalanmalı ki insan…sevdası kimliğine yapışmalı…ve haykırabilmeli tüm dünyaya…“seviyorum ulan”….

Bütün olumsuz taraflarıma ragmen genelde budur ben...öfkelerini,sevinçlerini,sevdalarını,acılarını nasıl yaşanması gerekiyorsa yaşayan..biraz deli, biraz çılgın ama sevgili, eş, anne,ve evlat yanı ağır basan..ve dost...olmazsa olmazlardan..kısaca biraz insan...

24 Altın Para

Yeni tanıştığım bir arkadaşımın yaşamak için altı aylık bir ömrü kalmıştı. Fakat onun hayata bakış açısı henüz yeni şekillenmeye başlamıştı. İnanılmaz pozitif düşünen, hayata olumlu bakan biriydi. Ona hayatında bu kadar kısa bir zaman kaldığı halde nasıl bu kadar pozitif bir insan olabildiğini sordum. Düşüncelerini bana şu şekilde anlattı:

"Her gün uyandığımda 24 tane altın paramın olduğuna inanırım.Günün her bir saati için bir tane altın param vardır. Bu paraların bir kısmını yemek yemek, uyumak, ailemle vakit geçirmek ve günlük sorumluluklarımı yerine getirmek için kullanmalıyım. Ben bu paraların bir kısmını kendi eğlencem ve de başkalarına yardım etmek için kullanmayı seçtim. Eğer hayatımda bir şeyler ertelediysem bir miktar param kalıyor ancak bunları büyük bir titizlikle harcamalıyım.Her güne sadece 24 altınla başlayabiliyorum fazla değil.Bunu dikkatlice harcamalıyım."


Ne kadar değerli bir hayat dersidir bu bizler için.Çok telaşlı, koşturmacali hayatlar yaşıyoruz. Oysa dünyada hiç bir zaman doğru şeyleri yapmak için doğru bir zaman olmayacaktır. Bu yüzden bizler de gelecek nesil çocuklarımız da gün içinde sahip olduğumuz altın paraları bilgece, titizlikle harcamayı öğrenmiş olmalıyız.

Altınlar için bazı küçük ipuçları verecek olursam:

-İhtiyacı olan birisine, o yardım isteğini dile getirmeden yardım edin.

-Yeni bir kitaba yada aklınızda olan yeni bir projeye başlayın.

-Kendinize, ödevlerinize fazladan otuz dakika zaman ayırın.

Şu soruları düşünün;

-Dün gün içinde sahip olduğunuz 24 altınınızı nasıl harcadınız? Peki bugün?

-Ailenizle ya da arkadaşlarınızla sadece bir gün için sahip olabileceğiniz 24 altınınızı nasıl en iyi şekilde kullanabileceğinizle ilgili fikir alışverişinde bulundunuz mu?

Şunu hiçbir zaman unutmayın:" Doğru şeyleri yapmak için doğru zamandasınız..."

selfgrowth

Endişe Sizi Yavaşlatır Enerjiyi Düşürür

Endişeler sizi yavaşlatır ve enerjinizi düşürür. Enerji bedeninizi güçlendirmenin, büyütmenin en güzel en kolay yolu biliyorsunuz ki daima yüreğinizdeki sevgiyi beslemek, yaymak ve umut ile neşe ile güven içinde duruşunuzu korumaktır. Bu haliniz ile enerji bedeniniz sürekli gelişerek büyür ve sizi her türlü olumsuz etkiden korur, ve hatta hastalıklarınızı başlangıç aşamasında onarabilirsiniz , biliyorsunuz. İsteklerinizi gerçekleştirebilmek, her dileğinizi gerçekleştirebilmek ve başarmak sizin elinizde, yeter ki saf ve temiz niyetlerle, aşk ile dileyin ve izleyin. Yüreğinizde kuşkuya, endişeye yer vermeden...

Enerji bedeninizin yükselmesi ile geçeceğiniz kapılardan çok daha kolaylıkla ve zarafetle, incelikle akıp gidebileceğinizi unutmayın  enerji bedeninizi genişletmenin yolu daima sevgide, neşe içinde kalmaktır. İçinizde hiçbir kuşku ve endişe taşımadan.

Kozadan Kelebeğe

 Bir çocuk sekropia denilen bir tür güve kozalarını topluyor ve bahar gelince ,güvelerin kozalardan nasıl çıktıklarını hayretle ve ilgi ile seyrediyordu.Fakat güvelerin kozadan çıkarken sarf ettikleri gayret ,çırpınma karşısında da içinde bir acıma hissi gelişiyordu.Babası bir gün ,bu böceklerin bir tanesinin kozadan çıkmasını güçleştiren ipeği makasla kesti.Fakat sonuç şaşırtıcı idi;çok geçmeden böcek öldü. Baba bu olay üzerine oğluna şu hayat dersini verdi: ” oğlum ,bu böcek kozasından dışarı çıkarken sarf ettiği gayret neticesinde ,vücudundaki zehri dışarı verir.Eğer o zehir dışarı verilemezse böcek ölür.Aynı zamanda da bu çırpınışlar sayesinde ileride kendisi için çok gerekli olan kasları güçlenir.İnsanlar da ,daha güçlü ,daha dayanıklı ve daha iradeli olmak ve böylece istediklerini yapabilemek için önlerine çıkan zorluklarla mücadele ederek olgunlaşır ,gelişir ve güçlenirler . Eğer insanlar ,arzularına kolayca ulaşırlarsa karakterleri zayıflar,adeta ,içlerinde bir şeyin ölmüş olduğunu hissederler

Yalnızlık da, sağlık da, zenginlik de, mutluluk da bulaşıcı. Duygular bulaşıcı.

Yalnızlık da, sağlık da, zenginlik de, mutluluk da bulaşıcı. Duygular bulaşıcı.

Bu araştırmayı okurken, duyguları kokuya benzettim. Ve bana inanması güç gelen bu uzak etkileşimleri anlayabilmek için, görsel bir resim uydurdum. Bütün tanıdıklarım ve onların tanıdıklarıyla bir odada olduğumu ve duyguların da kokulara benzediğini düşündüm. Herkese yayılıyorlar! Birinin mutsuzluğu herkesin mutsuzluğu oluveriyor. Tıpkı bir sürüdeki hayvanlar gibi, birinin yön değiştirmesiyle hepsi o yöne gidiyor. Delice bir bağ var aramızda. Bu bağa kadeh kaldırıyorum, saygı duruşuna geçiyorum.

İki insan konuşurken, birbirlerinin surat ifadelerini taklit etmeye başlıyormuş. Karşımızdaki gülüyorsa, gayri ihtiyari gülüyoruz, ağlıyorsa üzülüyoruz. ‘Ayna etkisi’ diyorlar buna. Gülen birine geri gülüyorsun. Ve beyne kaslardan şu mesaj gidiyor: güldü. Beyin de hemen onun hormonunu salgılıyor: mutluluk! Hep tersi sanırdık di mi? Böyle bir otoyol da varmış yani, kaslardan beyine tek yön giden. Kalbin kırıksa, gülmeyi bir denemekte fayda var.

Tanıdığın her mutlu insan mutluluğunu yüzde artırırken, her mutsuz insan yüzde 7 azaltıyor.

Bilmiyorum bu yüzdelerle, bu kadar çok başkalarıyla napılır... Ben ilk iş, arkadaşlarımın ağını çizip, basit ve kabaca bir :) ve :( kondurucam isimlerinin yanına. Bakalım durum ne? Bakalım mahremiyetine yastığa sarılır gibi sarılan ben, sosyalin ağına kendimi ne kadar bırakmışım?
Arkadaşımın arkadaşının arkadaşı kimdir benim sahi?

Acının İlacı

Çin’de, tek oğlunu yitiren bir anne, yüreğindeki büyük üzüntüsüyle bir din adamına gitti ve derdine bir çare bulmasını istedi: “ Oğlumu bana hangi duaların, hangi sihirlerin geri getirebileceğini öğrenmek istiyorum ” dedi. “ Söyleyin, o duaları edeyim, o sihirleri yapayım” Çinli din adamı, üzüntülü anneye acısını yatıştıracak sözler söylemek yerine, ona bir görev verdi:“Bana, yaşamları boyunca bireylerinden teki bile hiçbir acı tatmamış bir evden, bir avuç hardal tohumu getir ” dedi. “ Onu, senin yaşamında acıyı yok etmek için kullanacağız ”Üzüntülü anne, bu sihirli tohumu isteyebilmek için, acının bilinmediği bir ev aramaya başladı.Sonunda, çok güzel ve çok büyük bir konak gördü ve gitti, umutla kapısını çaldı.“ İçinde, acının asla yaşanmamış olduğu bir ev arıyorum ” dedi. “ Bu güzel ve büyük konağı görünce, burada acının yaşanmadığına inandım ve aradığım yerin burası olduğuna karar verdim.”Konağın sahipleri, acılı anneyi içeri aldılar, ona ikramda bulundular ve acısını dinledikten sonra ona, “ aradığı evin burası olmadığını ” söylediler.“ Siz yanlış yerdesiniz ” diye söze başladılar ve sonrada, başlarından geçen tüm acılı olayları anlatmaya başladılar. Acılı anne, ev sahiplerini dinlerken onlara acımaya başladı: “ Bunlar benden daha acılı ” dedi kendi kendine. “Bunlara birilerinin kesinlikle yardımcı olması gerekir.” Çevrede onlara yardım edecek kişilerin bulunmadığını görünce bir süre orada kaldı ve elinden geldiğince bu acılı aileye yardımcı oldu.Acılı anne daha sonra kentte yine sokak sokak dolaşarak, içinde acının yaşanmadığı başka evler aramasını sürdürdü.Fakat hangi evin kapısını çaldıysa, tümünde acılı öyküler dinledi. İçinde acının yaşanmamış olduğu bir ev bulamamış, fakat kapısını çaldığı bu evlerdeki acılı tüm kişilerin acılarını paylaşarak onlara yardımcı olabilmişti.Acılı anne, gittiği evlerde tanıştığı acılı kişilerin acılarını azalta bilmek için onlara yardımcı olmaya kendini o denli kaptırdı ki, bir süre sonra kendi yüreğinde ki evlat acısının da azalmaya başladığını gördü. Ve sonun da, sihirli hardal tohumunu anlamını buldu, içindeki acıyı da unuttuğunun ayırdına vardı.

İçe bakmak


İnsanlar meşgul kalmak istiyorlar. Yapacak hiçbir işleri yoksa, yapacak bir şeyler bulurlar. Aynı gazeteyi yeniden okumaya başlayabilirler. İlk okuduklarında saçma bulurlar, o halde ikinci kez okumak neden?

Sadece oturduğunda huzursuz hissedersin. Bir kulübe gitmek ya da tiyatroya gitmek istersin. Ya da sadece meşgul kalmak için markete gidersin. Herkes dışarıya çıkmakla ilgilenir. Kimse içe bakmakla ilgilenmez. Çünkü içe bakmaya başladığın anda, orada saklanmış bir çok şeyi düşünmeye başlarsın. Onları sen baskı altında tuttun, senden başkası değil. Yani öfkenin orada olduğunu çok iyi biliyorsun; nefret orada, cinsellik orada, açgözlülük orada, kıskançlık orada… İçinde fokur fokur kaynayan binlerce şey var, ve patlamaya hazır durumda. O yüzden dışarıya çıkmak en iyisi, içe bakmak değil. Bir yerlere kaçmak en iyisi.

İnsanlar işleri olmadan meşguldürler. Dinlenmek istediklerini söyleyebilirler, ama kimsenin dinlenmek istediği yoktur. Çünkü gerçekten dinlenirsen, bu otomatik olarak meditasyon olur; ve bu durumda da içe bakmaya başlarsın. İçindeki merkeze doğru hareket etmeye başlarsın, ve çevreni korku sarar. O yüzden markete git, bir kulübe git… Zamanını binlerce yolla boşa harca !.. İnsanlar meşgul kalmak istiyorlar. Yapacak hiçbir işleri yoksa, yapacak bir şeyler bulurlar. Aynı gazeteyi yeniden okumaya başlayabilirler. İlk okuduklarında saçma bulurlar, o halde ikinci kez okumak neden? Sadece oturduğunda huzursuz hissedersin. Bir kulübe gitmek ya da tiyatroya gitmek istersin. Ya da sadece meşgul kalmak için markete gidersin. Herkes dışarıya çıkmakla ilgilenir. Kimse içe bakmakla ilgilenmez. Çünkü içe bakmaya başladığın anda, orada saklanmış bir çok şeyi düşünmeye başlarsın. Onları sen baskı altında tuttun, senden başkası değil. Yani öfkenin orada olduğunu çok iyi biliyorsun; nefret orada, cinsellik orada, açgözlülük orada, kıskançlık orada… İçinde fokur fokur kaynayan binlerce şey var, ve patlamaya hazır durumda. O yüzden dışarıya çıkmak en iyisi, içe bakmak değil. Bir yerlere kaçmak en iyisi. İnsanlar işleri olmadan meşguldürler. Dinlenmek istediklerini söyleyebilirler, ama kimsenin dinlenmek istediği yoktur. Çünkü gerçekten dinlenirsen, bu otomatik olarak meditasyon olur; ve bu durumda da içe bakmaya başlarsın. İçindeki merkeze doğru hareket etmeye başlarsın, ve çevreni korku sarar. O yüzden markete git, bir kulübe git… Zamanını binlerce yolla boşa harca !.. Osho

Bazen olmaz ; hayat istediğini sunmaz, sunsa da uymaz……



O yaşların arkasında ruhunun her kayıpta kazandıklarını sakın ha hafife alma.... Bazen olmaz ……Bazen olmaz ; hayat istediğini sunmaz, sunsa da uymaz……Ya zaman yanlıştır; ya mekan belki de insan……Bazen olmaz, ne kadar istesen de gönlünü isteğinin yoluna düşürsen de bazen olmaz……O zaman kalan iki damla yaştır sanma ;O yaşların arkasında ruhunun her kayıpta kazandıklarını sakın ha hafife alma…Hayat her zaman istediğimiz gibi akmaz. Çok çalışır çabalarsınız ama puan istediğiniz okulu tutmaz; çok beklediğiniz emek verdiğiniz bir iş vardır görüşme tarihi size uymaz…..Canınız kadar sevdiğiniz dostunuz vardır ; zaman içinde saptığı yollar sizin yollarınız ile uyuşmaz.Aşıksınızdır; eliniz ayağınız karışır görünce ;bir gülüşü içinizi yakar, ama ne yazık ki zaman ayrılığı çalar……..Bazen olmaz hayat size umduğunuzu sunmaz………


O zaman size düşen vedadır geçmiş umutlara; belki de aşkı bırakmak başka bahara; ya da çalışmak başka bir sınava….Belki de bunların içinde en zor bırakılacak olan dosttur; kim bilir belki de arada bir içilecek ortak bir fincan kahve bulunur…………


İşte bizi en çok o zaman hayat sınar….Neredeyiz, sunulanları alamayınca hangi yürekteyiz; biz biz miyiz yoksa tutunduğumuz ince iplikler miyiz?Tutunmalara takılıp giden miyiz; yoksa tutunmalardan sıyrılmayı başarıp da gerçek hedefi, gerçek bizi görecek miyiz?Bazen olmaz; aşkta , işte, dostlukta ve yaşamda bazen maya tutmaz………O zaman kalan iki damla yaştır sanma……O yaşların arkasında ruhunun her kayıpta kazandıklarını sakın hafife alma….

Yonca AYAS
DENENMİŞ DENEMELER. AŞK' A DAİR DENEMELER

EVRENDE KORKULACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR

Hayat şaşılacak surette harikalarla dolu bir yaratılış surecidir ve siz onun parçasısınız. Ve her düşündüğünüz, söylediğiniz ve yaptığınız şey de onun bir parçasıdır. Yanlışlar yoktur, hata yoktur. Hepsi Hayattır.

Değersizlik, korku, kasvet düşünceleri; yıpratıcı, negatif düşünceler, tekrar ve tekrar. Simdi önemli bir nokta. Bir düşünce size geldiğinde, o düşünce fiziksel bedeninize duygu olarak aktarılır. Ve bu duygu, sizin deyiminizle, ruhunuza kaydolur. O anda, gelecek zamana ait bir eylem sekil alır. Hepimiz dünya katına bütün duygular, bu heyecanlar dizisini deneyimlemek ve onlar üzerinde hâkimiyet kazanmak üzere geldik.


Tepkilerimizi, kendimize çekeceğimiz düşünceleri, hayatımızda gerçekleştireceğimiz eylemleri seçebildiğimizi idrak ettiğimiz zaman hâkimiyeti kazanmış oluruz. Kendimize çektiğiniz düşüncelerden çoğunun temelinde; bizde bir kusur olduğu ve bizim sevilmeye layık olmadığınız ve sevilmek için bir şeyler yapmak zorunda olduğumuz inancı yatmaktadır


Siz secim yapmak zorunda değilsiniz. Tüm ıstıraba, tüm hastalıklara, tüm acılara, tüm pişmanlıklara, tüm suçlara sahip olabilirsiniz, yine de üzülmenize gerek yok; çünkü gönlünüzdeki sevgi öylesine uçsuz bucaksızdır ki o hepsini taşıyabilir. Bu duygular sizin çocuklarınızdır. Onlar sizin çocuklarınızdır. Bütün istedikleri sizin sevginizdir. Onları siz yarattınız Siz bu duyguları onlara olan sevginizle, onları kabulünüzle işittiğiniz zaman, başkalaşım (trans mutasyon) ve dönüşüm (transformasyon) sözcükleri o zaman gerçeklik kazanacak. EVRENDE KORKULACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR


Hayatınızı dengenizi yitirmiş bir halde geçirmek zorunda değilsiniz. Sizin için neyin iyi oldugunu keşfetmek ve hayatınıza huzur ve uyum getirmek sizin sorumlulugunuzdur.

Yaşamın Kuralları

Doğarken dünyaya bir kullanma kılavuzu ile gelmediniz; aşağıdaki kurallar yaşamınızı daha iyi kılmak içindir.

1. Size bir vücut verilecektir. Onu beğenebilir ya da ondan nefret edebilirsiniz, ancak kesin olan bir şey varsa o da ömrünüzün geri kalanı boyunca ona sahip olacağınızdır.

2. Dersler öğreneceksiniz. “Yeryüzünde Yaşam” isimli tam zamanlı bir okula kaydoluyorsunuz. Her kişi veya her olay birer Evrensel Öğretmen’dir..

3. Hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır. Büyümek bir deneyim sürecidir.  “Başarı” kadar “yenilgiler” de bu sürecin bir parçasıdır.

4. Bir ders öğrenilene kadar tekrar edilir. Bu ders, ta ki siz öğrenene kadar size çeşitli biçimlerde anlatılır. Ancak ondan sonra bir sonraki derse geçebilirsiniz..

5. Eğer kolay dersleri öğrenemezseniz bu dersler giderek zorlaşırlar. Dışsal sorunlar içsel durumunuzun kesin bir yansımasıdır. İçsel engelleri ortadan kaldırdığınız zaman dış dünyanız değişir. Acı, evrenin sizin dikkatinizi çekme şeklidir.

6. Davranışlarınız değiştiği zaman bir dersi öğrenmiş olduğunuzu anlarsınız.. Bilgelik egzersizdir. Bir şeyin bir parçası, hiç bir şeyin bir çoğundan daha iyidir.

7. “Bura”dan daha iyi bir “orası” yoktur. “Orası” dediğiniz yer “burası” olduğu zaman gene “bura”ya kıyasla daha iyiymiş gibi görünen bir “orası” olacaktır.

8. Diğer insanlar yalnızca sizin aynanızdırlar. Diğer bir kişinin bir yönü sizin kendinizde sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz bir yönünüzü yansıtmadıkça onu sevmeniz ya da ondan nefret etmeniz mümkün değildir.

9. Yaşamınız size bağlıdır. Yaşam size tuvali sunar, resmi siz yaparsınız. Yaşamınıza sahip çıkın, yoksa başkası sahip çıkacaktır.

10. Daima ne isterseniz onu alırsınız. Bilinçaltınız kendinize çektiğiniz enerjileri, deneyimleri ve insanları  doğrulukla belirler — dolayısıyla ne istediğinizi bilmenin en güvenilir yolu neye sahip olduğunuzu görebilmektir. Kurbanlar yoktur, yalnızca öğrenciler vardır.

11. Doğru ya da yanlış yoktur, ama sonuçlar vardır. Ahlaki yaklaşımların faydası olmaz. Yargılamalar ise yalnızca davranış kalıplarını korumak içindir. Yalnızca yapabildiğinizin en iyisini yapın.

12. Cevaplar kendi içinizdedir. Çocukların başkalarının rehberliğine ihtiyacı vardır; bizler ise olgunlaştıkça “Ruhun Yasaları”nın yazılı olduğu kalbimize güveniriz. Bildikleriniz duyduklarınızdan, okuduklarınızdan ya da size söylenenlerden çok daha fazladır. Yapmanız gereken yegâne şey bakmak, dinlemek ve güvenmektir.

13. Tüm bunları unutacaksınız.

14. Ne zaman arzu ederseniz hatırlayabilirsiniz.

Cherie Carter-Scott’un “If Life is a Game, These are the Rules” adlı kitabından alınmıştır.

Yaşadığımız Hergünden Hayata Dair Ders Almak

Bazen birileri hayatınıza girer ve onların orada olmalarının, sizin bazı amaçlarınıza hizmet etmeleri, size ders vermeleri veya kim olduğunuz ya da kim olmak istediğiniz konusunda size yardım etmeleri demek olduğunu kesinlikle bilirsiniz.
Bu kişilerin kim olabileceklerini asla bilemezsiniz – bir oda arkadaşı, bir profesör, bir arkadaş, bir sevgili ya da tamamen yabancı biri – ama gözleriniz onlarla kilitlendiğinde, işte o an hayatınızı çok derin bir şekilde etkileyeceklerini bilirsiniz.
Bazen, başınıza gelen şeyler ilk başta korkunç, acı verici ve adaletsizce görünebilir ama sonraları aksine o engelleri aşmadan potansiyelinizin, gücünüzün, iradenizin ve yüreğinizin asla farkına varamayacağınızı anlarsınız.
Hastalık, yaralanma, aşk, gerçek mükemmelliğin kayıp anları ve aptallıklar, hepsi sizin ruhunuzun sınırlarını test etmek için vardır. Bu küçük testler olmaksızın, her ne olursa olsunlar, hayat hiçbir yere varamayan, pürüzsüzce asfaltlanmış düz, yavan bir yol gibi olurdu. Güvenli ve rahat; ama aptalca ve tamamen anlamsız.
Tanıştığınız, hayatınızı etkileyen insanlar, tecrübe ettiğiniz başarı ve çöküşler, kim olduğunuzu ve kim olacağınızı bulmanıza yardımcı olurlar. Kötü tecrübelerden bile bir şeyler öğrenilebilir. Aslında, bazen onlar en önemlileridir.
Eğer birileri sizi severse, karşılığında onlara hangi şekilde yapabiliyorsanız sevgi verin, sadece sizi sevdikleri için değil aynı zamanda size sevmeyi ve kalbinizi ve gözünüzü nasıl açabileceğinizi öğrettikleri için. Eğer birileri sizi incitirse, aldatırsa ya da kalbinizi kırarsa, onları affedin, size, güveni ve kalbinizi kimlere açacağınıza dikkat etmenin önemini öğrettikleri için.
Her gününüzü önemseyin. Her anın değerini bilin ve onu bir daha asla yaşayamayacağınız için o anlardan alabileceğiniz her şeyi alın. Daha önce hiç konuşmadığınız insanlarla konuşun ve onların söylediklerini dinleyin!
Aşık olmanıza izin verin, kendinizi serbest bırakın ve görüşlerinizi yükseltin. Başınızı dik tutun; çünkü her türlü hakka sahipsiniz. Kendinize önemli bir kişi olduğunuzu söyleyin ve kendinize inanın; çünkü eğer siz kendinize inanmazsanız başkalarının size inanması güç olacaktır. Hayatınızda istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Kendi hayatınızı yaratın ve daha sonra dışarı çıkıp hiç pişmanlık duymadan yaşayın! Ve eğer birilerini severseniz bunu onlara söyleyin; çünkü yarının neler sakladığını asla bilemezsiniz.
Yaşadığınız her günden hayata dair bir ders alın! Bugün; dün için endişelendiğiniz yarındır. Buna değer miydi?
Sharon Zeff

NEŞELİ OLMANIN GÜCÜ

“Siz önce güleryüzlü olmayı öğreniniz. İşte o zaman, alnınızda çizgiler olmaz. Ve işte o zaman, bir gönüle girmenin anahtarı elinizdedir.”

“Güleryüz, önce konuşan dilden önemlidir. Daha sonra dilinizle gözleriniz gülsün.”

 Dünya kederlerle, yoksulluklarla, hastalıklarla o kadar dolmuştur ki, ruhlarımıza çöken kara bulutları dağıtacak bir güneşe ihtiyacımız vardır. Dünyanın sevinç ve neşe ekici insanlara ihtiyacı vardır; yükselten ve ferahlandıran, ümit ve cesaret telkin eden insanlara.

Neşeli bir ruh ne büyük bir zenginlik hazinesidir!. İyimser olabilmek kıymetli bir mirastır!. Zira sükûnet ve barış daima onunla beraberdir. Onun ışığı etrafındaki gölgeleri kovar; kederli kalpleri aydınlatır. Onun kudreti ümitsizlere bile sevinç ve cesaret getirir. Hele iyimserlik özelliği, sevimlilik, nezaket ve yüz güzelliğiyle bir arada bulunursa, yer yüzünün hiçbir hazinesi bununla kıyaslanamaz. Bu paha biçilmez nimeti elde etmek sanıldığı kadar zor değildir; zira neşeli bir yüz, sıcak ve cömert bir kalbin yansımasıdır. İçteki güneş, ilk önce yüzde değil ruhta doğar, oradan yüze yansır. Yüze parlaklık ve çekicilik veren tatlı gülümseme içimizdeki güneş ışığından başka bir şey değildir.

Karşılaştığımız insanlara sempati ve ilgi göstermelisiniz. Herkes için iyi düşünceler ve duygular beslemelisiniz. Kendinizde bulunan iyi özelliklerimizi geliştirirseniz, başkalarının güzel ve asil duygularını anlamaya ve bu duyguları onlarda da yaratmaya güç kazanabilirsiniz.

Güneş gölgeleri kovduğu gibi, neşeli insanlar da ilişkide oldukları insanlardan kederi, tasa ve kaygıyı kovarlar. Neşeli insanlar somurtkanların bulundukları bir ortama girdikleri zaman, bulutlar arasından parlıyan güneş gibi ışık şaçarlar. Herkes yeni geleni görmekten huzur duyar; diller çözülür; ortam neşe ve sevinçle parlar.

Neşeli olabilmek hayatınızda kendinize ve başkalarına yapabileceğiniz iyiliklerin en büyüğüdür. Böyle bir ruh hali, yapacağınız her atılımda, mesleğinizde de sizi başarıya götürecektir. İşler, siz aramadan, kendiliğinden size gelecektir, dostlarınız sizi arayacaktır, toplum bütün kapılarını size açacaktır. Çünkü neşeli bir mizaçta çekim gücü vardır. O hayatın iyi şeylerini çeken bir mıknatıstır.


O. Swett Marden

İÇİNDE BULUNDUĞUN AN'I YAŞAMAK

“Geçmişi düşünmeden, anı değerlendiren, geleceği de kazanır.”
Kafamızın sağlam olması büyük ölçüde, içinde bulunduğumuz anı ne kadar yaşayabildiğimize bağlıdır. Bir gün veya bir yıl önce neler olduğu, ya da, ertesi gün neler olabileceğinin önemi yoktur. Sizin var olduğunuz yer, içinde bulunduğunuz andır. Bu her zaman böyledir.
Ne var ki, çoğumuz birçok şeyi aynı anda dert etme sanatında ustalaşmışızdır. Geçmişteki sorunlarımız ve geleceğe yönelik endişelerimiz yaşadığımız ana hükmettikçe, biz de kaygılarla ve ümitsizlikle dolu bir bunalıma gireriz. Bu durumdayken hayattan zevk almayı, önceliklerimizi ve mutluluğumuzu ileri bir tarihe erteleyerek, gelecekte “bir günün” bugünden daha iyi olacağına inanmaya çalışırız. Ne yazık ki,  şimdi bize geleceğe bakmamızı söyleyen zihniyet,  bunu hep tekrarlar ve o “bir gün” bir türlü gelmez. Yaşam biz başka planlar yapmakla meşgulken, çocuklarımız büyür,  sevdiğimiz insanlar bizden uzağa taşınırlar, kimi ölür, bedenimiz giderek biçim değiştirir; bu arada hayallerimiz uçup gidiyordur. Kısacası, hayatı ıskalıyoruzdur.
Çoğu insan hayatını, sanki gelecekte kullanacağı bir elbisenin provasıymış gibi yaşar. Oysa, hiç öyle değildir. Kimsenin yarın burada olacağına güvencesi yoktur. Sahip olduğumuz ve kontrol edebildiğimiz tek zaman, içinde bulunduğumuz andır. Aklımızı yaşadağımız ana verebilirsek, içimizden korkuyu atabiliriz. Bu korku gelecekte olabileceğinden kaygı duyduğumuz olaylardır… İleride parasız kalabiliriz, çocuklarımızın başı derde girer, yaşlanacak ve öleceğiz, diye duyduğumuz endişelerdir.
Korkuyla savaşmak için en iyi yol, dikkatinizi tekrar şimdiki zamana döndürmektir. Bundan böyle dikkatinizi bulunduğunuz yere ve o ana vermeye çalışın. Gayretinizin karşılığını fazlasıyla alacaksınız.
Dr. Richard Carlson