Titreşimi Artırmak – Yeni Yıl endişelerini EFT ile Yok Etmek.

Zaman zaman Titreşimi Arttırmak adını verdiğim, içine saf sevgiyi koyabilmeyi hayal etmemi kolaylaştıran EFT protokolleri yazıyorum. İşte onlardan biri. Basitçe bir kaç defa çalışınız. Hepimiz bilinçaltımızdaki kirliliğin ya farkındayız ya da değiliz. Bu protollerin içine  frekansınızın yükselmesine katkıda bulunması için olumlu dileklerimi koyuyorum. Sevgilerimle.
Not: Karate kesme noktası yerine Spot noktasını kullanabilirsiniz. Olumsuz ifadelerden sonra 9 adet gamut noktasını mutlaka uygulayınız. Duygularınıza yoğunlaşınız. Gerekirse baştan başlayarak çalışınız.


(Takip eden ifadeleri karate kesme noktasına vurarak 3 defa tekrar ediniz)
“Yeni yıla girerken endişeli hissetmeme rağmen kendimi derinden ve tamamen seviyor ve kabul ediyorum… Yeni yılın getireceğini düşündüğüm belirsizliklerin içimde yarattığı korkuya rağmen kendimi güvende ve şimdide hissetmeye açığım.”

Sufi, Mevlana Celaleddin Rumi

Güneş Işığında toz benim, güneşin küresi ben.

Toza kal diyorum. Ve güneş ışığına yuvarlanmaya devam.

Sabahın pusu benim. Akşamın rüzgarı ben.

Korunun hışırtısı, denizin uğuldayan dalgaları benim.

Geminin direği, dümeni, dümencisi ve gemi benim.

Mercan kayalığı benim, onun üzerinde kurduğu.

Hayat ağacı, dallarındaki papağan benim.

Sessizlik, düşünce, dil ve ses.

Flütün sesi ve kişinin ruhu benim.

Taştaki kıvılcım, altın ve metaldeki parıltı benim.

Kandil ve etrafındaki kanat çırpan kelebek,

Gül ve onun kokusuyla sarhoş bülbül,

Varoluşun zinciri, kürenin çemberi benim,

Yaratılışın, yükselişin ve düşüşlerin terazisiyim.

Olan da olmayan da benim. Ben – O bilen sensin,

Celalettin, O söyle -Her şeyde ruh benim.

Sufi, Mevlana Celaleddin Rumi

Yarın Kimseye Vaat Edilmemştir

Unutmayin "YARIN KIMSEYE VAAD EDILMEMISTIR Önce evlendigimizde hayatin daha iyi olacagina inandiririz kendimizi. Evlendikten sonra, bir cocugumuz dogduktan hatta ardindan bir tane daha olduktan sonra hayatin daha iyi olacagina inandiririz kendimizi.

Sonra cocuklar yeterince büyük olmadiklari icin kizar, onlar büyüyünce ...daha mutlu olacagimiza inaniriz. Bundan sonra, ergenlik donemlerinde cocuklarla ugrasmamiz gerektigi icin ofkeleniriz. Kendimize, cocuklarimiz bu donemden cikinca daha mutlu olacagimizi, yeni bir araba alinca, guzel bir tatile cikinca, emekli olunca, yasantimizin dort dortluk olacagini soyleriz.

Gercek ise su andan daha iyi bir zaman olmadigidir. Eger simdi degil ise ne zaman?...
Hayatiniz her zaman mucadelelerle dolu olacaktir. En iyisi bunu kabul edip her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir.

En sevdigim sozlerden biri Alfred D. Souza' ya aittir. Der ki; "Uzun zamandan beridir hayatin -gercek hayatin- baslamak uzere oldugu izlenimine kapilmistim. Fakat her zaman yolumun uzerinde bir engel, oncelikle erisilmesi gereken birsey, bitmemis bir is, hizmet edilecek zaman, odenecek bir borc oldu. Sonra hayat baslayacakti. Sonunda anladim ki bu engeller benim hayatimdi.

"Bu gorus acisi, mutluluga giden bir yol olmadigini gosterdi. Mutluluk yoldur, oyleyse sahip oldugunuz her anin kiymetini bilin ve mutlulugu, vaktinizi harcayacak kadar ozel biriyle paylastiginiz icin, ona daha fazla deger verin.

Unutmayin, zaman hic kimse icin beklemez. Oyleyse; Okulu bitirene kadar, 100 milyar kazanana kadar, Cocuklariniz olana kadar, Cocuklariniz evden ayrilana kadar, Ise baslayana kadar, Evlenene kadar, Cuma gecesine kadar, Pazar sabahina kadar, Yeni bir araba, ya da ev alana kadar, Borclari odeyene kadar, Ilkbahara kadar, Yaza kadar, Sonbahara kadar, Kisa kadar, Maas gunune kadar, Sarkiniz soylenene kadar, Emekli olana kadar, Ölene kadar.....

Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz 'An' dan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin.  Mutluluk bir varış değil bir yolculuktur. " Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları ise daha alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır."

Unutmayin "YARIN KIMSEYE VAAD EDILMEMISTIR"

____Murathan MUNGAN___
***



Davranışlarımızın bilinçaltı nedenlerini tespit etmede çerçeve değiştirme tekniği

    Bilinçaltı kayıtlarımız bizim neler yapıp yapamayacağını belirleyen ana unsurlarımızdır. Bu nedenle bir işi yaparken öncelikle bilinçaltımıza bakmalıyız bilinçaltımız ne diyor. Davranışlarımızı belirleyen unsurlar bizim bilinçaltımızdır. 
    Bilinçaltımız iki bölümden oluşur. Sorunu meydan getiren taraf ve mantıklı düşüne taraf olarak iki tarafı vardır. İkisi arasında sürekli çatışma olduğu için biz rahatsızlık hissederiz. Ve mutsuz oluruz. Bunun için bilinçaltındaki kayıtları temizleme yöntemlerin biriside çerçeve değiştirme yöntemidir.
     Mutsuzluğumuza neden olan soruna yüzey yapıda ki probleme baktığımızda olayı tam olarak anlayamayız eğer derin yapıda problem ne var bunu tespit edemezseniz problemi çözemezsiniz. Öncelikli olarak derin yapıdaki problemi çözmemiz lazım.
    Bunun için öncelikli olarak vücudumuza bakacağız. Her duygunun vücutta bir yeri vardır. Problem aklımıza geldiğinde vücudumuzda ne hissediyoruz. Neresinde ağrı var?  Kimi zaman dersiniz ki; bu sıkıntıyı hatırladığımda boğazımda bir düğümlenme var, Yada kalbim ağrıyor veya mideme kramp giriyor. Buna biz semptomun yerini bulmak diyoruz. Yani problemi düşündüğümüzde vücudumuzun verdiği tepkinin yerini tespit edeceğiz öncelikli olarak.   Vücudumuzda ne hissediyoruz?  Vücudumuz da semptomlar neler? Nerde yanma yada ağrı hissediyoruz bunu tespit ediyoruz.
    Öncelikle olarak örnek sigara içmekse sigarayı neden içiyorsun, sigaranın sana verdiği zararları düşündüğünde neler hissediyorsun, vücudunun neresinde bir yanma ya da düğümlenme oluyor? Bu duygu nasıl bir şey? Basınç olabilir, boğulma, bastırma yada farklı bir şekilde olabilir. Bunu hissediyoruz. Ve semptomun yerini buluyoruz karnında mı, boğazında mı, kollarında mı vücudun her yerinde olabilir. Gözlerimiz kapalı olarak bu sıkıntıyı nerede hissediyoruz.
Artık bundan sonra bu sorunun bilinçaltındaki kayıtlarına ulaşma aşamasına geldik. Çünkü bu sorundan rahatsızlık duysak da bilinçaltında kayıtlı olduğu için bu sorundan kurtulamayız. Bilinçaltımızın sorunu meydan getiren taraf ve mantıklı düşüne taraf olarak iki tarafı vardır. İkisi arasında sürekli çatışma olduğu için biz rahatsızlık hissederiz.
    Sizce bunlardan hangisi sizin düşmanınızdır? Sigara iç diyen sorunu meydana getiren taraf mı yoksa sigara içme sigara zararlı diyen tarafınız mı? Sorunu meydan getiren taraf mı?  Ne yazık ki hayır. Bilinçaltınızın iki tarafı da sizin dostunuzdur, hiçbir zaman sizin düşmanınız olamaz. Sigara iç derken sizi bir sıkıntıdan kurtarmak istiyor. Yani ihtiyacınız olan bir duyguyu size yaşatıyor. Bir şeylerden kaçış ve rahatlama, sigara içerek kendiniz olgunlaşmış hissetme yada başka bir duygunun bastırılması.. Sizin başka bir duygusal ihtiyacınızı karşılamakta olduğu için bilinçaltınızca yaratılmıştır.  O olay daha büyük başka bir sorun çıkmaması için bilinçaltınızca yaratılmıştır. Bu nedenle öncelikli olarak bilinçaltımızca bizi sigaraya teşvik eden olumlu niyeti bulmanız lazım. Bilinçaltımız bize neden böyle diyor. Bunun bir sebebi vardır. Biz bu sebebi bulmadan kesinlikle bu alışkanlıktan vazgeçemeyiz.  
    Sebebi tespit için yine vücudumuzu kullanıyoruz. Bunun için bacaklarımız bir adım açıklığında açılmış rahat bir duruş içerisinde ayakta duruyoruz. İki elimizi, ellerimiz yukarıya bakacak şekilde dirseklerden kırık öne doğru uzatıyoruz.  Dua eder gibi ama eller yukarıda değil.
    Sonrasında vücudumuzu hayalimizde ikiye ayırıyoruz. Yani bir tarafımıza sorun çıkaran taraf diğer tarafımıza ise mantıklı taraf olarak belirliyoruz. Örnek olarak sol tarafımız sorun çıkaran taraf sağ tarafımız mantıklı tarafımız olsun. Gözlerimizi kapıyoruz ve hafif trans haline giriyoruz. Bunun için ağzınız kapalı burnunuzdan 8-10 kez  nefes alıp verebilirsiniz.  Ve sol elimize sorun çıkaran tarafımızı sağ elimize ise mantıklı tarafımızı alıyoruz. Ve sol elinize dönerek içinden “Neden benim sigara içmemi istiyorsun”  diye soruyoruz. Neden sebep ne bunu tespit etmeye çalışıyoruz. Israrlı sorular karşısında sorunun cevapları gelmeye başlıyor.
    Sorunun cevabı aklınıza hayalinize gelmedik bir neden çıkabilir. Örnek “Evdeki huzursuzluktan dolayı kendine zarar vermeni önlemek için seni rahatlattığı için”, “Maddi yönden sıkıntıda olduğun için evdekilere zara vermemen için”, “ iş yerinde maruz kaldığın baskılardan dolayı kendine ya da ailene zarar vermeni önlemek için”,  “ sigara içtiğinde arkadaşlarının yanında kendini olgun ve güçlü hissettirdiği için”.
    Burada tespit ettiğiniz hususlar derin yapıda tespit ettiğiniz nedenlerdir. Biraz öncede söylediğim gibi bilinçaltı sizi asla düşman değildir sadece sizi bir şeyden korumaktadır.  Bu bir konu ya da bir çok konu aklınıza gelebilir. Normal zamanda bilinçli beyinle bu cevapları bulma şansınız çok zayıftır. Kendinize itiraf etmeyeceğiniz hususları hafif trans halindeyken çok rahat söylersiniz.  Ve sol taraftaki bilinçaltınıza bu olumlu niyeti için teşekkür ediyoruz. Bu önemli bir husustur yani bilinçaltınız size bir şeyi yap derken sizi başka bir şeyden korumaktadır ve olumlu bir ya da birkaç nedeni vardır.
Bundan sonra diğer tarafımıza yani mantıklı tarafımız koyduğumuz sağ elimize dönüyoruz yine gözlerimiz kapalı ve yarı trans halinde bize bu olumlu nedeni sağlayacak üç tane öneri bildirmesini istiyoruz. Çünkü sorun çıkaran bilinçaltınızın sizde karşıladığı ihtiyaçları karşılayacak daha iyi bir davranış şekli yaratamazsanız sizin bu alışkanlıktan kurtulma şansınız hiçbir zaman olmayacaktır.
   Öneri olarak örnek “Evdeki huzursuzluk sebebi olan konuyu aile bireyleri ile konuşma”, “sigara içmenin size sağladığı kendine güven duygusu için sizi rahatsız eden konuyu çözmek”  veya “ Sigara içmenin size sağladığı ilgi odağı olma konusu için yine ilgi odağı olabileceğiniz bir aktivite seçmek.” Burada önemli olan mantıklı tarafın önerdiği önerileri sorun çıkaran tarafımızın da kabul etmesi önemlidir. Uçuk kaçık yapılabilirliği olmayan önerilerden ziyade yapabileceğimiz ve kabul edilebilir öneriler olmalıdır.
   Önerileri tespit ettikten sonra bu saferde sağ tarafımıza teşekkür ediyoruz.
     Artık kalıbı kırdınız. Yani sizdeki derin yapıyı tespit ettik ve karşı önerileri de tespit ettik artık derin yapı nedeniyle yaşadığımız çatışmalardan kurtulmanın vakti geldi. Ve sol elimizi elimiz açık ve içe dönük biçimde bu duygudan dolayı çatışma hissettiğimizde ağrı hissettiğimiz yere koyuyoruz. Kalbimiz, boğazımız veya midemiz. Bu sorunu düşünürken daha önce nerede ağrı hissediyorsak oraya koyuyoruz. Ve peşinden de sağ elimizi üzerine koyuyoruz ve bekliyoruz. Bu hareket bize bilinçaltında bir değişim olmasını sağlayacaktır artık iki tarafta anlaşmış durumdadır. Neden; artık size sigara içmenin vermiş olduğu duyguları verecek başka bir seçenekler vardır ve kayıp yoktur.
   Bu durumda bir süre kalıyorsunuz ve rahatladıkça elinizi aşağıya doğru indiriyorsunuz. Eliniz aşağıya inince tamamen rahatlık duygusu hissediyorsunuz. Artık kalıplarınız kırıldı.
    Bundan sonra yapacağınız şey belli size aynı duyguyu hissettirecek mantıklı tarafınızın önerilerini uygulamaya koymak. Ve çatışma yaratan davranıştan sorundan vazgeçmek senin için çok kolay çünkü ihtiyacını karşılayacak yeni davranış şeklini yarattığın için eski davranışa ihtiyacın yok.

Nefes – Evrene Bir Köprü – 4 / OSHO


4.Teknik
Nefes tamamen çıktığında (yukarı) ve kendiliğinden durduğunda ya da hepsi içeri çekildiğinde (aşağı) ve durduğunda… Böylesine evrensel bir duraklamada, insanın küçük benliği kaybolur. Bu yalnızca, saf olmayanlar için güçtür.
Ama o zaman herkes için güçtür, çünkü der ki: Bu yalnızca saf olmayanlar için güçtür.
Ama saf olan kim? Senin için güç; onu uygulayamazsın. Ama bazen aniden hissedebilirsin. Araba sürmektesindir ve aniden kaza olacağını hissedersin. Nefes durur. Çıkmışsa, dışarıda kalır. İçerideyse, içeride kalır. Böyle acil bir durumda nefes alamazsın; bunu göze alamazsın. Her şey durur, ayrılır.
Böylesine evrensel bir duraklamada, insanın küçük benliği kaybolur.
Küçük benliğin yalnızca günlük bir hizmettir. Acil durumlarda onu hatırlayamazsın. Kim olduğun (isim, banka hesabı, prestij, her şey) uçar gider. Araban bir başka arabaya doğru gitmektedir; bir an sonra ölüm gelecektir. Bu anda, bir duraklama olur. Saf olmayanlar için bile bir duraklama olur. Aniden nefes durur. O anın farkına varabilirsen, hedefe ulaşırsın.
Japonya’da Zen keşişleri bunu çok denemiştir. İşte bu yüzden yöntemleri çok garip, saçma, tuhaf görünür. Pek çok anlaşılmaz şey yapmışlardır. Bir usta birini evcen dışarı atar. Aniden usta sebepsizce, anlamsızca vurmaya başlar.
Ustanla oturmaktasın ve her şey yolunda. Gevezelik etmektesin ve duraklamayı yaratmak için seni dövmeye başlar. Sebep varsa duraklama yaratılamaz. Ustana hakaret ettiysen ve o seni dövmeye başladıysa bir sebeb var der, zihnin bu olayı şöyle yorumlar: “Ona hakaret ettim ve o beni dövüyor.”
Gerçekte, zihnin onu zaten bekliyor, bu yüzden bir boşluk yok. Ama hatırla, bir Zen ustası ona hakaret ettiğinde seni dövmez, güler, çünkü o zaman kahkaha duraklamayı yaratır. Sen ona hakaret edersin, ona saçma şeyler söylersin ve öfkelenmesini beklersin. Ama o gülmeye ve dans etmeye başlar. Bu, beklenmedik bir davranıştır ve bir duraklama yaratır.
Sen anlayamazsın. Anlayamadığın zaman zihin durur ve zihin durduğu zaman nefes durur. Her iki durum için de geçerlidir: Eğer nefes durursa zihin durur; eğer zihin durursa nefes durur.
Sen ustanı taktir etmektesindir ve iyi hissetmektesin, “Şimdi usta memnun olmalı,” diye düşünmektesi. Ve aniden o, asasını alır ve seni dövmeye başlar… Hem de merhametsizce, çünkü Zen ustaları merhametsizdir. Seni dövmeye başlar; neler olduğunu anlayamazsın. Zihin durur, bir duraklama olur. Tekniği biliyorsan, benliğine erişebilirsin.
Birinin, öğretmeni aniden onu dövmeye başladığı için Budalığa ulaşmasını anlatan pek çok hikaye vardır. Sen anlayamazsın… Ne saçmalık! İnsan biri tarafından dövüldüğü için ya da biri pencereden dışarı atıldığı için Budalığa nasıl erişebilir ki? Biri seni öldürse bile Budalığa erişmezsin. Ama bu tekniği anlarsan, o zaman ulaşmak kolay olur.
Özellikle batıda, son otuz kırk yıl içinde, Zen çok öne çıkmıştır; moda olmuştur. Ama bu tekniği bilmedikleri sürece Zen’i anlayamazlar. Taklit edebilirler, ama taklit etmenin faydası yoktur. Tam tersine, tehlikelidir. Bunlar taklit edilecek şeyler değildir.
Tüm Zen tekniği Şiva’nın dördüncü tekniğine dayalıdır. Ama bu talihsizliktir. Şimdi Japonya’dan Zen ithal etmek zorunda kalacağız, çünkü biz tüm geleneği kaybettik; onu bilmiyoruz. Şiva bu yöntemin; onu mükemmel uzmanıydı. Barat’ı  (alay) eşliğinde Devi ile evlenmeye geldiği zaman, tüm şehir duraklamayı hissetmiş olmalı… Tüm şehir!
Devi’nin babası kızını bu “hippi” ile evlendirmeye razı değildi… Şiva orijinal hippiydi. Devi’nin babası ona tamamen karşıydı. Hiçbir baba bu evliliğe izin vermezdi; bu yüzden Devi’nin babası aleyhine bir şey söyleyemeyiz. Hiçbir baba kızının Şiva ile evlenmesine izin vermezdi. Ama Devi ısrar etti, bu yüzden babası kabul etmek zorunda kaldı…  Gönülsüzce, mutsuzluk içinde, ama kabul etti.
Sonra düğün alayı geldi. Şiva’yı ve alayını görünce insanların koşmaya başladığı söylenir. Tüm barat LSD, marihuana çekmiş olmalıydı. Hepsi “uçuyordu”. Ve gerçekten, LSD ve marihuana yalnızca başlangıçtır. Şiva nihai uyuşturucuyu (psychedelic) biliyordu, arkadaşları ve müritleri biliyordu: Soma rasa. Aldous Huxley nihai uyuşturucuyu, sırf Şiva yüzünden “soma” diye adlandırdı. Uçuyorlardı, dans ediyor, çığlık atıyor, gülüyorlardı. Tüm şehir kaçtı. Duraklama hissedilmiş olmalı.
Ani, beklenmedik, inanılmaz her şey saf olmayanlar için duraklamayı yaratabilir. Ama saf olanlar için bu tür şeylere ihtiyaç yoktur. Saf olanlar için duraklama hep oradadır. Saf zihinler için, nefes defalarca durur. Zihnin safsa (saf, hiçbir şeyi arzulamadığın, özlemediğin, aramadığın anlamına gelir), sessizce safsa, masumca safsa, oturuyor olursun ve aniden nefesin durur.
Şunu unutma: Zihnin hareketi nefes hareketine ihtiyaç duyar. Hızlı hareket eden zihin hızlı hareket eden nefese ihtiyaç duyar. İşte bu yüzden öfke içindeyken nefesin daha hızlı hareket eder. Cinsel eylemde nefes çok hızlı hareket eder. İşte bu yüzden ayurvedada (Hindistan’daki bitkisel tedavi sistemi) çok fazla cinselliğe izin verilirse ömrünün kısalacağı söylenir. Ayurvedaya göre ömrün kısalır, çünkü ayurveda ömrünü nefeslerinle ölçer. Çok hızlı nefes alıp veriyorsan ömrün kısalacaktır.
Çağdaş tıp cinselliğin kan dolaşımına yardım ettiğini, cinselliğin gevşemeye yardım ettiğini söyler. Ve cinselliklerini baskılayanlar sorun yaşarlar… Özellikle de kalp rahatsızlıkları. Haklıdırlar ve ayurveda da haklıdır, ama karşıt görünürler. Ama ayurveda beş bin sene önce keşfedilmiştir. Her insan çok fazla çalışıyordu: Yaşam çalışmaktı, bu yüzden gevşemeye ihtiyaç yoktu, kan dolaşımı için yapay araçlar yaratmaya gerek yoktu.
Ama şimdi, fazla fiziksel iş yapmayanlar için, tek iş cinsellik. İşte bu yüzden çağdaş tıp da çağdaş insan için doğru. İnsan fazla fiziksel çaba göstermiyor, bu yüzden cinsellik çaba sağlıyor: Yürek daha fazla atıyor, kan daha hızlı dolaşıyor, nefes derinleşiyor ve merkeze gidiyor. Bu yüzden cinsellikten sonra gevşemiş hissedersin ve rahatça uykuya dalabilirsin. Freud, en iyi sakinleştiricinin cinsellik olduğunu söyler ve öyledir de… En azından çağdaş insan için.
Cinsellikte nefes hızlanır, öfkede nefes hızlanır. Cinsellikte zihin arzuyla, şehvetle, saf olmamakla doludur. Zihin safken; zihinde arzu yokken, arayış yokken, güdü yokken hiçbir yere gitmezsin, masum bir havuz gibi burada ve şu anda kalırsın… Tek bir dalga bile olmaz… O zaman nefes kendiliğinden durur. Ona ihtiyaç yoktur.
Bu yolda, küçük benlik yok olur ve daha yüksek, daha üstün benliğe ulaşırsın.
Sanırım bugünlük bu kadarı yeter.

Nefes – Evrene Bir Köprü – 3 / OSHO

3.Teknik
Ne zaman içeri alınan nefes ile dışarı verilen nefes karışsa, o anda enerjisiz, enerji dolu merkeze dokun.
Bir merkez ve çeper olarak bölünmüşüz. Beden çeperdir; bedeni tanıyoruz, çeperi tanıyoruz. Çevreyi tanıyoruz, ama merkezin nerede olduğunu bilmiyoruz. Dışarı çıkan nefes içeri giren nefesle karıştığı zaman, bir oldukları zaman, onun dışarı çıkan nefes mi, içeri giren nefes mi olduğunu bilemediğin zaman… Nefesin dışarı mı çıktığını, içeri mi girdiğini ayırt edemediğin, tanımlayamadığın zaman, nefes içeri girmiş ve dışarı çıkmaya başlamışken, bir birleşim anı olur. O ne dışarı çıkmakta, ne içeri girmektedir. Nefes durağandır. Dışarı çıkarken dinamiktir; içeri girerken dinamiktir. İkisi de olmadığında, sessizken, kıpırtısızken, merkezin yakınındasındır. İçeri giren ve dışarı çıkan nefesin birleşim noktası senin merkezindir.
Şu şekilde bak: Nefes içeri girdiğinde nereye gider? Merkezine gider, merkezine dokunur. Dışarı çıkarken nereden gider? Merkezinden gider.Merkezine dokunulması gerekir. İşte bu yüzden taoist gizemcileri ve Zen gizemcileri insanın merkezinin başı değil göbeği olduğunu söylerler. Nefes göbeğe gider, sonra dışarı çıkar. Merkeze gider.
Dediğim gibi, o seninle bedenin arasında bir köprüdür. Bedeni tanırsın ama merkezinin nerede olduğunu bilemezsin. Nefes daima merkeze gitmekte ve dışarı çıkmaktadır ama yeterince nefes almamaktayızdır. Böylece, normalde gerçekte merkeze gitmez… En azından şimdi merkeze gitmemektedir. İşte bu yüzden herkes “merkezden uzak” hisseder. Çağdaş dünyanın tamamında, düşünmeyi başarabilenler merkezlerini ıskaladıklarını hissederler.
Uyuyan bir çocuğa bak, nefesini gözle. Nefes içeri girer; karın yükselir, göğüs etkilenmemiş kalır. İşte bu yüzden çocukların göğüsleri yoktur,yalnızca karınları vardır… Çok dinamik karınlar. Nefes içeri girer ve karın yükselir; nefes dışarı çıkar ve karın alçalır… Karın hareket eder. Çocuklar merkezlerinin içindedirler, merkezlerindedirler. İşte bu yüzden o kadar mutlu, o kadar sevinç doludurlar, öylesine enerji doludurlar ki, hiç yorulmazlar… Hep taşarlar ve hep geçmişsiz, geleceksiz bir şimdiki zamandadırlar.
Bir çocuk öfkelenebilir. Öfkelendiği zaman tamamen öfke içindedir; öfke kesilir. O zaman öfkesi de güzel bir şeydir. Biri tamamen öfkelendiği zaman, öfkenin kendine has bir güzelliği olur, çünkü bütünlüğün hep bir güzelliği vardır.
Sen hem öfkeli hem güzel olamazsın, sen çirkinleşirsin, çünkü kısmenlik çirkindir. Ve yalnızca öfke konusunda da değil. Aşık olduğunda çirkinleşirsin, çünkü yine kısmen, parça parça aşıksındır; bütününle değil. Birisine aşık olduğunda, aşk yaparken kendi yüzüne bak. Bir aynanın önünde seviş ve yüzüne bak… Çirkin, hayvansı olacaktır. Aşkta da yüzün çirkinleşir. Neden? Aşk da bir çelişkidir, bir şeyi kendine saklamaktasındır. Cimrice vermektesindir. Aşkın içinde bile bütün değilsindir; tamamen, bütünüyle vermezsin.
Öfkeli, şiddet dolu olsa bile çocuk bütündür. Yüzü parlar, güzelleşir; burada ve şu andadır. Öfkesi geçmişle ya da gelecekle ilgili bir şey değildir, hesap yapmaz, yalnızca öfkelidir. Çocuk, kendi merkezindedir. Merkezindeyken, daima bütün olursun. Her ne yaparsan, bütün bir eylem olur; iyi ya da kötü, bütün olur. Parçalı iken, merkezinden uzaktayken, her eylemin kendinin bir parçası olacaktır. Bütünlüğün yanıt vermez, yalnızca bir parçadır ve parça bütüne karşı çıkmaktadır… Bu, çirkinlik yaratır.
Hepimiz çocuk olduk. Neden büyüdükçe nefesimiz sığlaşır? Asla karna gitmez; asla göbeğe dokunmaz. Daha aşağı gidebilse, daha az sığ olacak, ama nefes yalnızca göğse dokunur ve çıkar. Asla merkeze gitmez. Sen merkezden korkuyorsun, çünkü merkeze gidersen bütün olacaksın. Parçalı olmak istiyorsan, parçalı olmanın mekanizması budur.
Aşık olursun… Merkezden nefes alıp verirsen, aşk içinde bütün olarak akarsın. Sen korkuyorsun. Çok incinebilir olmaktan korkuyorsun; birine, herhangi birine karşı çok olmaktan korkuyorsun. Ona aşığım diyebilirsin, o sana sevgilim diyebilir ama korkuyorsun. Diğeri oradadır.
Tamamen incinebilir, açık olursan, neler olacağını bilemezsin. O zaman tamamen, başka bir anlamda sen olursun. Birine tamamen adanmaktan korkuyorsun. Nefes alamıyorsun; derin bir nefes alamıyorsun. Nefesini, merkezine gitmesine izin verecek kadar gevşetemiyorsun… Çünkü nefes merkeze gittiği an eylemin eksiksiz olur.
Bütün olmaktan korktuğun için sığ nefes alıyorsun. Maksimumda değil minimumda nefes alıyorsun. İşte bu yüzden yaşam çok cansız. Minimumda nefes alıyorsan, yaşam cansız olur; maksimumda değil minimumda yaşıyorsun. Maksimumda yaşayabilirsin… O zaman yaşam taşkın olur. Ama o zaman güçlük çıkar. Yaşam taşkınsa bir eş olamazsın. Her şey güçleşir.
Yaşam taşkın olduğunda, aşk da taşkın olur. O zaman birine bağlı kalamazsın. O zaman her yöne taşarsın; tüm boyutlar senin tarafından doldurulur. Ve sonra zihin tehlike hisseder, bu yüzden canlı olmamak daha iyidir. Ne kadar ölüysen, o kadar güvendesindir. Ne kadar ölüysen herşey o kadar kontrol altındadır. Kontrol edebilirsin; o zaman sen efendi olarak kalırsın. Kontrol edebildiğin için efendi olduğunu hissedersin. Öfkeni kontrol edebilirsin, aşkını kontrol edebilirsin, herşey kontrol edebilirsin. Ama bu kontrol ancak enerjinin minimum düzeyinde mümkündür.
Herkes o ya da bu zamanda, aniden minimum düzeyden maksimum düzeye değiştiği anlar olduğunu hissetmiştir. Tepedeki istasyona tırmanırsın. Aniden şehirden ve şehrin hapishanesinden çıkarsın. Özgür hissedersin. Gökyüzü engindir, orman yeşildir ve yükseklik bulutlara dokunur. Aniden derin bir nefes alırsın. Bunu gözlememiş olabilirsin. Artık tepedeki bir istasyona gidersen, gözle. Değişimi yapan aslında tepedeki istasyon değildir. Nefesindir. Derin bir nefes alırsın. “Ah! Ah!” dersin. Merkeze dokunursun, bir anlığına bütün olursun ve herşey sevinç dolar. O sevinç tepedeki istasyondan gelmemektedir, o sevinç merkezinden gelmektedir… Aniden ona dokunmuşsundur.
Sen şehirden korkuyordun. Her yerde başkaları vardı ve sen kendini kontrol altında tutuyordun. Çığlık atamıyordun, kahkaha atamıyordun. Ne talihsizlik! Sokakta dans edip şarkı söyleyemiyordun. Korkuyordun… Bir köşeden bir polis çıkabilirdi ya da bir rahip, bir yargıç, bir politikacı, bir ahlakçı. Civarda birisi olabilirdi, bu yüzden sokakta dans edemiyordun.
Bertrand Russell bir yerlerde şöyle demiş: “Medeniyeti çok seviyorum ama medeniyete çok büyük bedellerle ulaştık.” Sokaklarda dans edemezsin ama tepedeki bir istasyona gidersin ve aniden dans edersin. Gökyüzü ile yalnızsın ve gökyüzü bir hapishane değil. Yalnızca bir açıklık, açılır, açılır… Engindir, sonsuzdur. Aniden derin bir nefes alırsın, merkezine ve sevince dokunur. Ama uzun sürmez. Bir iki saat içinde tepedeki istasyon yok olacaktır. Sen orada olacaksın ama tepedeki istasyon yok olacak.
Endişelerin geri gelir. Şehre bir telefon açmayı, karına bir mektup yazmayı düşünmeye başlarsın ya da üç gün sonra geri döneceğinden, bazı ayarlamalar yapman gerektiğini düşünmeye başlarsın. Daha yeni gelmişsindir ve geri dönüş için planlar yapmaya başlarsın. Dönmüşsündür.
O nefes aslında senden değildi; aniden oldu. Durumdaki değişim yüzünden vites değişti. Yeni bir durumdaydın, eski şekilde nefes alamıyordun, bu yüzden bir anlığına yeni bir nefes geldi. Merkeze dokundu ve sen sevinç hissettin.
Şiva der ki, her an merkeze dokunmaktasın ya da eğer dokunmuyorsan, dokunabilirsin. Derin, ağır nefesler al. Merkeze dokun; göğüsten nefes alma… Bu hiledir. Medeniyet, eğitim, ahlak; bunlar sığ nefes almayı yaratmıştır. Derine, merkeze gitmek iyidir, çünkü aksi halde derin nefesler alamazsın.
İnsanlık cinselliğe karşı baskılayıcı olmadığı sürece insan gerçekten nefes alamaz. Nefes karına, derinlere giderse, cinsellik merkezine enerji verir. Cinsel merkeze dokunur; cinsel merkeze içerden masaj yapar. Cinsel merkez daha aktif, daha canlı olur. Medeniyet cinsellikten korkmaktadır. Çocukların cinsel merkezlerine, cinsel organlarına dokunmalarına izin vermeyiz. “Dur!” deriz. “Dokunma!”
Cinsel merkezine ilk kez dokunurken bir çocuğa bak ve sonra, “Dur!” de ve sonra nefesini gözle. “Dur! Cinsel merkezine dokunma!” dediğin zaman nefes hemen sığlaşır… Çünkü cinsel merkezine dokunan yalnızca eli değildir, derinliklerinde, nefesi de dokunmaktadır. Ve eğer nefes ona dokunmaya devam ederse, eli durdurmak güçtür. El durursa, temel olarak nefesin de dokunmaması, derine gitmemesi gereklidir, şarttır. Sığ kalmalıdır.
Biz cinsellikten korkuyoruz. Bedenimizin aşağıdaki kısmı yalnızca fiziksel olarak aşağı değildir, bir değer olarak da aşağılık olmuştur. “Aşağılık” olarak kınanır. Bu yüzden derine gitme, sığ kal. Yalnızca aşağı doğru nefes alabilmemiz talihsizliktir. Bazı vaizlere izin verilse, tüm mekanizmayı değiştirirlerdi. Sana yalnızca başına doğru nefes alma izni verirlerdi. O zaman cinselliği kesinlikle hissetmezdin.
Cinsel yönü olmayan bir insanlık yaratacaksak, o zaman nefes sistemini değiştirmemiz gerekir. Nefesin başına gitmesi gerekir, sahasrar‘ya… Kafadaki yedinci merkeze ve sonra ağza geri dönmelidir. Geçiş bu olmalıdır: Ağızdan sahasrar’ya. Aşağıya, derinlere gitmemelidir, çünkü aşağısı tehlikelidir. Ne kadar derine gidersen, biyolojinin derin tabakalarına o kadar yaklaşırsın. Merkeze uzanırsın ve o merkez, cinsel merkezin yakınındadır… Yalnızca yakınında. Öyle olmak zorundadır, çünkü cinsellik yaşamdır.
Şu şekilde bak: Nefes yukarıdan aşağıya giden yaşamdır; cinsellik diğer köşedeki yaşamdır… Aşağıdan yukarıya. Cinsel enerji akar ve nefes enerjisi akar. Nefes geçişi üst bedendedir ve cinsel geçiş alt bedendedir. Birleştikleri zaman yaşam yaratırlar; birleştikleri zaman biyoloji, biyoenerji yaratırlar. Bu yüzden, cinsellikten korkuyorsan, ikisi arasında bir mesafe yarat, birleşmelerine izin verme. Bu yüzden gerçekte, medeni bir adam hadım edilmiş bir adamdır; işte bu yüzden nefes hakkında bilgimiz yok ve bu sutrayı anlamak güç olacaktır.
Şiva şöyle der:
Ne zaman içeri alınan nefes ile dışarı verilen nefes karışsa, o anda enerjisiz, enerji dolu merkeze dokun.
Birbirine zıt terimler kullanır: “Enerjisiz, enerji dolu.” Enerjisizdir, çünkü bedenlerin, zihinlerin ona enerji veremez. Beden enerjin orada değildir, zihin enerjin orada değildir, bu yüzden, kimliğini bildiğin kadarıyla enerjisizdir. Ama enerji doludur, çünkü kozmik enerji kaynağına sahiptir, beden enerjin sayesinde değil.
Senin beden enerjin yalnızca yakıt enerjisidir. Petrolden başka bir şey değildir. Bir şey yersin, bir şey içersin… Bunlar enerji yaratır. Yalnızca bedene enerji vermektedir. Yemeyi, içmeyi bırak, bedenin ölür gider. Hemen şimdi değil, en az üç ay alır, çünkü petrol rezervlerin vardır. Çok enerji biriktirmişsindir; bir petrol istasyonuna gitmeden en az üç ay dayanır bu. Dayanabilir, çünkü bir rezervi vardır. Bir acil durum için, herhangi bir acil durum için ona ihtiyacın olabilir.
Bu, “yakıt” enerjisidir. Merkez yakıt enerjisi almaz. İşte bu yüzden Şiva enerjisiz der. Senin yiyip içmene bağlı değildir. Kozmik kaynak ile bağlantılıdır; o , kozmik enerjidir. İşte bu yüzden enerjisiz, enerji dolu merkez, der. Nefesin dışarı çıktığı ve içeri girdiği merkezi, nefeslerin karıştığı noktayı, o merkezi hissettiğin an, onu fark edersen aydınlanırsın.

Nefes – Evrene Bir Köprü – 2 / OSHO

1. Teknik
Şiva yanıt verir:
Ey ışık saçan, bu deneyim iki nefes arasında aydınlanabilir. Nefes içeri girdikten sonra ve dışarı çıkmadan hemen önce; iyilik.

Ey ışık saçan, bu deneyim nefes arasında doğabilir.
Nefes içeri girdikten sonra (yani, aşağı) ve dışarı çıkmadan hemen önce (yani, yukarı) iyilik. Bu iki noktanın arasına ve oluşa dikkat et. Nefes içeri girdiği zaman gözle. Tek bir an için, anın binde biri kadar süre için, nefes alıp vermek yoktur; yukarı dönmeden önce, dışa dönmeden önce… Bir nefes içeri girer; sonra belirli bir nokta vardır ve nefes durur. Sonra nefes dışarı çıkar. Nefes dışarı çıktığı zaman, sonra yine tek bir an için, bir anın bir parçası kadar süre için, nefes durur. Sonra nefes içeri girer.
Nefes içeri ya da dışarı dönmeden önce, nefes alıp vermediğin bir an vardır. O anda, oluş mümkündür, çünkü nefes alıp vermediğin zaman dünyada değilsindir. Şunu anla: Nefes alıp vermediğin zaman ölüsün; hâlâ varsın, ama ölüsün. O an, asla gözleyemeyeceğin kadar kısadır.
Tantra için, dışarı çıkan her nefes ölümdür ve her yeni nefes yeniden doğumdur. İçeri alınan nefes yeniden doğumdur; dışarı verilen nefes ölümdür. Dışarı çıkan nefes ölümle eş anlamlıdır. Bu yüzden her nefesle ölür, yeniden doğarsın. İkisi arasındaki boşluk çok kısa sürer, ama keskin, içten gözlem ve dikkat o boşluğu hissetmeni sağlar. Boşluğu hissedebilirsen, der Şiva; işte iyilik. O zaman başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Mutlusundur, bilmişsindir; olmuştur.
Nefesi eğitmemelisin. Olduğu gibi bırak. Bu kadar basit bir teknik neden? Basit görünür. Gerçeği bilmek için böylesine basit bir teknik! Gerçeği bilmek ne doğan, ne öleni bilmektir, hep var olan o ezeli ve ebedi şeyi bilmektir. Dışarı çıkan nefesi bilebilirsin, içeri giren nefesi bilebilirsin; ama ikisi arasındaki boşluğu hiçbir zaman bilmezsin.
Dene. Birden anlayıverirsin. Sana ya da yapına hiçbir şey eklenmesi gerekmez, herşey yerli yerindedir. Belirli bir farkındalık dışında her şey oradadır. O zaman bunu nasıl yapmalı? İlk önce, içeri giren nefesin farkına var. Onu izle. Her şeyi unut, yalnızca içeri giren nefesi izle; onun geçişini… Nefes burun deliklerine dokunduğu zaman, orada hisset. Sonra nefes al. Nefesle, tamamen bilinçli olarak hareket et. Nefesle aşağı, aşağı, aşağı giderken, nefesi kaçırma. Önüne geçme ya da arkadan takip etme, onunla git. Bunu unutma: önüne geçme, onu bir gölge gibi takip etme, onunla aynı anda git.
Nefes ve bilinç bir olmalıdır. Nefes içeri girer; sen içeri girersin. Ancak o zaman iki nefes arasındaki noktaya ulaşmak mümkün olur. Kolay olmayacaktır. Nefesle içeri gir sonra dışarı çık: İçeri-dışarı, içeri-dışarı.
Buda özellikle bu yöntemi kullanmaya çalıştı, bu yüzden bu yöntem Budist yöntemi haline geldi. Terminolojide bu, Anapanasati Yoga olarak bilinir. Ve Buda’nın aydınlanması bu tekniğe dayalıdır; sırf buna.
Dünyanın bütün din uluları, dünyanın bütün görücüleri şu ya da bu teknik aracılığı ile ermiştir ve o teknikler bu yüz on iki tekniğin içindedir. İlki bir Budist tekniğidir. Dünyada Budist tekniği olarak tanınmıştır, çünkü Buda, aydınlanmasına bu teknik aracılığı ile ulaşmıştır.
Buda dedi ki: “İçeri girerken, dışarı çıkarken nefesinin farkında ol; içeri girerken, dışarı çıkarken.” Boşluktan hiç bahsetmez, çünkü gerek yoktur. Buda, boşluk hakkında endişelenirsen, o endişenin iki nefes arasındaki boşluğa dair farkındalığını bozacağını düşündü ve hissetti. Bu yüzden yalnızca, “Farkında ol. Nefes içeri girerken onunla hareket et ve nefes dışarı çıkarken onunla hareket et.” Yalnızca şunu yap: Nefesle birlikte içeri gir, dışarı çık.” dedi. Tekniğin sonraki kısmı hakkında asla, hiçbir şey şöylemedi.
Sebebi şudur: Buda çok sıradan insanlarla konuşuyordu ve bu bile boşluğa ulaşma arzusu yaratabilir. O boşluğa ulaşma arzusu farkındalığa engel olur, çünkü boşluğa ulaşmayı arzuladığında ileri geri hareket edersin. Nefes içeri girerken sen önden gidiyor olursun, çünkü gelecek boşlukla ilgileniyorsundur. Buda ondan hiç bahsetmez, bu yüzden Buda’nın tekniği aslında bu tekniğin yalnızca yarısıdır.
Ama tekniğin diğer yarısı kendiliğinden gelir. Nefes bilinçliliğini, nefes farkındalığını çalışmaya devam edersen, aniden, bir gün, bilmeden, boşluğa gelirsin. Çünkü farkındalığın keskinleştikçe, derinleştikçe, yoğunlaştıkça, farkındalığın paranteze alındığı zaman; tüm dünya parantezin dışında kalır; içeri giren ya da dışarı çıkan nefes dünyan ve bilincin için tek arena olur, aniden içinde nefes olmayan aralığı hissedersin.
İnceden inceye nefesin hareket ederken, nefes olmadığında, bunun farkına niye varamayasın? Aniden nefes olmadığını fark edersin ve nefesin ne dışarı çıktığını, ne içeri girdiğini hissettiğin an gelir. Nefes tamamen durmuştur. O duruşta, iyilik’i bulursun.
Bu teknik milyonlar için yeterlidir. Asya’nın tamamı, yüzyıllardır bu tekniği denemiş, bu teknikle yaşamıştır: Tibet, Çin, Burma, Tayland, Seylan… Hindistan dışında Asya’nın tamamı bu tekniği denemiştir. Tek bir teknikle binlerce, binlerce kişi aydınlanmaya erişmiştir. Ve bu yalnızca ilk tekniktir.
Ama ne yazık ki bu teknik Buda’nın ismi ile özdeşleştiği için, Hindular ondan kaçınmaya çalışmaktadır. Giderek bir Budist yöntemi olarak tanındığı için, Hindular onu tamamen unutmuştur. Ve bu kadar da değil, ondan bir sebebten daha kaçınmaya çalışmaktadırlar. Bu teknik Şiva’nın bahsettiği ilk teknik olduğundan, pek çok Budist bu kitabın, yani Vigyan Bhairav Tantra’nın Hindu değil, Budist kitabı olduğunu iddia etmiştir.
Ama bu teknik ne Hindu, ne de Budistlere aittir… Teknik tekniktir. Buda bunu kullanmıştır, ama teknik zaten kullanılmak üzere oradaydı. Buda, bu teknik sayesinde Buda, yani “aydınlanmış olan” oldu. Teknik Buda’dan önce vardı; teknik hep oradaydı. Dene onu. En basit tekniklerden biridir… Diğer tekniklere göre basit; senin için basit demiyorum. Diğer teknikler daha güç olacak. İşte bu yüzden bundan ilk teknik olarak bahsedilir.

Nefes – Evrene Bir Köprü – 1 / OSHO

Gerçek her zaman buradadır. Bu zaten böyle. Gelecekte ulaşılacak bir şey değildir. Burada ve şimdi gerçek sensin, bu yüzden gerçek, yaratılacak bir şey değildir, tertiplenecek ya da aranacak bir şey değildir. Bunu iyice anla; o zaman bu teknikleri anlamak ve yapmak kolay olur.
Zihin bir arzulama mekanizmasıdır. Zihin daima arzu içindedir, daima bir şey aramakta, bir şey sormaktadır. Her zaman hedef gelecektedir; zihin şu anla hiç ilgilenmez. Zihin şu anda hareket edemez, yeri yoktur. Zihnin hareket etmek için geleceğe ihtiyacı vardır. Geçmişte ya da gelecekte hareket edebilir. Şu anda hareket edemez, yeri yoktur. Gerçek şu andadır ve zihin hep gelecekte ya da geçmiştedir, bu yüzden zihin ile gerçek bir araya gelemez.
Zihin dünyevi hedefler aradığı zaman zor olmaz, sorun saçma değildir; çözülebilir. Ama zihin gerçeği aramaya başladığında çabanın kendisi saçma olur, çünkü gerçek burada ve şu andadır ve zihin her zaman orada ve o zamandadır. Bir araya gelemezler. Bu yüzden önce şunu anla; gerçeği arayamazsın. Onu bulabilirsin, ama arayamazsın. Aramanın kendisi engeldir.
Aramaya başladığın anda, kendinden uzaklaşmışsındır, çünkü sen her zaman şu andasın. Arayıcı hep şu andadır ve arayış gelecektedir, her ne arıyorsan, bir araya gelemeyeceksin. Lao Tzu şöyle der: “Arama; aksi halde kaçırırsın. Aramayı bırak ve bul. Arama ve bul.”
Şiva’nın bütün bu tekniklerinin amacı basitçe zihni gelecekten ya da geçmişten şu ana çevirmektir. Aradığın şey zaten oradadır, zaten öyledir. Zihnin arayıştan aramayışa döndürülmesi gereklidir. Bu güçtür. Düşünsel olarak düşünürsen çok güçtür. Zihni arayıştan aramayışa nasıl döndürmeli? Çünkü o zaman zihin, aramayışın kendisini hedef yapar! O zaman zihin der ki: “Arama.” O zaman zihin der ki: “Aramamalıyım.” O zaman zihin der ki: “Şimdi hedefim; aramamak. Artık arzusuzluk durumunu arzuluyorum.” Arayış yine başlamıştır, arzu arka kapıdan yine girmiştir. İşte bu  yüzden dünyevi hedefler arayan insanlar vardır ve dünyevi hedefler aramadıklarını düşünen insanlar vardır. Tüm hedefler dünyevidir, çünkü “arayış” dünyadır.
Bu yüzden dünyevi olmayan hiçbir şey arayamazsın. Aradığın anda, aradığın şey dünyevi olur. Tanrı’yı arıyorsan, Tanrın dünyanın bir parçasıdır. Mokşa’yı arıyorsan, özgürleşmeyi, nirvana’yı; özgürleşmen dünyanın bir parçasıdır, çünkü arayış dünyadır, arzulama dünyadır. Bu yüzden nirvana’yı arzulayamazsın, arzusuzluğu arzulayamazsın. Düşünsel olarak anlamaya çalışırsan, bir bulmacaya  dönüşür.
Şiva, bu konuda hiçbir şey söylemez, hemen teknikler vermeye başlar. Onlar düşünsel değildir. Devi’ye şöyle demez: “Gerçek buradadır. Onu arama, o zaman bulursun.” Hemen teknikler verir. O teknikler düşünsel değildir. Onları yap, o zaman zihin döner. Dönüş yalnızca bir sonuçtur, yalnızca bir yan ürün; bir hedef değil. Dönüş yalnızca bir yan üründür.
Bir tekniği yaparsan, zihnin geleceğe ya da geçmişe yaptığı yolculuktan döner. Aniden kendini ‘şu an’da bulursun. İşte bu yüzden Buda teknikler vermiştir, Lao Tzu teknikler vermiştir, Krishna teknikler vermiştir. Ama onlar tekniklerini hep düşünsel kavramlarla sunarlar. Yalnızca Şiva farklıdır. O hemen teknikler verir, ama düşünsel anlayış vermez, düşünsel giriş vermez, çünkü zihnin hileci olduğunu bilir, olası en sinsi şey olduğunu bilir. Zihin her şeyi bir soruna dönüştürebilir. Aramayış sorun olur.
Bana gelip nasıl arzu edilmeyeceğini soran insanlar var. Onlar arzusuzluğu arzuluyorlar. Biri onlara söylemiş ya da bir yerlerde okumuşlar ya da ruhani dedikodular duymuşlar, arzulamazsan mutluluğa erişeceğini, arzulamazsan özgür olacağını, arzulamazsan acı çekmeyeceğini duymuşlar, bu yüzden nasıl arzulanmayacağını sorarlar. Zihinleri onlara oyunlar oynamaktadır. Hala arzulamaktadırlar, yalnızca artık hedef değişmiştir. Eskiden para arzuluyorlardı, şöhret arzuluyorlardı, prestij arzuluyorlardı, güç arzuluyorlardı. Artık arzusuzluğu arzuluyorlar. Yalnızca hedef değişmiş ve onlar aynı kalmışlar ve arzuları aynı kalmış. Ama şimdi arzu daha aldatıcı olmuş.
Bu yüzden, Şiva hiçbir giriş yapmadan hemen ilerler. Hemen tekniklerden bahsetmeye başlar. Bu teknikler, eğer izlenirse, aniden zihnini döndürürler: Zihin ‘şu an’a gelir. Ve zihin şu ana geldiğinde durur, artık yoktur. Şu anda bir zihin olamazsın, bu imkansızdır. Şu anda, burada ve şu andaysan, nasıl bir zihin olabilirsin? Düşünceler durur, çünkü hareket edemezler. Şu anda hareket edilecek yer yoktur. Şu andaysan, nasıl hareket edebilirsin? Zihin durur, zihinsizliğe ulaşırsın.
Bu yüzden, asıl önemli olan nasıl burada ve şu anda olacağındır. Deneyebilirsin, ama çaba boşuna olabilir… Çünkü şu anda olmayı bir hedef haline getirirsen, o zaman hedef geleceğe kaymıştır. Nasıl şu anda olunacağını sorarsan, yine gelecek hakkında soru sormaktasındır. “Nasıl şimdide olunur? Nasıl burada ve şu anda olunur?” diye sorarken şu an geçmektedir. Sen soru sorarken şu an geçmektedir ve zihnin gelecekte düşler görmeye, yaratmaya başlar: Bir gün hiç hareket olmadığı, hiç güdü olmadığı, hiç arayış olmadığı bir zihin durumuna erişeceksin ve o zaman mutluluk olacak… Bu durumda nasıl şu anda olunur?
Şiva bu konuda hiçbir şey söylemez, yalnızca bir teknik verir. Sen bu tekniği uygularsın ve aniden burada ve şu anda olduğunu görürsün. Ve senin burada ve şu anda olman gerçektir, özgürlüktür, nirvanadır.
İlk dokuz teknik nefesle ilgilidir. Bu yüzden nefese dair bir şeyi anlayalım ve sonra tekniklere geçelim. Doğum anından ölüm anına kadar devamlı nefes alıp veririz. Bu iki nokta arasında her şey değişir. Her şey değişir, hiçbir şey aynı kalmaz; doğum ile ölüm arasındaki tek daimi şey nefestir.
Çocuk genç olur; genç yaşlanır. Hastalık kapar, bedeni çirkinleşir, hasta olur; her şey değişir. Mutlu olur, mutsuz olur, acı çeken; her şey değişmeye devam eder. Ama bu iki nokta arasında ne olursa olsun, insanın nefes alıp vermesi gerekir. Mutlu ya da mutsuz, genç ya da yaşlı, başarılı ya da başarısız… Ne olduğun önemsizdir… Bir şey kesindir: Doğum ve ölüm arasında nefes alıp vermelisin.
Nefes alıp vermek daimi bir akımdır; bir aralık mümkün değildir. Tek bir an bile nefes almayı unutsan, artık var olamazsın. İşte bu yüzden senin nefes alman gerekmez, çünkü o zaman zor olur. İnsan bir an için nefes almayı unutabilir, o zaman hiçbir şey yapılamaz. Bu yüzden, aslında nefes alan sen değilsin, çünkü sana ihtiyaç yoktur. Derin uykuda olursun ve nefes alıp vermen devam eder; baygın olursun ve nefes alıp vermen devam eder; derin komada olursun nefes alıp vermen devam eder. Sana ihtiyaç yoktur; nefes sana rağmen devam eden bir şeydir.
Bu kişiliğindeki daimi faktörlerden biridir: Yaşam için çok gerekli ve temel bir şeydir nefes. Nefessiz yaşayamazsın. Bu yüzden nefes ve yaşam eşanlamlı anlamlı olmuştur. Nefes yaşamın mekanizmasıdır ve yaşam nefesle derinden ilişkilidir. İşte bu yüzden Hindistan’da ona prana deriz. İkisi için tek bir sözcük vermişizdir. Prana canlılık demektir. Yaşamın nefesindir.
Nefesin seninle bedenin arasında bir köprüdür. Bu köprü seni bağlamakta bedeninle ilişkilendirmektedir. Nefes yalnızca bedeninle aranda bir köprü değil aynı zamanda seninle evren arasında da bir köprüdür. Beden yalnızca sana gelen sana daha yakın olan evrendir.
Bedenin evrenin bir parçasıdır. Bedendeki her şey evrenin parçasıdır: Her zerresi, her hücresi… Evrene en yakın yaklaşımdır. Nefes köprüdür. Köprü yıkılırsa artık bedeninde olmazsın. Köprü yakılırsa artık evrende olmazsın. Bilinmeyen bir boyuta geçersin; o durumda, zaman ve uzamda bulunamazsın. Bu yüzden, nefes aynı zamanda seninle zaman ve uzam arasında köprüdür.
Bu yüzden nefes çok önemli olmuştur; en önemli şey… Bu yüzden ilk dokuz teknik nefesle ilgilidir… Nefesle bir şeyler yapabilirsen, aniden şu ana dönersin. Nefesle bir şey yapabilirsen, yaşamın kaynağına erişirsin. Nefesle bir şey yapabilirsen zamanı ve uzamı aşabilirsin. Nefesle bir şey yapabilirsen, dünyada ve aynı zamanda dünyanın ötesinde olursun.
Nefesin iki noktası vardır. Biri bedene ve evrene dokunduğu yer, diğeri sana ve evreni aşana dokunduğu yer. Biz nefesin yalnızca bir kısmını biliyoruz. Evrene, bedene girdiği zaman onu biliriz. Ama o aynı zamanda bedenden “bedensiz”e, “bedensiz”den bedene hareket etmektedir. Biz diğer noktayı bilmeyiz. Diğer noktanın, köprünün diğer parçasının, köprünün diğer kutbunun farkına varırsan, aniden dönüşürsün, farklı bir boyuta nakledilirsin.
Ama unutma, Şiva’nın söyleyeceği Yoga değildir, Tantra’dır. Yoga da nefes üzerinde çalışır, ama Yoga’nın ve Tantra’nın çalışmaları temelde farklıdır. Yoga nefes alıp vermeyi sistemleştirmeye çalışır. Nefesini sistemleştirirsen iyileşirsin. Nefesini sistemleştirir, sırlarını bilirsen ömrün uzar; daha sağlıklı olur ve daha uzun yaşarsın. Daha güçlü, daha enerji dolu, daha canlı, daha genç ve daha taze olursun.
Ama Tantra bununla ilgilenmez. Tantra nefesin sistemleştirilmesi ile ilgilenmez, nefesi yalnızca içe dönüş için bir teknik olarak kullanmakla ilgilenir. İnsanın özel bir nefes alıp verme tarzı denemesi gerekmez, özel bir nefes alıp verme sistemi ya da özel bir nefes alıp verme ritmi… Hayır! İnsanın olduğu gibi nefes alıp vermesi gerekir. İnsanın yalnızca nefesteki belirli noktaların farkına varması gerekir.
Belirli noktalar vardır, ama biz onların farkında değilizdir. Biz hep nefes alıp veriyorduk ve nefes alıp vermeye devam edeceğiz… Nefes alıp vererek doğduk ve nefes alıp vererek öleceğiz, ama belirli noktaların farkında değiliz… Ve bu tuhaf. İnsan arıyor, uzayın derinliklerini araştırıyor. İnsan aya gidiyor; insan daha uzağa ulaşmaya çalışıyor, yeryüzünden uzaya… Ve insan daha yaşamının en yakın parçasını öğrenmedi. Nefeste, hiç gözlemlemediğin belirli noktalar var; o noktalar kapılardır; farklı bir dünyaya, farklı bir benliğe, farklı bir bilince girmek için kullanabileceğin, sana en yakın kapılar… Ama onlar çok incelikli.
Ayı gözlemlemek çok güç değildir. Aya ulaşmak bile çok güç değildir; büyük bir yolculuktur. Mekanize olmak gerekir, teknolojiye ihtiyacın olur, toplanmış bilgilere ihtiyacın olur ve sonra ona ulaşabilirsin. Nefes alıp vermek sana en yakın şeydir ve bir şey sana ne kadar yakınsa, onu algılamak o kadar güç olur. Ne kadar yakınsa o kadar güç olur; ne kadar açıksa o kadar güç olur. Sana o kadar yakındır ki, seninle nefesin arasında boşluk yoktur. Ya da öylesine küçük bir boşluk var ki, çok titiz bir incelemeye ihtiyaç var, ancak o zaman belirli noktaların farkına varırsın. Bu noktalar bu tekniklerin temelidir. Bu yüzden her tekniği ele alacağım.

Osho- Farkındalık / Geçmişi Yakan Ateş

OSHO
OSHO
Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur

Kesinlikle özgür olmayan bir dünyada, tamamen özgür yaşayabilirsin

Sadece tek bir şeyi hatırlaman gerekiyor; Gören Görülen Değildir.

İnsanoğlu sanki şimdiki zamanda yaşıyormuş gibi görünür, ama bu sadece bir görüntüdür. İnsanoğlu geçmişte yaşar. Şimdiki zamandan geçer, ama kökleri geçmişte kalır.  Şimdiki zaman sıradan bilinç için gerçek zaman değildir. Sıradan bilinç için, geçmiş gerçek zaman olup, şimdiki zaman sadece geçmişten geleceğe bir geçiştir, sadece anlık bir geçiş. Geçmiş gerçektir ve gelecek de gerçektir, ama şimdiki zaman sıradan bilinç için gerçek değildir. Gelecek, eski geçmişten başka bir şey değildir. Gelecek sürekli olarak planlanan geçmişten başka bir şey değildir.

Şimdiki zaman sanki yokmuş gibi görünür. Şimdiki zamanı düşündüğünde, onu bulamazsın, çünkü bulduğun an geçmiş olacaktır. Bulamadığın andan bir an önce gelecekteydi. Bir Buda bilinci, uyanmış varlık için sadece şimdiki zaman vardır. Farkında olmayan, bir uyurgezer gibi uyuyan sıradan bilinçler için geçmiş ve gelecek gerçektir, şimdiki zaman gerçek değildir. Sadece uyandığın zaman şimdiki zaman gerçek olacaktır. Geçmiş de gelecek de gerçek olmayacaktır.

Bu neden böyledir? Neden geçişte yaşarsın? -Çünkü zihin, geçmişin birikiminden başka bir şey değildir. Zihin hafızadır: Geçmişte yaptığın herşey, düşlerinde gördüğün her şey, istediğin ve yapamadığın her şey, hayal ettiğin her şey senin zihnindir. Zihin, ölü bir kurumdur. Zihin aracılığıyla baktığında, şimdiki zamanı asla bulamayacaksın, çünkü şimdiki zaman hayattır ve hayata ölü bir aracı üzerinden yaklaşamazsın. Hayata ölü araçlarla asla yaklaşamazsın. Hayata, ölüm aracılığıyla dokunamazsın.

Zihin ölüdür. Zihin sadece aynada toplanan toz gibidir. Ne kadar çok toz toplanırsa, ayna o denli az aynaya benzer. Ve toz tabakası çok kalınsa, tıpkı sende olduğu gibi, ayna artık hiçbir şeyi yansıtmaz.

Herkes toz toplar. Hatta sadece toplamakla kalmaz, ona sıkıca tutunursun ve bir hazine olduğunu düşünürsün. Geçmiş geçmiştir; neden hala tutunuyorsun? Onun hakkında artık hiçbir şey yapamazsın. Geri gidemezsin, yaptıklarını geri alamazsın. Neden hala tutunuyorsun? Geçmiş bir hazine değildir. Ama geçmişe tutunup, onun bir hazine olduğunu düşünürsen, zihnin onu gelecekte tabii ki tekrar tekrar yaşamak ister. Geleceğin, değiştirilmiş geçmişinden başka bir şey olamaz- biraz rafine edilmiş, biraz daha süslenmiş. Ama tıpkı geçmiş gibi olacaktır, çünkü zihnin bilinmeyen hakkında düşünemez. Zihnin sadece bilineni yansıtabilir, senin bildiklerini.

Geçmiş nedir? Geçmişte neler yaptın? Her ne yaptıysan iyi, kötü, şunu, bunu – her ne yapıyorsan, kendi tekrarını yaratır. Karma kuramı budur. İki gün önce öfkelendiysen, öfkelenmek için belirli bir potansiyel yaratmış oldun: Dün tekrar öfkelenmek için. Sonra onu tekrarladın ve öfkene, öfkeli ruh haline, daha büyük bir enerji verdin, onu daha da köklendirdin, suladın. Şimdi bugün onu daha da büyük bir güçle, daha çok enerjiyle tekrarlayacaksın. Ve yarın yine bugünün bir kurbanı olacaksın.

Yaşam Çiçeği
Yaptığın, hatta düşündüğün her hareketin, sürekli olarak sürüp gitmek için kendi yolları vardır, çünkü varlığına bir kanal açmaktadır. Böylece enerjini emmeye başlar. Öfkelenirsin, sonra o ruh halin geçer ve sen artık öfkeli olmadığını düşünürsün; o zaman sorunu kavrayamamışsın. Ruh halin geçtikten sonra, hiçbir şey olmadı. Sadece tekerlek hareket etmiştir ve yukarıda olan tekerlek parmağı aşağı inmiştir. Öfke birkaç dakika önce yüzeydeydi, ama artık bilinçaltına, varlığının en derilerine inmiştir. Zamanın gelmesini bekleyecektir. Bu şekilde hareket ettiysen, onu güçlendirdin ve yeniden hayata başlamasını sağladın. Ona gene güç, gene enerji verdin. Bir tohum gibi toprağın altında sürekli olarak çalışarak, uygun bir fırsat ve uygun bir mevsimi bekleyecektir ki, filizlenebilsin.
  
Her hareket kendi kendini devam ettirir; her düşünce kendi kendini devam ettiririr. Onlarla işbirliği yaptığın takdirde, onlara enerji vermiş oluyorsun. Er veya geç bu bir alışkanlık haline gelecektir. Yapacaksın ama yapan sen olmayacaksın. Sadece alışkanlıktan dolayı yapacaksın. İnsanlar alışkanlığın ikincil bir mizaca sahip olduğunu olduğunu söylerler. Bu abartı değildir. Aksine az bile. Gerçekte alışkanlıklar sonunda birinci mizaç haline gelirler ve asıl mizaç ikincil hale düşer. Mizaç, tıpkı bir kitabın eki veya dipnotu haline gelir ve alışkanlık ana parça, kitabın ana gövdesi haline gelir.  
Alışkanlıkların aracılığıyla yaşıyorsun, yani alışkanlıklar temelde senin aracılığınla yaşıyorlar. Alışkanlığın kendisi sürer; kendi enerjisi vardır. Tabii ki enerjiyi senden alır, ama geçmişte işbirliği yaptığın gibi, şimdiki zamanda da işbirliği yaparsın. Zamanla alışkanlık efendi haline gelir ve sen de sadece bir hizmetçi, bir gölge. Emirleri alışkanlık verir ve sen sadece bunlara itaat eden bir hizmetçi olursun. Bu emirlere uymak zorunda kalırsın.  
Alışkanlıklar, seni bir dizi iş yapmaya zorlar, sen kurbansın. Tekrarladığın her hareket veya her düşünce -çünkü düşünce de zihinde fark edilmeyen bir harekettir- gittikçe daha güçlü hale gelir ve onların kontrolü altına girersin. Alışkanlıklarda hapsedilirsin. Daha sonra da hapsedilen bir insanın, bir kölenin hayatını yaşarsın. Ve bu hapis çok zor fark edilir: Alışkanlıklarının ve koşullanmalarının ve yaptığın hareketlerin hapsidir. Bedenin her yerini sarmıştır ve sen içinde dolaşırsın, ama yapanın sen olduğunu düşünmeye ve kendini kandırmaya devam edersin. Öfkelendiğinde sen yaptın sanırsın. Mantıklı hale getirerek, durumun bunu gerektirdiğini söylersin: “Kızmak zorundaydım, aksi takdirde çocuk kötü yola sapardı; kızmasaydım, işler sarpa sarardı, ofis kaos içinde olurdu, hizmetçiler dinlemezdi; işleri idare etmek, çocuğu disipline sokmak için kızmak zorundaydım. Eşimi yola getirmek için kızmak zorundaydım.” Bunlar mantıklı bahaneler. Egon bu şekilde hala senin patron olduğunu düşünmeye devam eder, ama değilsin. Öfke eski kalıplardan, geçmişten gelir. Geldiğinde ise ona bir mazaret bulmaya çalışırsın.  
Bazı zamanlar, hiçbir neden yokken üzüntü ortaya çıkar ve bazen kendini mutlu hissedersin, bazen de coşkulu, kendinden geçmiş olursun. Bütün toplumsal ilişkilerden yoksun, tam bir konfor içinde izole edilmiş, her ihtiyacı karşılanan insan da senin ilişkilerinde yaşadığın tüm bu ruh hallerinden geçer. Bu demektir ki, bazı şeyler senin içinden geliyor ve sen bunları bir başkasına mal ediyorsun. Bu mantıklı bir açıklamadır. Kendini iyi hissedersin, kendini kötü hissedersin ve tüm bu duygular kendi bilinçsizliğinden, kendi geçmişinden gelir. Senin dışında hiç kimse bunlardan sorumlu değildir. Hiç kimse seni öfkeli yapmaz ve hiç kimse seni mutlu yapamaz. Kendin mutlu olursun, kendin kızarsın ve kendin üzülürsün. Bunu anlamadığın sürece hep bir köle olarak kalacaksın.  
   
“Bana ne olursa, kayıtsız şartsız ne olursa, bundan ben kendim sorumluyum. Ben sorumluyum, kesinlikle” diyebildiğin anda, kendi özünün hakimiyetini eline geçirirsin. Başlangıçta bu seni çok, ama çok üzecek ve canını sıkacaktır, çünkü sorumluluğu başkalarına atabildiğin sürece, yanlış yapmadığın için kendini daha iyi hissedersin.  Sorumlu olduğun için ise çok sıkıntılı bir ruh haline gireceksin, çünkü daima mutlu olmak istediğini düşünmüşsündür -öyleyse mutsuzluğundan nasıl sorumlu olabilirsin ki? Daima büyük bir mutluluk istedin, öyleyse kendi kendine nasıl kızabilirsin? Bu nedenle de sorumluluğu başkalarına atıyordun. Sorumluluğu başkalarına atmaya devam edersen, daima bir köle olarak kalacağını unutma, çünkü hiç kimse karşısındakini değiştiremez. Karşındakini nasıl değiştirebilirsin ki? Hiç kimse karşısındakini değiştirmiş mi? Dünya da yerine gelmeyen en büyük dileklerden biri, karşındakini değiştirmektir. Bunu bugüne kadar hiç kimse başaramamıştır. Bu imkansızdır, çünkü diğeri de kendi doğrularıyla yaşar onu değiştiremezsin. Sorumluluğu karşındakinin üstüne atmaya devam ediyorsun, ama onu değiştiremezsin. Sorumluluğu başkalarına attığın için de asla asıl sorumluluğun sende olduğunu göremeyeceksin. Temel değişiklik senin içinde başlamalıdır.  
İşte şöyle tuzağa düşersin: Bütün hareketlerinden, bütün ruh hallerinden sorumlu olduğunu düşünmeye başladığın anda, başlangıçta depresyon geçirirsin. Ama bu depresyonu aşabilirsen, kısa bir süre sonra güneşi görürsün, çünkü diğerlerinden kurtuldun; artık tek başına çalışabilirsin. Özgür olabilirsin, mutlu olabilirsin. Tüm dünya mutsuz ve bağımlı olsa da fark etmez. Aksi takdirde bir Buda nasıl mümkün olabilir? Ve bir Patanjali nasıl mümkün olabilir? Ben nasıl mümkün olabilirim? Tüm dünya aynıdır. Krişna’nın dünyası da tıpkı senin dünyan gibidir, ama bir Krişna dans etmeye ve şarkı söylemeye devam eder, çünkü özgür kalmıştır. Ve ilk özgürlüğü, sorumluluğu başkalarına atmaktan vazgeçmektir; ilk özgürlük, sorumlu olanın sen olduğunu bilmektir. O zaman birçok şey mümkün olabiliyor.  
Karma felsefesi, sorumlu olanın sen olduğu üzerine kuruludur. Geçmişte ne ektiysen, onu biçersin. Neden ve sonuç arasındaki bağlantıyı takip edemeyebilirsin, ama sonuç buradaysa, nedeni de senin içinde bir yerlerde olmalıdır.  
Sana ne olursa olsun -diyelim ki üzüntülüsün- sadece gözlerini kapat ve üzüntünü seyret. Seni götürdüğü yere git, daha derinlere in. Kısa bir süre sonra nedenine ulaşacaksın. Belki uzun bir yolculuk yapmak zorunda kalacaksın, çünkü bütün hayatın söz konusudur; ve sadece senin hayatın değil, birçok başka hayat söz konusudur. Kendi içinde canını acıtan birçok yara bulacaksın ve bu yaralar yüzünden kendini üzüntülü hissedersin. Onlar üzüntülüdür. Bu yaralar henüz kurumamıştır. Canlıdırlar. Kaynağına geri gitme, etkiden nedenine gitme yöntemi, onları iyileştirecektir. Nasıl mı iyileştirecektir? Neden mi iyileştirecektir?  
Ne zaman geriye gitsen, vazgeçtiğin ilk şey sorumluluğu başkalarına atmaktır, çünkü sorumluluğu başkalarına attığında dışarı çıkarsın. O zaman işlemin tamamı yanlıştır. Nedeni bir başkasında bulmaya çalışırsın: “Eşim neden bu kadar edepsi” diye örneğin. O zaman “neden” eşinin davranışlarına nüfuz etmeye devam eder. İlk adımı atlamışsındır ve işlemin tamamı yanlış olur.  
Neden mutsuzum? Neden öfkeliyim? -Gözlerini kapat ve derin bir meditasyona dal.   
Yere yat, gözlerini kapat, bedenini gevşet ve neden öfkeli olduğunu hisset.   
Eşini unut gitsin; bu sadece bir bahanedir- A, B, C, D ne olursa olsun, unut gitsin.   
Sadece kendi içinde daha derinlere in; öfkeye nüfuz et.   
Öfkeyi bir nehir gibi kullan; öfkenin içinde akacaksın ve öfken seni içeriye doğru götürecek.   
İçinde çok zor fark edilir yaralar bulacaksın.  
Eşin edepsiz görünüyordu, çünkü içinde zor fark edilen bir yaraya, canını acıtan bir şeye dokundun. Hep güzel olmadığını, yüzünün çirkin olduğunu düşünüyordun ve bu içinde bir yaraya neden oldu. Eşin edepsizse, sana hep yüzünü fark ettirecektir. “Git aynaya bak” diyecektir. İşte o zaman birşeyler acımaya başlar. Eşini aldatmışsındır, o da sana sürekli hesap soracaktır, “Neden o kadınla o kadar çok güldün? Neden şu kadınla o kadar mutlu oturuyordun?” diye. Yine bir yaraya dokunulmuştur. Aldattın, suçlu hissediyorsun. Yara canlı.  Gözlerini kapat, öfkeni hisset, bütünüyle meydana gelmesine izin ver ki, ne olduğunu tamamen görebilesin. Sonra enerjinin yardımıyla geçmişe doğru git, çünkü öfken geçmişten gelir. Tabii ki gelecekten gelemez. Gelecek henüz gelmemiştir. Ayrıca şimdiki zamandan da gelmez.  
Karma’nın olaylara bakış açısı budur:  Gelecekten gelemez, çünkü gelecek henüz gerçekleşmemiştir. Şimdiki zamandan gelemez, çünkü henüz ne olduğunu bilemiyorsun. Şimdiki zamanı sadece uyanmış olanlar bilir. Sen sadece geçmişte yaşıyorsun, öyleyse geçmişinden bir yerlerden gelmek zorundadır. Yara hafızanda bir yerlerde olmalıdır. Geri git. Orada sadece bir tek yara değil, birkaç yara olabilir. Küçük, büyük yaralar. Daha derine git ve ilk yarayı bul; öfkenin asıl kaynağını. Denersen, bulabilirsin, çünkü oradadır. Bütün geçmişin oradadır. Tıpkı bir film rulosu gibidir, yuvarlanmış içeride bekliyordur. Ruloyu aç ve filmi seyretmeye başla. Prati-prasay işlemi budur. Kökteki nedene geri gitmek anlamına gelir. Ve bu işlemin güzelliği şudur: Bilinçli olarak geri gidebilirsen, bilinçli olarak bir yarayı hissedebilirsen, yara anında iyileşir.  
Neden mi iyileşir? Çünkü yara bilinçsizlik, bilinmezlik tarafından yaratılmıştır. Yara, inkarın, uykunun bir parçasıdır. Bilinçli olarak geri gider ve yaraya bakarsan, bilinç iyileştirici bir güç haline gelir. Geri gitmek, bilinçsiz olarak yaptığın şeylerin üzerine bilinçli olarak gitmek anlamına gelir -Sadece bilincin ışığı iyileştirir. O iyileştirici bir güçtür. Bilinçli yapabildiğin herşey iyileştirilebilir ve artık acımayacaktır. Geriye giden insan, geçmişi serbest bırakır. O zaman geçmiş artık çalışmıyordur; geçmiş artık onu sıkıca tutamıyordur ve geçmiş bitmiştir. Geçmişin artık varlığında bir yeri yoktur. Ve geçmişin varlığında bir yeri kalmadıktan sonra, şimdiki zamanda yaşabilirsin, daha önce hiç olmadığı gibi. Yere ihtiyacın vardır; geçmiş içini o kadar çok doldurmuştur ki -tıpkı ölü şeylerden oluşan bir hurdalık gibi. Şimdiki zaman gidecek yer bulamamaktadır. Hurdalık, gelecek hakkında hayal kurmaya devam eder. Böylece hurdalığın yarısı artık olmayan şeylerle, yarısı da daha henüz olmamış şeylerle doludur. Ya şimdiki zaman? -Sadece kapının önünde bekler. Bu nedenle şimdiki zaman geçmişten geleceğe bir geçişten başka bir şey değildir, sadece anlık bir geçiştir.  
Geçmişi bir kenara bırakmadığın sürece bir hayalet gibi yaşarsın. Yaşamın gerçek değildir, var değildir. Geçmiş senin aracılığınla yaşar, ölüler seni avlamaya devam eder.  
Geri git -Ne zaman bir fırsatını bulursan, sana ne zaman bir şeyler olursa: Mutluluk, mutsuzluk, üzüntü, öfke, kıskançlık,   
gözlerini kapat ve geri git. Kısa bir süre içinde geriye yolculuk etme konusunda etkin olacaksın.   
Kısa bir süre sonra zamanda geriye yolculuk yapabileceksin ve birçok yara açılacaktır.   
Bu yaralar içinde açıldığında, bir şey yapmaya kalkma. Bunu yapmana gerek yoktur.   
Sadece seyret, bak izle. Yara oradadır.   
Sadece seyret, seyredici enerjini yaraya ver, ona bak.   
Yargılamadan ona bak, çünkü yargılarsan “bu kötü, bu böyle olmamalı” dersen,   
yara tekrar kapanacaktır. O zaman tekrar gizlenmek zorunda kalacaktır.  
Kınama, takdir etme. Sadece bir tanıksın, ilgisi olmayan bir seyirci. Reddetme. “Bu iyi değil” deme, çünkü bu da bir reddetmektir ve bastırmaya çalışırsın. İlgisiz kal. Sadece seyret ve bak. Merhametle bak ki, iyileştirme gerçekleşsin. İlgisiz, merhametli bir bilinç, yaranın üzerine geldiğinde, yara yok olur, buharlaşır. Neden diye sormaz. Sadece doğaldır, nasılsa öyledir, nasıl oluyorsa öyledir. Bunu söylüyorsam deneyimlerime dayanarak söylüyorum. Dene ve bu deneyimi sen de kazan. Yolu budur.  
Geçmişe geri git. Geçmişe geri git dediğimde, geçmişi hatırla demek istemiyorum.   
Hatırlamak işe yaramayacaktır; hatırlamak güçsüz bir işlemdir.   
Unutulmaması gereken ayrım şudur: Hatırlamak hiçbir işe yaramaz -hatta zararlı bile olabilir.   
O yüzden tekrar yaşa. Bunlar birbirinden tamamen farklı şeylerdir.   
Farkı çok bari değildir ve anlaşılması gerekir.   
Bir şeyi hatırla: Çocukluğunu hatırla.   
Çocukluğunu hatırlarken burada ve şimdide kalırsın.   
O çocuğa dönüşmezsin.   
Hatırlayabilirsin, gözlerini kapatıp, hatırlayabilirsin ve yedi yaşındaki bir çocukken bahçede   
koştuğunu hatırlayabilirsin, görebilirsin.   
Sen buradasın ve geçmiş bir film şeridi gibi gözlerinin   
önünden geçer: Koşuyorsun, o çocuk koşuyor ve kelebeği yakalamaya çalışıyor.   
Sen görensin ve çocuk nesnedir.   
Hayır, bu doğru değil; bu hatırlamadır.   
Güçsüzdür, yardım edemez.  
Yaralar daha derindir. Hatırlamakla iyileşmezler ve hatırlamak, bilinçli zihnin bir parçası olarak kalır. Çok ama çok önemli olan her şey bilinçsizlikte saklıdır.Bu yüzden sadece yararsız şeyleri hatırlarsın ya da sadece zihninin kabul ettiği şeyleri hatırlarsın. Kötü olan, çirkin olan ne varsa, hepsi bilinçsizliğe itilmiştir, çünkü egon onlara bakmak istemez. Bütün kötülükler unutulmuştur ve bütün mutluluklar hatırlanır. Mutluluğu bağrına basmaya ve kötülükleri unutmaya devam edersin. Bu bir seçimdir. Bu nedenden dolayıdır ki, herkes daha sonra çocukluğun bir cennet olduğunu söyler, çünkü yanlış olan her şeyi unutmaya çalışmışsındır. Çocukluğun, senin onu hatırladığın şekilde gerçek değildir, kurgudur. Egon tarafından yaratılmış bir kurgudur. Böylece hatırladığın zaman mutlu olayları hatırlayacaksın, mutsuz olanları değil. Tekrar yaşadığında ise tamamını tekrar yaşıyorsun: Mutlusunu, mutsuzunu hepsini.  
Tekrar yaşamak nedir? Tekrar yaşamak, tekrar o çocuk haline gelmektir. Çocuğun bahçede nasıl koştuğuna bakmak değil, o bahçede koşan çocuk haline gelmektir. Seyirci olma, kendin ol. Bu mümkündür, çünkü o çocuk hala senin içinde var, hala senin bir parçandır. Tabaka tabaka yaşadığın her şey senin içinde vardır. Çocuktun, o orada; sonra genç oldun, o da orada; ve yaşlandın, o da orada. Herşey burada, katman katman.  
Gözlerini kapat, yere yat ve geriye git.  
Bunu kolayca deneyebilirsin. Bu hüneri geliştirebilirsin.   
Her gece yatağına yatıp, sabaha doğru geri gidebilirsin. Yatağa yatmak en son şeydir   
-Onu ilk haline getir ve şimdi geriye doğru git. Yatmadan önce ne yaptın?-   
Bir bardak süt içtin; tekrar al, tekrar yaşa. Eşinle kavga ettin; tekrar yaşa.   
Yargılama, çünkü şu anda yargılaman gerekmez. Olmuştur.   
İyi veya kötü deme, değerlendirme yapma. Sadece tekrar yaşa, o olmuştur.   
Geriye gidiyorsun: Sabahın erken saatinde seni uyandıran   
saatin alarm sesi; onu tekrar dinle.   
Sadece git ve saati geri çevirerek , günün her anını tekrar yaşamaya çalış.   
Kendini çok ama çok canlanmış hissedeceksin ve çok güzel bir uykuya dalacaksın,   
çünkü günle işin bitmiştir. Artık o gün sana asılmıyor.  
Onu bilinçli bir şekilde tekrar yaşadın.   
Gün boyunca bilinçli olmak zordu; o kadar çok şeyle boğuşmak zorunda kaldı ki. Ve artık pazara götürebileceğin bilincin kalmadı. Ama bilinçsizliğin markete, dükkana, olaylar dünyasına götürecek kadar bilincin yok. Tekrar eski uyurgezer alışkanlığına geri dönersin. İnsan farkındaysa, anı yaşar, geçmişi değil. Aradaki fark budur: Geçmişte yaşarsan, gelecek yaratılır ve Karma’nın çarkı döner. Şimdiki zamanda yaşıyorsan, Karma’nın çarkı yoktur. Üstesinden gelmişsindir, içinden çıkmışsındır. Hiçbir gelecek yaratılmaz. Şimdi ki zaman, asla gelecek yaratmaz, sadece geçmiş geleceği yaratır. O zaman yaşam, geçmişin  devamı olmadan anlık bir fenomen haline gelir. Bu anı yaşarsın. Bu an geçti mi, başka bir an gelir. Bir diğer anı yaşarsın, ama geçen o an sayesinde değil, farkındalığın, tetikte oluşun, duyguların, varlığın sayesinde. O zaman endişe yoktur, rüyalar yoktur, gelecekle ilgili hayaller, geçmişten gelen içki sersemliği yoktur. İnsan sadece ağırlıksızdır; uçabilir. Yerçekimi anlamını kaybeder. Geri dönmeye ihtiyaç duymaz. Geri gelinecek yer yoktur. Geri dönüşü olmayan noktaya ulaşılmıştır.  
İnsan, tam farkındalıkla şimdiki zamanda yaşıyorsa -ki tam farkındalıkla başka bir yerde yaşayamazsın, çünkü farkında olduğunda sadece şimdiki zaman kalır; artık geçmiş, gelecek yoktur; tüm hayatın şimdi olan bir fenomene dönüşür -İşte o zaman hiçbir Karma, Karma’nın tohumu bile birikmez. Bağlarından, kendi yarattığın bağlarından kopmuşsundur. Gerçekten de özgür olabilirsin. Bu içsel bir fenomendir: Bağlarından kurtulmak. Kesinlikle özgür olmayan bir dünyada, tamamen özgür yaşayabilirsin. Bir hapishanede olsan bile fark etmez, çünkü bu tamamen içsel bir tutumdur. İçsel tohumların kırılmışsa, özgürsündür. Buda’yı bir mahkum haline getiremezsin. Onu hapse atsan bile bir mahkum haline getiremezsin. Orada yaşayacaktır, ama tamamen farkında olarak yaşayacaktır. Tamamen farkındaysan, daima özgürsündür. Farkındalık özgürlüktür; farkında olmayış bir bağdır.  
OSHO  
Yoga-Bireyin Doğuşu

İYİ BİR GELİR TÜM HAYALLERİNİZİ DEĞİŞTİREBİLİR

Bir an için zaman ve paranın yaşamınızda bir sorun olmadığını hayal edin.
Her sabah çocuğunuzu okula götürdüğünüzü hayal edin… ve çok çalışmak zorunda olduğunuz için bir okul gösterisini ya da futbol maçını asla kaçırmayacağınızı hayal edin.
Golf oynamaya zaman ayırmak için işinizde planlama yapmak yerine, iş için golf oyununuzda planlama yapabildiğinizi hayal edin.
Bir tatile çıktığınızı ve patronunuzun belirlediği tarihte değil, istediğiniz zaman geri dönebildiğinizi hayal edin.
Araba kredinizi, konut kredinizi veya her ayın sonunda kredi kartı faturalarınızı ödeme sıkıntısı yaşamadığınızı hayal edin.
İstediğiniz gibi harcama yapabilecek yüzde 5′lik kesime dahil olduğunuzu hayal edin.

Keyifli ve Rahat Bir Yaşamdan Bahsediyoruz…

Hiç hesap kitap yapmadan yaşamayı düşündünüz mü ?

Mesela bütçe planları olmadan "nasıl öderim, gelirim yetmez" demeden ihtiyaçlarınızı karşılamak gibi.

Kendi işinizin patronu olmak,Hayatın tadını çıkartırken para kazanmak.

Zincirlerinizi kırın ve esaretten özgürlüğe adım atın.

  • Kariyer basamağı yok.
  • Aylık iş kotası doldurma yok.
  • Ürün satın alma yok.
  • Birine ürün satmak zorunluluğu  yok.

   Xnetwork A Takımı olarak sizi esaretten kurtaracak  ve size özgürlüğünüzü kazandıracak bir iş fırsatı sunuyoruz.

   Size emekliliğinizde alacağınız paranın en az 2-6 katını yani 2000 – 6000 TL parayı şimdiden kazanma imkânı sunuyoruz. Hem de ömür boyu ve sürekli olarak.
   Günde birkaç saat çalışma sonrasında özgürsünüz. Çalışma ortamı derseniz her yer, denizin ortasında yatta denize girerken, Uludağda sıcak şarabınızı yudumlarken internetin olduğu her yer. İstediğiniz saatte yemeğe çıkabileceksiniz, istediğiniz saatte tatile çıkacaksınız, yapmak istediğiniz bir çok aktivite için istediğiniz kadar zamanınız olacak.
Eğer gelecekle bir hedefleriniz varsa, kendinize özgüveniniz varsa, eğer kendini özgürleştirmek istiyorsan o zaman Profesyonel Para kazanç Grubu  Xnetwork A Takımına Katılın.
Ve özgürleşmek için ilk adımınızı atın.
Bunları görebiliyorsanız  ben özgürlüğümü istiyorum diyorsanız sizide Profesyonel Kazanç Grubu Xnetwork A Takımına katılmaya davet ediyoruz.

Detaylı bilgi almak için lütfen buraya  tıklayınız.

http://www.xnetworkatakimi.com/

2012 BURÇ YORUMLARI

KOÇ 2012 : 21 - 30 MART DOĞAN KOÇLAR İÇİN 2012: 2012 yılında Dekan 1 KOÇları için çok güçlü etkisi değişim gezegeninden gelecek. Uranüs 2012de tüm gücü ile sizin Dekandan geçiyor. Bu deneyim ve değişiklikler beklenmedik ve tedirgin edici olabilir, çünkü artan sinir ya da gerginliklere neden olabilir ama buna rağmen 2012 çok heyecan verici bir yıl olacağı anlamına gelmekte sizin için. Bir çok değişikliği hayatınıza kabul etmeniz için ne kadar istekli olduğunuza da bağlıdır. Bu değişiklikler ilişkilerinizden tutun kariyerinize kadar oluşan durumlarda stresli olsa da, aynı zamanda daha fazla kişisel özgürlük ve canlılık için ileri bakabilirsiniz. Bu sıkıcı bir 2012 olmayacaktır sizin için.Her tür büyük yenilik, değişikliğe hazır olun. Ani evlilik, yıldırım aşkı vs. maceralara atılma ve olağanüstü bir ortamda tanışma ve sıra dışı bir evlilik sizi bekliyor. Ama ayrıca kişilere tahammülsüzlük ve özgürlük aşkı da verdiği için ilişkiyi şak diye koparabilirsinizde. Kendini bulduğun bir dönem ve var olan yaşamından rahatsız olabilirsiniz, ego artar, ilginç fikirlere sahip olur, rutinlik seni sıkar, yeni fırsatlar çıkar, yeni bir ilişkin başlayabilir. Daha önce yaşamadığın türden bir ilişki olabilir heyecan verici bir yıl olacak. Genellikle isyan edersin değişime karşı direnmemeli ve korkmamalısın direnç seni daha da kontrol çıkmana neden olur özgürlük bağımsızlık bu yıl çok ön plandadır günlük işler seni çok sıkar senden yaşca büyük insanlarla iletişiminiz artacaktır. Uranüs aynı zamanda her zamankinden daha fazla kendi benzersiz bireysellik ifade sağlayacaktır.

Herkesin Bakmadığı Yönden Bak Dünyaya

    Yaşlı adam kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı.  Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
     Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli görünürken niye ötekininde olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ya da beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine.
      Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. “Onlar” dedi, “Benim iki simgemdir evlat.” “Neyin simgesi?” diye sordu çocuk. “İyilik ve kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanında tutarım onları.”
     Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
     “Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
     Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
     “Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o !”

    Bize yol gösterecek dinamik araçlardan yararlanmak her zaman mümkündür.
    Davranışlarımızdaki kalıpları ve alışkanlıkları tanımak yaşamımıza nelerin yardımcı olabileceğini ve nelerin engel olabileceğini görmemizi sağlar.
    Kişisel farkındalığımızın artması ve kaynaklarımızı doğru kullanmak, önümüze çıkan engellere rağmen, bu engellerin üstesinden gelerek bir nehir gibi yolumuza devam etmemizi sağlar.

Enerji Alanınızı Birikimlerden Temizlemek Frekansınızı Yükseltir

Işığınız bir elekten geçer gibi parlar, siz bu ışığın geçtiği kadarsınız. Ortak bir merkez tarafından bir soğan gibi yuvarlak katmanlarla çevrili olduğunuzu düşünün. En yakınınızdaki katmanlar fiziksel bilgiler içerir, bunun ötesindekilerde sırasıyla duygusal bilgiler, düşünce kalıplarınıza dair bilgiler ve en uzaktakilerde de ruhunuz ile hayattaki amacınızla ilgili bilgiler bulunur. Bunlar farkındalığınızdaki oktavlar gibidir.  Ruh seviyesinde korku ya da blokaj yoktur -sadece berrak, meditasyon yapanların saf bir farkındalık duygusu yarattığını ifade etmek için kullandıkları tabirle şefkat dolu mücevher ışığı vardır. Ama fiziksel, duygusal ve zihinsel katmanlarda kafanızın karıştığı ve korktuğunuz eski deneyimlerden kaynaklı fonksiyon bozukluklarını, sabit fikirleri ve donmuş duyguları bulursunuz. Bu kısaltılmış kalıplar gölgelere benzer; kendi doğrunuzu ve sevginizi yaşamadığınız hareketsiz yerlerdir. Parçalandığınız ya da bir şeyden kaçtığınızda da delikler ve gediklerle karşılaşırsınız ve bunlar da bloklar gibidir.
Zihninizi sakinleştirdiğinizde, hiçbir şey düşünmezsiniz ve bir şey düşünmediğinizde hiçbir şeye direnç göstermezsiniz ve direnç göstermediğinizde ve hiçbir şeye direnç göstermeyen düşünceler beslediğinizde Varlığınızın titreşimi yüksektir, hızlıdır ve saftır.
Abraham/Esther Hicks
Şimdi ruhunuzun yaşamınızı, bedeninizi ve kişiliğinizi yaratmak için oktavlarla bilgelik, niyet ve enerji yolladığını hayal edin. Birçok gölge ya da katı yer ve kim olduğunuza dair alandaki boşluklar yüzünden bütünlüğünüzün sadece belli bir yüzdesi elekten geçen ışık misali açıklıklardan geçebilir. Yüksek boyutlarda her yerde bir gölge ya da gedik vardır, sizin yaşamınızda ve bedeninizde de benzer bir kasılma ya da bilinçsiz yerler olacaktır. Duygusal bir travmanın hatırası ve bunun etrafında oluşmuş inançlar bedenin üzerine gölgelerini düşürecek, belki de kronik ağrılara, hastalıklara ya da orjinal yaraya tekabül eden bir noktada incinmelere sebebiyet verecektir.
Bastırılmış duyguları ve inançları anlayıp rahat bırakarak şifa bulduğunuzda, alanınızdaki karanlık noktalar kaybolur ve ondan sonra ruhunuzun mücevher ışığı daha fazla parlayabilir. Burada dünya üzerinde frekansınız yükselir, daha bilge ve daha sevecen bir insan olursunuz, bedeniniz iyileşir ve hayatınız daha iyi bir hale gelir. Demek ki, ruhunuzu bloke eden duygu ve düşüncelerden, sağlıksız duygusal alışkanlıklarınızdan, arınırsanız frekansınızda doğal olarak yükselecek.
Ruhu bloke eden şeylerden sıkça karşılaşılanlar arasında önceden üzerlerini kapattığımız sağlıksız duygusal alışkanlıklar bulunur: Kurban, mağdur ya da egemen güç olmak, kendini ya da başkalarını suçlamak, inatçı ve söz dinlemez olmak, başkalarını kurtarmak ve kurtarılmayı istemek ve başka şeylerle oyalanmak, geciktirmeler ve ertelemelerle gerçeklerden kaçınmak…Bunlara bir de şunları ekleyin: Başkalarını kıskanmak, saldırmak/kavga etmek, şikayet edip olumsuz konuşmak (ben yapamam, nefret ederim) ya da çirkin bir dil kullanmak (küçümseyerek konuşmak, dedikodu yapmak) ve akla gelebilecek en kötü senaryoları detaylarıyla kurgulamak. Budist rahibe Pema Chödrön bu tepkileri yemi yutmuş balıklar gibi “oltanın ucuna takılmak” diye niteliyor.
Bu olta iğnelerinden kurtulduğunuz ya da bu davranışları değiştirip yerlerine sağlıklı duygusal alışkanlıklar koyabildiğiniz zaman, olan bitene karşı çıkmayı bırakıp olayları sadece olduğu gibi kabul ettiğinizde ruhunuzun mücevher ışığının size daha fazla enerji vermesine izin vermiş olursunuz. Ve bunu her yaptığınızda mevcudiyetiniz önemli bilgileri ortaya çıkarır, sevecen bakış açınızı güçlendirir ve bundan sonra ne yapacağınızı bilmenize yardımcı olur. Bir şeyin üzerindeki etiketi kaldırdığınız ya da sabit bir fikir ya da bir tanıma yatırdığınız enerjiyi geri çektiğiniz zaman bir gölgeyi daha silersiniz ve yaşamınıza daha fazla mücevher enerjisi dolar. Aynı şey “rol yapmayı kestiğinizde” ve sağlıklı beslenip bayağı bir kilo verdiğinizde, sigarayı bıraktığınızda ya da bedeninizi bağımlılık yaratan maddelerle kirletmekten vazgeçtiğinizde de geçerlidir.
Ruhu bloke edenler arasındaki diğer bir kategori ise erken yaşlarda hayatta kalmak için farkında olmadan edindiğimiz düşünceler, inançlar ve dünya görüşleriyle ilgilidir. Bunlar, kim olduğunuzla ve burada bulunma amacınızla hiç ilgili olmayabilirler. Bu üst üste binmiş tabakalar ilk olarak, anne-babanızın inanç yapıları ve bedensel duruşlarını farkında olmadan benimsediğiniz “radar” dönemizde ortaya çıkmıştır. Aslında gözü pek bir gazeteci olmanız gerekirken, bu tabakalar size kibar ve alçakgönüllü olmanız gerektiğini söylüyor olabilir. Bu düşünceler size ağırlık yapan ıslak battaniyelere benzer, bıraktığınız alışkanlıklara dönüp eskisi gibi davranmanıza neden olur. Bu fikirler aslında size ait değildir ve belki de onları kimden ödünç aldıysanız ona geri vermeyi hayal edebilirsiniz ya da enerji sahanızdan buharlaşıp uçtuklarını, yok olduklarını görebilirsiniz. Bu ödünç fikirleri tanırsınız çünkü sonlarında “meli-malı” ekleri bulunur ya da bunları kendi kendinize söylemeyi denediğinizde başka birinin sesinin yankılandığını duyarsınız.
ŞUNU DENEYİN!
Başka İnsanların Üzerinizde Oluşturduğu Katmanları Temizleyin
  • Uğruna yaşadığınız töre ve değerlerin bir listesini yapın, hatta doğru bulduğunuz olumsuz olanları bile bu listeye yazın. Hangileri annenizden geliyor? Babanızdan gelenler hangileri? Aralarında modası geçmiş ve aslında size uygun olmadığını düşündükleriniz var mı? Varsa bunları kimden aldıysanız o insana iade edin ya da yok olmaya bırakın.
  • Para, iş, ilişkileri ebeveynlik sağlık, yaşlanma, din, politika ve ölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve tavırlarınızı yazın. Bu fikirleri nereden, nasıl edindiniz? Bunlara ihtiyacınız var mı? Hepsini birer birer askıya almayı deneyin. Sabit fikirlere ve kurallara sahip olmak yerine her bir alanın size spontane olarak nasıl olabileceğiniz ve ne yapacağınızı öğretmesine izin vermek nasıl olurdu? Bu alanlar nasıl genişleyebilir ya da değişebilir?
Eğer cahillik ve ilgisizlik, mahrumiyet ve çaresizlik, unutkanlığı ve değersizlik duygusunu veya şikayet etmeyi artıran alışkanlıklarına takılıp kaldıysanız bu tür gedikleri doldurabilecek yegane şey anda mevcudiyettir: Her şeyin altında yatan, her şeye sinen sevgi dolu şefkat ve merhamet niteliğinde bir varoluş. Odaklanın, mevcudiyetinizle dolun ve sağlıksız duygusal alışkanlıklarınıza karşı “zihnen mevcut” olduğunuzu göreceksiniz. “Bilmem” dediğinizi işitince, “Bununla ilgili neler biliyorum?” demeye çalışın. Kendinizi bir arkadaşınıza, “Ben iyi dans edemem” derken bulduğunuzda bu düşünceyle ilginç, kendinize has ya da yaratıcı şekillerde hareket ettiğinizi düşünerek eğlenebilirsiniz. Dans etmenin size has haliyle yaşamak, bu hareketleri hayatınızın bir parçası yapmak nasıl olurdu? Hiçbir zaman yeterli paranız olmadığı kasetini yine başına sardığınızda kendinize şunu diyebilirsiniz: “Dur bir dakika! Şimdiye dek hayatta kalabilecek ve belli bir seviyede yaşayabilecek kadar param oldu. İyiyim ben. Durumumu istediğim zaman, daha enteresan bir şey elde edebileceksem değiştirebilirim. Şu an bana göre enteresan bir şey var mı? Ne yaratmak istiyorum” Siz kendi hikayenizin yazarısınız. Size gizemli bir şekilde bir yaşam hediye edildi ve aynı zamanda da kendi tavrınızı, ruh halinizi ve hareketlilik seviyenizi seçmekte özgürsünüz. Bu dünyada sizi gerçek siz olmaktan alıkoyabilecek güçte hiçbir kuvvet olamaz.
Nehirlerde hiç acele yoktur. Oraya, suyun kenarına gittiğinizde akış hızıyla hareket etmeye başlarsınız ve bu hız sizi bu gezegen üstündeki yaşamdan çok daha eski bir akışa bağlar. Bu hızı kabullenmek bir günlüğüne bile olsa bizi değiştirir, kendi kalp atışlarımızın sesinin ötesindeki ritimleri hatırlatır.
Jeff Rennicke
KISACA…Olumsuzluklara takılı kalmış olmak dört nedenle olur: Düşük kişisel titreşim, iradenin yanlış kullanımı, dalgalar ve döngülerle uyumlu yaşamamak ve anın içinde tam olarak mevcut olup tam bir farkındalık içinde bulunamamak.
Korktuğunuzda ve bu korkuyla sağlıksız duygu alışkanlıklarıyla savaş -ya da- kaç yöntemleriyle başa çıkmaya kalkıştığınızda kişisel vibrasyonunuz düşer. Kişisel vibrasyonunuz düştüğünde bir şeye takılıp kalmak kolaydır çünkü düşük frekanslar daha olumsuz deneyimlere neden olur. Bir dalgayı durdurmaya ya da arzu ettiğiniz gibi zorla hareket ettirmeye çalışırsanız yaşam akışınızda geri tepmeler ve deformasyonlara neden olursunuz. Bu deneyimi bir kenara bırakıp boşluk ya da olumsuz gerçekliklere konsantre olmaya çalışırsanız mevcudiyetin eksikliği deformasyonlara ve pürüzlere neden olur.
İrade gücünün doğru kullanımı zor kullanmak, kontrol etmek ya da direnmek değil şöyle olmalıdır: (1) Daha yüksek bir titreşim seçin, (2) İçinde bulunduğunuz dalga hareketine uyum sağlayarak “akışla” birlikte hareket edin, (3) O an her ne oluyorsa, “onunla kalmayı, onunla birlikte olmayı”, ruhunuzun bilgeliği ortaya çıkabilsin diye her durumda daha fazla mevcut olabilmeyi seçin… Ruhunuzu bloke eden düşünceleri ve kişiliğinize uygun olmayan ödünç alınmış düşünce katmanlarını yok ederek mücevher ışığınızın hayatınıza ve bedeninize dolması için daha temiz bir alan açabilirsiniz. Bunu yapmak için kuvvete ya da zor kullanmaya hiç ihtiyaç yoktur -frekansınız kendi araç gerecine bırakıldığında doğal olarak kendiliğinden yükselir. Kendinizi olumsuz titreşimlerden arındırmanız bugün kolaydır çünkü bedeninizdeki ve dünyadaki ivme kazanan frekans uzun süre takılıp kalmayı zorlaştırır ve korkulardan arınmak hemen anında mümkün olabilir.
Frekans
Penney Peirce