Kendimizi
çirkin görürsek başkaları da bizi çirkin görür. İnsan kendinde bir şeyin
olduğuna inanırsa, ister olumlu ister olumsuz bunu yansıtacak biçimde davranır.
Sürekli onu başkalarına gösterir. Bu başlangıçta ruhun yaratımı olduğu bir şey
olsa bile, önce başkaları için gerçek olur sonrada kendi için.
Bir şeye
inandığımızda o gerçek olur, o bizim gerçeğimiz olur. Herkes kendine dair
kendine özgü şeylere inanır.
Herkes
dünyayı kendi gözünden ve düşünce yapısından tanımlar. Bu nedenle de herkes
farklı şey görür ve hisseder. Biz diğer kişinin beynine girip onun ne gördüğünü
gördüğüne ne anlama verdiğini bilemeyiz. Ancak biz kendi düşünce yapımızdan
onun ne görebileceği konusunda varsayımlarda bulunuruz. Bu varsayımlar bizim
yeni gerçekliğimizi oluşturur. Daha sonra bu gerçekliğimizi o kişinin kendisine
özgü yaptığı davranışlara anlam vererek kuvvetlendiririz. Onu suçlarız,
yargılarız veya güçlendiririz onu otorite kabul ederiz. Bu aslında en tehlikeli
olanıdır. Bir kişiyi otorite kabul ettiğimizde ona kendimizi kontrol etme izni
vermiş oluruz. Yani artık o kişinin düşüncesi sözleri bizim için
önemlidir. O düşüncelere uygun davranmazsak kendimizi suçlu hissederiz.
Kendimizi kapana kısılmış kafese kapatılmış hissederiz. Ama ne yazık ki gerçek
şudur ki kendimizi kafese kapatan ne yazık ki kendi düşüncelerimiz ve
düşüncelerimizde başkalarına verdiğimiz izindir. Bunun farkında olmadığımız içi
diğer kişinin bizi kafesten çıkarmasını bekleriz.
İnsanlar
inandıkları şeye çok bağlıdırlar. Hakikati aramazlar, yalnızca belli bir tür
dengeyi korumak isterler ve inançlarının temelinde aşağı yukarı bağdaşık bir
dünya inşa etmeyi başarırlar. Bu onları teskin eder ve farkında olmadan
bağlanırlar.